27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 25 Ekim 2015 pazar yazıları EDİTÖR: PINAR ERSOY TASARIM: BETÜL BERİŞE 12 Londra’dan arşımdaki kız 10 dakikadır makyaj yapıyor. Kaşlarına, kirpiklerine devamlı boyalar sürüyor. Şimdi de pudra kutusunu çıkardı. Pudrayı annem de sürerdi. Ben geçmişte kaldı sanmıştım, oysa kızın sürdüğü toz basbayağı pudra. Yanaklarına bir allık eksikti. Fazla koyu oldu ama neyse idare eder. Şimdi dudaklarını boyuyor. Bence kırmızı hiç yakışmadı. Çok zıt, kuvvetli bir renk. Soluk bir pembe daha hoş, daha uyumlu olurdu. Söylesem mi acaba? Mesela “güzel dudaklarınıza kötülük yapıyorsunuz” desem? Yılışma. Yaşına bak. Öyle şey söylenir mi, ayıp değil mi sana? İngiliz kızları sululuktan hoşlanmaz. Dobra dobra gireceksin. Ne düşünüyorsan, ne istiyorsan onu söyleyeceksin. Başındaki yaranın izleri kaç sene geçmiş olsa da hâlâ taze. Unuttun mu ne istediğini kızdan? Dobra girmiştin o zaman. Bence büyük hataydı. Haklısın. Soru doğru, ama kız yanlıştı!.. Jan devletoğlu Roma’dan ÖVGÜ PINAR Değişen İngiltere (1) K İtalyanlar Starbucks’a itibar eder mi? ahallem nen İtalyanlar galeyana gelTrastevere’de di. Sosyal medyada birkaç hemen gün boyunca en hararetli her sabah tartışma konularından biri, cappuccino’mu içmek için uğtereciye tere satmaya niyetradığım Bar San Calisto’nun lenen Amerikalıların haddisahibi Marcello’ya “buongini bilmezliği oldu. Kimisi bu orno bella” hoşbeşinden songirişimi bir “oksimoron” ve ra soruyorum: “Duydun mu “hakaret” olarak yorumlarStarbucks İtalya’da şube açaken, kimisi de “Hemen bacakmış!” tarlar”, “Ömürleri ancak bir 1930’lardan beri Trastevefrappuccino kadar sürer”, re halkının sabahları kahve, “O sulu sulu kahveyi, hem akşamları bilumum alkolde karton bardaktan içelü içki ihtiyacını karşılayan cek bir tane bile İtalyan buBar San Calisto’yu yaklaşık lamazlar” öngörüsünde bu40 yıldır işleten lundu. BazılaMarcello’nun rı ise, İtalya’da KİMİSİ cevabı pek hâlâ birçok yerbir vurdumESPRESSO’SUNU de ağır aksak duymaz: “Starinter“SCHIUMATO” işleyen bucks da ne net bağlanVE CAM ki? Hiç duymatısına göndım!” dermede buFİNCANDA 70’li yaşlarlunarak ücTERCİH daki Marcelretsiz wifi lo, Amerikan hizmeti için EDERKEN devinin gloStarbucks’ı KİMİSİ bal ününü İtaldört göz“RISTRETTO” yan umursale bekledimazlığıyla yerKAHVESİNİ EL ğini itiraf etle bir etse de, ti. İlk şubeYAKACAK bizi dinleyen sini gelecek KADAR ISITILMIŞ yıl Milano’da bar ahalisinden sesler yükselaçması PORSELEN meye başlıyor: beklenen FİNCANDA “Amerikalılar Starbucks’ın, İÇMEZSE OLAY İtalyan bize kendi kahvemizi, hem ÇIKARABİLİR. kahve külde birkaç mistürüne li paraya mı saayak uydutacak?” “Onların kahvesini rabilmek için bu piyasaiçen İtalyan değildir!” ya özel ürünler de sunaStarbucks’ın İtalya’da şucağı hesap ediliyor. Anbe açmaya hazırlandığı hacak, sabahları mesai önberi geçen hafta Corriere cesi herhangi bir İtalyan della Sera gazetesinde yabarına uğrarsanız, İtalyımlanınca, kahve konusunyanların kahve konusundaki duyarlılıklarıyla bilidaki hassasiyetini ve bin Acaba yarın sabah pijamalarımla ve traş takımımla gelsem. Yeni bir alışkanlık başlatabilir miyim metroda? Bu işlerde öncü gerekli. Bir tutarsa sen seyret manzarayı. Yataktan kalktığın gibi at kendini metroya, beş istasyonda saç, sakal, tıraş, takım elbise hepsini tamamlarsın. Şu köşeye tutunursan çorap bile giyersin. Terlikler için poşet getirmeyi unutma. Moda olur, birinin yaptığını ötekisi hemen taklit eder. Sonra herkes yapmaya başlar. Al sana moda... Moda değil, rahatlık. Karıştırma ikisini birbirine. M Takmayacaksın kendinden başka kimseyi. “Önce ben, sonra yine ben” diyeceksin. Ya herkes ben derse? Desin fena mı? Şimdiye kadar biz, siz, onlar demişsin de ne olmuş? Zaten fiil çekiminin o bölümü güncel İngilizcede pek geçerli değil artık. Sen yap şu düşündüğünü, gel yarın pijamalarınla. Boşver diş fırçalama ve yüz yıkamayı. Yıkanma önemli değil. Çamaşır değişmek önemli. Kızacak ne var Yataktan kalktığı gibi bunda, değişen İngitere’ye ayak Metrodayız. İngilizlerin “rush uydurman gerekir. Uyduramazsan hour” dediği en yoğun saat, hertreni kaçırıyorsun demektir oğkes işe koşuyor. Karşımdaki kız lum. Bunun sonu ah vah’a gider... 2425 yaşlarında “Ahh... Bizim gençliya var ya yok. Belli herkes metBURASI LONDRA ğimizde ki evde yapamamış roda gazete ya da kiMETROSU. makyajını, geç katap okurdu. Nerede lınca metroda yapao eski günler” demeDEĞİŞEN rım diye düşünmüş. ye çıkar. LONDRA’NIN Çok iyi niyetlisin! Ya Unuttun mu? İlk METROSU. HER diğerleri? Benim götabloid gazetenin rüş alanımda en az YERE KOCA KOCA amacı neydi? Trende, dört kadın daha var metroda kolay okunİLANLAR makyaj yapan, onması içindi. Sonra ASMIŞLAR lar da mı geç kalmışbedava gazeteler çıklar acaba? Ne fesat ‘KOKULU YEMEK tı, içinde ilandan başadamsın... Belki birka şey olmayan. İki YEMEYİNİZ’ likte bir partideydiasırlık gazetelerin ler? Olur mu ne diye köküne kibrit suyu DİYE... AMA ayrı otursunlar? Sen döktüler. Ciddi gaKİMSE ‘MAKYAJ de taktın bu makyaj zeteler okunmaz olYAPMAYINIZ’ yapanlara. du. Geçmiş geçmişTaktım elbette. DEMİYOR. DEMEK tir, sen şimdiki zaSon 23 yıldır gidemana bak... Tati’yi Kİ ONU DOĞAL hatırlar mısın Jaqurek artan bir alışKARŞILIYORLAR. es Tati’yi? Ne de gükanlık oldu metroda, zel hicvetmişti yantoplu taşıma araçlalışı ve doğruyu, çirrında makyaj tazelekini ve güzeli. Tati de kimmiş? mek. Yine konuşturacaksın. TazeHiç duymadım valla. Geçti o günlemek değil bu. Bunlar yataktan ler, unut. Mazi derler adına... Bekalktıkları gibi kendilerini metğenmiyorsan çıkma sokağa, gitroya atmışlar. Tazeledikleri falan me işe, otur evinde. “Nerde o eski yok. Sıfırdan makyaj yapıyorlar... günler ahh...” diyerek ömrünü tüCep telefonuyla oynamak her neyket. Kim takar eski günleri? Sen se alıştık ona. Ama makyaj? bugünün gündemine ayak uydurKokan yemek yasak maya bak. Unut geçmişi.. İşte rutin bir sabah Londra metBoşver makyajı, bak şu gence, rosu ve düşündürdükleri. Eminim sabah sabah üç katlı Big Mac’ı kebenim gibi düşünen çok kişi vardır mirmekle meşgul. Yediği yetmiama sonunda onlar da makyaj yapyormuş gibi, bir de her lokmamaya, McDonald’s yiyip, SMS geçdan sonra parmaklarını yalıyor. meye ayak uydurmak zorundalar. Et, salça, yağ ve soğan kokusu en mahmur yolcuya bile şoklama yaDünya da değişiyor par. İneceğin istasyona varmadan Londra değişmiyor. Dünya değişiatarsın kendini dışarı. Ama kimyor. Londra, değişen dünyaya ayak senin aldırdığı yok. Demek ki alışuyduruyor sadece. Uyum sağlayamışlar kokuya. Zaten tüm mesele mazsan geçmişte kalırsın, yandın de burda. Duyulardan ikisini, üçüdemektir o zaman. Yakalayamaznü alıştırdın mı ondan sonrası çosın bir daha, geride kalanı kimse rap söküğü gibi gider. İstasyonlarbeklemez. Ezer geçer valla. Dönüp da döner hamburger satsalar emigeriye bile bakmazlar, modern zanim herkes ekmek arası almak mana ayak uydurman gerekir. “Ne için kuyruğa girecek. oldu benim tanıdığım okuduğum Burası Londra metrosu. Değiİngiltere’ye, İngilizlere ve bu dünşen Londra’nın metrosu. Her yeyaya” diye sorma. Onlar kitaplarda re koca koca ilanlar asmışlar. Sankaldı. Kitaplar ‘Fahrenheit 451’ miki yemeğin kokusuzu olurmuş gisali kül oldu. Fazla kurcalama bu bi “Kokulu yemek yemeyiniz” diişleri. Bana kalırsa sen kendine sor, ye... Ama kimse makyaj yapma“Ne oldu bana” diye... Yanıtı gayet yınız demiyor. Demek ki onu dobasit: Yaşlandın oğlum yaşlandın!. ğal karşılıyorlar. Alışmışlar ona... Ben, sonra yine ben bir çeşit taleplerini tatmin etmenin ne kadar zor olacağını hemen görebilirsiniz. Çünkü İtalyanlar için kahve sadece kahve değildir. Kimisi espresso’sunu “schiumato” (köpüklü) ve cam fincanda tercih ederken, kimisi “ristretto” (normal ölçüde kahvenin daha az suyla hazırlanmış hali) kahvesini el yakacak kadar ısıtılmış porselen fincanda içmezse olay çıkarabilir. Birkaç damla sütle lekelenmiş “macchiato”nun sütünün sıcaklığından, caffe corretto’nun içine Sambuca mı Grappa mı koyulması gerektiği tartışmasına kadar neredeyse her İtalyan başına farklı bir kahve içme şekli bulunur. Üstelik evinizin yanındaki barda her sabah selamlaştığınız Marcello, Giovanni ya da Carlo size tam istediğiniz formüle göre hazırlanmış kahveyi 80 cent1 Avro arası bir fiyata, üstüne bir de gülümsemeyle hal hatır sorarak ikram ederken, dil dolandıran havalı isimlerle ve türlü çeşitli katkı malzemeleriyle süslenen bir kova dolusu “kahvemsi”ye İtalyanların ne kadar itibar edeceğini, haberler doğru çıkarsa gelecek seneden itibaren göreceğiz. Hal hatır sorarak Stuttgart’tan ulesi dünyanın en yükseği. Tam 162 metre. Tepesine ulaşmak için 768 basamağı çıkmak zorundasınız. Gücünüz varsa. Fakat çıktığınıza değiyor, hava açık ve berrak oldu mu tâ Alplere kadar uzanan bir panorama yorgunluğunuzu gideriyor. Temeli 1377’de atılmış Ulm katedralinin. Devasa kapısından içeri girip de, başınızı kaldırdığınızda kubbeleri süsleyen motifleri zor seçiyorsunuz. Katedralin çevresi eskiliğini korumuş. Dar sokaklar, ikişer üçer katlı tarihi evler, loş geçitler, küçük lokantalar ve şaraphaneler, butikler ve galeriler... Tuna’ya inen yollar kentin en şirin mahallelerinden geçiyor. Birçok tarihi Alman kentinde olduğu gibi Ulm’da da çoğu sokak araç trafiğine kapatılmış, yayalar rahatça dolaşsın diye. Cafè’ler, lokantalar masaları çıkarmış dışarı. İnsanlar güzün ılık havasında mutlu mutlu oturuyor, yorgunluk çıkarıyor, gülümsüyor... Balıkçılar mahallesi kentin en AHMED ARPAD ‘Yaşamak için hep nefes alacaksın!’ K eski yerleşimi. Buradaki yapıların çoğu, nehir kıyısındaki kent duvarları 16. ve 17. yüzyıldan kalma. Günümüzde ve lokanta olarak kullanılan Eğik Ev yedi yüz yıldır hâlâ sapasağlam ayakta, hafif yan yatmış olmasına karşın. Ulm’a her gelişiminde dev katedralin kapısından içeri girmeden edemiyorum. Kub nirken insan nereye bakacağını şaşırıyor. Duvarlar, sütunlar ve sayısız kubbe irili ufaklı motiflerle, karmarışık fresklerle bezenmiş. Mihrabın az ötesindeki koro yerinin duvarlarını meşeden oyulmuş figürler kaplıyor. Gizem dolu, ne olduğu bilinmeyen yaratıklar, cinler, ortaçağ düşlemlerini yansıtan tuhaflıklarla dolu DUVARLAR FRESKLERLE BEZELİ. GİZEM DOLU, NE OLDUĞU BİLİNMEYEN YARATIKLAR, CİNLER, ORTAÇAĞ DÜŞLEMELERİNİ YANSITAN TUHAFLIKLARLA DOLU MOTİFLER... belerinin yüksekliği, yüzlerce irili ufaklı rengârenk pencereden içeri giren altın sarısı güneş ışınlarının aydınlattığı sonsuz mekân insanı büyüleyen. Katedralin bir köşesindeki Besserer şapeli ise sanki bir resimli kitap! Çoğu 1390’dan kalma tarihi pencerelerde rengin her çeşidi var. Dünyanın yaratılışından mahşer gününe kadar insanoğlu camlarda. Büyüleyici bir film karşınızda. Gezimotifler, borazanlar çalan melekler, Sen Piyer, mahşer günü, ölüler, günahkârları cehenneme süren şeytanlar ve zavallı insanların ruhlarına dualar eden Meryem Ana... Biraz ötede, yüksek duvarın dibinde, büyükçe bir masada yüzlerce mum yanıyor. Yanlarında duran kısa boylu, daha doğrusu küçüğün küçüğü yaşlı bir kadın mumlara oynar gibi dokunuyor, sönmüşlerini eline alıp sepeti ne atıyor, mumların üzerinde durduğu kumları küçük parmaklarıyla şöyle bir karıştırıyor, düzeltiyor, masanın bir kenarına yeni mumlar bırakıyor. Yanına sokuluyorum. Yaşlı kadın önce nereden geldiğimi soruyor, sonra da nereli olduğumu bilmek istiyor. Sohbete başlıyoruz. Adı Ruth, 78 yaşında. Dul. Katedralde görevli, sağın solun tozunu alıyor, mumları yeniliyor, her gün 56 saatini burada geçiriyor. İşi bittikten sonra evine gitmiyor, yakındaki yaşlılar yurduna uğruyor, mutfakta yardımcı oluyor, engelli yaşlıların sökük, yırtık giysilerini tamir ediyor. Eve akşama doğru dönüyor. “Nasıl olsa bekleyen yok” diyor gülümsemeye çalışarak. “Kış geldi. Soğuk aylarda Paulus Kilisesi’nde fakirlere yemek çıkar.” Orada mutfakta yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor. “Benim yaşamım hep buralarda geçti. Eşim 22 yıl önce öldü. Kiliseler benim yaşam amacım. Onlar nefes aldığım yerler. Yaşamak için hep nefes alacaksın!” Danimarka’yı çok kıskanıyorum! ıskanmamın nedeni bu ülkenin kişi başına düşen milli gelirinin 60 bin dolara yakın olması değil. Kıskanmamın nedeni bu ülkenin halkının son 5 yılda yapılan mutluluk endeksi hesaplamalarında arka arkaya her yıl, dünyanın en mutlu halkı seçilmiş olması değil. Kıskanmamın nedeni bu ülkenin sinemasının sekiz kez Oscar ödülü, birçok kez Altın Palmiye ve Altın Ayı ödülleri kazanması değil. Kıskanmamın nedeni bu ülkenin 1992 yılında futbolda Avrupa şampiyonu olmuş olması değil. Kıskanmamın nedeni bu ülkenin bayan ve erkek hentbol milli takımlarının sayısız kez Dünya, Avrupa ve Olim Kopenhag’dan SADİ TEKELİOĞLU fa eden bakanların da medya peşini bırakmamıştı. Bundan iki gün önce Danimarka’nın üçüncü büyük şehri Odense’deki hayvanat bahçesi yetkilileri artan aslan sayısı nedeniyle kafeslerde yer bulamadıkları aslanlardan birini uyutmaya karar verdiler. Geçen hafta da çocukların gözü önünde kesip derisini yüzdüler, iç organlarını çocuklara gösterdiler. İşte, hayvanat bahçesinin bu kararını kamuoyuna açıklamasının ardından, 14 gündür Danimarka’da sosyal medya yıkıldı, hayvanat bahçesine tepkiler, tehditler aldı başını yürüdü. Olay öyle bir boyut aldı ki Avrupa ülkelerinden ve Amerika’dan bile protesto mailleri gelmeye başladı. Anladınız mı şimdi benim bu ülkeyi neden kıskandığımı? Benim bırakıp geldiğim ülkemde; sokakta dolaşan onlarca intihar bombacısı, iç savaş tehlikesi, işsizlik, hayat pahalılığı, siyasi belirsizlik, enkaz haline gelmiş bir eğitim, çevre katliamı, kadına şiddet, çocuklara cinsel taciz, trafik canavarı, beton cehennemine dönüşmüş şehirlerimiz gibi konular sosyal medyayı meşgul ederken dünyanın başka ülkelerinde insanlar nelere sinirlerini bozuyorlar. Kim bilir gün gelir biz de, ne bileyim mayonez sözcüğünün nasıl yazılacağı üzerine ya da halk otobüslerinin rengi, trafik ışıklarında yaya geçitlerini gösteren ışıklarda cinsiyet eşitliğine işaret eden kadın figürleri de kullanılması kararı, mikrofonu açık unutan bir siyasetçinin seçmenine hakaret ettiği ortaya çıkınca medyada ipliğinin nasıl pazara çıkarıldığını ve sonunda istifa ettiğini görüp kalem oynatırız sosyal medyada. K piyat şampiyonukları kazanması hiç değil. Ben bu ülke halkının sinirlerini bozan, hiddetle kaleme sarılmalarına, klavye başına geçmelerine neden olan olayları kıskanıyorum. Sosyal medya müftüsü adını taktığım bu kişilerin kalemlerinden kan damlayarak sosyal medyada ülkeyi yönetenleri eleştirmelerine neden olan sorunları görünce kıskançlıktan çatlayacak gibi oluyorum. Bu ülke medyasının haftalarca savunma bakanının, eyalet belediye başkanlığı yaptığı dönemde belediyenin kendisine tahsis ettiği asistanı parlamento seçimlerinde kampanya şefi olarak kul Gidecek yer bulamıyorum landığının ortaya çıkması üzerine bakanı istifa ettirinceye kadar olayın peşini bırakmadıklarını görünce hasetimden gidecek yer bulamıyorum. Ve bu kıskançlığın kanıksamaya dönüşmemesini istiyorum. Ben hâlâ Danimarkalıların ne kadar küçük düşündüklerini düşünmeye devam etmek istiyorum. Bunu da ancak Türkiye ile bu ülkeyi karşılaştırmaya devam ederek yapacağımı biliyorum. Yukarıda verdiğim örneklerin ardından “Kim bilir belki de kıskanmak fiili yerine imrenmek fiilini mi kullansaydım acaba” diye de düşünmeden edemiyorum. Bu ülkede halka yanlış bilgi verdiği için (yalan söylediği için değil) isti Belki bir gün biz de... C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle