26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET Foto: Hakan Yücel, Haziran 2013 3 MART 2015 SALI [email protected] 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kim Bu 2013 Kuşağı? B ana göre Gezi Olayları sırasında göze çarpan duvar yazılarından biri de “2013 Kuşağı” idi. 2013 Haziran ayında Beşiktaş çarşısında bunu görüp fotoğrafını çektim ve üzerinde düşünmeye başladım. 2013 kuşağı nı oluşturanların toplumsal kökenleri karmaşıktır; Gezi olayları sırasında ve son rasındaki tartışmalarda yeterince önem verilmeyen birçok konudan biri de taşra ve varoşların gençliğinin katılımıdır. Gezi eylemleri, bazı kesimler tarafından “Beyaz Türk” (!) sıfatıyla anılan üniversiteli öğrenciler ve güvencesiz koşullarda çalışan beyaz yakalı gençlerle, marjinalleştirilen/damgalanan mahallelerin gençlerini, yaygın deyimi kullanırsak “Varoş Gençliği”ni, hem meydanlar ve sokaklarda hem de sosyal medyada yan yana getirdi. “Toplumsal kuşak”, Karl Mannheim’ın deyimiyle “ortak sorunlar, değerler ve deneyimlerle oluşur”, aynı yaşta olanları değil aynı deneyimi paylaşanları kapsar. 2013 Haziran direnişlerinin deneyimi ve bu direnişe gençlerin katılımına yol açan ortak sorunlar, günümüz gençliğinin önemli bir bölümünü 2013 kuşağı etrafında buluşturuyor. HAKAN YÜCEL Yrd. Doç. Galatasaray Üniversitesi muhalif kılmaktadır. 013 kuşağını birleştiren nedir? Günümüz gençliği homojen değilse de toplumsal/kültürel ve mekânsal ayrışmanın etkilerini bir ölçüde aşılmasını sağlamasını sağlayan gelişmeler de var. 2013 Haziran Direnişi’nde ortak mekân (meydanlar, sokaklar, barikatlar, forumlar) ve ortak medya (sosyal medya) kullanımı belirdi. İnternet kullanımının son yıllarda iyice yaygınlaşmasıyla, sosyal medya, yaygın ve özellikle gençler tarafından sık kullanılan, dolayısıyla farklı kesimlerin karşılaşmasına olanak tanıyan bir ortam oldu. Üstelik sosyal medya fiziksel mekânda bir araya gelmeyi de kolaylaştırmaktadır. Gençler için artık ortak medya, mekânlar, hedefler, eylemlerde (hem de (3) uluslararası düzeyde) ortak yöntemler söz konusu, karşılaşmalar etkileşim oluşturuyor. İnternet artık kesinlikle farklı kesimlerin karşılaşması için uygun bir ortam; TÜİK 2013 verilerine göre 1624 yaş grubu için internet kullanım oranı yüzde 68.7. Sosyal medya farklı toplumsal gruplardan gençler için ulaşılabilir, kullanılabilir bir alan. Bunun bir yansıması olarak Facebook ve Twitter’da sadece kentli orta sınıf gençlik değil, diğer mahallelerin de etkinliklerini gözterebiliriz. Zaten 2013 kuşa ğı, “görünenleri” bile “seçkin” değil; üniversite öğrencilerinin sayısı 4 milyonu aştı. Beyaz yakalılar iş güvencesinden yoksunlar. Genç işsizliği yüksek eğitimli gençler için de sorun. Başka bir deyişle hem alt sınıf hem orta sınıf mensubu gençler toplumsal, ekonomik, siyasal baskı ya da en azından baskı riski altındadır. Artık ne yükseköğrenim yapıyor olmak ne de internet kullanımı seçkinlik, orta sınıf olma işareti değildir. Dolayısıyla, öğrenci eylemlerini de sosyal medyadaki muhalefeti salt orta sınıf üzerinden okumak eksik bir okuma olacaktır. 2 Ergenekon’da Son Perde Savcı, “Ergenekon diye bir örgüt yok” dedi! 27 Şubat günü İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde önemli bir dava vardı: 5’i profesör 8 sanık “Ergenekon Silahlı Terör Örgütüne üye olmadan yardım etme” iddiasıyla yargılandılar... İddia edilen suçları, “Ergenekon” denilen davada tutuklu bulunan, yüzlerce hayat kurtarmış, bir üniversite ve birçok hastane kurmuş dünyaca ünlü cerrahımız Prof. Mehmet Haberal’ın hapishane hücresi yerine, hastanede yatmasını sağlamaktı... Bu amaçla, Haberal’ın hastaneden taburcu edilerek hapishane hücresine gönderilmesine yol açacak olan bir raporu sakladıkları öne sürülüyordu. Sanıklar bir süre önce bu suçlama ile hapse atılmışlardı... “Ergenekon” denilen davanın bir “kumpas” olduğu ortaya çıkınca salıverildiler. Salıverildiler ama haklarında 7.5 yıl ile 15 yıl arasında hapis cezası istenen dava devam ediyordu. İşte bu davada, duruşma savcısı Sait Kunt, esas hakkındaki mütalaasını mahkemeye sundu: Mütalaada, Mehmet Haberal’ın “Ergenekon” soruşturması kapsamında 17 Nisan 2009 tarihinde tutuklandığı, aynı gün rahatsızlanarak önce Bayrampaşa Devlet Hastanesi’ne, ardından da İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü’ne nakledildiği hatırlatıldı ve sanıkların yargılanmasına yol açan iddialar özetlendi. Mütalaanın sonuç kısmında, “Ergenekon silahlı terör örgütünün varlığının herhangi bir mahkeme kararıyla sabit olmadığı ve bugün itibarıyla da kapatılan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının temyiz aşamasında bulunduğu, herhangi bir idari kararla bir yapının silahlı terör örgütü olarak adlandırılmasının mümkün olmadığı ve bu örgütün ilk kez belirtilen dosyada örgüt olarak adlandırıldığı” belirtildi... Ve mahkeme kararı ile varlığı sabit olmayan bir örgütten söz edilemeyeceği için bu örgüte yardım edilmesinin de söz konusu olamayacağı belirtilerek sanıkların beraatı talep edildi. HHH Değerli okurlarım anımsayacaklar, “Ergenekon”, “Balyoz” “odatv” gibi isimlerle adlandırılan Silivri davaları sırasında, bu haksızlık ve hukuksuzlukları unutturmamak için yıllarca her hafta pazar günleri bu konuda bir eleştiri yazısı yazdım. Böylece hem haksızlığa uğramış olanların hapiste kendilerini unutulmuş gibi hissetmelerini önlemeye, hem de kamuoyunun ilgisini diri tutmaya çalıştım. Sonunda bu davaların bir “kumpas” olduğu iktidar tarafından da kabul edildi, yargılamaların yapıldığı mahkemeler kaldırıldı... Ve son nokta olarak da “Ergenekon” denilen bir örgütün var olmadığı açıklandı... Ne de olsa gerçeğin üstünü örtmek olanaklı değil... Ve tarih asla unutmaz! (1) (2) (1) Gezi Parkı Direnişi sırasında, gençler park içerisinde yüzlerce çadır kurdular. (2) Gezi Bandosu. (3) Gezi Direnişi’nde, gençler günlerce parktaki çadırlarda direndiler. Parkta hiçbir şey ücretli değildi. (Fotoğraflar: VEDAT ARIK) Ancak gençler ile siyasi merkez arasındaki gerilim esas olarak gençlerin özgürlük bilinci ve talepleriyle hükümetin otoriter uygulamalarının eşzamanlı yükselişinden kaynaklanıyor. AKP hükümetlerinin gitgide artan otoriter eğilimlerinin göstergesi olan, “disiplin toplumu” hedefli, sosyolog Demet Lüküslü’nün deyimiyle “yeni gençlik miti”nin yükselişi halen süren gerilimin asıl kaynağı. 1980’den beri süregelen, farklı toplumsal kökenden gelen gençleri farklı ölçülerde olsa da olumsuz etkileyen, son yıllarda ise gücünü daha da arttıran “gençlik politikaları”, aslında gençlik karşıtı politikalar oldu. Bu anlayışa göre gençler, siyasetten arındırılması gereken tehlikeli bir toplumsal gruptu. Genç düşmanlığı 1980’li yılların, başta Anayasa ve YÖK yasası olmak üzere, hukuksal düzenlemeleri de bu anlayışı ürünüdür. Üstelik gençlik düşmanı anlayış sadece siyasi alanda kendini ifade eden bir anlayış da değildi. Örneğin, 1990’lı yıllardaki “satanizm tartışmalarıyla” medyaya yansıyan gençlik altkültürleri ne karşı düşmanca tutum, siyasi alanla sınırlı olmayan bir “gençlik düşmanlığının” işareti olarak görülmelidir. Böylece, 1980’lerden beri, bir yandan toplumsal ya da kültürel unsurlarla biçimlenen çok farklı gençlikler oluşurken benzeşen sorunlar da gençlerin önemli bir bölümünü birleştirmeye başlamıştı. Kamuoyuna “Dindar gençlik/ tinerci gençlik” tartışmasıyla yansıyan bu sosyal mühendislik projesi, farklı kesimlerden gençlerin bireysel özgürlük talepleriyle çelişmektedir. Söz konusu çelişki gençlerin büyük bir bölümünü ençlerden öğrenelim Üstelik Gezi hareketinin, özgürlük ve adalet taleplerine odaklı bir “değer merkezli” toplumsal hareket olması, farklı siyasal ve sınıfsal kökenlere sahip olanları yakınlaştırdı. Gençlerimiz toplumsal sorunlara duyarsız değil. Gençlerin çoğu kez kirli ve katılımlarına kapalı alan olarak gördükleri kurumsal siyasetten uzak durmalarına dayalı olan “gençlerin toplumsal sorunlara duyarsız olduğu” önyargısını, araştırmalar yalanlıyor. Dominique Reynié yönetiminde 2011’de yayımlanan ve 25 ülkeyi kapsayan güncel bir araştırmanın verilerine göre; Brezilyalı ve Türkiyeli gençlerin yüzde 63’ü; “ideal toplumun kişisel performansın ödüllendirildiği bir toplum değil, zenginliklerin hakkaniyetli olarak paylaştırıldığı toplum” olduğunu ifade ederek toplumsal duyarlılıkta ilk sırayı paylaşıyorlar. Tıpkı 2013’te neredeyse eşzamanlı olarak toplumsal hareketlere katıldıkları gibi... Toplumsal hareketlere gençlerin aktif katılımı bir yana, bu araştırma verisi bile, bireyci değil birey olmayı hedefleyen bir kuşakla karşı karşıya olduğumuzu ifade ediyor. Belki de gençlerden öğrenmeliyiz? Gençlerden öğrenelim! G C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle