04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 TEMMUZ 2014 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bandolu Meclis kuşatması: 11 Kasım 1938! u Başbakan’ın, Cumhuriyetin kurucularından emanet kalmış bir koltuğa oturmaya çalışırken, yine onlara insafsızca saldırmasını, kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Ancak; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Meclis’i bile feshetme yetkisine sahip bu en önemli makamına, yakın tarihi dahi bu kadar kolay çarpıtan bir kişinin geçmesi ihtimali, bütün dürüst ve namuslu insanları tedirgin etmektedir. Önümüzdeki haftalarda, en önemli vatani görevini yapacak olan seçmenlerimiz, yurtta ve dünyada barışı korumak için mutlaka oy vermelidir. Köprüden Önce Son Çıkış C Prof. Dr. MUSTAFA ÖZYURT 22. Dönem Milletvekili ve gelenekleri ile bağdaşmaz” dediğinde bir tek milletvekili karşı çıkmamıştı. Ben de içlerinde olmak kaydıyla CHP Grubu, anayasa değişikliği oylamasında, genel başkanın isteği doğrultusunda, evet oyu kullandı. Birkaç yıl sonra, Sayın Zülfü Livaneli’nin bir yazısından öğrendik ki, bu konuşmadan önce Sayın Baykal ve sayın Recep Tayyip Erdoğan Beylerbeyi’nde birlikte yemek yemişler ve bunun pazarlığı yapılmış. Çok az kişi dışında, bu görüşmeden ne CHP milletvekillerilı milletvekili seçimlerinden sonra yaptığı meşhur balkon konuşmasının ardından pek çok köşe yazarı ve medya mensubu, Sayın Başbakan Recep Tayyip Eroğan’ın değiştiği kanısına kapıldı. Hiç olmayacak bir iyimserlik havası estirmek istediler. Ama çok sürmedi geçti bu şevki baharı iyimserliğin. Olgunluk yaşından sonra insanlar ne kadar yenilirse yenilsin tutukları spor takımını bile değiştiremezler. Bütün siyasi geçmişini kavga ve çekişmeye göre düzenleyen bir siyasi lider, salı günleri yaptığı grup konuşmaları ve miting meydanlarında izlediği bölücü yaklaşımdan sonra, “değiştim” demesi inandırıcı olmaz, yapmacık olurdu. Her şeyden önce Sayın Başbakan’ın hep gergin ve kırıcı olmaya yatkın bir psikolojik yapısı var. Hiç iyimser bir yaklaşımla başladığı ve gülümseyen rahat bir konuşmasını izleyen var mı? Birilerini kötülemekle başlar konuşmasına, aşağılamakla bitirir. Bu ruhsal yapıda bir siyasetçinin tüm halkı kucaklayan, gülümseyen, hoşgörülü ve sevecen bir cumhurbaşkanı olması düşünülebilir mi? B GÜLSÜN BİLGEHAN CHP Ankara Milletvekili rumlarda bile aynı yalanları söylemeye devam etmekten vazgeçmemektedir. Vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu, yaşamı boyunca kendince hep “millet için aziz bir dava peşinde koşmuş” İsmet İnönü’nün, Erdoğan gibi bir ismin kampanyasına konu olmasından son derece rahatsızdır. Ne var ki Başbakan’ın, ona her gün çeşitli hakaret ve iftiralarla saldırması, İsmet İnönü’nün halkın gönlündeki kalıcı değerinden hiçbir şey götürmemektedir. Başbakan’ın, yönetimden ayrılmasının üzerinden 64, ölümünden 40 yıl geçmesine rağmen, hâlâ hedefindeki İnönü’yü karalamak için, sık sık iftiralara başvurmak zorunda kalması ise tarih önünde ibretle izlenmektedir. Başbakan’ın, Cumhuriyetin kurucularından emanet kalmış bir koltuğa oturmaya çalışırken, yine onlara insafsızca saldırmasını, kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Ancak; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Meclis’i bile feshetme yetkisine sahip bu en önemli makamına, yakın tarihi dahi bu kadar kolay çarpıtan bir kişinin geçmesi ihtimali, bütün dürüst ve namuslu insanları tedirgin etmektedir. Önümüzdeki haftalarda, en önemli vatani görevini yapacak olan seçmenlerimiz, yurtta ve dünyada barışı korumak için mutlaka oy vermelidir. aşbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Camide içki içildi”, “Türbanlı kadın linç edilmek istendi”, “Tek parti döneminde camiler kapatıldı” benzeri yalanlarına yakın tarihten bir halka daha eklemek niyetindedir. Başbakan’ın, yürüteceği kampanya boyunca, 11 Kasım 1938’de TBMM’nin askerler tarafından kuşatıldığını ve İsmet İnönü’nün bu şekilde Cumhurbaşkanı seçildiği yalanını sürekli yineleyeceği anlaşılıyor. Erdoğan bu iftirasıyla ilgili de her zaman olduğu gibi bir kanıt göstermemektedir. Zira hiçbir tarihi belge, İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçildiği gün TBMM’nin askeri birliklerce kuşatıldığını belirtmemekte, günümüze kadar ulaşan tanıklıklar ise Başbakan’ın söylediklerini çürütmektedir. Olsa olsa sözünü ettiği, o gün İstiklal Marşı’nı çalmak ve yeni cumhurbaşkanını selamlamak üzere Meclis’e gelen bando takımıdır. Başbakan’ın adını anmaktan özenle kaçındığı Büyük Atatürk’ün yaşamını yitirmesinden bir gün sonra, 11 Kasım 1938 sabah saat 09.30’da CHP Meclis Grubu, Başvekil ve CHP Genel Başkanvekili Celal Bayar başkanlığında toplanmıştır. Bayar, “Oylarınızı serbestçe vereceksiniz. Herkes iste diği ismi yazsın. En çok oyu alan genel kurulda aday gösterilecek” demiştir. Toplantıda 323 milletvekili oy kullanmış, İsmet İnönü’ye 322 oy çıkmıştır. Genel kurulda yapılan seçimde de, İsmet İnönü, 399 milletvekilinden oylamaya katılan 348’inin oybirliğiyle cumhurbaşkanı seçilmiştir. Görüldüğü gibi Başbakan’ın yaptığı, en başta kendi açıklamalarında “büyük devlet adamı” diye övdüğü Celal Bayar’a ve dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a haksızlıktır. Başbakan ayrıca o dönemde görev yapmış milletvekillerinin iradelerini de hiçe sayarak, hatıralarına saygısızlık etmektedir. Başbakan’ı doğru söylemeye davet etmenin bir anlamı olmadığını biliyoruz. Daha önce defalarca kanıtlandığı gibi, Başbakan, gerçeklerin belgelerle ortaya konulduğu du umhurbaşkanı seçiminde iki muhalefet partisi genel başkanının desteklemeyi kararlaştırdıkları Sayın Prof. Dr. Ekmelleddin İhsanoğlu’nun adaylığı için yasada öngörülen milletvekili sayısına ulaşıldı ve imza listesi TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Ortak aday konusunda, MHP’de hiçbir sorun çıkmazken CHP’de karşı görüşte olan bazı milletvekilleri oldu. Hemen belirtelim ki Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu, CHP’nin dokusuyla yüzde yüz uyuşan ve örtüşen bir aday olmayabilir. Ancak yolun sonunun nereye varacağı belli olmayan bir köprüden önce son çıkış olduğunu unutmamak gerekir. Aslında sayın Ekmelleddin İhsanoğlu’nun sergilediği bir özveri örneğidir. Zira sayın Başbakan’a karşı aday olmakla her yönüyle bire bir hedef tahtası haline gelmiştir. Akla hayale gelmeyecek her türlü kirli oyunları tek başına savuşturmak durumundadır. Karşısındaki orantısız güce karşı vereceği mücadele kolay başarılacak gibi değildir. Bir yanda devletin bütün olanakları, yandaş iş çevrelerinin parasal desteği ve AKP örgütüne karşı, iki muhalefet partisinin destek verdiği, iş çevrelerini arka çıkmakta kuşkulu davranacakları bir aday. u Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu ile köprüden önce son çıkış fırsat yakalanmış ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın önünü kesme olanağı doğmuşken, Sayın Baykal ve ona yakın olan milletvekillerinin bu durumu iyi değerlendirmeleri gerekir diye düşünüyorum. nin ne de CHP Partti Meclisi üyelerinin haberi vardı. Oysa CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu aylardır, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkacak birleştirici bir cumhurbaşkanı çatı adayı arama çabası içinde çırpındı. Saklısı gizlisi olmaksızın, kazanacak bir bağımsız aday arayışını muhalefet partileri ve STK’lerle sürdürerek bir noktaya geldiler ve sayın MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile birlikte ortak adayı açıkladılar. Köprüden önce son çıkış Sayın Başbakan ile sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nu karşılaştırmak istemiyorum. Çünkü çok farklı yaradılışta ve değişik görüş açıları olan bireyler. Ancak Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu ile köprüden önce son çıkış fırsat yakalanmış ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın önünü kesme olanağı doğmuşken, sayın Baykal ve ona yakın olan milletvekillerinin bu durumu iyi değerlendirmeleri gerekir diye düşünüyorum. 2003 yılında Sayın Baykal, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı Meclis’e taşırken CHP Grubu’nda yaptığı konuşmada “yüzde 36 oy alarak 365 milletvekili ile iktidar olmuş bir siyasi parti genel başkanının parlamento dışında kalması, demokrasi anlayışı 2003 yılı deneyimi Başbakan değişir mi? Sayın Başbakan, 2007 yı Hüseyin Avni Paşa Köşkü de Yandı Prof. Dr. METE TAPAN C umhuriyet gazetesinde, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü binasının yanmasının sonrası, “Yine Bir Tarihi Yapı Yandı, Yenilenecek!” başlıklı ve 28.12.2012 tarihli yazımda da belirttiğim gibi, “sağlıklı” bir koruma politikamız olması için, muhakkak ilke kararlarımızı etraflıca değerlendirerek bu kararları yeniden oluşturmamız gerektiğini dile getirmiştim. Hem Kültür Varlıklarını Koruma Bölge ve Yüksek Kurulları’nda görevdeyken hem de bu görevlerden ayrıldıktan sonra, koruma ilke kararlarının, koruma yönünden yeterli olmadığını defalarca dile getirdim. Çabalarımın büyük bir bölümü maalesef boşa çıktı. Bugün yürürlükte olan ilke kararlarımızın arasında yangına karşı çağdaş teknolojilerin kültür varlığı olarak tescillenen ahşap yapıların restorasyon uygulamalarında nasıl devreye girmesiyle ilgili bir maddeye rastlamak pek olanaklı değildir. Son kalan ahşap yapılarımız birer birer yangın yoluyla yok oluyor. Ayrıca bir başka konuya da değinmekte yarar görüyorum; eğer bu tür yapılara bir de kültürel işlev veriyorsak, örneğin kitaplık veya kent müzesi gibi, bu kez yangın felaketi kitapların veya teşhir malzemelerinin de yok olmasına neden olmaktadır. 2863 yasa, yönetmelik ve ilke kararlarına göre yangın sonucunda, kültür varlığının aynen, aynı taşıyıcı sistem ve plan şemasıyla rekonstrüksiyonunu öngörmektedir. Sağlıklı bir rekonstrüksiyonun, kuşkusuz yapı ile ilgili sağlıklı bir rölöveye ve yine yapının özelliklerine göre, yeterli sanat ve yapı teknolojiyle ilgili dokümanlara dayanması gerekir. Eğer yeterli doküman yoksa, rekonstrüksiyonun bir tiyatro dekorundan farkı olmaz. Maalesef bu ahşap yapıların çoğunluğunun sağlıklı rölöveleri ve süslemeleriyle veya mimari detaylarıyla ilgili ayrıntılı belgeleri yoktur. Yangın, her defasında kültür mirasımızın geri dön memek üzere değerlerini sonsuza götürmektedir. Ayrıca, yanlış veya eksik dokümanlarla yapılan “yeni eski köşkler” bilimsel bir yaklaşımın ürünü olamaz. Bilim yönünden, yanlış olan bu davranış koruma kültür politikamızın da ne denli yanlış olduğunu gösterir. Yangın felaketi sonrası “çakma” köşk ve kültür varlıkları kültür tarihimize yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir. Bu tür yaklaşımları engellemek, başta koruma yasamızın ve yine o yasa gereği oluşturulan Yüksek Koruma Kurulu’nun ortaya koyduğu koruma ilke kararlarının başlıca görevidir. Dolayısıyla, yangın felaketinin en aza indirgenmesi için genelde nelerin yapılması ve restorasyon projelerinin yangını da gözeterek nasıl hazırlanması gerektiği konuları dikkate alınarak ilke kararlarının yeniden oluşturulması bir zorunluluk haline gelmiştir. Doğru bir koruma politikası şart Umudum, belki bu son yangın felaketi devlet mekanizmasını bir kez daha uyarmıştır. Eğer bu toprakları seviyor ve üstündeki kültür varlıklarını korumak istiyorsak, bir an evvel koruma yasamızı ve ilke kararlarını gözden geçirmemiz gerekmektedir. “Kültür Varlıkları”yla ilgili dokümantasyonu eksiksiz bir biçimde oluşturmamız gerekir. “Kültür Varlıkları” rölöveleri, bu yapıların rekonstrüksiyon projelerinin yapılmasına olanak verebilecek biçimde hazırlanmalıdır. Yetersiz rölöveler tarihi çarpıtmadan başka hiçbir şeye yaramaz. Bu nedenle sağlıklı rölövelerin ortaya konması, doğru bir koruma politikasının vazgeçilmez unsurudur. Özetle, koruma altına aldığımız kültür değerlerimizi ancak sağlıklı bir koruma politikasıyla sağlayabiliriz. Korumanın nasıl gerçekleşmesi gerektiği, sözünü ettiğim politikanın özüdür. Dolayısıyla, hem 2863 sayılı yasanın hem de koruma ilke kararlarının gözden geçirilerek, daha sağlıklı bir koruma politikasını ortaya koyabiliriz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle