08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 MAYIS 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET [email protected] SAYFA DEBBIE HARRY, CHRISSIE HYNDE VE PATTI SMITH KÜLTÜR 15 Kültür Servisi 1970’li yılların üç rock divası müzik dünyasına dönüş yapıyor. Debbie Harry, Chrissie Hynde ve Patti Smith yeni albümleri, çalışmaları ve turneleriyle yeniden gündemde. Bir dönemin ünlü Debbie Harry punk rock ve new wave grubu Blondie’nin vokalisti, söz yazarı ve oyuncu Debbie Harry (1945), yeni Blondie albümü “Ghosts of Download”u yeni bir unutulmaz şarkılar koleksiyonuyla birleştirdi. 1975’teki ilk albümü “Horses” ile New York punk rock hareketinin en etkili isimlerinden biri olan Patti Smith (1946), Darren Aronofsky’nin “Nuh” filmine “Mercy” adlı yeni parçasıyla katkıda bulunduktan sonra önümüzdeki günlerde 7 ay sürecek bir turneye çıkıyor. Şarkıcılığı ve söz yazarlığının yanı sıra şairliği ve görsel sanatçılığıyla da kült kişiliklerden biri olan Patti Smith, 1970’lerde “Punk’ın vaftiz anası” olarak nitelenmişti. Bruce Springsteen’le birlikte yazdığı “Because the Night” şarkısı belleklere kazınan Smith’in “Çoluk Çocuk” adlı otobiyografik romanı Türkçeye de çevirildi. Yeni albümü önümüzdeki günlerde çıkacak olan Chrissie Hynde (1951) ise, yine 1970’lerin rock/new wave topluluğu Pretenders’ın vokalisti, söz yazarı ve gitaristiydi. Solo çalışmalarıyla da bilinen Hynde’in iki albümü İngiltere listelerinde bir numara olmuştu. Rock divalarının dönüşü Kim var orada? u Ophelia’nın bir kıyamet tebliği gibi çınlayan, “O, kasap bıçaklarıyla odanızdan geçtiğinde öğreneceksiniz gerçeği” sözleriyle hatırlattığı karanlığın içinde tek başına kaldığımızda, kendimizle yüzleşmekten kaçarak umudun ve korkunun iç içe geçtiği ürkek bir fısıltıyla, bazen de bir Munch “Çığlık”ıyla sorduğumuz “Kim var orada” sorusu insanlığın toplam yolculuğunun bir özeti değil mi? Yandaşlıktan Aklanmak... “Acaba ne zaman ortaya çıkarlar?” diye soruyordum kendi kendime. Fazla bekletmediler. Bir zamanlar kraldan da kralcı, yandaştan da yandaş olanlardan söz ediyorum. Daha doğrusu, yıllarca yandaşlıkta adeta yarıştıktan sonra, yine de yeterince yandaş olmayı beceremedikleri için, sonunda yağlı kapıların önüne konuverenler. Hem de bir anda denilebilecek kadar kısa sürelerde. Böyle zamanlarda çok, ama çok dikkatli olmak gerekiyor. Kalemlerini ve söylemlerini hiçbir bedel karşılığında satmamış, hep haktan, haklıdan ve gerçeklerden yana çıkmış, işlerini de bu yüzden kaybetmiş olanlar ile, daha düne kadar yandaşlıktan ve yalakalıktan sapmamışken, “son kullanım tarihlerinin” geçmek üzere olduğunu fark edemeyip tekmeyi yemiş olanları birbirine karıştırmak, kendilerini satmayı hep reddetmiş olanlara karşı çok büyük bir haksızlıktan başka bir şey değildir. Hemen belirtelim: Aslında zor iştir yandaş ve yalaka olmak. Çünkü böylelerinin “işverenlerinin” taleplerinde sınır yoktur. “Ben, ancak istediğim ölçüde yandaş ve yalaka olurum!” demek, buna inanmak, yandaşların ve yalakaların düşebileceği en büyük yanılgıdır. Ve bu yanılgılarının bedelini anında öderler. Yağlı kapılarının önüne bir anda konuverirler. Çünkü o kapılar, kendilerine ancak yandaşlıklarına ve yalakalıklarına sınır tanımamaları koşulu ile açıktır. Boğazlardaki deniz manzaralı malikânelerin, denizlerdeki yatların ve kotraların, karalardaki çiftliklerin ve nihayet baş döndürücü aylıkların bedeli, ancak sınırsız yandaşlık ve yalakalıkla ödenebilir. HHH Şimdi böyleleri ile yandaş olmayan medyanın sayfalarında ve ekranlarında karşılaşmaya başladık. Daha düne kadar “Ergenekon davaları mutlaka gereklidir!” diyenler... Daha düne kadar “Askerin vesayetine mutlaka son verilmelidir!” diye tepinenler... Daha düne kadar “Mustafa Kemal de diktatördü!” saptamasıyla, gerçek diktatörün yollarına gül dökenler... Ve daha neler neler... Fransız İhtilali döneminin ve hemen sonrasının ünlü devlet adamı Joseph Fouché (17591820), siyasi tarihte yandaşlığın, yalakalığın ve dönekliğin piri sayılabilecek olanlardandı. Sıradan bir din adamı iken Fransız İhtilali ile birlikte devrimcilere katılıp kiliseleri yakan, Robespierre’in saflarında çalışan, onu deviren komploda yer aldıktan sonra kendini var gücüyle Napolyon’un yükselişine adayan, Waterloo’dan sonra ise bu kez Fransa Kralı XVIII. Louis’nin yanında bir bakanlık kapan Fouché, dönekliği ile kralı aldatamayınca her şeyini yitirir ve Fransa’dan sürülür. Onun üzerine olağanüstü bir biyografi yazmış olan Stefan Zweig, bu kadar dikkatli bir siyasetçinin nasıl olup da kraldan bir şeyler bekleyebildiği sorusuna şu karşılığı vermiştir: “İhanet etmeye o kadar alışmıştı ki, sonunda ihanet edecek birini bulamayınca kendine ihanet etti!” Evet, medyamızın kendini satmaya karşı hep direnmiş, mesleklerinin yüz akı mensuplarını haddim olmayarak uyarıyorum: Eski yandaşlıkları, yalakalıkları ve döneklikleri ile son kullanım tarihlerini geçirmiş olanlara aranızda yer vermeyin! birlikte: “Klee’nin Angelus Novus adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde; meleğin görünüşü, sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşYıl 1992, Marsilya’da, mak ister gibidir. GözleToursky Tiyatrosu’ndayız. ri, ağzı ve kanatları açılUluslararası Akdeniz Tiyatmıştır. Tarih Meleği de ro Enstitüsü tarafından düböyle gözükmelidir. Yüzenlenen toplantıda Heizünü geçmişe çevirmiştir. ner Müller konuşuyor. KoBizim bir olaylar zinciri nu, çağımızda trajedi yazıgördüğümüz noktada, o mı. Heiner Müller’in kotek bir felaket görür, yılay değişmeyen, biz Akdekıntıları birbiri üstüne yınizliler gibi peşpeşe mimikğıp onun ayakları dibine lerle renklenmeyen bir yüz fırlatan bir felaket. Meifadesi var. Sesinde de fazlek, büyük bir olasılıkla la iniş çıkış yok. Numaraorada kalmak, ölüleri dilı gözlüğünün kalın camlariltmek, parçalanmış olarının ardından dinleyicileri nı yeniden bir araya gesüzen zeki, hüzünlü ve hıntirmek ister. Ama cennetBazen çizgiler sözlerden çok daha güçlü olabiliyor. ten esen bir fırtına kanatzır gözlerin dünyaya farklı bir bakışla, değişik bir nok Sevgili Turhan Selçuk’un eşsiz çizgileri söylemeye larına dolanmıştır ve bu çalıştığımı sanırım benden daha iyi anlatıyor. fırtına öylesine güçlüdür tadan baktığı belli. Havana ki, melek artık kanatlarıpurosu hiç elinden düşürmeşeyler var bu Danimarka’da…” nı kapayamaz. Fırtına onu sürekli diği aksesuvarı. O konuşma sırasınÇürümüş bir şeyler var… olarak sırtını dönmüş olduğu geleda, elinde bir de çakmak tutuyor ve ceğe doğru sürükler; önündeki yıdudaklarının kenarına sıkıştırdığı pu“Hamlet Makinesi”ni sonunkıntı yığını ise göğe doğru yükselroyu belli aralıklarla yakıyor. Bir ara da yapmaya karar verip “Hamlet”in mektedir. Bizim ilerleme diye adkonuşmayı kesiyor, çakmağa bir ba“Çürümüş bir şeyler var bu umut landırdığımız, işte bu fırtınadır.” kıyor, başını kaldırıyor, “Elimizde çağında” deme noktasına nasıl gelHeiner Müller’in zihninde “Hambir bu kaldı, durmadan ateşliyodiği üzerinde daha derinlemesine dület Makinesi”nin bir başlangıç tarirum ki sönmesin” diyor, sonra deşünmeye başladıktan sonra, Heiner hi, bir “0” kilometre taşı var mıydı, vam ediyor: “Aslında çağımız traMüller’in “Dünyaya dalıp aya fırbilemem. Bu konuda ancak yorum jedi çağı, ama trajedi yazılmıyor latma” isteğini, ışık geçirmez, buzyapılabilir, zaten yapılmış pek çok artık, trajedi yazarı çıkmıyor. Bu lu camlar gibi formatlanmış yüzleyorum da var. Ama oyunu çalışırken nedenle, dönüp dönüp eski trajedi rin, karakterlerin, sistemlerin ardını şunu çok net olarak anladım: Her isleri günümüze taşıma gereksinimi görme, belleklerin ve tarihin üzerini ni duyuyoruz.” kirli, puslu fabrika camları gibi örten teyen, “Hamlet Makinesi”ni kendi miladından başlatabilir ve metnin söz duvarlarını yırtma, yıkma isteğiamlet Makinesi akışı o milattan hareketle de anlamni daha yakından hissettim. lar yüklenebilir. Zaten asıl ürkütüYıl, 2014. İstanbul’da, ÜsküKişisel tarihle koskoca bir Avrupa cü olan da Tarih Meleği’ni harabeledar Tekel Sahnesi’ndeyim. Hetarihinin geride harabe gibi bıraktıiner Müller’in yazdığı “Hamlet ğı tortuların üst üste yığıldığı, sayısız rin üzerinden geleceğe doğru sürükleyen bu uğursuz “tekerrür” duyguMakinesi”ni sahneye koyuyorum. kırılmanın buzdağları gibi biriktirilsu değil mi? Uzun yıllardır hep elimin altında do diği sadece dokuz sayfalık bu devaOphelia’nın bir kıyamet tebliği laşan, işin aslı tam sahiplenmesa metinle boğuşurken, yazarın kengibi çınlayan, “O, kasap bıçaklaye bir türlü cesaret edemediğim di damarlarının, iç organlarının, bir rıyla odanızdan geçtiğinde öğreama bir yanıyla da beni bir türlü aydın olarak beyninin ve vicdanının terk etmeyen bir metin bu. Traiçine nasıl kendini kanata kanata gir neceksiniz gerçeği” sözleriyle hatırlattığı karanlığın içinde tek başıjedisiz kalmış bir trajedi çağında, mek için çırpındığını izledim. Heikendi kişisel veya tarihsel “aile alner Müller’in o mask gibi yüzündeki na kaldığımızda, kendimizle yüzleşmekten kaçarak, umudun ve korkubümümün” sayfaları zihnimde ne hüznü anımsadım bir kez daha. nun iç içe geçtiği ürkek bir fısıltıyla, zaman dönmeye başlasalar, Heiner bazen de bir Munch “Çığlık”ıyla arih Meleği Müller’in o donuk ama hafif mütesorduğumuz “Kim var orada” sobessim, hüzünlü ama muzip yüzüyle Paul Klee’nin “Angelus Novus” rusu insanlığın toplam yolculuğubirlikte “Hamlet” de yürümeye başadlı resmi için Walter Benjamin’in nun bir özeti değil mi? lar sahnenin üstünde: “Çürümüş bir yaptığı yorumu okudum Müller ile H Patti Smith T TÜSAK yasa tasarısının Meclis’e sunulduğu duyumu üzerine TEB başkanı Üstün Akmen’den açıklama ‘Eros Başı’ geri dönüyor İngilizler, Türkiye’den 1883’te kaçırılan eseri uzun süreli ödünç vermeye razı u Victoria & Albert Müzesi’yle anlaşmaya varılabilirse, ‘Eros Başı’, ait olduğu Sidamara Lahdi’yle yeniden birleştirilerek İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenebilecek. Ancak Türkiye’nin, eserin yasal mülkiyetinin Londra’daki müzede olduğunu kabul etmesi isteniyor. Kültür Servisi Londra’daki Victoria & Albert Müzesi yetkilileri, 1883’te İngiltere’ye kaçırılan “Eros Başı”nı “Türkiye’ye uzun süreli ödünç olarak geri vermeyi arzu ettiklerini, ancak bunun koşulları konusunda henüz bir anlaşmaya varılmadığını” açıkladılar. Victoria & Albert Müzesi’nin heykelden sorumlu küratörü Paul Williamson, Art Newspaper gazetesinden Martin Bailey’ye yaptığı açıklamada, Türkiye’nin İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki Sidamara Lahdi’nin bir parçası olan Eros Başı’nı lahitle birlikte sergilemek istemesini anlayışla karşıladıklarını söyledi. Bailey’nin haberine göre, Türkiye’nin uzun yıllardır peşinde olduğu Eros Başı’nın şimdilik uzun süreli olarak ödünç verilmesi, ancak eserin büyük olasılıkla kalıcı olarak İstanbul’da sergilenmesi bekleniyor. Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı kısa bir süre önce Almanya, ABD, Fransa, Danimarka ve İngiltere’deki müzelerden geri almak istediği eski eserlerin bir listesini yayımlamıştı ve bu listede söz konusu Eros Başı da bulunuyordu. Öte yandan Victoria & Albert Müzesi’nin ödünç verme önerisinin iki güçlüğü olduğu belirtiliyor. Birincisi, Türkiye’nin, Eros Başı’nın yasal mülkiyetinin Victoria & Albert Müzesi’nde olduğunu kabul etmesi gerekiyor. İkincisi, Türkiye’deki yasalara göre eski eserler Türkiye sınırları dışına çıkarılamıyor ve bu yasa ödünç olarak alınan eski eserler için de geçerli. Bu arada, Türkiye hükümetinin İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki Sidamara Lahdi’yle birleştirerek sergilemek istediği Eros Başı’nın şimdilik Victoria & Albert Müzesi’nin deposunda durduğu belirtiliyor. Dünyadaki örneklerinin en iyilerinden biri olduğu vurgulanan Eros Başı, İÖ 3. yüzyıla ait olan Sidamara Lahdi’nden sökülerek 1883’te Londra’ya kaçırılmıştı. Lahit, 1883’te İngiliz arkeolog Charles Wilson tarafından Konya Ereğlisi’ndeki Sidamara antik kentinde bulunmuştu. Wilson, sonradan yeniden çıkarmak üzere gömülü bırakmış, daha kolay taşınabildiği için, belki de kırılmış olan Eros Başı’nı yanında götürmüştü. Sidamara Lahdi 1898 yılında yeniden ortaya çıkarılmış ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne taşınmıştı. Charles Wilson’ın kız kardeşi, Eros Başı’nı 1932’de Victoria & Albert Müzesi’ne bağışlamıştı. 1934 yılında Eros Başı’nın Türkiye’ye geri verilmesi gündeme gelmiş, ancak sonuçta bu iade gerçekleşmemişti. ‘Milletvekilleri kürsüyü zapt etmeli’ Kültür Servisi Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi (TEB) Başkanı Üstün Akmen, hükümetin Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa tasarısının oylama için Meclis’e sunulduğu yönünde duyum aldıklarını belirterek, konuyla ilgili bir açıklama yaptı. Tasarının, devletin sanat kurumlarını “gerçek bir ucube”ye çevireceğini ifade eden Akmen, bu aşamada sıranın milletvekillerine geldiğini ifade ederek “İk tidar mensubu milletvekillerinden onuru olanlar ve omurgalılar da bu yasa için el kaldırmamalı, ayaklanmalı. Yok, eğer ‘çoğunluk bizde, istediğimizi yaparız’ angutluğu milletin meclisine hâkim olacaksa muhalefet milletvekilleri genel kurulu, başkanlık kürsüsünü zapt etmeli, mikrofonları sökmeli, ne gerekiyorsa onu yapmalı, ama bu ‘menfur’ yasa Meclis’ten asla çıkmamalı” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle