05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 HAZİRAN 2014 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER “B Balyoz Davası... alyoz” olarak bilinen davanın yapılan yargılaması sonucunda, “2003 yılında 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde gerçekleştirilen plan tatbikatı sırasında ortaya çıkan yasadışı yapılanmanın, hükümeti iktidardan uzaklaştırmaya yönelik suç oluşturduğu” kabul edilerek üç yüzün üzerinde general ve subayın mahkumiyetlerine karar verilmiştir. Yargıtay’a başvuru üzerine, iki yüz otuz yedi general ve subayın on üçyirmi yıl arasında aldıkları cezaları Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nce onanarak kesinleşmiştir. TCK’nin 35/1. maddesinde “Kişi, işlemeyi kast ettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” denilmektedir. Doğrudan doğruya icra niteliğinde bulunmayan hareketler, hazırlık hareketi kabul edilmiş ve cezalandırılmamıştır. Araçlar elverişli olmalıdır. Suçu tamamlamaya ve neticeyi meydana getirmeye uygun bulunmayan hareketlerin, suça teşebbüs olarak kabul edilmesi olanaklı değildir. Suçun tamamlanması anına kadar geçen süreç, düşünce aşaması, hazırlık hareketleri, icra hareketleri ve suçun meydana gelmesi olarak sıralanmaktadır. Ceza kanunlarında, düşünce aşaması ve hazırlık hareketleri cezalandırılmış değildir. Olay tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK’nin 147. maddesinde “TC icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men edenlere ve bunları teşvik edenlere” denilerek suçun maddi öğesi gösterilmiştir. Cebir kullanılarak hükümetin varlığına son verilmesine ya da görevini yapmasını engellemesine yönelik eylemler bu suçu oluşturmaktadır. Suç seçimlik iki hareketten biriyle işlenmektedir. Hükümetin ortadan kaldırılması veya görevinin engellenmesi, failin suçla elde etmek istediği amacıdır. Suçun Engelleyici bir durum olmamasına karşın, plan ve seminerlerden sonra 67 yıl geçtiği halde harekete geçilmemesi gönüllü vazgeçme olarak kabul edilmeliydi. Sonuç olarak, mahkumiyet hükümlerinin bozulması yerine, onanmasına karar verilmesini isabetli bulamıyoruz. OSMAN YAŞAR Yargıtay 4. Ceza Dairesi Onursal Başkanı oluştuğundan söz edilebilmesi için, elverişli hareketle icrasına başlanılmış bir fiilin varlığı zorunludur. Salt hazırlık hareketi niteliğindeki davranışlar bu suçu meydana getirmemektedir. Yüksek daire gerekçeli kararında “… maddi cebir olarak ortaya çıkacak hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç bakımından öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya bağlı, maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı sokağa çıkma diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır” (s. 54, 55) diyerek darbeye teşebbüsün icra hareketlerinin başladığını kabul etmiştir. Oysa darbe teşebbüsleri her zaman başarıya ulaşamaz. Geçmişte örnek olarak Albay Talat Aydemir tarafından yapılan iki girişime bakılabilir. Bu kalkışmalarda kimi askerler ve harbiye öğrencileri hükümeti devirmek amacıyla silahlı olarak sokağa çıkmışlar ve devletin bazı kurumlarını ele geçirmiş olmalarına karşın; önlenmişler ve kışlalarına geri sokularak etkisiz hale getirilmişlerdir. Böylesine somut örnekler varken Balyoz davasında “askerin sokağa çıkması ve tankların yürümesi halinde iş işten geçecek, artık darbe önlenemez hale gelecek” denilmek suretiyle doğrudan doğruya icra niteliğinde olmayan hazırlık hareketlerinin cezalandırılması kanımızca yerinde olmamıştır. TCK’de “önlenebilir” ya da “önlenemez” suçlar gibi bir ayrıma yer verilmemiştir. Hükümeti düşürmeye kalkışma eylemine ordunun bir bölümü katılmayabileceği gibi karşı da çıkabilir. Başka güçlerin ya da halkın engellemeleri de olanaklıdır. Bu nedenlerle yasal olmayan “önlenemez” gerekçesine dayanılarak cezalandırmayı hazırlık hareketlerine kadar götürülmesine katılmamız mümkün değildir. Amaç suç için plan yapmalar, failler arasında yapılan konuşmalar ve bunları yazıya dökmeler, seminerler, suça katılacakların listesini yapmalar, fişlemeler, istihbarat faaliyetleri vs. hazırlık hareketleridir. Salt bu hareketlerin yapılması sonucu bir darbenin gerçekleşme olanağı yoktur. Bu hareketler başka suçlar için elverişli olabilir. Örneğin; davalar açılmış olsaydı, “görevde yetkiyi kötüye kullanma”, “suçlar için anlaşma” gibi suçları oluşturması mümkündü. Ancak daha öteye geçilip sokağa çıkılmadıkça ve fiziki güç kullanmaya yönelmedikçe sözü edilen hareketlerle hükümetin düşürülmesi ihtimali yoktur. Hükümeti devirmek ya da düşürmek için bir güç kullanmaya ihtiyaç vardır. Bakanlar Kurulu üyelerinin zorla bir yerde tutulması, bir yere götürülmesi ya da çekilmek zorunda bırakılması icap eder. Ancak bu durumu sağlayacak elverişli hareketlerin yapılmasına ve adımların atılmasına başlanmasıyla kalkışma söz konusu olabilir. Bundan sonra tehlike ve neticenin gerçekleşme olasılığı ortaya çıkabilir. Geçmişe dönüp baktığımızda 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinde yönetime zorla el konulmuştur. 12 Mart muhtırasında hükümet çekilmek durumunda bırakılmıştır. Albay Talat Aydemir tarafından iki darbe girişimi ise başarıya ulaşamamıştır. Hepsinde de ortak husus Bakanlar Kurulu üyelerini ele geçirme, uzaklaştırma ve etkisizleştirmeye yönelik doğrudan hareketlerle, hükümetin düşürülmesi söz konusu olmuştur. Oysa ki kanıtlandığını kabul ettiğimiz takdirde, Balyoz darbe planı fiiliyata geçmemiş ve kâğıt üzerinde kalmıştır. Bu suçun öğesi olmamakla birlikte, muhtıra verilmediğinden, manevi cebirde de bulunulmuş değildir. Maddede öngörülen dolaylı değil, “doğrudan icra” şartı gerçekleşmemiştir. İcra hareketleri başlamış olsaydı, kuşkusuz bunu herkes görmüş ve duymuş olacaktı. Arzu etmemekle birlikte, tankların Başbakanlığa doğru yürütüldüğünü hep birlikte televizyonlarda izlemiş bulunacaktık. Davada ilginç olan, karacı subaylar yerine, ellerindeki araçlara göre bu hareketleri gerçekleştirme olanakları bulunmayan, denizci subayların genellikle mahkumiyetlerine karar verilmiş olunmasıdır. Yüksek daire onama kararında, elde olmayan engel nedenleri açıklamış da değildir. Teşebbüse geçilmişse nasıl ve hangi araçlar kullanılarak engelleme olmuştur. Kuşkusuz uygulama planını yapanlar, daha ileri gidilmedikçe, bunun darbeye kalkışma oluşturduğunu akıllarına dahi getirmemişlerdir. Kalkışma olduğunu düşünmüş olsalardı kuşkusuz eylemi o aşamada bırakmayacaklar ve elverişli hareketlerle gerçekten teşebbüse geçmiş olacaklardı. Bir an için icra hareketlerinin başladığı kabul edilse dahi TCK’nin 36. maddesinde öngörülen gönüllü vazgeçme hükümleri karşısında yine de sanıkların cezalandırılmaması gerekirdi. Anılan maddede “fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz” denilmektedir. Engelleyici bir durum olmamasına karşın, plan ve seminerlerden sonra 67 yıl geçtiği halde harekete geçilmemesi gönüllü vazgeçme olarak kabul edilmeliydi. Sonuç olarak, mahkumiyet hükümlerinin bozulması yerine, onanmasına karar verilmesini isabetli bulamıyoruz. ‘Ne Yer, Ne Yâr Kaldı...’ Türkiye’de “hukuk devleti” kalmadı: AKP iktidarı sürekli olarak kanun değiştiriyor... Örneğin maddelerinde yüzden fazla değişiklik yapılan ihale yasasının kaç kez değiştirildiğini artık kimse izleyemiyor... Polis müdürlerine “Emirlerimiz yasalara uygun değilse de uygulayın, gerekirse sonradan yasayı değiştirir, yaptığınızı kanuna uygun hale getiririz” deniliyor... Gerçekten de pek çok yasa, iktidarın işine geldiği gibi değiştiriliyor, insanların suçları suç olmaktan çıkarılıyor. HHH İşin ilginç yanı, Türkiye artık “kanun devleti” bile değil: İktidar istediği kanunu çıkarıyor, istediğini, istediği gibi değiştiriyor... Bununla yetinmiyor, yüksek yargı organlarını da gönlünce yeniden tanzim ediyor... Bununla da yetinmiyor, yüzlerce polisi, savcıyı, yargıcı görevden alıyor, tayin ediyor... Ama yine de yüksek yargı organlarının verdiği kararları bile uygulamıyor... Danıştay’ın iptal ettiği projeler, imar planları, ihaleler, pervasız bir biçimde devam ettiriliyor! HHH İnsanları haksız, hukuksuz olarak tutuklayan, mahkum eden mahkemeler kaldırılıyor... Davaların “kumpas” olduğu en yetkili ağızlardan itiraf ediliyor... Ama “Ergenekon(!)” gibi, “casusluk(!)” gibi davalar sürüyor... Balyoz’dan mahkum olanlar hapiste çile çekmeye devam ediyor. Bir davada asıl suçlu olanlar salıveriliyor... Davaya zorla dahil edilen, olaylarla ilgisi olmayan insanlar içerde yatmaya devam ediyor. Örnek: Hurşit Tolon... Örnek: Hanefi Avcı. HHH Bütün bu yapının en tepesinde Anayasa Mahkemesi var: İnsan haklarını, demokrasiyi, hukuk devletini, anayasayı korumak için! Mahkemeye 17 bin başvuru olmuş, bunların ancak 7 bini karara bağlanmış. HHH Ne demiş Hamid: Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı, Gönlüm dolu ahu zâr kaldı. Şimdi buradaydı, gitti elden, Gitti ebede gelip ezelden.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle