06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 AĞUSTOS 2014 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Erdoğan’ın Sonraki Hesabı Seçkin Genç Antalya Büyükşehir Belediye Meclisi’nin CHP’li üyelerinden Önder Önen, geçen günlerde cumhurbaşkanlığı seçim mitingi için Antalya’ya gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı havalimanında karşılamış ve kendisine AKP rozeti takılmıştı. Önder Önen, AKP’li olmadan önce Antalya CHP Gençlik Kolları İl Başkanı’ydı. Önder Önen’in, CHP’den belediye meclis üyesi olma sürecinin en iyi tanığı CHP’li Konyaaltı Belediye Başkanı Muhittin Böcek. Ona göre, CHP’den seçildikten sonra AKP’ye koşarak geçen Önder Önen, CHP Gençlik Kolları Başkanı İrfan İnanç Yıldız’ın telkinleriyle eğilim yoklamasında anahtar listede birinci sırada gösterilmiş. Yetmemiş, İrfan İnanç Yıldız, Önder Önen’in belediyede başkan yardımcısı olması için Muhittin Böcek’e ricada bulunmuş. Bunun üzerine Böcek, “Çok genç bir arkadaşımız, önü açık. Şu anda mümkün değil” diyerek reddetmiş. AKP’ye geçen Önder Önen’in önce CHP il gençlik kolları başkanı, daha sonra belediye meclis üyesi olmasını sağlayan CHP Gençlik Kolları Başkanı İrfan İnanç Yıldız’ın “Bugüne değin düzenlediği en kapsamlı etkinlik nedir?” diye soracak olursanız, tek yanıt alırsınız: 2011’de düzenlediği “Ramazan ayı boyunca soframızı size getiriyoruz” sloganıyla başlattığı kampanya... Recep Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa, siyasette işlerin daha kötüye gideceği gibi bir genel kanı var kamuoyunda. Başbakanlık süresince zorbaca ülkeyi yöneten biri Köşk’e çıkarsa yine zorba olacaktır, o kesin. Yani, zorbalığını bir adım yukarıya çıkarma amacındadır. Zorbalık yapma isteğinde bir değişiklik olmayacağı kesindir, ama Çankaya’ya çıktıktan sonra “tek egemen” olma konumunu yeterince sürdürebilecek midir, bu konu kuşkuludur işte. Üstelik, kuşku yalnızca bize değil, doğrudan Recep Tayyip Erdoğan’a ait... Biliyoruz ki, Çankaya’ya çıkma amacının gerisindeki birinci öncelik, kendisi ve ailesini daha korunaklı bir makam ile güvenceye almaktır. Ondan sonrası için öngörüler konusunda kendisi de kaygı duymaktadır. Gazetecilerle yaptığı son günlerdeki söyleşileri okuduğunuzda bu kaygılar gün yüzüne çıkıyor zaten. Örneğin, Köşk’e çıktığında geride bıraktığı AKP ne olacaktır? Erdoğan, bu konuda bir güven bunalımı yaşıyor. AKP’nin çekirdek kadrosunun “bazı kutsalları” olduğunu söylüyor, ama “bazıları tahrike uğruyor” diye yakınmaktan kendini alamıyor. Hatta “Hepimiz nefis taşıyoruz. Yani birilerinin tahriki, birilerinin teşvikiyle, Allah muhafaza bir yanlışa düşülebilir ki, bu çok büyük tehlike olur” diyerek, o büyük korkusunu açığa vuruyor. Ya kendisi, Turgut Özal gibi Köşk’te yalnızlaştırılırsa yani... Arzusunun “başkanlık sistemi” olduğunu açık seçik söylüyor. Ama Çankaya’ya çıktığında bir başkan gibi çalışamayacağını ve şu an anayasadaki sınırlı yetkilerle yetinmek zorunda kalacağını görüyor ve onu da dillendiriyor: “Şu andaki adımımız tamamen anayasa 104, bunu belirlemiş.” Ya sonrası? Kafasında kurguladığı plan, 2015 seçimlerine dayalı: AKP, 2015 seçimlerinde tek başına yeni bir anayasayı geçirecek sayıda milletvekili ile TBMM’ye girecek ve o çoğunluk da “başkanlık sistemi”ne uygun kendi ifadesiyle “sıfır kilometre” bir anayasa yapacak. Peki, AKP’nin başına kim gelecek? Recep Tayyip Erdoğan, Çankaya’ya çıktığı takdirde hem Başbakanı, hem de AKP Genel Başkanı’nı kendisinin belirleyeceğini, yöntemi ile birlikte açıklıyor: “İstişare ve anket.” Başbakan ile AKP Genel Başkanı aynı kişi mi olacak? Erdoğan’a göre, “Genel başkan aynı zamanda başbakan olursa güçlüdür, başbakan aynı zamanda genel başkan olursa güçlüdür.” Erdoğan’a göre, o güçlere sahip isim, Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonraki 10 ay içinde ülkeyi seçime götürecektir, ama bir koşulla: Seçimi, Erdoğan’ı “başkan” yapacak çoğunlukla kazanmak... Buraya kadarı aslında Erdoğan’ın evdeki çarşı hesabıdır. Ama çarşıya gidildiğinde ne olacaktır, orası belli değil işte. Hele de kendisini iktidara taşıyan dış egemen odaklarca sürekli eleştirilmeye başlanan bir Erdoğan için... İnsanlıktan Çıkma Halleri İnsan öyle durumlara düşüyor ki nasıl davranacağını, neyi nasıl söyleyeceğini bilemiyor. Gökçeada’da bir balık lokantasındayım. Masalar kalabalık. Arada bir lokantanın arka tarafındaki televizyona gidiyor, canlı yayımlanan futbol maçına bakıyorum. Televizyonun önündeki iki kişilik koltukta genç bir adam oturuyor. Gide gele aramızda bir futbol ahbaplığı kuruluyor. Adı Samir’miş. Alışmadığım bir ad, soruyorum. Arap’ım diyor. Devre arasında havadan sudan, derken siyasetten konuşuyoruz. Ahbaplığımız ilerliyor. Genç adam sıkıntılı, sesinden anlıyorum. Bir şeyler anladığımı fark edince, “Özür dilerim” diyor, “ben Arap değilim!” Sorsam ayıp olacak ama ben sormadan o “Yahudi’yim” diyerek sürdürüyor. “Ne var bunda” diye soruyorum. “Herkes sizin gibi değil ki” diye yanıt veriyor. İçim burkuluyor. HHH Genç adam korkuyor. Kim bilir neler yaşamış? Kalkıyor, kalkarken “Ayrılmayın, sizi eşimle tanıştıracağım” diyor. Biraz sonra yanında ikisi genç kadın, biri kendi yaşlarında bir erkekle geri dönüyor. Bana yanındaki eşini ve arkadaşlarını tanıştırıyor. Hep birlikte bir şeyler içiyoruz; giderek sohbet koyulaşıyor. İsrail’in Gazze’ye saldırmasından sonra yaşamları dar edilmiş İstanbul’da. Anlatıyorlar, onlar anlattıkça midem kasılıyor. Çareyi hiç kimsenin kendilerini tanımayacakları Gökçeada’ya kaçmakta bulmuşlar. Kendilerini Arap olarak tanıtıyorlarmış. Nasıl davranacağımı, neyi nasıl söyleyeceğimi bilemediğim bir durum! Bu genç insanlar Sefarad Yahudileri. İspanya’nın 1492’de Yahudileri kovmasıyla dönemin Padişahı 2. Beyazıt’ın çağrısıyla Osmanlı topraklarına gelip yerleşen Sefaradların torunları. Bu topraklardaki tarihleri 500 yılın üzerinde. Birçoğumuzdan daha fazla Türkiyeliler. Mario Levi’den söz ediyorum. Birtakım kendini bilmez rezillerin Türkçenin en usta yazarlarından biri olan sevgili dostum Mario’nun kitaplarına boykot çağrısı tuz biber ekmiş korkularına. HHH Düşünüyorum... Kıbrıs sorunu on binlerce Rum yurttaşımızın, kanlı Asala terörü de binlerce Ermeni yurttaşımızın sanki bu olayların suçlusu onlarmış gibi Türkiye’den göç etmesine neden olmuştu. Şimdi sıra Yahudi yurttaşlarımızda mı? Bu soru beni çileden çıkarıyor. Eksilen her azınlıkla birlikte bizler de eksiliyoruz. Hayatımız, kültürümüz, renklerimiz eksiliyor. Biz bize kaldıkça grileşiyoruz, kuraklaşıyoruz. Nasıl bir korkudur bu, iliklerimize işlemiş, bu toplumun bir kesimini ırkçılaştıran, faşistleştiren? Kürtlerin anadilinden, Alevilerin cem evlerinden, Ezidilerin Melek Tavus’undan; Rumlardan, Ermenilerden, Yahudilerden, Süryanilerden, Nasturilerden, Keldanilerden, kısacası “bizim gibi” olmayan yurttaşlarımızdan korkuyoruz. Bu korkuyla adına ortak vatan denilen kardeşlik cenneti kurulabilir mi? Farklılıkların yaşam hakkını kabul etmeden, benimsemeden, içselleştirmeden bu topraklarda demokrasi hayata geçirilebilir mi? Eğer bir gün Suriye gibi, Irak gibi olmak istemiyorsak içimizi bir virüs gibi hastalıklaştıran bu korkuyu söküp atmalıyız. Kendimiz gibi olmayanları ötekileştirerek bizi insanlıktan çıkaran bu zavallı hallerden kendimizi kurtarmalıyız. Eğer insan olmak, insan kalmak istiyorsak... Yaban Kuytular İnsanlık ölürken kürsülerden böğürüyor birileri. Dünya vatandaşları olarak; kaşarlanmış fodulların, pısırık hödükler üzerinden kurguladıkları sığlık, ihanet, zulüm ve yalan üzerine kurgulanmış bir oyunu izliyoruz. İbrahim Karaoğlu, “Gölgeler ve Yelkovan” adını verdiği öykü kitabında, “Ne çok savunmalar biriktirir bazen insan, en uzaklara çekilmek için kendinden” diye çığlıklanmış: “Pusular kurar. Cennetini kovar düşlerinden. Dayanılmaz yalnızlıklara belene belene. Yaban kuytular arar kendine.” Akıl tutulmasının alçalma anındayız. Anası ağlatılan bir ülkenin kadınlarına kahkahanın yasaklanması çok doğal. Ulusça, baştan aşağı iffet timsalimiz Bülent Arınç’ı örnek almalı, olur olmaz her fırsatta gözyaşı dökmeliyiz... Ulusal Yas 10 Numara Bomba SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Ülke genelinde, özellikle de İstanbul’da son günlerde art arda otobüs kazaları ve beraberinde acı trafik katliamları yaşanıyor. Bilhassa halk otobüslerinin, şehirlerarası otobüslerin sabıkası kabarık. Güçlü bir rekabet ortamında taşımacılık yapan firma ve şahıslar tüm suçun otobüsçülerin ve şöförlerin üzerine atılmasından rahatsız ve yüksek maliyetlerden şikâyet ediyorlar. Örneğin dünyadaki en yüksek fiyatlı akaryakıtı kullanırken sınırlarımızdan yüklü miktarlarda kaçak akaryakıtın girmesi ne yazık ki şaşırtıcı olmuyor. Birçok ülkede yasal olarak vergiden muaf tutulan, üretimi teşvik edilen biyodizelin ülkemizde üzerine bindirilen vergi yükü de yine aynı şekilde kaçak ve standart dışı yakıta yönlendiren etmenler arasındaki yerini koruyor. İptidai ve uygun olmayan koşullarda, merdiven altlarında kalorifer yakıtı olarak ayrılan petrolün son kalan kısmının ya da atık, bitkisel ve hayvansal yağların solventle inceltilmesiyle elde edilen 10 numara yağın ve Suriye, İran, Irak üzerinden sınırlarımıza giren kaçak akaryakıtın ülkemizdeki kullanımı tehlikeli boyutlara ulaştı. Bu noktada ülkemizde geçerli olan atık yağların toplanması ile ilgili yasanın tekrar gözden geçirilmesi yerinde olacaktır. Zira geri dönüştürme merkezli, doğayı korumaya yönelik, çevre lehine gibi görünen bu yasalar çok da doğru işletilememektedir. Yasa gereği bedelsiz olarak toplanan atık yağların düzenli ve fire vermeden elde edilebilmesi kolluk tedbirlerinden ziyade otel, lokanta, yemekhane gibi gıda işletmelerinin ürettiği ve evlerde ortaya çıkan atık yağlara karşılık yasal bir bedel ödenerek ve teşviklerle özendirilmesine bağlıdır. Böylece başta atık yağların toprağa, suya karışarak doğa katliamı yapılmasının, canlıları öldürmesinin önüne geçilebilir. Ve elbette diğer yandan da toplama izinleri olan ya da olmayan firmaların belli paralar ve promosyonlar karşılığı, mevcut yasaya aykırı olarak hem kendilerini hem de firmaları suçlu duruma düşürerek, yerel yönetimlerin de iyi niyetle müdahil olduğu atık yağları toplama işlemlerinin de önüne geçilmiş olur. Böylece bu yağların insanların hayatına kast eden standart dışı akaryakıtlara dönüştürülmesi, merdiven altında sürdürülen hayvan yemi, sabun ve kozmetik üretiminde kontrolsüzce kullanılarak insan sağlığını tehdit etmesi engellenmiş olur. ahkaha atana aşk olsun Kadınların yapacağı çocuk sayısından kürtaja, giydiği etek boyundan erkeklerle aynı evi paylaşmasına, hatta hamileyken sokağa çıkmasına kadar fikir beyan etme ve eleştirme hakkını kendilerinde görüyorlardı. Şimdi de, bırakın kahkaha atmayı gülümsemenin bile bunca zorlaştığı uzunca bir süredir toplumu kuşatan bu karamsar, gergin, öfke dolu havada, insan ilişkilerinin kirlendiği, yozlaştığı bir ortamda, zorlu ekonomik, toplumsal ve kültürel koşullar altında, kadınlar tarafından atılan kahkahanın iffetlerine zeval getiren bir durum yarattığını söylemişler, ne var bunda… Bülent Arınç, yani Başbakan Yardımcısı, bu unvanıyla açıklıyor kadının kahkaha atması üzerine geliştirdiği ve bu kez, Başbakan’la ters düşmediğinden olsa gerek arkasında durduğu naçizane görüşlerini. Çünkü kadınlar ve onların bütünüyle kendilerini ilgilendiren yaşama biçimlerine, toplumsal konumlarına dair söz söyleme hakkını kendinde sonuna kadar gören bir zihniyet ve onun mensupları tarafından yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Ahlakın, alınıp verilen rüşvetle, halktan çalınanlarla, aynı halkın karşısında her gün tekrar edilen yalanlarla değil, kadınların bedeni, etek boyu, oturuşu, kalkışı, gezmesi tozması ve dahi kahkaha atmasıyla ölçüldüğü bir topluma mı dönüştürüldük... Ve bu “cesaret verici” ortamda, “benim sana biçtiğim rolün sınırları içinde yaşayacaksın” diyen erkeklerin elinden çıkan kadın ve namus cinayetleri de aile içi şiddetler de son hızıyla devam ediyor, dünyaya, kadın cinsiyetiyle gelmenin dezavantajıyla merhaba diyen çocuk gelinler beyaz ve karanlık duvakların altında geleceklerinden koparılıp çalınıyor hâlâ. Neyse ki her şeye rağmen “çekin ellerinizi üzerimizden” diyen ve tüm bu saçmalıklara, bu küçültücü kahkaha ayarına karşı katıla katıla gülen, en içten kahkahalarını korkmadan atan güler yüzlü, aydınlık kadınlarımız var hâlâ. K ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Dışarıya 1 akıntısı olma2 yan, kuyu gibi çukur çökün 3 tü. 2/ Güzel ko 4 kulu yaprakla 5 rı olan bir bit6 ki... Afyonka7 rahisar ilinde bir göl. 3/ Ma 8 tem... Üç kişiy 9 le oynanan bir iskambil oyunu. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 4/ Karşı cinsin kı1 Ç A Y L A K T A lığına girmiş eşcin 2 A H U B A L I K sel. 5/ Sahip... Ver 3 Y U V A R L AMA me, ödeme... Suu4 L A R A L A N di Arabistan’ın plaka 5 A B R A A Z R A imi. 6/ Boks yapılan K alan... Bir spor takı 6 K A L L A V İ L A Z İ R A mının gözde oyun 7 A L P cusu. 7/ Nijerya’da 8 T I M A R yaygın dinsel bir ha 9 A K A N A K P İ reket. 8/ Yurdumuzun bir bölgesi. 9/ Lantan elemen tinin simgesi... Görevli bir personeli başka bir yere tayin etme. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Değersiz, bayağı. 2/ Ekonomik alanda kendi kendine yeterli olmaya yönelen bir ülkenin rejimi... Aldatma işi, hile. 3/ “Yaşlılıkta günler uzun, yıllar ” (Cemal Süreya)... Sarhoş ya da külhanbeyi bağırması. 4/ Tümör... Gemi direklerine, gözcülerin nöbet tutması için yapılmış çanaklık. 5/ Plastik su şişelerine verilen ad... Kadastro haritalarında parseller topluluğu. 6/ İstanbul’un eski adlarından biri. 7/ Bayındır.. Erkek ördek. 8/ Çok hoşa giden, istek uyandıran... Osmanlılar döneminde Roma kentine verilen ad. 9/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Dökülen tohumlarla ertesi yıl çıkan tahıl.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle