05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 HAZİRAN 2014 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Surabaya’da E genelev kavgası ndonezya’nın ikinci büyük şehri Surabaya’nın ilk kadın belediye başkanı 52 yaşındaki Tri Rismaharini Eylül 2010’dan bu yana görevini başarıyla sürdürüyor. İlk bakışta başörtüsü ve resmi kıyafeti geleneksel batik giysisiyle Endonezyalı bir ev hanımı izlenimi uyandırsa da yaptığı işler, başarıları ve başkanlık için aday olduğu Demokratik Mücadele Partisi politikacıları ile sık olarak yaşadığı anlaşmazlıklarla gündemi epeyce meşgul etmekte. 2013 yılının sonunda ancak 35 kişinin yer aldığı Endonezya yılın kahramanları listesine girmesi, yurtiçinde ve dışında, şehrine yaptığı hizmetlerle çeşitli ödüller alması, kendisini “halkın hizmetçisi” olarak tanımlayan Risma’nın ününe ün katıyor. Endonezya’da anne anlamına gelen ve saygı ifadesi olarak kadınların isminin önüne getirilen İbu sözcüğü ile kısaca İbu Risma diye anılan başkanın adaylığı ve seçilmesi de bir hayli tartışmalı olmuştu. Aslında mimar olan İbu Risma, “Başkan olmak gibi bir hayalim yoktu, dua da etmedim, ben planlamacıyım ve etraflıca plan yaparım” diyerek yenilik getirebileceği için adaylık teklifini kabul etmişti. Ancak maddi gücü yetmediğinden şaşaalı bir seçim kampanyası yürütemiyordu. Çeşitli gruplardan gelen yüklü miktardaki kampanya yardım tekliflerini partiyi kızdırsa da sürekli geri çeviriyordu, buna rağmen seçimi kazandı! Görevi üstlenir üstlenmez, kentte gözle görülür değişiklikler oldu. Kendisinden önce kaotik, kuru ve tozlu bir yerleşim yeri olan Surabaya, adeta, tatlı cadı sihirli değneğini dokundurmuşçasına kanalları pislikten temizlenmiş, iyi bakılan birçok park yapılmış, tertemiz, yemyeşil bir kent haline gelivermişti. İbu Risma süpürgesini alarak evinin önünü temizlemeyi, halka karışmayı da hiç ihmal etmiyordu. Geçen ekim ayında Asya Pasifik bölgesinde 800 şehrin önüne geçen Surabaya, elektronik tedarik sistemi ile veri merkezi ve dijital içerik dallarında “Geleceğin Hükümetleri Ödülü” ve “Uluslararası Socrates” ödüllerini hak etti. Ancak geçen şubat ayında Risma’nın istifa edeceği söylentileri gündeme bomba gibi düştü. Surabayalılar istifayı engellemek için başkanlık binasının önüne akın etti. İstifaya partisiyle ters düştüğü bir konu neden olmuştu ama sonunda vazgeçti. Gerekçe olarak da “Yunus Peygamberin hikâyesi hatırlatıldı bana, cemaatini terk edince Allah tarafından cezalandırılmıştı. Bana inananları yarı yolda bırakmak CAKARTA istemedim!” diye konuştu. İbu, bu kez de şehirdeki genelevleri kapatma kararıyla gündemi meşgul ediyor. Bu kararı, zaten GÜLSEREN şaibeli atamasından beri TOZKOPARAN aralarında kara kedi JORDAN dolaşan yardımcısıyla arasındaki tansiyonu iyice yükseltti. Gang Dolly olarak anılan genelev bölgesini tamamen kapatıp yerine yeni bir iş merkezi açılmasını planlayan Risma’nın bu kararı belediye başkanı yardımcısı Wisnu Sakti Buana’nın tepkisine yol açtı. 1970’ten beri, üç yüze yakın fuhuş yapılan ev ile Güneydoğu Asya’nın en büyük genelevleri arasında olan Surabaya Gang Dolly’nın ramazandan önce kapatılacağını öğrenen Bay Wisnu, bildik gerekçeleri öne sürüp uygulamanın halkı zor duruma sokacağını tekrarlıyordu. Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne göre bölgede binden fazla seks işçisi, bu işten para kazanan yüzlerce aracı çalışmaktadır. 400 kadar yerel satıcı da civardaki dükkânlarda genelev müşterilerinden gelir sağlamaktadır. Gang Dolly kapatıldığında buradaki hayat kadınları ve aracılarına 5 milyon Rupiah, yani bin TL civarında bir tazminat ödeneceği sözü de verilmiştir. Şehirde bir süre önce daha küçük çaptaki birkaç genelev kapatılmış, buradaki kadınlar ücretsiz düzenlenen aşçı, kuaför gibi meslek kurslarına alınmıştır. Böylesi bir sosyal düzenlemeye İbu, açık görünmektedir. Fakat buna karşın kapatma kararına karşı çıkanlar da vardır. Mesela, kocası 3 yıl önce trafik kazasında öldükten sonra bu işe başlayan, kazandığı parayla ailesinin yanındaki kızının eğitimi için gereken parayı karşılayan 27 yaşındaki Meme, müşteri başına 11 dolar aldığını ve gecede ortalama 10 müşterisi olduğunu, mesleğini değiştirmek istemesine karşın verilen tazminatın yetersiz olduğu gerekçesiyle itiraz etmektedir. Kendisi gibi birçok kadının aynı fikirde olduğunu anlatan Meme, günlük kazancın yarısının doğrudan aracıya gittiğini de söylüyor. İbu Risma “Yaptıkları işte aşağılanacak bir şey yok!” diyor, “Onlar yeni yürümeyi öğrenen bebek gibiler, ayakta durana kadar takipçileri olup destek vereceğiz!” diye ekliyor. Nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman olan Surabaya’da halkın kapatma için baskı yaptığı iddia edilirken Risma’nın kararı ülkenin en büyük Müslüman Kuruluşu Nahdlatual Ulema ve Endonezya Din Adamları Konseyi tarafından da destek görmekte. Başkan yardımcısının, 19 Haziran’da kapatılacağı söylenen Dolly nedeniyle büyük sosyal patlamalar yaşanır iddiası ne kadar doğru çıkacak, herkes şimdi bunu bekliyor. [email protected] İ Türk gibi önyargı kurbanı! Türk erkeği, örtülü Türk kadını kareleri gerçeklerle örtüşür hale gelmesini çizgi romanlarda yerini almış. Diğer sağlarken diğer taraftan kendileri bilgi kaynağı ise kültür ve tarih olmuş. de varlıkları ve yaşam biçimleri ile Gerard de Nerval’dan Pierre Loti’ye algılamaya yeni olumlu/olumsuz oryantalist ressamlar ve yazarların etkisi katkılar yaparlar. Türklerin Belçika’ya de azımsanamaz. Bizans ve İstanbul’un göçünün 50. yılı kapsamında Brüksel fethi, soğuk savaş sırasındaki siyasi Folklor ve Gelenekler Müzesi’nde 22 durum ve son olarak modern İstanbul, Mayıs’ta açılan ve 15 Ağustos’a kadar gezilebilecek olan “BelçikaFrankofon çizgi romanlarda yerlerini almışlar. Osmanlıya sığınıp beylerbeyi rütbesine çizgi romanında Türk algısı ve kadar yükselen ve Humbaracı Ahmed önyargıları” Comics alla Turka adlı Paşa adını alan Fransız Kont Claude sergide 20. Yüzyılda Batılının gözünde Alexandre de Bonneval’ın Türk imajının geçirdiği hayatı da başka bir esin değişimler Fransızca olarak kaynağı olmuş. yayınlanmış olan çizgi BRÜKSEL Ancak yeni çizgi romanlar romanlardan sayfalarla daha çok, tarihi belgeler, anlatılıyor. Organizatörler fotoğraflar ve gazeteleri “Klişelerin zamanla kaynak olarak almış. Hatta azaldığı ve yeni yayınlanan bazı çizgi romancıların çizgi romanlarda daha Türkiye’yi ziyaret ettiği karmaşık, daha az ERDİNÇ UTKU çizgilerine de yansımış. önyargılı, anlama ve Örneğin Hugo Pratt’ın empatiyle beslenmiş Corto Maltese; Van çizimlerin yer aldığını” Hamm ve Francq’ın Winch; belirtiyorlar ve bunda da “belki Dufaux ve Miralles’in Djinn; Younn Avrupa’da Türk varlığının etkisinin Locard’ın Derive orientale; Eugenio olabileceğini” ifade ediyorlar. Nittolo’nun Ticket 2 Way adlı çizgi Avrupalı çizgi romancılar için turistik roman albümlerinde bunu görmek geziler ve gezginlerin getirdikleri mümkün. Çizgi romanlarda ilk bakışta resimler ilk kaynakları oluşturmuş. minareler ve örtülü kadınlar vb. dikkat Boğaziçi, camiler, Kapalı Çarşı, çekiyor, ülkenin egzotik karakteri, paşalar, fes ve kocaman bıyıklı güçlü merak edilen bilinmeyen ve tehlikeli, bazen de düşmanca görülen ülkeye seyahat, mistik Doğu çizgi roman sayfalarına yansıtılmış. Gizemli bir ülkede geçen bir soğuk savaş casusluk öyküsü ilgi çekerken başka bir çizgi romanda Mevlevi semahı ile karşılaşabiliyorsunuz. Herge’nin çizdiği bir çizgili bulmacada ipucu verilerek “Türk gibi kuvvetli” deyiminin bulunması isteniyor... Sergide BelçikaFrankofon çizgi romanında Türk algısının gittikçe daha gerçekçi ve olumluya doğru gittiği izlenimi ediniyorsunuz. Bu güzel. Ancak AKP iktidarının özellikle son yıllarda daha net görünen baskıcı tutumu işimizi zorlaştırıyor. Gazetelerde veya akşam televizyon haberlerinde halkına TOMA’larla saldırılan bir ülke gören Belçikalıya “ne kadar demokratik ve modern bir ülke olduğumuz” konusunda 50 yıl daha dil döksek yetmez. Bundan eminim! Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün ülkesinin insanları diye Avrupa’da el üstünde tutulan Türklere Avrupalı’nın şimdi mesafeli davranmasını da gayet iyi anlıyorum açıkçası! [email protected] nsanlar çok az ve çoğu zaman da kulaktan dolma bilgilerle kafalarında bir öteki algısı oluşturuyorlar. Çok çabuk vurulan yafta, kısa sürede oluşturulan olumsuz algılama ve önyargıları olumluya çevirmek ise sanıldığından çok daha zor. 14. yüzyılın sonlarından itibaren Türklerle karşılaşan Avrupalı için Türk algısı Osmanlıyı ziyaret eden tek tük turist ve ülkede iş yapan az sayıdaki Avrupalının aktardığı tek taraflı bilgiyle şekillenmiş durumda. 16. yüzyılda yayılmacı Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı Avrupa ülkelerinde yarattığı korkuyla yerleşen olumsuz Türk algısının izlerini görmek hâlâ mümkün. Osmanlı’nın düşünce özgürlüğüne karşı tavrı nedeniyle Türklerin yazılı eserler üretememesi Batılıya tek yanlı bir bilgi akışı oluşmasına neden olmuş ve bilinmeyene, korkulana karşı önyargılar pekişmiş. Tarih boyunca Avrupalının toplumsal belleğine kazınmış belki bir kısmı doğru, genellikle olumsuz Türk algısını Avrupa’da yaşayan Türkler omuzlarında taşımak ve çoğu zaman değiştirmek için mücadele etmek zorunda kalırlar. Son 50 yıldır Avrupa’da Türklerin algılandığı gibi negatif olmadığını anlatmaya çalışan Türkler, bir taraftan algılamanın Say ile konser salonlarına T D anlayan belediye uzun yıllar sonra bu ile kolay, elli yıl geçmiş! Geçen VİYANA merkezleri kapattı. Milyonlarca para haftalarda Türkiye’den işçi harcamalarına rağmen Viyana kentinde göçünün 50. yılına ait Avusturya uyum konusunda bir arpa boyu yol basınında makaleler yayınlandı. alamazken sanatçımız Fazıl Say Türk Makalelerin çoğunu Avusturya’ya düşmanlığına karşı ve uyum için ciddi gelen ilk kuşaktan hayatta kalanlarla katkılar sağladı. Tren istasyonlarına, yapılmış söyleşiler oluşturmaktaydı. oradan da zemin ve bodrum katlardaki Konuyla ilgili bir de fotoğraf sergisinin KADİM ÜLKER dernek, cami ve kahvehanelere sığınan açılışı yapıldı. Sergide işçi göçünün insanların ülkesinden gelen Say, klasik 50. yılı anısına 50 fotoğraf seçilmişti. müziğin başkentlerinden birisi olarak kabul Bunlar arasında 50 yıl içerisinde hangi çalışma edeceğimiz Viyana’da en güzel sanat merkezlerinde belgeleriyle, nerelerde çalışıldığının yanı sıra şu konserler veriyor. Konser biletleri aylar öncesinden anda siyasette görev alanların toplu bir fotoğrafı bitmiş oluyor. Say’ın konserlerini bilet bulabildiğim göze çarpmaktaydı. Spor, edebiyat, müzik ve sanat ölçüde izlemeye çalışıyorum. Sadece dünyaca alanlarındaki başarılı isimler, ilaç olması namına ünlü sanatçıların sahne alabildiği Viyana’nın sanat bile yer bulmamıştı... Kimse tarafından pek de fark merkezleri olan Konzerthaus, Volkstheater ve Opera edilmeyen 50. yıl etkinliğinin basına ve sergiye yansıyan çehresi iş, ev, ticaret, siyaset ve bir de ana tren istasyonlarıydı. Sergiye konu olan tren istasyonları benim de uğrak yerim oldu. Göçün 50 yılının 30’unu Avusturya’da bir yetişkin olarak yaşadım. Arta kalan süreyi ise babasını gurbete kaptırmış bir çocuk ve genç olarak yaşadım. Avusturya’da yaşadığım babamlı yıllarda babamı ne zaman evine gidip de bulamasam, ana tren istasyonuna uğrar, elimle koymuş gibi bulurdum onu. Tren istasyonu iletişim merkeziydi. Gelenler karşılanır, gidenler uğurlanır, orada kalanlarla sohbetler edilirdi. Gazete, televizyon gibi basın araçları olmadığından Türkiye’den gelmiş kişilerden haberler alırlardı. Kaldıkları işçi haymları pek ev sayılmayacağından, daha aydınlık, sıcak ve temiz olan tren istasyonuna giderlerdi. Alışverişler yapılırdı. Çocuklarına Avusturya Şilini değil de Türk parası göndermek isteyenler paralarını orada bozdururlar, onu pek de iyi tanımadıkları gibi yerlerde sanatseverlere Anadolu topraklarında Türkiye yolcularına çocuklarına iletmesi boy vermiş, buram buram biz kokan Pir Sultan için verirlerdi. Güven duyarlardı birbirlerine. Abdal, Nâzım Hikmet, Can Yücel, Cemal Süreya Hükümet eliyle yapılan ayrışmalar, ayrıştırmalar, ve Metin Altıok gibi ozan ve şairlerimizin eserlerini ötekileştirmeler ve düşmanlıklar yoktu o zamanlar. sunuyor, tabii ki bir de köylüm ve büyüğümüz Âşık O günlerden bu yana çok değişiklik oldu, ilk Veysel’i... “Kara Toprak” türküsünü piyano kuşak işçilerin buluşma yeri Südbahnhof isimli eşliğinde sunarken gözyaşlarına boğuluyorum. tren garı yıkıldı, yerine daha büyüğü yapılıyor. Konserdeki bakanlardan müzik eleştirmenlerine, Diğeri Westbahnof’un içi ise alışveriş merkezi sendika başkanı ve sanatçılara kadar Viyana’nın oldu. Zaten o ilk kuşak Türk işçilerinin çoğu önde gelen şahsiyetlerinin bana imrendiklerini emekli olup Türkiye’ye göçtüler, oradan da öbür düşünürüm. Bir de Say’ın konserlerinde Âşık dünyaya göç ettiklerinin acılı haberleri geliyor. Veysel’in Kara Toprak eseri veya diğer eserler ne Son aktif yıllarında danışmanlık yaparak onları tanıma olanağım oldu, iyi ve güzel insanlardı. Sonra kadar fazla Avusturyalı tarafından dinlenirse ve ne kadar çok Türk ve Avusturyalı birlikte konser dernekler, camiler, lokantalar ve kahvehaneler salonlarını doldururlarsa, yabancı düşmanlığıyla açıldı. Kendilerini buralara ait hissedenler, göstermelik değil ciddi mücadele edilmiş demektir. oraların müdavimi oldu, hissetmeyenler ise Say’ın Volkstheater’deki Gezi Direnişi birinci yılı evlerinde kaldı. Uyum sorunu ve tartışmaları konserinin sonunda Gezi’yi Viyana’ya taşıyan eseri başladı. Yabancı, özellikle Türk düşmanlığı bütün seslendirip bittiğinde sanatçımızın dakikalarca haşmetiyle kendisini hissettirmeye başladı. Buna ayakta alkışlanırken Viyana sanat merkezlerinde bir karşı her dernek kendi taraftarı sanatçıları, her ilk olan “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı cami ise kendi hocalarını davet etmeye başladı. atıldığında tren istasyonlarında bulduğum babamı Avusturyalıya açılamadılar. Uyum tartışması ve düşündüm: Buralarda otuz yıl yaşadı da bu binayı yabancı düşmanlığı günden güne arttı. Viyana’da içerden bir defa olsun göremedi. göçmenlerin yaşadığı mahallelerde “uyum danışma merkezleri” kuruldu. Her eve bir danışma [email protected] merkezi kurulsa bile uyum sağlanamayacağını Tren istasyonlarından İsveç’te ulusalcılık ve yabancı düşmanlığı ürkiye’den konuk gelen yakınını villa bölgelerinde gezdirirken arkadaşımın artık kanıksadığı bir ayrıntı konuğun dikkatini çekti. Villaların bahçesindeki bayrak direklerinin ucunda sallanan mavi üzerine sarı haçlı İsveç bayraklarına bakarak, “Bugün, bunların bayramı mı?” diye sordu. Hayır, o gün bayram değildi. Ya da “İsveçliler için her gün bayram” demek daha doğru olurdu. İnsanın akıl erdiremediği bir bayrak tutkusu var İsveçlilerde. Meydanlarda, evlerin balkonlarında, villaların bahçelerinde, spor karşılaşmalarında İsveç bayrağı dalgalandırmaktan mutlu oluyorlar. Bayraklarıyla ve “İsveçli” olmaktan gurur duyuyorlar. “Ulusalcı” görünmekten çekinmek gibi bir takıntıları yok. Sadece bayramlarda ve resmi törenlerde değil nişan, düğün gibi özel günlerinde de evlerine bayrak asıyorlar. Okulların mezuniyet törenlerinden sonra kamyonlara doluşarak kent içinde tur atan gençler, keplerinde ve giysilerinde küçük İsveç bayrakları taşıyorlar. İsveç, meşruti monarşiyle yönetilmesine karşın, demokratik gelişmişlik açısından dünyanın ilkleri arasında yer alıyor. Ekonomik gelişmişlikte ise yedinci sırada. 450 bin kilometrekare toprağa sahip ülkede, 9 milyon 200 bin kişi yaşıyor. 1 Ocak 1995 tarihinde AB’ye üye olan İsveç, Avro yerine kendi para birimi Kron’u kullanıyor. 6 Haziran, İsveç’i, Danimarka’nın işgalinden kurtarıp bağımsızlığa kavuşturan Gustav Vasa’nın 1523’te kral olarak tahta geçtiği gündür. O yüzden, 6 Haziran, İsveç’te her yıl “Ulusal Gün ve Bayrak Günü” olarak kutlanıyor. Her yıl 6 Haziran’da, belediyelerce düzenlenen törenlerle, 211 etnik kökenden ortalama 30 bin kişiye İsveç yurttaşlığına geçtiklerini gösteren “yurttaşlık belgesi” veriliyor. “Yurttaşlık andı”nın bulunmadığı ülkede “yeni” İsveçliler, yurttaşlıklarını hep birlikte “İsveç Ulusal Marşı”nı seslendirerek selamlıyorlar. Vasa’nın ulusal lider olarak benimsenmesine karşın İsveç ırkçıları, XII. Karl’ı (Demirbaş Şarl) lider olarak kabul ediMALMÖ yorlar. Son yıllarda İsveç’te ırkçılığın artmasıyla birlikte, Türkler, yabancı düşmanlığının hedefindeki topluluklar arasında yer alıyor. İsveç’te sayıca az olmalarına ve uyumlu bir yaşam sürdürmelerine ALİ HAYDAR karşın Türk düşmanlığının tarihNERGİS sel bir geçmişi var. Düşmanlığın kökleri ta Osmanlı’ya, Demirbaş Şarl’a dek uzanıyor. O döneme uyarlanan bir söylenceye göre, Demirbaş Şarl, 5 yıl süreyle sığınmacı olarak kaldığı İstanbul’dan ülkesine döndükten sonra Osmanlı’ya borçlarını varillere doldurulmuş tuzlanmış insan cesetleri göndererek ödedi... İnternet ortamında dolaşan Türk karşıtı İsveç videolarını izleyenlerin sayısı yüz binleri buluyor. “Dağ Türk”, “Orman Türk”, “Kuş Türk”, “Gitar Türk” adlı videolarda, Türkler, İsveççeyi kötü bir aksanla konuşan; eşini, çocuklarını döven; kaba, agresif, küfreden, tehdit savuran kişiler olarak tanıtılıyor. Osmanlı’nın, 5 yıl süreyle yağla, balla beslediği Demirbaş Şarl’ın, Türklerden “köpek Türkler” şeklinde söz ettiğini ve köpeğine “Türk” adını verdiğini de hatırlatmış olalım. “Turk, burk” (meşrubat kutusu), “Kavanozdaki Türk kötü kokar”, “Türk banyosu” (yıkanmadan sadece parfüm sürmek), “Türk tomarı” (vergisi ödenmemiş binlik ruloları) ve “Hobi Türk” (yabancılara benzer ilkel davranışları olan İsveçli) şeklindeki sözler, İsveç diline deyim olarak yerleşmiş durumda... 2010 yılında, “Şoför Türk” adlı, Türkleri aşağılayıcı bir video “yılın şovu” ödülünü aldı... “Yumuşak diken” sözü sanki İsveçliler için söylenmiştir. İsveçliler, soğuk ve durağan bir yapıya sahip olmalarına karşın, bürokratik ilişkilerinde sürekli yüze gülen insanlardır. Sakın bu hallerine aldanmayın... Sizinle anlaşıyor, uzlaşıyor gibi görünür, sonunda kendi istediklerini yaparlar. Politik kurnazlıkta Fransızları, “İngiliz siyaseti”ni aratmazlar. Sizi, sulu dereye götürür, susuz getirirler... Fırsat buldukça, demokratik ülkelerle yan yana görünmek için İsveç’e koşan, İsveç Kralı’ndan ve iktidardaki sağcı parti yönetiminden destek almaya çalışan Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’ın bu gerçeklerden ne kadar haberleri var, bilemem... [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle