02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 TEMMUZ 2014 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Ecevit’in siyasi hayatındaki en büyük başarısıydı. Erbakan ise kendine mal etmeye çalıştı Adanın hepsini alalım Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu: FIRAT KOZOK Referandumdaki ‘Evet’ pazarlıkta gücümüzü azalttı DUYGU GÜVENÇ Denktaş’ın ardından 2. Cumhurbaşkanı seçilen Mehmet Ali Talat’ın döneminde Rumlarla görüşme süreci devam etti. 5 yıl içinde 60 görüşme yapıldı ve 2010’da yoğunlaştırılmış görüşmeler başladı. Ancak bir türlü gelmeyen barış, Talat’ın da koltuğunu kaybetmesine neden oldu. Derviş Eroğlu göreve geldiği akşam Talat’ın bıraktığı yerden, ‘önkoşulsuz’ devam edeceğini bildiren mektubu BM Genel Sekreteri Ban Kimun’a gönderdi. Ancak Ban, halefi Annan kadar Kıbrıs üzerine yoğunlaşmaya hevesli değildi. 2014’e kadar görüşmeler kesintilerle devam etti. Rum tarafında Annan Planı’na ‘evet ’ diyen Nikos Anastasiadis Devlet Başkanı seçildikten sonra, Türk tarafındaki önde gelen ‘hayır’cılarından olan KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile bu yıl 11 Şubat’ında bir ‘ortak açıklama’da uzlaşarak masaya oturdular. Masanın Rum tarafında ilk kez ‘uzlaşılabilir’ bir ismin olması çözümü getirir mi? Dönüşümlü başkanlığa karşı Eroğlu’nun müzakere masasına ilişkin Cumhuriyet’e yaptığı açıklamalar umut verici değil: “Anastasiadis seçilebilmek için Kıbrıs Rum halkının bu kararına uymayı taahhüt etmiş, çözüm karşıtı Rum siyasi partileri ve Rum Ortodoks Kilisesi’yle protokoller imzalamış, görüşmeler ve uzlaşıyla ilgili kararı uzlaşmazlığıyla bilinen Rum Ulu sal Konseyi’ne bırakmıştır. Anastasiadis’in seçildikten sonra da bu taahhütlerine sadık kaldığını görüyoruz. Görüşmelere bırakıldığı yerden devamı reddetmekte, 4 yıllık uğraş sonucu elde edilen yakınlaşmaları kabul etmemekte, yıllar süren süreç için oluşan yerleşmiş BM parametrelerini yok saymaktadır. Bunların başında da dönüşümlü başkanlık, yani başkanlığın bir Kıbrıslı Rumla bir Kıbrıslı Türk arasında rotasyona tabi olması gelmektedir. Yani şu anda masada karşımda oturan muhatabım, Annan Planı’na evet demiş aynı Anastasiadis değildir. Ben uzlaşı konusunda her türlü esneklik ve yapıcı çabayı gösterirken, o bir oyalama taktiği gütmekte, ayak sürümektedir.” Görüşmelerde Rumların, Güven Yaratıcı Önlemler diye sunduğu teklifin ilk maddesinde ise Türk tarafının bu güne kadar hep ‘kapsamlı çözümün parçası’ olarak gördüğü ‘kapalı Maraş bölgesinin açılması’ talebi yer alıyor. KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu 2004 referandum sonuçlarının müzakere masasına ters orantılı yansımasından şikâyetçi: “Referandumda ‘evet’ demiş olmamız dış dünyaya karşı imajımızı güçlendirmiş gibi görünse de, masadaki pazarlık marjımızı daraltmış ve birtakım zorluklara yol açmıştır. Karşı taraf bir anlamda ‘hayır’ demekle ‘tatmin edilmesi gereken taraf’ olmanın avantajını yaşamaktadır. Ancak proaktif ve yaratıcı yaklaşımlarımızla bunu aşabileceğimize inanıyorum.” Harekâtın ardından önce Adana’ya, oradan da İstanbul’a geçen Arcayürek, yazı dizisinin bu son bölümünde harekâttan sonra yaşananları ve 50 yıllık dostu Rauf Denktaş’la yaşadığı çarpıcı anıları anlatıyor... Kıbrıs’tan döndükten sonra çektiğiniz fotoğrafları ne yaptınız? Nizamiyenin önünde bir taksiye atlayıp doğru Adana büroya hareket ettim. Genel Yayın Yönetmenimiz Nezih Demirkent’i aradım. “Ben geldim” diyorum, “Sen hâlâ oralarda sürtüyor musun, bir resim çeksene” diyor. “Telefonda konuşma, geldim” diyorum anlamıyor. Nihayet, sonra anladı. Doğru İstanbul’a gittim. Sabah 10.00 sıralarında gazeteye girince hepsi şoke oldu. Fotoğrafları verdim. Karım da İstanbul’da ve onun da gittiğimden haberi yok. Oturdum bir şeyler yazdım. Nezih Demirkent, geldi yanaklarımdan öptü. Fotoğraflar Avrupa gazetelerine de satıldı, bize beş kuruş yok tabii... Eşiniz nasıl karşıladı sizi? Eşim beni görünce bayıldı... Kendisi tatildeydi. Sakallarım uzamış, kafamda erin verdiği kep, perişanım... Kıbrıs harekâtı Ecevit’in rolünü nasıl etkiledi? Ecevit, bundan mağrur bir adam olmadı ama, seçime hazırlık için afişler hazırlatıldı. Ecevit miğferli... Kıbrıs fatihi yazılı afişler... Kıbrıs harekâtı seçim için biraz kullanıldı. Ama Erbakan’la kurulan hükümet daha uzun süre devam edemedi. Çünkü Erbakan bazı tatsızlıklar çıkarıyordu. “Ada’yı baştan aşağıya alalım” gibi... Biraz da Erbakan bu harekâtı kendine mal etmeye çalıştı. Oysa açık konuşalım, Ecevit bu süreçte dimdik durmuştur. Ecevit’in 1974 Kıbrıs Harekâtı’ndaki başarısını hiç kimse, hiçbir bahaneyle örtemez. Bence bütün siyasi hayatındaki en büyük başarısıdır. Harekâttan sonra Ecevit’le konuştunuz mu? Ben döndükten sonra Ecevit aradı, “Durum nasıl” diye sorunca “Bü lent Bey, askerin bir sıkıntısı var, o da su” deyince gülerek “Bugün su tankerini gönder dik” dedi. Türkiye Kıbrıs’ın öneminin farkında mı bugün? Kıbrıs’ın stratejik değeri bir kere çok önemli. İkincisi Rumlar bir başka adım atarak; Kıbrıs karasularında petrol çıkardılar. Bunun ardından bizimkiler uyandı. Diyorlar ki, “Bu devlet ortak bir devletse, petrolün geliri de ortak” ama adamlar şakır şakır çalışmaya başladılar. Bizimkiler de ona karşılık yakınlarda petrol aramak için gemi gönderdiler ama o kadar güçlü adım değildi tabii... Kıbrıs öyle kolay harcanacak yer değil... Bunun önemini anladılar ama biraz geç anladılar. Ne yapılmalı bundan sonra? Şimdi akılları başlarına geldiği için cumhuriyeti sağlam tutmaya çalışıyorlar. Eğer Rumlarla anlaşabilirlerse, gene Türk ve Rum cemaatleri kalır, devlet iki cemaatten kurulu ortak bir devlet olur. Bu doğru bir şey. O zaman oradaki Türk Cumhuriyeti AB’nin de üyesi oluyor. Bence bundan sonra ortak bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nde buluşulması, her iki tarafın da yararına olur. Bir Frankenstein Hikâyesi Son 90 yılda, askerin müdahale etmediği ilk Köşk seçimine gidiyoruz. Ve bu kez de seçime bir polis müdahalesiyle cebelleşiyoruz. Karargâhın kışladan karakola taşındığı bu “eski hamam”a da “Yeni Türkiye” diyoruz. HHH Yandaş basındaki haberlere bakılırsa, son furyada tutuklanan polislerin mağdur ettiklerinden biriyim. “Selam” diye bir terör örgüt uydurmuşlar. “O örgütü takip edeceğiz” diye 7 bin kişiyi dinlemişler. Örgütümüz bayağı kalabalık ve renkli: Başbakan’ın danışmanı da var aramızda, MİT müsteşarı da, bazı dizi oyuncuları da... Biz aramızda toplanamadığımız için onlar bizi toplamayı planlıyormuş. Anladığımız o... HHH Bu senaryo, Frankenstein’ınkiyle “paralel”dir: Hükümet, cemaatle el ele vererek Emniyet’in usulsüz dinleme, illegal delil toplama, sahte kanıt üretme atölyelerinde, kendisine bağlı devasa bir canavar yarattı. Bu canavarı, kendi iktidarına karşı çıkanların üzerine saldı. “Canavar”, acımadan hepsini temizledi; askerleri, savcıları, hâkimleri, bürokratları, polisleri, gazetecileri, siyasetçileri... Canavar’la yaratıcısı, onların kelepçelenip kodese atılışını, “Masumuz” diye çırpınışını, ailelerinin feryadını keyifle izledi. Lakin “Canavar”, rakiplerini yedikçe semirdi, palazlandı, kafesine sığmamaya, payıyla doymamaya başladı. O zaman da yaratıcısı tarafından ihanetle, nankörlükle, açgözlülükle suçlanıp cezalandırıldı. Yalnızlığa terk edildi. O da, romandaki gibi, yalnızlığı arttıkça, kendisini yaratandan öç almaya girişti. HHH Yıllarca paralel yaşadıkları için, yaratıcısının sahtekârlığını en iyi o biliyordu. Bilgibelge toplarken efendisininkileri de bir gün kullanmak üzere ayırmıştı. Kendisini var edenin, şimdi kendisini yok etmeye hazırlandığını anlayınca, öfkeyle ayağa kalktı. Ve 17 Aralık’ta, kendisini de berhava edecek bombanın pimini çeken bir intihar komandosu gibi, elindeki arşivi patlattı. HHH “17 Aralık”, “Efendi”yi yaraladı ama öldürmedi. Ve her öldürmeyen yara gibi, onu güçlendirdi. “Efendi”, 22 Temmuz sahurunda Canavar’ının inine girdi. Şimdi, ancak polis devletlerinde görülebilecek türden bir zaptiye çatışması yaşanıyor. Polisler, polis lojmanlarını basıyor. Yarın çete içi kavga tırmanacak: Yargıçlar savcıları yargılayacak. MİT, istihbaratçıları sorgulayacak. Canavar’ın daha önceki kurbanları, kendilerine kıyanların sabaha karşı “Haksızlığa uğradık” feryadıyla kelepçelenişini, eşlerinin, çocuklarının direnişini, bu ibretlik “vardiya değişimi”ni, acı bakışlarla izliyor kenardan... “Eden, bulur. Adalet bir gün herkese lazım olur” diyorlar. HHH Ama bu kapışmanın getirileri de var: Tutuklanan polislerin, zirvedeki talanı belgelemiş olması... Hırsızlığı belgelenenler yüzsüzce ortada gezerken belgeleyenlerin hapse atılması... Dün haksızlık yapanların bir kısmının, bugün haksızlığa uğrayınca, neye alet olduğunu anlaması... Delillerin, teyplerin, rüşvetlerin, fezlekelerin, paraların son anda “sıfırlanması”na mani olması... “Büyük Hırsız”ın yargılanması için zemin hazırlaması... Bu kazanımlarla, bu şerden bir hayır doğabilir. Unutmayalım ki, romanda da kaybeden, Canavar değil, efendisi olur. “Frankenstein” macerası, Canavar’ın, yenik yaratıcısının başucunda ağlaması ve sisler içinde gözden kaybolmasıyla son bulur. Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Glafkos Klerides, BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim ve KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş 3 Mayıs Viyana görüşmelerinde. Talat: Eskiye dönüş mü? Yeniden başlayan görüşmelerle birlikte, 52 yıl aradan sonra ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden adaya giderken kalıcı, eşit ve adil bir çözüm ne kadar gerçekçi? Eski Cumhurbaşkanı Talat gelinen noktada Rumların artık başkaları tarafından hazırlanacak bir planı kabul etmeyeceği görüşünde: “Biz Hristofyas ile 31 mutabakat kâğıdı hazırladık. ‘Kıbrıslılar bir çözüm bulabilir. Yeter ki siyasi irade olsun’ anlamına gelir bu. Eroğlu cumhurbaşkanı olduktan sonra bir tane bile mutakabat kâğıdı hazırlanmadı. Ya politikalarda geriye dönüldü ya da bir başarısızlık söz konusu. Rum tarafının acil çözüme ihtiyacı yok. Onlar hem AB, hem BM üyesi. Çözüme en çok ihtiyacı olan biziz. Bu deklemi değiştirmek Kıbrıs Türk tarafının siyasi iradesine bağlı. Eroğlu’nun ise hiç böyle bir kaygısı yok.” 50 yıllık dost: Rauf Denktaş Tüm bu süreçte 50 yıllık dostunuzu sormak isterim size... Rauf Denktaş... Denktaş’ı 1950’li yıllardan itibaren tanıdım. Dr. Fazıl Küçük cemaatin lideriydi, Denktaş da onun yardımcılarından biriydi... Sık sık Ankara’ya gelir, DP hükümeti ile temaslarda bulunurlardı. Ben de sık sık Kıbrıs’a giderdim. Fazıl Küçük ölünce, Denktaş Türk cemaatine lider seçildi. Her gidişimde Denktaş beni alır, gezdirirdi. Baf’a giderdik. Elinde hep bir büyük çanta ve tabanca olurdu. Bir gün sordum. “Bu çantanın içinde ne var?” diye... Rumlar oradaki Türklerin arazilerini sürekli satın alıyorlar, Denktaş da bunu önlemek için orada bizimkilere para veriyor... Denktaş; Zürih ve Londra anlaşmalarıyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin süreceğine hiçbir zaman inanmadı. Rumların olası niyetlerini, planlarını biliyordu. Türk cemaati adına bu görüşleri BM Güvenlik Konseyi’nde açıklayınca Makarios tarafından Kıbrıs’a dönüşü yasaklandı. Ankara’daki sürgün yılları başladı. Denktaş, Cinnah Caddesi’nde 1. Basın Sitesi’ndeki evimin bulunduğu C Blok’ta bir üst katımıza taşındı. Sık sık görüşüyorduk. Bir gün benim eski vosvosumla gezerken bana dedi ki “Ben gizlice Kıbrıs’a girmeye karar verdim”. Bunun nasıl olacağını sorduğumda da planlarını anlattı, bir motora binip Türk tarafına gideceğini söyledi. Ben de “Beni de götür” dedim. Gazeteyle konuşayım, gazete motoru ayarlasın deyince “Çok iyi olur” dedi. Genel Yayın Yönetmeni Necati Zincirkıran’ın da çabasıyla her şey hazırlandı... 31 Ekim 1967 sabahı erken saatlerde evimin kapısı çaldı, açtım, Denktaş’ın adamlarından birisi bana bir zarf uzatıp gitti. Açtım, Rauf’tan bir mektup: “Kardeşim Cüneyt, seni götüremiyorum. Çünkü olabilecek tehlikelere senin de maruz kalmanı istemiyorum. Ben yokken çocuklarım ve karım sana emanet...” Biz evde bunu konuşurken, öğle saatlerinde ajanslara bir haber düştü: “Rumlar Rauf Denktaş’ı yakaladı.” Hükümet harekete geçti, görüşmeler yapıldı ve Makarios Rauf’u Türkiye’ye iade etti. 13 Nisan 1968’de adaya dönme izni çıkıncaya kadar sık sık Denktaş’la buluşup dertleştik. Daha sonra beraber Lefkoşa’ya gittik. Ertesi gün Yunan gazeteleri “İşte Denktaş’ın en yakın arkadaşı, Rum düşmanı Arcayürek” diye haberler verdiler. Davalar açtık, tazminat kazandık. Benim Rauf ile dostluğum öylesine yakın bir dostluktu... Rauf Denktaş, Kıbrıs Türkü’dür ama Türkiye’yi vazgeçilmez bir anavatan olarak kabul eder. Onu Türkiye’nin Sayın Başbakanı’nın da uğraşıyla düşürdüler, yerine Mehmet Ali Talat geldi. Talat ilk olarak ne söyledi: “Türkiye bizim komşumuzdur.” Yani Denktaş’ın milliyetçiliği ile ondan sonra gelenlerin arasındaki fark buydu. Denktaş, hiçbir görüşmesinde Rumlara bir ödün vermeye yanaşmamıştır. Denktaş, Kıbrıslı Türk, fakat Türk olduğunu asla inkâr etmemiştir. Türkiye’yi bir anavatan bilmiş ve öyle de ölmüştür... VEFAT Baromuzun 6241 sicil sayısında kayıtlı ‘Artık defter kapanmalı’ Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik ise 2004’te referandum sonrasında dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün “Bu defter kapandı” sözlerini anmsatıyor. O sözlere rağmen masaya yeniden dönülmesini eleştiriyor: “Artık bu son aşama olmalıdır. Çözümsüzlüğün çözüm olduğunu Rumlar referandumla kabul etmiştir. Türkiye’nin de AB sürecinde önü açılmadı. O zaman artık ‘yeter’ demek, bu defteri kapamak gerekir.” AVUKAT METE ERDEMİR 24.07.2014 tarihinde vefat etmiştir. Aziz Meslektaşımızın cenazesi 25.07.2014 Cuma günü (bugün), Şakirin Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip, Karacaahmet mezarlığına defnedilecektir. Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz. Müzakereler gizleniyor BİTTİ Eski Lefkoşa Büyükelçisi Ertuğrul Kumcuoğlu ise müzakere sürecinin halktan gizlenmesini eleştiriyor: “AKP hükümeti Kıbrıs meselesinde de, aynı Kürt sorununda olduğu gibi her şeyi gizli kapaklı yürütüyor. Öyleyse orada meşruiyet sorunu var demektir. Masadan kalkılsın demiyorum ama halkı en azından TBMM’yi bilgilendirmeleri lazım.” BİTTİ İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle