19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 MART 2015 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 İnsan ve insanlık için, ülkesi için yaşadığı her yılın hakkını vermiş biri için belki 90’lı bir yaş yeterince uzun sayılabilir; Ama yine de Cemal Süreya’nın dediği üzere, “Her ölüm biraz erken ölümdür!”... Keşke daha yaşaydı... Bir barış bilgesi, bir Türk Kürt’ü olarak, herkesten biraz daha ziyade umutla bağlandığı Barış Süreci’nin taraflarınca sergilemesi muhtemel cambazlıklara beton çivisi gibi bir çift laf çakardı elbette... Olmadı. HHH Günlerdir yazılıp çiziliyor... Onu ve edebiyatını destansı kılan, bu topraklara, insanına tarifsiz bağlılığı. Yokluk, yoksulluk, çaresizlik içinde geçen çocukluğu ve gençliği... Türkçe konuşulmayan bir evde doğması, bir gözünü kaybetmesi, iki karış çocuk iken gözü önünde babasının bıçaklanarak öldürülmesi, okuyamayıp erkenden tarlada bayırda, çarşıda pazarda ekmek peşine düşmesi, kundura tamirciliğinden arzuhalciliğe sayısız işe girip çıkması, henüz 17 yaşında iken mahpusluğu tanıması... Onu özel kılan, aslında kendi roman kahramanlarını bile gölgede bırakan özyaşımıdır. Türkçeyi bayraklaştırmasıdır. Bir kuşak kalın ve resimsiz kitap okumayı onun İnce Memed’ine borçludur. HHH Dün Teşvikiye Camisi’nin avuç içinden genişçe avlusundan taşan kalabalığa tutulan mikrofonlara onunla ilgili sayısız görüş, hissiyat, fikriyat yansıdı. Tıpkı gazetelere, sanal âleme üç gündür yansıdığı gibi. Edebiyat adamlığı değildir sadece onu o yapan, sanatı, şiiri, hareketlerinin dönüm noktasıydı. Üniversite gençliğinin siyasallaşması ile birlikte solda önemli bölünmeler ve ayrılıklar yaşanıyordu. Ant ile birlikte TİP’in yanında yer alan Öncü, Vatan, Sosyal Adalet, Dönüşüm, Forum ve TİP Haberleri adlı yayınlar da vardı. Ant yazarı ve kurucusu Yaşar Kemal de bir yandan Adalet Partisi iktidarının orduyla ilişkilerini eleştirirken oldukça militan bir dil kullanıyordu. “Yirmi yıldır memleketimizde demokrasi düşmanlarıyla demokratik güçler savaş veriyor. Burjuvalar ve onların kuyrukları daha demokrasiye alışamadılar gitti. Halk güçleri 27 Mayıs’ta onların diktatoryalarına karşı geldi. Bundan da ders almadılar. Başları sıkışınca demokrasiye, anayasaya saldırmaya başladılar... Mussolini’ye, Hitler’e, Endonezya’ya özenmesinler. Onların koşulları apayrıydı. Türkiye’nin koşulları başkadır. Hele bir anayasaya dokunmaya kalksınlar, hele bir parmaklarını kaldırsınlar, dünya başlarına nasıl yıkılır, işte o zaman görürler.” (Yaşar Kemal, “Demokrasi Düşmanlığı”, Ant, s. 7, 14 Şubat 1967) HHH 1967’de “20 yıldır” diye yazdığına göre, demek ki bugünden bakarsak 68 yıl olmuş.. Yaşar Kemal’i dün sonsuza uğurladık Ama 68 yıl öncenin Mussolini, Hitler özentiliği devam ediyor. Sadece, Endonezya’nın yerini “Meksika tipi başkanlık” hevesi aldı... “Bu da bir teselli!” desek. Yaşar Kemal gür sesiyle kocaman bir kahkaha patlatır ve “Meksikalıların o geniş kenarlı şapkası da pek yakışırdı Saray’ın ihtişamına!” der miydi? ‘Anıt Adam’ın Ant Yazarı Olarak Portresi mücadeleciliği, kocaman kahkahası, gür sesi, içtenliği, hatırşinaslığı ve bir ömür koruduğu ilkeli duruşudur. O bir düşünce adamından önce bir duygu adamıdır. “Edebiyatı (sanatımı) halkımla birlikte onun büyük yaratıcılığıyla, onun için yaparım” diyordu. HHH 17 yaşın delişmenliği ile dönemin siyasal tabularına “kışt” dediği için ilk tutukluluk ve ardından ünlü madde 142 ile 1951 yılında gelen daha uzun hükümlülük dönemi. İnce Memed o dönemden sonra yayımlandı. Bir kuşak belki de ilk kez “kalın” bir kitap okumayı onun İnce Memed’ine borçludur. Romanının gördüğü olağanüstü ilginin keyfini çıkarmak için olmalı, Yaşar Kemal, uzunca bir dönem siyasete ve dergiciliğe yöneldi. Bunda elbette 27 Mayıs 1960’la gelen yeni siyasal ortamın da payı var. Dün cami avlusu, kabristan ve Lütfi Kırdar’da görüldü ki; 92 yıllık yaşamında her kesimden, her kesitten insanın hayatına dokunmuş. Merhum pederimin Babıâli Yokuşu başındaki küçük lokantasına komşu Üniversite Kitabevi’ne geldiği yıllarda tanımıştım. Kitabevi sahibi Lütfi Erişçi, yazdığı “Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi” kısacık kitabından ziyade, Mihri Belli ile yaptığı dillere destan bir eylemiyle tanınıyordu. Birlikte, Süleymaniye Camii minarelerine dönemin başbakanı için, “Saracoğlu Faşisttir” pankartı (veya mahyası) asma girişimiyle ünlenmişti. Kitapçıdan çok bir aydınlar lokali gibiydi. Türkiye İşçi Partisi 1965 seçimlerine hazırlanıyordu. Yaşar Kemal genel merkez yönetimindeydi. Bir yandan da Fethi Naci ve Doğan Özgüden ile birlikte kurduğu Ant adlı haftalık dergide siyasi yazılar yazıyordu. Ant dergisi, “Babıâli basınında yer verilmeyen gerçeklerin dile getirildiği, zincirlenen kalemlerin özgürce konuştuğu bir forum” idi. Ve kendi tanımlarıyla: “Sosyalizmin zaferini ancak halkın demokratik mücadelesinde görenlerin, antiemperyalist mücadeleyi sosyalist mücadele ile birlikte yürütmek kararında olanların” dergisi idi. Adı “Ant”tı. Çünkü dergi, “Sömürücülüğe karşı ve sosyal adalet için bir ant” içenlerindi. 1968 yılı dünyada olduğu gibi Türkiye’yi de etkisi altına alan gençlik AntiKapitalist Banka!.. Bu bankadan, övgüyle söz etmeye değer. Halkın, haklının yanında, sistem dışı, küreselleşmeye de, kapitalizme de sonuna kadar karşı çünkü. Tohum Bankası.. Fikir babası Can Yücel... Küreselleşme, 12 Eylül ve 24 Ocak kararlarıyla Türkiye’ye abanıp, ülkenin bütün varlıkları yağmalanınca, uluslararası tekeller toprağa, tarıma göz dikince Can Yücel ortaya attı: Gerisini, geçen cumartesi Seferihisar Tohum Takas Bayramı ve Çalıştayı’nda, Can Yücel’in kızı Güzel’den dinledik: “... Babam kahvede köylüyle oturup, sohbet ederdi. Tarımdan, politikadan, sanattan konuşurdu. 20 yıl önce ithal tohum furyasında çiftçilerin yakınmasını dinlerdi. O ara bankalar hortumlanıyor, kapanıyordu. İşte o günlerde babam, ‘Paranın bankası var da, tohum bankası niye yok? Bir tohum işine el atsak, bir tohum bankası kursak’ diye bizimle dertleşti. Geç de olsa bu vasiyetinin gerçekleşmesi için ilk adımın atılması bizi mutlu ediyor...” HHH Tarımı bitiren, köylülüğü küçülten, büyükşehir yasasıyla bir anda 16 bin köyü mahalleye dönüştüren AKP iktidarının, 2006’dan bu yana yerli tohum satışına getirdiği yasağa boyun eğmeyenlerin buluşmasıydı Seferihisar. Seferihisar Belediyesi, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) ve Seferihisar Kent Konseyi ortaklığıyla Köy Enstitülerinin 75. kuruluş yıldönümü ve Hasan Âli Yücel’in aramızdan ayrılışının 53. yılı anısına düzenlenen tohum çalıştayı, takas şenliğiyle bütünleşti. HHH Madem, uluslararası tekeller yasaklatmıştı yerli tohum satışını, çözüm vardı. Takas... Köylüler ürettiği tohumları değiş tokuşla yaşatabilirdi. Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’in, köylerde çeyiz sandıklarından çıkardığı tohumlarla kurduğu Can Yücel Tohum Merkezi’nin önünde uzun kuyruklar oluştu şenlikte. Hibrit olmayan, daha sağlıklı, daha lezzetli, ilaçsız yerli tohumlar, halka ücretsiz dağıtıldı üstelik. “Fındık domates”, “kiraz domates”, “uzun patlıcan”, “köy biberi”, “tatlı yeşilbiber”, “pembe domates”, “isot biber”, “Ayaş domates”, “susuz deşti Adana domates” tohumları, topraklarda, balkonlardaki saksılarda yeniden hayat bulacak ne güzel. Küreselleşmenin, sömürünün yandaşlarına karşı halkın direnişi sürecek. Tunç Soyer, 12 bin yıl boyunca dünyanın tahıl ambarı olmuş bu topraklarda, tarımı bitirmeye çalışanların başarılı olamayacağını vurguladı. Endüstriyel tarım uğruna üretimin düşürülmesine, köylülüğün küçültülmesine, ithal tohumlara sessiz kalmayacaklarını söyledi... Tohum takas şenlikleri Anadolu’nun dört bir yanında yaygınlaşıyor. Kuşkusuz, AKP’nin uluslararası sermayenin çıkarları adına devreye soktuğu ihanet yasaları çözüm olmayacak. Çeyiz sandıklarında tohum saklayan kadınlarımız, emperyalizme karşı çıkan toplum önderleri ve yerel yöneticilerimiz, en önemlisi de Anadolu toprakları ve tohumlarının bekçisi Yaşar Kemal’lerimiz, Can Yücel’lerimiz var çünkü... Dink soruşturmasında ifade veren Altay: Bana eylem bilgisini vermedi Dinç’e suçlamalar Yaşar Kemal Yanardağı Sönmez Bu satırları okurken, elinize aldığınız her gazete, baktığınız her televizyon size “Yaşar Kemal’in toprağa verildiğini” aktarıyor olacak. Yani bu hesaba göre her biri size yalan söylüyor. Kim kalkıp Yaşar Kemal’i gömebilir ki? Alay mı ediyorsunuz dünyayla? O dünyanın her yerinde düşüncesi, görüntüsü, sesi ile her renkten insanda yolculuğuna devam eder... Bugün de, yarın da, 1000 yıl sonra da! Türkiye’nin üç gündür yaşadıklarını, belki ancak 1980’de JeanPaul Sartre’ın ölümünden sonra Fransa’daki ile kıyaslamak mümkün! Varoluşculuğun büyük filozofu, insan haklarının ve solun yeri doldurulmaz isminin cenazesi de Paris’te benzer bir dev buluşmayla sonsuzluğa uğurlanmıştı. Fransa ve dünyadaki her ülke şimdi Yaşar Kemal’in ölümünü vatandaşlarına duyuruyor. Bu dev yankı, bir yandan Yaşar Kemal’in yokluğunu seslendiriyorsa da, aslında onun evrensel ölümsüzlüğünü müjdeliyor yeryüzüne. Ölümün ne olduğunu bilmiyoruz ki! Neler olup bittiğine dair ortada yalnız rivayetler var! Ölüm denilen şey her neyse, bu onun en güzeli, en kutsanmışı olsa gerek! Ölümsüzlüğe geçişin dünyevi töreni bu! Nobel almakla veya almamakla ölçülemeyecek bir şey. Nobel’in şanssızlığıdır, Yaşar Kemal ismini listesine ekleyememiş olmak. Hani meşhur “yerelden yola çıkarak evrensele varmak” dedikleri şey var ya, işte Yaşar Kemal bunu en güzel şekilde başardı. Sayısız dile çevrildi. Evine gidenler bilir, çarpıcı romanlarının her dile tercüme edilip yayımlanmış halleri kütüphanesindeki yerini almıştır. Çukurova’dan yayılan haykırışın dünyaya yayılmış tescilli belgesidir her bir kitap... Yaşar Kemal’in erişmek istediği bir rüya vardı. Kimi zaman doğrudan, kimi zaman çetrefilli yollardan gelerek bunu ortaya koydu: Hümanist ve bağımsız sosyalizme erişmek. Bu eşitlikçi ve dürüst dünya düzeninin hatasız hayali veya kararlı takibi, kesinlikle Sovyetler’in o baskıcı izdüşümlerinden daha değerliydi. Yaşar Kemal her insanı severdi. Taksicinin de, ayakkabı boyacısının da, balıkçının da, herkesin hikâyesini, anekdotlarını dinler, onlara ait efsaneleri bulup çıkarmak istercesine o ruhlarla temasa girerdi. Ne kadar ilginçtir ki, AKP kadrolarından Kemalistlere, tüm sol fraksiyonlardan dev işadamlarına kadar ülkede herkes şu anda Yaşar Kemal’in yasını tutuyor. Büyük yazarın ateşkesin ana gündemi oluşturduğu gün aramızdan ayrılması birçok insana göre bir işaret. Umarım kirli pazarlıklarla her gün bu konularda restleşenler, hiç olmazsa bu kez onun adına saygı gösterip farklı bir duruş sergilerler. Herkesin aynı anda sahip çıktığı Yaşar Kemal, Sunay Akın’ın da vurguladığı gibi Türkiye’nin ta kendisidir. O güneyin, doğunun, dağların, ovaların, kasabaların Yaşarı’dır, Kemali’dir, Sadıkı’dır. Dünya yazarı olmadan önce ırgat kâtipliği, işçilik, yazıcılık, şairlik, “röportajcılık” yapmıştır! Sonuçta tarlaların, yolların, kahvelerin, güçsüzlerin, hak arayanların dili, iletkeni olmuştur. Yaşar Abi’nin hayat mücadelesine atılma ve talebelik yıllarındaki en yakın arkadaşlarından birini, hatta sıra arkadaşını çok iyi tanırım. Adı Suphi’ydi. Babam olurdu kendisi... Az mı dinledim ondan ortak yaramazlıklarını! Az mı gülerek anlattılar bana lakaplarını, maceralarını! 1983’te, tam 15 yıllık bir aradan sonra İstanbul’daki ilk sergimin açılışında o kalabalığın ortasında yanı başımda Yaşar Abi vardı. Güven verici yorumlarını bonkörce dağıtıp bana destek oluyordu. Sık sık birbirimizin evine giderdik. Basınköy’de yağmurlu havalarda uzun yürüyüşlerde bana hep romanlarından hangilerini, hangi sırada okumamı tercih ettiğini anlatırdı. Sonra evde Tilda’nın demlediği çayla beraber kek yer ısınırdık. Hatta bir gün beraber resim bile yapmıştık! Tilda’nın özenli tercümeleriyle Yaşar Kemal efsanesinin uluslararası arenaya taşınmasındaki dev emeği, Türk edebiyatının en güzel borcudur. Her haksızlığa, uğursuzluğa başkaldıran Yaşar Abi, günün sonunda daima doğrunun kazanacağına inanır, temiz hırsıyla iyilerin mücadelesine destek verirdi. Belki kendisinde yadırgadığım tek nokta, geniş anlamda çoksesliliğin ve demokrasinin ne kadar büyük savunucusuysa da, kendi yaşamında eleştiriye oldukça kapalı olmasıydı. Bu da herhalde gergin mücadelelerle geçen yaşamının bir çeşit özkorumasıydı, kimbilir... Şimdi tekrar soruyorum size, yerel destanlardan, öykülerden, en çağdaş dille kaleme alınmış bir dünya edebiyatı çıkaran bu devi, kim nasıl gömebilirmiş, şaşarım! Cumhuriyet bile hazırladığı ekin kapağına “Bir yanardağ söndü” yazmış. Arkadaşlarım adına özür dilerim. Heyecandan aceleye gelmiş. Doğrusu şu: “Bu yanardağ artık hiç sönmeyecek!” CANAN COŞKUN Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin soruşturma kapsamında şüpheli olarak ifade veren eski Trabzon İl Emniyet Müdürü Reşat Altay’ın ifadesinde dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç’i suçladığı ortaya çıktı. Altay ifadesinde, Dinç’in Yasin Hayal tarafından Dink’e yönelik eylem yapılacağına dair bilgiyi kendisine vermediğini söyledi. Bu ifade Dink ailesinin avukatının geçen ay savcılığa yaptığı “Dinç’in ifadesi neden alınmıyor?” sorusunu bir kez daha gündeme getirdi. Soruşturma kapsamında tutuklu bulunan Muhittin Zenit, Ercan Demir ve Özkan Mumcu dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde görevli polislerdi. Dinç ise şu an Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı görevini yürütüyor. Müfettişlere de soruşturMa başlatıldı Dink soruşturması 2 mülkiye müfettişi hakkında meslekten ihraç istemiyle soruşturma açıldı. Mülkiye Müfettişleri Mustafa Üçkuyu ve Mehmet Canoğlu 9 Kasım 2009 tarihli raporlarında “Yasin Hayal Dink’e yönelik ses getirici bir eylemde bulanacak” ifadesinin bulunmasına karşın “Dink’in korunmasının gerekli olmadığı yönünde görüş” belirtmişlerdi. fing aldığını kaydetti. Dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç’in kendisine bu raporları sunmadığını vurgulayan Altay, “Ayrıca Yasin Hayal tarafından Hrant Dink’e yönelik eylem yapılacağına dair bilgi verildiğini de hatırlamıyorum” diye konuştu. ‘Siz zahmet etmeyin’ Altay, brifingden yaklaşık 1 ay sonra Dinç’in makamına gelip Erhan Tuncel’i kastederek “Efendim kullandığımız yardımcı istihbarat elemanı problemli. Agresif bir yapısı var. Sürekli para talep ediyor. İstemediğimiz bir şeye de karışabilir” dediğini ifade etti. Altay, Tuncel’in Çeçenistan’da faaliyet gösteren ve aşırı milliyetçi gruplarla ilgili bilgi getirdiğini kaydeden Engin Dinç’e “Bu şahsı getirin bir de ben konuşayım. Sıkıntısını çözmeye çalışalım” dediğini aktardı. Dinç’in de bunun üzerine, “Siz zahmet etmeyin ben gö ‘Hatırlamıyorum’ Dink suikastında kamu görevlilerinin sorumluluğunu araştıran İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’na geçen aylarda ifade veren Altay’ın ifadesinin detayları ortaya çıktı. Altay ifadesinde, Trabzon’da il emniyet müdürü olarak göreve başladıktan sonra Trabzon’un asayiş yönünden sıkıntılı bir il olması, birçok sansasyonel olayın tayini öncesinde meydana gelmesinden dolayı Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde bri rüşür hallederim” dediğini kaydeden Altay, “Bu görüşmede de yardımcı istihbarat elemanı Erhan Tuncel’in Yasin Hayal grubunun Hrant Dink’e karşı yapmayı düşündükleri eylemle ilgili bilgi vermedi. Trabzon’dan tayin olup gidene kadar Engin Dinç benimle Hrant Dink ve Erhan Tuncel meselesi konusunda bir daha hiç konuşmadı” ifadelerini kullandı. Soruşturma kapsamında tutuklu bulunan dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlisi Ercan Demir, cinayetten önce elde edilen bilgilerin savcılığa bildirilmesi görevinin dönemin Şube Müdürü Engin Dinç’e ait olduğunu belirtmişti. Yine aynı büro görevlilerinden tutuklu polis Muhittin Zenit ise, cinayet günü Erhan Tuncel ile görüşmesini dönemin İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer ile Trabzon İstihbarat şube müdürleri Engin Dinç ve Faruk Sarı ile şube Amiri Ercan Demir’in istediğini belirtmişti. BULMACA SEDAT YAŞAYAN ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Firdev1 si’nin yaz2 dığı İran 3 ulusal destanı. 2/ Ba 4 yağı... Ke5 silmiş süt6 ten yapılan çökelek. 7 3/ Özellik8 le gençlere 9 ucuz geceleme ve ko1 2 3 4 5 6 7 8 9 naklama olana 1 H A Y B E C İ K ğı sağlayan barı 2 I R A B A D A R nak... Arjantin’in 3 R O plaka imi. 4/ Ölü 4 Y A L M A N A Z A T A M A N yıkanan kere5 R İ S K N E B İ vet. 5/ Halka biİ S A Y A K çiminde mercan 6 T U R B A N adacığı... Küçük 7 O S P E R A N T körfez. 6/ Bir iş 8 te bir kimse ya 9 K A L E N D E R İ da şeyin üstüne düşen görev... Bal peteğini oluşturan altı köşeli gözeneklerden her biri. 7/ Sıtma mikrobunu aşılayan sivrisinek... Bir nota. 8/ Recaizade Mahmut Ekrem’in, genç yaşta yitirdiği ve acısına en güzel şiirlerini yazdığı oğlunun adı... Baş. 9/ Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlama gelecek biçimde kullanma sanatı. YUKARIDAN AŞAGIYA: 1/ Başı insan, gövdesi yılan biçiminde olan ve yılanların hükümdarı olduğuna inanılan efsanevi canavar. 2/ Tokyo’nun eski adı... Acı portakal esansı ve kınakına özütü içeren soda tipi. 3/ Dokubilim. 4/ Esnek ve ince uzun metal çubuk... Hava ve gaz akımları oluşturmakta kullanılan aygıt. 5/ Yemen’in ekonomik başkenti... “Dünya bir yol gider, han gider” (Karacaoğlan). 6/ Birbirine sıkı biçimde bağlanarak kararlı bir bütün oluşturan ve tek bir birim gibi davranan atom grubu. 7/ Bir organımız... Uğursuz... Tavlada “üç” sayısı. 8/ Geciktirilmiş ödemeler için kullanılan sözcük. 9/ Paylama... Ceviz büyüklüğünde bir domates cinsi. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle