08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 MAYIS 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Sanayi Toplumu Olmak Varken T ürkiye’nin sanayileşme yolunda treni ya da otobüsü kaçırmış olduğu bilinen bir gerçektir. Bu duruma yol açanlardan biri, hiç kuşkusuz; montajcılıkla gerçek sanayiyi aynı şey sanan, daha doğrusu böylesi işine gelen ve de “benim köylüm” sözünü dilinden düşürmeyen Süleyman Demirel’dir. Bu yanlışlıkta elbette onun öncesinde ve sonrasında, ama onunla aynı yolda yürüyenlerin de payı yadsınamaz. Aslında sanayi toplumu olmaktan kaçınan bu muhteremler ülkede tarımı da geriletti, hatta bitirdiler denilebilir. Oysa montajcılık yerine yapılması gereken, verimli toprakları olan bu ülkede tarıma ve tarıma dayalı bir sanayi atılımına önem vermekti. Ama bu durum birilerinin kısa zamanda elde edeceği rant ile popülist politikacının önünü keseceği için bundan kaçındılar… Böylece bu ülkenin, sanayileşmekte olduğu gibi, pek çok anlamda treni/otobüsü kaçırmış olması şiirlere bile yansımıştır: “Sen ne tarih ne coğrafya ne şu ne busun / Oğlum Mernuş/ Sen otobüsü kaçırmış bir milletin GÖRÜŞ HİKMET ALTINKAYNAK Bizde sanayileşme olduğu kadarıyla üç beş kente yığıldı. Bu alandaki yatırımlar ise oralara taşınan ucuz işgücünü, olabilen en kaba yöntemlerle sömürü aracına dönüştürdü. Bu olgunun ayrımına varan ve gözünü açanın önüne ise din afyon olarak sürüldü. Zaten, “Biz dindar bir gençlik yetiştireceğiz” diyen politikacının amacı başka ne olabilirdi ki? Hüseyin Atabaş / Şair, yazar çocuğusun.” (Bedri Rahmi Eyüboğlu) Anımsatmak istemiyordum, ama ben söylemesem de bu bilimsel bir gerçektir; biz hemen tüm kesimleriyle köylü bir toplumuz. Toplum bilimde ise köylülüğün ya da taşralılığın tanımı şöyledir: “Kendi çıkarlarını toplum çıkarlarının önünde tutma, gerçek düşüncesini saklayıp karşısındakilere ikiyüzlü davranma, benmerkezci davranışlarla başkasına alan bırakmama…” Böyle bir topluma sahip olan her ülke kuşkusuz sanayileşemez, ancak böyle köylü bir toplumu oy potansiyeli olarak politikacılar ellerinin altında bulundururlar. Bunun böyle olduğunu da son yerel seçimler gösterdi. HHH Öte yandan, bizde sanayileşme olduğu kadarıyla da üç beş kente yığıldı. Bu alandaki yatırımlar ise oralara taşınan ucuz işgücünü, olabilen en kaba yöntemlerle sömürü aracına dönüştürdü. Bu olgunun ayrımına varan ve gözünü açanın önüne ise din afyon olarak sürüldü. Zaten, “Biz dindar bir gençlik yetiştireceğiz” diyen politikacının amacı başka ne olabilirdi ki? Böylece yolunu, yönünü bilemez insan yığınları oluşturuldu, oluşturuluyor. Hani Seneca der ya; “Din sıradan insanlar için gerçek, aydınlar için yalan, iktidarlar içinse kullanışlıdır.” İşte dinin bu anlamda kullanılma kolaylığının seçilmesi bu ülkenin geri kalmasının en önemli nedenidir. Bu durumun da en yeni göstergelerinden birkaçı; İstanbul’a ikinci bir boğaz açılması, üçüncü bir boğaz köprüsü ve de havaalanı yapma girişimleridir. Oysa bir deprem bölgesi de olan İstanbul çok yıllardır taşıyabileceğinin üstündeki yükü olabildiğince aldı. Bu nedenle oraya daha fazla yatırım yapmak, en hafif değerlendirmeyle gerçeklikleri bilmemektir. Oysa bizi kurtaracak olan, bilimsel eğitime yönelmek ve üretimin ne anlama geldiğinin bilincinde olan bir gençlik yetiştirmekti. Böylece sanayileşmeyi, dolayısıyla sanayi toplumu insanını oluşturmaktı. Bu bağlamda da bölge olanaklarını devreye sokmak önemlidir. Çağrıldığım üniversitelerde yıllardan beri söylüyorum: Çevresi ile ilişki kurmayan bir eğitim kurumu üniversite olamaz. HHH Köy Enstitülerinin örgütleyicisi İsmail Hakkı Tonguç, 1954’te şöyle diyordu: “Köylü eğitilmeden, işçiye iş verilmeden, herkesin toprağı olmadan demokrasi gelmez.” Bu gö rüşle eğitim veren Köy Enstitülerinin yeniden kurulması bugün olanaklı olmayabilir, ama üretime dönük bir eğitim modeli olarak bu deneyden yararlanmak olanaklıdır; yeter ki, iyi niyet sahibi olunsun. Evet şakası yok, toplumsal gelişme, bireyliğinin ayrımında olabilecek sanayi toplumu insanı ile olur ve bu da böyle bir eğitim dizgesini uygulamakla olanaklıdır. Yoksa, örneğin Tunceli’ye üniversite açıp da genç insanların fiyaka yapması için(!) bile, önünde fotoğraf çektirecekleri bir üniversite binalarının bulunmaması, hele de heladan bozma odalarda oturtulan öğretim üyeleri ile eğitim olmaz, bu olsa olsa insanı yozlaştırmak olur. İki yüzyıl öncesine kadar gelen ve tarihin tümüne egemen olan geleneksel devletleri sanayi toplumları dünya üzerinden tümüyle silmiştir. Sanırım doğru düzgün bir eğitim dizgesi uygulayarak, adam gibi adam yetiştirmekten ve dolayısıyla sanayi toplumundan tüm bu nedenlerle korkulmaktadır. Sanayileşmemizin önündeki bu engelleri kim ne zaman görecek, doğrusu merak ediyorum. CHP İçin Bir Model… Yerel seçimler bitti, eleştiriler bitmedi. CHP’de Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun MYK, PM, milletvekilleri, il başkanlarıyla yaptığı değerlendirme toplantıları sona ermiş görünüyor. İl ve ilçe başkanlıklarının kendi yönetim kurulları ve üyeleriyle yaptığı değerlendirmelerse, sürüyor. Kavgalara, çatışmalara yol açmadığı, kırıcı olmadığı sürece bu toplantıların yapılması ve özgürce eleştiriler kuşkusuz ki gerekli ve yararlıdır. Çünkü ortada bir seçim var ve sonucunu tüm yönleriyle değerlendirmek gerekir ki, ileride daha olumlu sonuçlar elde edilebilsin. Yapılan yanlışlar tekrarlanmasın. Başarılı olanlar saptansın, ödüllendirilsin ki, parti daha başarılı olsun. Ben bugün herkesin başarılı sayabileceği bir modeli irdelemeye çalışacağım. Yerel seçimler öncesinde başarılı olmak için bir grup diyordu ki, adaylar önseçimle belirlensin. Bu da en az bir yıl önce yapılsın. Bu bizi başarıya taşır... Olabilir miydi? Olabilirdi. Zaten bu yol birçok il ve ilçede benimsendi, uygulandı. Ama bir yer var ki, model olabilecek özellik taşıyor. Önseçim uygulanan Niğde’nin Bor İlçesi Kemerhisar Beldesi Belediye Başkanlığı seçimi... Kemerhisar Belediye Başkanlığı adaylığı için, seçimlerden çok önce, üyelerden yoğun bir önseçim isteği gelince, aday adayları da örgüt de bu yolu benimsedi, uyguladı. 27 Ekim 2012 Cumartesi günü, yasaya, formalitelere uygun olarak CHP üyesi ya da CHP’ye oy verebileceklerden oluşturulan 3 bin dolayında bir seçmen listesi hazırlandı, askıya çıktı. Aday adayı başvuruları alındı. Beş kişi katıldı. Ali Kaf, Avni Kuzucu, Beytullah Kirazcı, Cahit Özmen, H. Hüseyin Kum yarıştı. Altı mahalleye kurulan altı sandıkta kullanılan oyların 901’ini alan Beytullah Kirazcı, CHP’nin Kemerhisar Belediye Başkan Adayı olarak belirlendi. Seçimlere tam 17 ay vardı. Beytullah Kirazcı “Alternatif Belediye” sloganıyla yola çıktı. 3 Kasım 2012’de adına bir Facebook hesabı açtı. Projelerini, yaptığı çalışmaları, önce buradan duyurmaya başladı. Oluşturduğu ekiple de kapı kapı gezdi, kendini, projelerini anlattı. Sonunda kural gereği Beytullah Kirazcı, yerel seçimlerde CHP’den aday gösterildi ve seçim sürecinde ekibiyle, gönüllülerle yoğun bir seçim çalışması da yürüttü. Meclis üyeleri önseçimi de 22 Eylül 2013’te yapıldı. Hedefi, “50 yıldır yapılmayan işleri 5 yılda yapacağız”dı. Seçmenden oy istedi. Kılıçdaroğlu da Niğde’ye gidişlerinin birinde Kemerhisar’a uğradı, konuşma yaptı. O zaman Kirazcı, henüz aday adayı bile değildi. Ve Kirazcı, 30 Mart’ta aldığı 2.025 oyla belediye başkanı seçildi. Karşısındaki rakibi 5 yıldır başkanlık yapan AKP adayı İbrahim Ünal ise 1.388 oyda kaldı. Oysa bir önceki seçimde AKP 1.896 oy almış, CHP ise 1.743 oyda kalmıştı. Bir başka anlatımla 2009 seçimlerine göre AKP, 637 oy kaybetmiş, CHP ise, yine 2009’a göre, 382 oy kazanmıştı. Demek CHP, AKP’den de oy aldı. Özetle başkanlığı CHP’de olmayan belediyeler için en az bir yıl önceden önseçim yapılarak belediye başkan adayı belirlenirse ve aday iyi çalışılırsa, Kemerhisar’daki gibi sonuç alınır. CHP için bu bir model olabilir mi? Telefonda konuştuğum il başkanı Ünal Baykan ve Beytullah Kirazcı demokratik işleyişten son derece memnun. Doğallıkla model, çok küçük bir birim. Bunu il ve ilçe çapında yapmak zor olabilir. Orasını bilemem. Ama yönetimi başka partilerde olan belediyelerde başkan adayını, belediye meclisini çok önceden belirlemek, sağlıklı bir yol bence. Bu unutulmasın. Yeter ki güçbirliği içinde, sevgiyle çalışılabilsin... Buna Türkiye’nin ihtiyacı var... O NeoMuaviye’ler Bugün sürdürülmekte olan NeoMuaviye söylemleri, yönetim anlayışı ile ülkemiz ortaçağ karanlığına doğru çekiliyor. Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, saydamlık, yolsuzluk ve rüşvet alanlarında tipik bir “üçüncü dünya” ülkesi konumuna geldik. İrfan O. Hatipoğlu da komutanlık/önderlik yaptılar. Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuşlardır. Muaviye, “Müellefi Kulub” olarak tanımlanan zorla Müslüman olanlardandır. Becerileri, faydacı yaklaşımları sonunda İslam topluluğu içinde öne çıktı. Önce Peygamber’in “Vahiy Kâtibi”, sonra Şam valisi oldu. Kabilesinden olan Halife Osman’ın suikast sonucu öldürülmesini iktidarı ele geçirme aracı olarak gördü. Halife olarak seçilen Ali’yi tanımadı, Osman’ın katillerini bulmak adına iç savaş başlattı. İktidar kavgası, Ali ve çocuklarının öldürülmesi ile son buldu. Muaviye’nin Halife Osman’ın ölmesinden sonra iktidar alternatifi olması ve iktidarı ele geçirmesi Mekkeli oligarkların/aristokratların temsilcisi olmasıdır. İslamın yayılması, yeni bölgelerin ele geçirilmesi ile oluşan zenginliği kontrol etmek isteyenler tarafından desteklendi. Yönetim anlayışının temelini “Paranın iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kılıca gerek görülmez” oluşturmuştur. Kamu kaynakları ile yandaş zenginler yarattı. İktidarını sürdürmek için her türlü hile, entrika, baskı, tehdit ve yıldırma girişimini meşru gördü. Muaviye’nin başlattığı/kazandığı iktidar mücadelesinin ayırıcı noktası ise İslam toplumu içinde yarattığı kırılmadır. Ehli beytin öldürülmesi, karşıtlarına Ali taraftarları, hariciler karşı geliştirdiği öfke/ nefret söylemleri İslamda yaşanan ayrışmayı günümüze taşınmasına sağladı. Kerbela’da sonlandığı düşünülen savaş, Ortadoğu’da iktidar kavgalarının, bölünmüşlüğün kaynağını oluşturmaya devam ediyor. Muaviye’nin 1400 yıl önceki iktidar anlayışı neoMuaviye’ler tarafından ülkemizde yerleştirilmeye çalışılıyor. NeoMuaviye’ler iktidarını sürdürmek için Cumhuriyetin getirdiği tüm değerleri, geliştirdiği ulusal politikaları yok etmektedirler. Ülkenin zenginlikleri yağmacı/talancı anlayışla ele alınmakta, değerinin çok altında yandaşlara peşkeş çekilmektedir. Rüşvet, yolsuzluk kurumsallaşmış, bağımlı/yandaş zenginler yaratılmıştır. Gezi Parkı olayı, ardından gelen ve bütün ülkeye yayılan gösteri yürüyüşleri bastırıldı, görsel ve yazılı basın baskı altına alındı. Elektronik iletişim yolları kapatılıp daraltıldı. Sendikalar, dernekler, sivil toplum örgütleri vb. iktidarı eleştirenlerin bu davranışlarının hesabı sorulacak denerek sindirilmeye çalışılıyor. Kamu önderleri/akil adamlar, iş çevreleri “bitaraf olan bertaraf olur” denilerek tehdit ediliyor. Çıkartılan MİT Yasası ile ülke “Abdülhamit istibdadı” içine sürüklenmeye çalışılıyor. En tehlikelisi olan, Muaviye’nin İslamda yarattığı ayrıştırıcılığı “53 Sünni kardeşimiz öldü”, “Ali’siz Alevilik ateistliktir”, “Cemevi cümbüş evi” diyerek ülke gündemine taşımakta sakınca görmüyor. Öfke, kinini ve nefret söylemlerini medya (yazılı, görsel) aracılığı ile kamuya sunmaktan geri kalmıyor. Bugün sürdürülmekte olan neoMuaviye söylemleri, yönetim anlayışı ile ülkemiz ortaçağ karanlığına doğru çekiliyor. Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, saydamlık, yolsuzluk ve rüşvet alanlarında tipik bir “üçüncü dünya” ülkesi konumuna geldik. Kötü gidişin önlenmesi, neoMuaviye’lerden ve ardıllarından kurtulmanın yolunun Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkmaktan geçtiğini bilmeliyiz. Sahip çıkamazsak neoMuaviyecilik kök salacaktır. rtadoğu ve İslam tarihi inananlar arasında süren din/ mezhep savaşları ile iktidar adına entrika, yağma, ötekileştirme öyküleri ile doludur. Bugün İslamı inananların arasındaki yarılma, Ortadoğu’da yaşanan bölünmüşlüğün, bölgesel savaşların kaynağını oluşturmaya devam etmektedir. Bölge barışı, birlikte yaşama olumsuz etkileniyor. Günümüze ulaşan mezhepsel ayrışmanın, bölünmüşlüğün, derinleşerek devam eden nefret söylemlerinin sorumlusu Muaviye’dir. Muaviye’nin 1400 yıl önce iktidarı ele geçirmek/sürdürmek için oluşturduğu para, kumpas, tehdit, propaganda ve siyasi suikast odaklı iktidar anlayışı Ortadoğu’da liderlerin ortak paydasıdır. Suriye’de, Irak’ta süren iç savaşın, sağlanamayan kalıcı barışın sorumlusu bölgedeki neoMuaviye’lerin varlığıdır. Ülkemizde de İslam lideri olmayı düşleyen neoMuaviye’ler, hiçbir ölçüt tanımadan Muaviye yönetim anlayışını benimseyerek sürecin parçası olmaya çalışıyorlar. Muaviye, Emevi Devleti’nin kurucusu, tipik bir Mekke aristokratıdır. Babası Ebu Süfyan, Mekke zenginlerinin ve tüccarlarının önderi, Mekke’nin önde gelen kabilelerinden Umeyyeoğulları’nın reisiydi. Annesi, İslamiyete en fazla direnen, mücadeleci ve inatçı Hind’dir. Muaviye’nin ailesi, İslamın ilk yıllarında Peygamber’e direndi, yapılan kutsal savaşlar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle