19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 11 Ekim 2015 Üç bin yıllık bir başkaldırı olarak cenaze yıkamak... BROOKLYN U Metroda tarihe yolculuk... MOSKOVA ŞEHRİBAN KIRAÇ pazar yazıları 21 S KUMRU TOKTAMIŞ puzun yürüyen merdivenlerden yerin metrelerce altına iniyorsunuz. Tek derdiniz işinize ya da evinize yetişmek. Ya da trafiğe takılmadan en hızlı ulaşım aracını kullanmak. Eğer İstanbul’da yaşıyorsanız metro istasyonlarına inerken beton duvarlar ve birkaç reklam panosundan başka bir şey göremezsiniz. İnsanlarla itişe kalkışa girdiğiniz metrodan adeta kaçarak çıkmak istersiniz. ofokles’in dizelerinde dillenen Antigone’nun trajik öyküsünü, Juliette Binoche’un ateşli zerafeti ile izleme hevesi ile gittiğim Brooklyn Müzik Akademisi’nde salondaki bütün diğer izleyiciler insan olmanın/olabilmenin en evrensel soruları üstüne kafa yorarlarken ben ülkemizde yakınlarını gömemeyen, cenazelerini kaldıramayan insanların tarifsiz çilelerinden ötesini düşünemez bir halde buldum kendimi. Böylesine çırılçıplak bir zorbalık ile boğuşan ailelerin akıl almaz dramları her gün karşımıza dikilirken “biz kim, insanlığımızın sınırlarını sorgulamak kim” zayıflığı ve zavallılığı ile kalakalmışlığımızın 3000 yıllık Yunan trajedilerinden aşağı kalır yanı mı var? Antigone trajedisinde, yakınının cenazesini kaldırabilmek hakkı, yasaların ve iktidarın sınırlarını sorgulamak üzere metafor olarak kullanılır. Kral Oedipus’un kızı Antigone çileli bir ailenin en son sağ kalan fertlerinden biridir. Aralarındaki iktidar savaşı sonunda her iki ağabeyleri de ölen kızkardeşler şimdi yanlızca yas tutmak, cenaze kaldırmak ve yeni iktidara boyun eğmek zorundadırlar. Ancak bu görev ve zorunluluklar kendi içlerinde bir çözümsüzlük taşımaktadır çünkü iktidardaki amcaları Kreon düzeni korumak, huzuru sağlamak ve gücünü göstermek adına erkek kardeşlerden bir tanesini terörist ilan eder ve cenazelerinin kurallara uygun bir biçimde kaldırılmasını yasaklar. Evet her metro istasyonunun amacı ulaşıma hizmet etmektir. Ama girdiğiniz yer Moskova Metrosu ise bir yerlere yetişme telaşını neredeyse unutuyorsunuz. Hatta öyle ki ulaşım yolu olmaktan çok gerçek bir sanat müzesi adeta... Metro yolculuğunuz boyunca tüm istasyonlarda karşınıza çıkacak heykeller, resimler, süslemeler, mermer kemerler, rölyefler ve hikâyesi bol işlemeler sizi yolunuzdan edebilir... Moskova’nın komünizm tarihinin Bir müze gibi izlerini sürebileceğiniz en ihtişamlı nokta adeta burası. Eğer yolunuz bir gün Moskova’ya düşerse ve Moskova Metrosu’na inerseniz yolunuzu biraz uzatın ve her istasyonda durup Moskova tarihine eğlenceli bir zaman yolculuğu yapın derim. Moskova metrosu 12 hat, toplam 300 kilometreden oluşuyor. Günde 10 milyon kişi adeta burada bir tarihi yolculuğa çıkıyor. Stalin’in 1931’de yapımına başladığı ve binlerce kadın erkek ve genç komünistin yaptığı Moskova Metrosu’nun her istasyonunda ise ayrı bir tarih gizli. Moskova Metrosu’nda her hattın kendine ait ismi ve rengi bulunuyor. Hattın ismi ve istasyonların isimleri yolculuk sırasında anons ediliyor. Anonsu yapan kişi erkek ise bindiğiniz trenin yönü Moskova’nın merkezine doğru gidiyor, kadın ise merkezden dışarı doğru gidiyor anlamı taşıyor. Metronun her istasyonunda ayrı bir tarih gizli. Moskova Metrosu’nda her istasyonun ayrı bir tarihi zenginliği var. Her istasyonda kendinizi farklı bir zaman diliminde hissediyorsunuz. Bazen umutlanıyorsunuz, bazen hüzünleniyorsunuz. Mesela Komsomolskaya İstasyonu adını, metronun yapımında çalışan Komünist Gençlik Birliği’nden (Komsomol) alıyor. Pembe renk li mermer sütunları ve Yevgeni Lanseray’ın kahraman metro işçilerini betimlediği seramik panelleri bulunuyor. Kropotkinskaya İstasyonu adını, ünlü anarşişt kuramcı Prens Pyotr Kropotkin’den almış. 1930’larda Duşkin’in tasarladığı istasyon, sade çizgileri ve yalın renkleriyle dikkat çekiyor. Ploshchad Revolyutsii İstasyonu’nda, Sovyetler’in kurulmasına yardım eden çiftçiler gibi sıradan yurttaşların gerçek boyutlarda bronz heykelleri var. İstasyonun her iki tarafında çocukları, sporcuları, çiftçileri, askerleri, avcıları, işçileri, kısaca proletarya kesiminden herkesi sembolize eden heykeller bulunuyor. Mesela girişte duran horozun burnunu okşamanın para getireceğine sınır kapısında duran görevlinin köpeğinin burnunu okşamanın ise iyi şans getireceğine inanılıyor. Bu heykellere dokunmak iyi şans getirir mi bilinmez ama, Moskova Metrosu’na girdiğinizde unutulmaz bir mimari ile karşılaşacağınızı garanti edebilirim. Sanat, siyaset ve ZEROpalia! BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU almadı. Tepki çekeceği düşünülen nişan yangından mal kaçırırcasına gözlerden uzak bir şekilde verildi. Europalia Türkiye programında, Anadolu’nun zengin medeniyetleri Türkiye’nin değişik müzelerinden getirtilen eşsiz eserlerle gözler önüne seriliyor. Sergiler özellikle Brüksel olmak üzere hem mimari ile kent yaşamının bütünleşmesi gibi Ayşe Erkemen&Ann Veronice Janssesns’ın deneysel yorumuyla Gent şehrinde sunulurken geleneksel Karagöz ve Hacivat gölge oyunu da kültürel sanat tarihine ışık tutuyor. Müzik alanında ise Okay Temiz, La Farfara Belgistan (Bilcikistan bandosu) ilginç çalışmayla iki kültürü birleştiriyor. Taksim Trio, Athena, Baba Zula’dan Sezen Aksu’ya geniş bir yelpazede sunuluyor. Barış K’nın insanlar grubu ile geleneksel enstrümanımız Saz’ı farklı bir üslüpla tanıştırıyor. Edebiyat söyleşilerinde Enis Batur, Ahmet Ümit, Ece Temelturkan, Nedim Gürsel, Mario Levi gibi isimler mevcut. Türk sinemasını ise Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Yeşim Ustaoğlu’nun yanında Tolga Karaçelik gibi genç sinemacılar da var. Cristiyan Rizzo, Melih Kıraç, Ziya Azazi, Mihran Tomasyan gibi isimler farklı dans performansları ile yer alıyor. ‘Terörist’in cesedi herkese ders olacak bir biçimde orta yerde bırakılacak kurtlara, kuşlara, köpeklere yem olacaktır ki iktidar iktidar olabilsin, huzur ve güven ortamı sağlanabilsin. Ancak iktidarın suçlu ilan ettiği, terörist olarak gördüğü ölünün acı çekmekte, yas tutmakta olan aile fertleri vardır. Antigone, huzur ve güveni bozma kabahat ve cürmünü işleme pahasına ağabeyinin cenazesini özen ve sevgiyle yıkayıp defnederek iktidara isyan eder. Eyleminin cezasının ölüm olduğunu bile bile defalarca başkaldırır. İktidar halkın ve danışmanların merhamet ve adalet uyarılarına kulaklarını tıkar. Olaylar hızla gerek Antigone’nun gerekse iktidardaki amcası Kreon’nun kontrollerinden çıkmaktadır. Bütün müdahalelerin sonuçsuz kaldığı noktada Antigone, Kreon’nun oğlu ve karısı da ölürler. Oyun biterken bütün savaşların galibi, iktidarın sesi Kreon yardım dilenerek kıvranmaktadır. Oyun başında sahneye çıkar çıkmaz, kendinden son derece emin bir gurur ve küstahlıkla “kentimizde huzur ve güven sağlanmıştır” diyen Kreon şimdi ölümden meder umar bir çaresizlik içerisinde yerlerde sürünmektedir. Aklın ve halkın sesi koronun dillendirdiği gibi “hiçbir kent tek bir adama ait değildir.” Antik Yunan trajedileri, en az Mevlana’nın öğretileri kadar bizim coğrafyamıza ait. Üç bin yıl boyunca Antigone oyunu üstünden gurur, küstahlık ve kibirin sınırlarında insanlığın dramı ve insan olmanın anlamı tartışılırken, 21 yüzyılda bizler ülkemizde annelerin hâlâ evlatlarının cenazelerine ulaşamamalarını, gözlerinin önünde vurulan minicik yavrularının bedenlerini buzdolabında saklamalarını, gencecik bedenlerin haftalarca çürümeye terkedilmelerini izlemekteyiz. İktidardan ise ölü yıkama üstünden halka akıl vermeyi kendine iş edinmiş sesler duymaktayız. Bu akıl almaz zulüm ve küstahlık, insanların canlı ve ölü bedenleri üstünden iktidara tutunmaya çalışanlar tarafından sergilenmekte. Benim izlediğim, yönetmenliğini Ivo Van Hove’nun yaptığı versiyonunda Kreon sahnede iktidarını eylerken, etrafındakilere emirler yağdırırken, kendisine muhalefet edenleri tekmeler, eski danışmanlarını kapısından kovarken son derece şık bir italyan takım elbise giyiyor ve kravat takıyordu. Ozanın üç bin yıllık dizilerini dillendirirken izleyicilerin aklından ister istemez günümüz iktidar düşkünleri geçmekteydi. Ancak üç bin yıldır bizleri düşündüren Sofokles’in eserine adını veren, ağabeyinin cenazesini yıkayıp defnedebilmek için her şeyi göze alabilen, adaletsizliğe başkaldıran, iktidara meydan okuyan karakter ise Antigone. Adalet arayışının azmi ile karşılaşan zalimin aczi yeni ve modern bir mevzu değil. Ozan ne derse desin, dünyanın her köşesinde üç bin yıldır, “huzur ve güven” ortamları sağlamak adına kibir ve küstahlıkla davranmayı sürdüren zorbalar, aklı selim ve adalet adına sorgulandıkça iktidarın sınırları çiziliyor. Bizim coğrafyamızda ayrıca anneler yavrularının cesetlerine ulaşamıyorlar veya haftalarca buzdolabında saklamak zorunda bırakılıyorlar. Bu zorbalığın iktidarın sonunu hazırladığı üç bin yıldır söylenmekte. Oyunun sonunda, izleyicilerle sohbet ederken Juliette Binoche destanların sadece edilgen bir biçimde izlenmek için değil bizleri değiştirebilmek için anlatılageldiklerini söyledi. Önüne geçilemez bir şiddet ve adaletsizlik sarmalını destanlaştırmış olan ozanlari daha ne kadar duymamazliktan geleceğiz? kumrutoktamı[email protected] Yas tutan aileler uropalia, 1969’dan beri sanat bienali olarak sürekli değişen konuk ülkelerle, hem Belçika hem de Avrupa’nın değişik ülkelerinde yüzlerce sanatsal etkinliği organize ediyor. Bu yıl çifte yaşgünü yaşayan Europalia Uluslarası Sanat Fesivali hem 45. yılını hem de 25. Festivali’ni kutluyor. Europalia çok geniş bir Avrupalı topluluğa sergilerden, müzik, edebiyat, konferans ve film gösterimlerine sadece tanınmış isimleri değil genç yetenekleri de gözler önüne seriyor. Europalia Uluslarası Sanat Festivali’nin en önemli hedefi ise kültürler arasında tam bir güvenle diyaloğu özendirmek. İki yılda bir organize edilen festival bu amaçla tam 4 ay boyunca konuk ülkenin tüm geçmişi ve bugünü ile kültürel, sanatsal zenginliğini Avrupalı sanatseverlerle buluştururken, Avrupalı ve konuk ülke sanatçıları da ortak ürünleriyle birbirlerine yakınlaştırıyor. Bu anlamda festivalin çifte yaşgününü kutladığı 2015 yılında (1996’da konuk etmek istediği ancak insan hakları ihlalleri nedeniyle iptal ettiği) Türkiye’yi konuk etmesi, Türkiye’nin imajının sarsıldığı günümüzde son derece önemli bir anlama, tanıma ve diyalog kapılarını ara E İyi ki Anadolu var! Europalia programında, Anadolu’nun zengin medeniyetleri sergileniyor yabilirdi. Arayabilirdi diyorum çünkü daha festivalin başlangıcı, Türkiye ve Türk kültürüne karşı önyargıları pekiştiren cinsten oldu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Europalia 2015 Türkiye Festivali’nin açılışı için geldiği Belçika’da, resmi devlet ziyaretinin yanı sıra bunların ikisinden de daha çok siyasi bir gündemle meşgul olması ve tabii ülkemizin son günlerde yaşadığı insan hakları ihlalleri, basın özgürlüğünün yok edilmesi gibi olaylar festivale siyaset gölgesi düşürdü. Erdoğan’ın daha Belçika’ya gelmeden 1 Kasım seçimlerine endeksli vatandaş buluşması Belçika’da huzursuzluğa neden oldu. 7 Haziran seçimi öncesi Belçika’nın Hasselt kentinde Avrupa’nın pek çok ülkesinden gelen 15 bin Türk vatandaşı ile yaptığı mitingin tartışmaları yeni durulmuştu ki yenisi için salon talebi Brüksel Merkez Belediye Başkanı Yvan Mayeur tarafından “protokol gezisinde siyasi miting olmaz” düşüncesiyle reddedildi. Mayeur, istenilen salonun konser ve kültürel etkinlikler için olduğunu duyurdu, ama bizimkiler ille de bir halk buluşması yapacaklardı. 3 yıl önce olduğu gibi Erdoğan’ın kaldığı otelin önündeki Louisa Meydanı’nda bir miting planlandı. 1500 kişinin katıldığı bu mitingde cumhurun başkanı yine AKP’ye oy istedi. Bağımsız Cumhurbaşkanı’nın bir partiye oy istemesi Belçika’da ne kadar abesle iştigal olarak karşılansa da Belçikalı Türklerin, giderek ülkesini antidemokratik bir atmosfere sürükleyen bir siyasi lidere bu kadar bağlı olmaları da onları ürküttü. Erdoğan görüşmelerinde sadece iki kez Europalia Türkiye Festivali’nden bahsetti. Gündemi belliydi: Avrupa’nın sıkıntılı olduğu mülteci konusunda elindeki 2.5 milyonluk mülteci kozunu iyi kullanmak! Ne kadar istediği düzeyde oldu bilinmez ama AB, mülteciler konusunda maddi ve lojistik destek sağlama sözü verdi. Europalia 2015 Türkiye Festivali Erdoğan’ın Belçika’da kaldığı iki gün boyunca medyada hemen hemen hiç yer almadı. Erdoğan’ın siyasi mesajlarının yanı sıra, korumalarının Belçika güvenlik birimleri ile itişip kakışmaları, Cumhurbaşkanı’na eşlik eden onlarca aracın tarfiği alt üst etmesi, eşi Emine Erdoğan’ın Brüksel’in en lüks alış veriş mekânında alışveriş yapmak için korumaların sokağı kapatması medyanın gündeminden düşmedi. Erdoğan, Brüksel’deki ikinci gününde Belçika Federal Meclisi’ni ziyaret etti. Ancak o gün davet edilen birçok milletvekili programa katılmadı. Europalia açılışında Belçikalı siyasilerden katılımın sönüklüğü dikkat çekerken daha önce isimleri açılış programında yer almasına rağmen AB liderleri de açılışa gelmedi. Protokol gereği Kral Filip tarafından Erdoğan’a verilen Kraliyet nişanı ise başka bir komediydi. Son günlere kadar gizlendi, basına gönderilen programda bile yer Sanata siyaset gölgesi ‘Maço damgası’ Festivalin hazırlık aşaması olan 2 yıl boyunca sürekli yaşandığı gibi son dakikada bildirilen değişiklikler, hem Cumhurbaşkanı’nın can güvenliğinin korunması hem de Belçika’nın uygulamaya alışık olduğu planlı presedürlerin ihlaline neden olacak türden kaygılarla, gerginliklere yol açtı. Belçikalı kadın festival görevlilerinin bizimkileri ittiği onların da bağırıp çağırdığı gözlerden kaçmadı. Artık Europalia Türkiye Festivali’nde ağzınızla kuş tutsanız bir daha düzeltemeyeceğiniz derin yargılar bıraktı. Belçika’nın en önemli sanat merkezlerinden biri olan Brüksel Kraliyet Güzel Sanatlar Sarayı’nda üstelik de tanıtımı için çalıştığı ülkenin resmi bir erkek görevlisi tarafından tüm misafirler içinde bu şekilde bir muamaleye uğraması Belçikalı kadın görevlinin bazı Türk gazetecilerin önünde ağlamasıyla son buldu. “Bugüne kadar Europalia Brezilya, Çin, Hindistan ... organize ettik ben böyle bir şey görmedim. Bu maço tavırla hiç karşılaşmadım. Bir kadın olduğum için bana bu şekilde bağıran, böyle davranan olmadı hiç. Bu duygusal patlamam, bugünlük bir mesele değil, iki yılın birikimi. Türkiye tarafı her zaman geç kaldı. Hep son dakika değişiklikler oldu!” diyen Belçikalı görevli son anda festivale zarar vermemek için adının yazılmamasını istedi. Her ne kadar Türk tarafını iterek olayı başlatan kadın görevliler de olsa, AB’nin başkentinde kadınlara bağırmak kafalarda var olan algıyı daha da kaşıdı. Gelin bu seksist ve maço yaklaşımın yarattığı kötü izleri, siz 4 aylık Europalia Türkiye Festivali ile silin, silebilirseniz! “Parası olan festivali düzenler” mantığına tepki gösteren Belçika Kültür Sanat Vakfı Başkanı Ali Bağseven’in Sazz N Jazz adlı mekânda düzenlemeyi düşündüğü alternatif ZEROpalia Sanat Festivali belki “Anadolu’nun çağdaş yüzünü” göstermeye yarar, kim bilir? [email protected] İktidar düşkünleri C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle