08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 MAYIS 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Rekortmen ‘Koç’lar G ezi Parkı eylemleri sırasında polisin gazlı müdahalesinden kaçanlara Divan Oteli’nin kapılarını açtığı için Başbakan Erdoğan’dan sert tepki gören Koç Grubu’nun mensupları vergi rekortmeni oldu. Ekonomi Servisi Maliye Bakanlığı, 2013 vergilendirme dönemi yıllık gelir vergisi beyanları sonucunda Türkiye genelinde en çok vergi beyan eden mükelleflerini açıkladı. Gezi olayları sırasında Divan Oteli’ni yaralılara ve gazdan kaçanlara açan Koç ailesinin mensupları hükümetin ardı ardına başta TÜPRAŞ, Opet ve Aygaz şirketlerine yaptığı baskınlara rağmen vergi ödemede listenin ilk sırasında yer aldılar. Türkiye’nin vergi rekortmenleri listesinde ilk 6 isim Koç ailesinden oluştu. Rahmi Koç’un birinci, Semahat Sevim Arsel’in ikinci, Suna Kıraç’ın üçüncü sırada yer aldığı listede TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz 59. sırada yer aldı. Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB), 2013 vergilendirme dönemi yıllık gelir vergisi beyanları sonucunda Türkiye genelinde en çok vergi beyan eden mükellefleri açıkladı. Listede şunlar dikkat çekti: 4 Türkiye genelinde 2013 vergilendirme dönemi yıllık gelir vergisi beyanlarına ilişkin olarak 2014’ün mart ayında 1 milyon 860 bin 818 mükellef tarafından yıllık gelir vergisi beyannamesi, 1 milyon 232 bin 67 mükellef tarafından da gayrimenkul Ali Koç 2013 vergi rekortmenleri listesinin başında Rahmi Koç var. İlk 6 sırada Koç ailesi üyeleri yer aldı Uyumsuzluk! Geçen hafta başında ülkemizi ziyaret etmekte olan Almanya Cumhurbaşkanı, gençlerle bir araya gelmek istiyor. Bunun için diğer çoğu yabancı konuklar gibi, ODTÜ’yü seçiyor. Cumhurbaşkanı ODTÜ konuşmasında da, özetle, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığından uzaklaşma eğilimlerinin; özellikle de fikir ve basın özgürlüğünün kısıtlanması doğrultusundaki gelişmelerin kendisini korkuttuğunu vurguluyor. Vay, sen misin bunu diyen. Ertesi gün Meclis Grubu konuşmasında ev sahibi konumunda olan Başbakan, konuşmanın içeriğini hiçe sayarak Alman Cumhurbaşkanı’na verip veriştiriyor ve “Üzüntü veren ne biliyor musunuz, ODTÜ’de ona ev sahipliği yapanların gerçekleri söylememeleri” diyor. Başbakan’ın konuşmasında yer verdiği Almanya’da “Ali’siz Alevilik var; öldürülen vatandaşımın hesabını veremeyenler bize akıl vermesinler, kendisini hâlâ rahip zannediyor” gibi sözleri de konuşmasını olağanüstü derinleştiriyor. Görülüyor ki, Türkiye Başbakanı ile Almanya Cumhurbaşkanı arasında çok derin ve bağdaştırılamaz bir zihinsel uyumsuzluk sorunu var! HHH Geçen yıl için yapılan değerlendirmelerde bir kez daha dünyanın en iyi ilk 60 üniversitesinden biri olan ODTÜ’de Almanya Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını, Başbakan’ın garip garip şeyler söylemiş diye nitelendirmesi bu büyük uyumsuzluğun yalnızca bir kısmıdır. Almanya Cumhurbaşkanı’na gerçekleri söylemesi gerekenler ODTÜ’lüler değil, örneğin, Deniz Feneri yargılaması konusunda Başbakan ve “Türkiye’de basın, özgürlüğün en fazla olduğu ülkelerden bile daha özgür” diyebilen Dışişleri Bakanı’dır! Kaldı ki, olaydan sonra hükümetinin de desteğini alan Alman Cumhurbaşkanı’nın suçu çok; önce, yolsuzlukla uzaktan yakından ilgisi yok; üstelik kendisinden önceki cumhurbaşkanının yalnızca 700 Avro tutarındaki otel harcamasını bir girişimcinin ödediği ortaya çıkınca istifa etmesi üzerine göreve gelmiş! Cumhurbaşkanı’na bakar mısınız, eşinden resmen ayrılmamış olmakla birlikte ülkemize kadın arkadaşıyla geliyor. Seçilme süreci de bize hiç ama hiç uymuyor; Almanya Cumhurbaşkanı’nın seçimi, tüm partilerin üzerinde anlaştığı bir ortak aday olmasına, yani, toplumsal uzlaşmaya dayanıyor. Bizde uzlaşma yerine çatışma anlayışını canlı tutarak bundan siyasal çıkar sağlayanlar o uzlaşmacıya nasıl şaşı bakmasın? Bir nokta daha var, Almanya Cumhurbaşkanı’nın geçmişte din görevlisi olması, büyük bir olasılıkla o ülkede Hıristiyanlığın iki ana kolunun, Protestan ve Katoliklerin, barış içinde bir arada yaşamalarını çok daha sağlıklı bir noktaya taşıyor. Boğaz üzerinde yapılacak 3. köprünün adını bile Sünni Alevi ayrımcılığı yaparak koyanların Alman Cumhurbaşkanı’nı anlama olanağı var mı? HHH Başbakan, ODTÜ’ye takılıp kalmasın; aynı günlerde, bu ülkede çocukların ve gençlerin acımasızca öldürülmeleri karşısında hiç sesi çıkmayan 43 rektörümüz, idamların durdurulması için Mısır Başmüftüsü’ne “Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun” tümcesiyle başlayan bir ortak dilekçeyle başvurdu. Bu insancıl çağrının neden Mısır’daki rektörlere ya da Cumhurbaşkanı’na yapılmadığı sorusu, sorulması gereken haklı bir sorudur. HHH Türkiye yalnız Almanya ile değil, kendi içinde de çok derin bir değerlerin uyumsuzluğu süreci yaşıyor. Değerlerin uyumsuzluğunun bir tarafında hukukun evrensel ilkeleri, insan hakları, özgürlükler ve bilimin yol göstericiliği, diğer tarafında da Başbakan’ın başını çektiği ve yönetiminde giderek egemen olan bunların tam karşıtı bir oluşum var! Nitekim aynı günlerde dünyadaki basın özgürlüğünü değerlendiren Özgürlük Evi Raporu, Türkiye’nin geçen yıl büyük bir gerilemeyle küme düştüğünü ve basını özgür olmayan tek Avrupa ülkesi olduğunu açıkladı. Uyumsuzluğun bundan daha somut kanıtı olur mu? T ürkiye genelinde 2013 vergilendirme dönemi için tahakkuk eden gelir vergisi toplamı bir önceki döneme göre yüzde 14.6 oranında arttı. Mükellef başına ortalama 4 bin 509 lira yıllık gelir vergisi tahakkuk ettirildi. sermaye iradına ilişkin yıllık gelir vergisi beyannamesi verildi. 4 Gelir vergisi rekortmenleri arasında televizyoncu Acun Ilıcalı, komedyen Cem Yılmaz ve manken ve oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ da yer aldı. Ilıcalı’nın 2013 vergi tahakkuku 6 milyon 204 bin TL olurken, Ilıcalı listede 15. sırada yer aldı. Cem Yılmaz 3 milyon 40 bin TL tahakkukla bir önceki yıl 50. sıradayken, bu yıl 73. sıraya geriledi. Kıvanç Tatlıtuğ manken ve modellik faaliyetlerden oluşan geliri için 2 milyon 642 bin TL vergi tahakkuku ile 90. sırada yer aldı. 32 kişi ismini açıklamadı 4 Gelir vergisi rekortmenler listesinde ilk 100 kişiden 32’si isminin açıklanmasını istemedi. 4 Gelir vergisi rekortmenler listesinde yılık gelir vergisi beyannamesi veren ilk 100 vergi mükellefinin 78’i İstanbul’dan çıktı. 4 Vergi rekortmenlerinin ilk 100 listesine İstanbul’un dışında sırasıyla 4’er mükellefle İzmir ve Ankara, 7 mükellefle Gaziantep, 2 mükellefle Denizli, 1’er mükellefle Burdur, Antalya, Eskişehir, Afyon, Bursa girdi. Ömer Koç Rahmi Koç Semahat Arsel Mustafa Koç Suna Kıraç 2012’de olmayan Topbaş da listede 17 Aralık’taki yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda adı geçen bazı iş insanları da gelir vergisi rekortmenler listesinde yer buldu. l 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları, Urla’da sit alanına inşa edilen villalar ve İzmir Kemalpaşa’da tarihi mozaiklerin bulunduğu alana yapılması planlanan depo ile ilgili gündeme gelen işadamı Mustafa Latif Topbaş 7 milyon 433 bin TL vergi tahakkuku ile 12. sıraya yerleşti. Topbaş, 2012 yılı listesinde yer almamıştı. Topbaş aynı zamanda BİM’in icra kurulu başkanı olarak görev yapıyor. l Listenin 8. ve 10. sırasında yer alan kişiler isimlerinin açıklanmasını istemezken, 9. sırada kendine ait veya kiralanan gayrimenkullerin kiraya verilmesi veya leasing faaliyetlerinden elde ettiği gelir için 11 milyon 718 bin 726 lira gelir vergisi tahakkuk ettirilen Aydın Doğan Vakfı Kurucu ve Onursal Başkanı Aydın Doğan bulundu. l 2012’de 6.5 milyon TL vergi tahakkuku ile 16. sırada yer alan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz 2013’te 3.3 milyon TL vergi tahakkuku ile 59. sıraya geriledi. l Türkiye genelinde 2013 yılı vergilendirme döneminde, gayrimenkul sermaye iradı beyanlarında bulunanların 91’inin İstanbul’da olduğu görüldü. Ayrıca ilk 100 listesinde İstanbul’un dışında sırasıyla 3’er mükellefle İzmir ve Ankara, 2 mükellefle Düzce, 1 mükellefle Konya yer aldı. Öte yandan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “2013 gelir vergisi beyanlarına göre sıralamaya girmiş vergi rekortmenlerimiz devlete olan mükellefiyetlerini tam ve zamanında yerine getirerek tüm topluma örnek olmuş kişilerdir” dedi. Geçen hafta, ABD Devlet Başkanı Obama, Güney Kore, Filipinler, Japonya ve Hindistan’ı kapsayan (Çin’e uğramayan) bir Asya gezisi gerçekleştirdi. Aynı günlerde, Dünya Bankası bünyesinde çalışan Uluslararası Karşılaştırmalar Programı (ICP), Satın Alma Gücü Paritesi (PPP) üzerinden yaptığı hesaplarda, Çin ekonomisinin bu yıl ABD ekonomisini geçerek dünyanın en büyük ekonomisi düzeyine ulaşacağını gösterdi. Ajans France Press’in aktardığına göre, Çin bu bulgudan hiç hoşnut olmamış, yayımlanmasını engellemeye çalışmış. Deng Şiaoping’in tavsiyesi geliyor aklıma: “Parlaklığını gizle, karanlıkta kalmanın tadını çıkar.” Bu iki gelişme, ABD’nin Çin korkusunu yansıtan tartışmaları canlandırdı. Çin’i tecrit etme projesi... Çin’in bir ekonomik güç, siyaset aktör olarak yükselmesi, Washington Post’ta Ishaan Thoroor’un kısaca özetlediği gibi (25/04/2014), ABD’yi esas olarak üç alanda korkutuyor. Pasifik’te güç dengelerinin değişmeye başlaması: Çin bu yıl savunma bütçesini yüzde 12 artırdı; geçen yıl 17 yeni savaş gemisi sipariş etmiş; 2020’ye kadar dört uçak gemisine sahip olmak istiyor. Çin’in küresel ayak izleri hızla artıyor: Çin uluslararası sıralamada en büyük ticaret hacmine sahip ülke oldu. Birçok önemli ülke için Çin, ABD’den daha önemli bir ticaret ortağı oldu. Çin devlet şirketleri dünyanın birçok yerinde özellikle gelişmekte olan ülkelerde milyarlarca dolarlık altyapı yatırımlarına imza atıyorlar. Çin dünyanın önemli doğal kaynakları, ileri teknoloji alanında kıymetli mineralleri üzerinde denetimini gittikçe artırıyor. Çin’in Rusya ile artmaya devam eden dostluğu, enerji alanında işbirliği de ABD’yi kaygılandıran üçüncü konu. Obama’nın Asya gezisi bu üç kaygı etrafında şekillendi ama The Economist’in değerlendirmesine göre çok başarılı olamadı. ABD yönetimi 12 ülkeyi kapsayan bir transpasifik ortaklık (TPP) inşa etmek istiyor. Bu gezide, bu konu gündemin başındaydı. Ancak Japonya’nın, böyle bir ortaklıkla tarım piyasalarını açmak zorunda kalmaktan korktuğu için, isteksiz olmasından TPP konusunda somut bir adım atılamadı. Bölgede bir istihbarat paylaşma anlaşmasına, ortak bölgesel füze savunma sistemi projesine ilişkin görüşmeler de ABD açısından verimli olmamış. Diğer taraftan ABD, Japonya’yı Çin ile arasındaki Senkaku Adası anlaşmazlığı konusunda desteklediğini açıkladı; ortak savunma anlaşmasının geçerliliğini vurguladı. Güney Kore ile ABD arasındaki, İki Taraflı Savunma Timi Anlaşması (bir savaş anında Güney Kore güçlerinin komutası ABD’ye devrediliyor), on yıl daha uzatıldı. ABD, Filipinler’de yeni askeri üsler kurma olanağı da elde etti. Özetle Obama’nın Asya gezisi, ABD’nin Çin Korkusu ABD’ye bölgede, Çin’i tecrit etmesini kolaylaştıracak yeni askeri avantajlar, ticari bağlantılar inşa etmesine uygun yeni araçlar getirmedi. Geçen hafta Çin’le ilgili tartışmalarda bu sözcüğe çok rastladım; sanırım “gelip geçmek” anlamına geliyor. “Çin gelip ABD’yi geçiyor mu” sorusu özellikle 2007 mali krizinden bu yana, “Büyük Durgunluk”un etkileri bağlamında çok sık gündeme geliyor. Çin ekonomisi 20002013 döneminde yılda ortalama yüzde 910 civarında büyümeye devam etti. Aynı dönemde ABD’nin en yüksek büyüme hızı yüzde 4.1’i geçmedi ve 13 yıllık ortalaması yüzde 2 düzeyinde kaldı. ICP, standart hesaplamalara göre, 2005 yılında Çin ekonomisinin ABD ekonomisinin yüzde 43’ü büyüklüğünde olduğunu hesaplamış. PPP esas alınarak yapılan hesaplama Çin ekonomisinin sanılandan daha hızlı büyüyerek 2011 yılında ABD ekonomisinin yüzde 87’si düzeyine ulaştığını hesaplamış. Financial ‘Sorpasso’ Times, IMF’nin, 20112014 arasında Çin ekonomisi yüzde 24, ABD ekonomisi yüzde 7 büyüyecek hesaplamasından hareketle, Çin ekonomisinin bu yıl ABD ekonomisini geçeceğini saptamış (30/04/2014). IMF öngörülerinde sunulan büyüme oranlarına göre, 2011 yılında ABD 100 kabul edildiğinde Çin 86.9’a karşılık geliyor. Bu sayılar, 2014 yılında sırasıyla 107.6 ile 108.3, 2015 yılında da 110.8 ile 116.2 olarak şekilleniyor. Böylece, Çin açısından bir “sorpasso” gerçekleşiyor, ara açılmaya başlıyor. Bu yöntem genelleştirildiğinde Hindistan, 10. sıradan, dünyanın 3. büyük ekonomisi konumuna yükseliyor; Rusya, Brezilya, Endonezya, Meksika ilk 12 arasına giriyor. Almanya göreli konumunu biraz artırırken, Japonya ve İngiltere, ABD’ye göre daha da gerilere düşüyor. Bu koşullarda da ister istemez dünya ekonomisini yöneten kurumlardaki temsil oranlarının değişmesi gereği de gündeme geliyor. Ancak Batı’nın bu konuda ne kadar isteksiz olduğu biliniyor. Diğer taraftan, bu veriler üzerinde düşünürken cuma günü Financial Times’da Pilling’in aktardığı gibi Çin’in 85 yaşındaki saygın ekonomistlerinden Mao Yushi’nin uyarılarını göz önüne almakta yarar var. Mao, bu verilerin, ABD’nin 312 milyonluk nüfusuna karşın Çin’in 1.3 milyarlık nüfusunu yansıttığını, Çin ekonomisinin büyük ama yoksul ve zayıf olduğunu vurguluyor. Neticede Çin ekonomisinin büyüklüğü bir gerçek; tartışılan, bu büyüklüğün ne anlama geldiği. Örneğin buradan hareketle bir Çin hegemonyasının şekillenmekte olduğu söylenebilir mi? Martin Wolf’un işaret ettiği gibi, ülkelerin pazarlık gücü dünya piyasasına sundukları pazara orantılı olarak artıyor. Bu açıdan bakınca, geçen yıl Çin’in ithalatı ABD’ninkinin yüzde 31 gerisinde, ancak yakalama olasılığı da giderek artıyor. Niceliksel veriler Çin’in ABD’ye hızla yaklaşmaya ve hatta geçmeye başladığını düşündürüyor. Ne ki hegemonyacı düzeyine çıkabilmek için (savaş kazanmanın dışında) başka özellikler de gerekiyor. İngiliz hegemonyası başını çektiği sanayi kapitalizmine dayanıyordu. ABD hegemonyası, iki savaş arasında geliştirmeye başladığı Fordist sermaye birikim rejiminin içerdiği teknolojik üstünlüğe, yüksek verimlilik oranlarına, bu zeminde inşa edebildiği askeri kapasiteye, bunların üzerinden yaygınlaştırmayı başardığı kültüre dayanıyordu. Bu açıdan bakınca Çin’in hegemonyacı konumuna ulaşmaktan hâlâ çok uzak olduğu söylenebilir. Ama yükselmekte, uluslararası jeopolitiğe yeni basınçlar getirerek, değişimi zorlamakta olduğu da bir gerçek. Nouriel Roubini, bu sürecin Batı tarafından yönetilmesinin dünya barışı açısından günümüzün en büyük jeopolitik riskini oluşturduğuna inanıyor (Project Syndicat, 30/04). Ancak Tukidides’in, AtinaIsparta rekabeti bağlamında vurguladığı gibi, korku savaş olasılığını artırıyor. AKP işçiye hayatı zehir etti Ekonomi Servisi CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, çalışma hayatı, kıdem tazminatı ve taşeron işçi çalıştırılmasında her geçen gün koşulların geriye götürüldüğünü belirterek, “1 Mayıs’ı, bayramı, Taksim’i yasaklayan zihniyet, 11 yıldır işçiye hayatı da zehir etti” dedi. Oran, 2002’de 3 milyona yaklaşan sendikalı işçi sayısının yeni kayıtlara göre 2014 itibarıyla 1.1 milyon dolayına gerilediğini kaydederken, “OECD ülkelerinde yüzde 20’ye yaklaşan sendikalaşma oranı, resmi istatistiklere göre Türkiye’de yüzde 9.5. Ancak kayıt dışı ve taşeron yanında tüm ücretli çalışanlar dikkate alındığında bu oran yüzde 6.6’ya düşüyor. Yani Türkiye’de her 15 çalışandan sadece biri sendikalı. 2002’de 358 bin olan taşeron işçi sayısı bugün 2.5 milyona ulaşmış durumda” açıklamasını yaptı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle