05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 MAYIS 2014 PAZARTESİ 10 PAZARTESİ SÖYLEŞİLERİ Günümüzün önemli düşünürü Hardt, “Katrina kasırgası ne kadar sadece doğal felaket olarak görülebilirse, Soma da o kadar kaza” diyor. Soma’ya kaza demek acı bir ironi ÖZGÜR ULUSOY Gezi’nin Küreselleşme, siyaset ve kültür teorileri üzerine günümüzün en önemli düşünürlerinden Michael Hardt, ABD’de Katrina kasırgası ne kadar yalnızca doğal felaket olarak görülebilirse, Soma’nın da o kadar “kaza” olarak görülebileceğini söylüyor. Halen Duke Üniversitesi’nde ders veren Hardt, Boğaziçi Üniversitesi’nin düzenlediği Boğazici Chronicles Programı çerçevesinde geldiği İstanbul’da, yakından izlediği Gezi süreci, solun demokrasi ve özgürlük gibi kavramlarla ilişkisi dahil pek çok başlıkta Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. l Sorularımıza Soma’dan başlayalım. Siz Soma’da olanları nasıl görüyorsunuz? Bu olay bana ABD’de Bush döneminde New Orleans’taki doğal felaketi anımsatıyor. Kasırgadan ölümlerin temeli, kentteki dönüşüm süreciyle, hükümetin ihmaliyle önceden atılmıştı. Çok sayıda insan öldü, çok sayıda yoksul öldü. Soma’da da bir ölçüde olan bu. Bush’un popülaritesinin hızla düşmesine neden oldu. Erdoğan için de aynı şey söz konusu olacak mı bilmiyorum. Bunu doğal felaket veya kaza diye adlandırmak, acı bir ironi olur. l Gezi’nin de yıldönümüne rastladı gelişiniz. Siz de yakından izliyordunuz. Hareketin ivmesinde düşüş var. Süreklilik bu tür hareketlerde nasıl sağlanabilir? Radikal patlamaları, hareketin gözden kaybolması gibi görünen dönemler izledi. 1999’da Seattle’da büyük bir patlama yaşandı, sonra tam bir sessizlik neredeyse. 2011’de de bir çeşit patlama ve ardından düşüş. ABD, İspanya, Batı Avrupa ülkeleri ve şimdi Brezilya’da da durum bu. Bir ölçüde, bu yatay, lidersiz hareketlerin önünde, başa çıkmaları gereken etkisi gaz gibi sızıyor Gezi, anladığım kadarıyla sizin ortak anlayışınız açısından bir örnek oluşturuyor... Evet, mükemmel bir örnek. Bir taraftan eşit ve açık erişim, diğer taraftan da demokratik yönetim sistemi. Ortak zaten bu demek. Bu ayrıca, neoliberalizm mi, devlet kontrolü mü diye bize dayatılan iki seçenekli ayrımı da kırıyor. Başka bir şeyi mümkün kılıyor. en büyük zorluklardan birisi bu: Hareketi sürekli kılmanın koşullarını hazırlamak. Bu görünürdeki sönümlenmelerin hareketin etkisi olmadığı anlamına geldiğini düşünmüyorum. Bence görünürdeki sönümlenmeye rağmen yine de hareket bazı sonuçlar doğuruyor. Etkisi daha çok gaz gibi, her yere sızıyor, her an alev alabiliyorlar. l Batı Avrupa, ABD’de olanlar, Kuzey Afrika ve Arap ülkeleri, şimdi Ukrayna’da. Yatay hareketler birbirine benziyor mu? 2011’de kesinlikle birbirine ilham verme ve geçiş mantığı var. Tunus ve Mısır, Avrupa’daki hareketleri mümkün kılHardt ve Ulusoy dı, özellikle İspanya ve Yunanistan’ı. 2011 baharında, kendilerini Tahrir’in devamı gibi gördüler İspanya’da aynı kamp ve işgal mantığı, hatta demokrasi konusunda aynı söylem. 2011’de Kuzey Afrika’da doğan demokrasi talebi, küresel ölçekte hareketler için önem kazandı. İspanya’da doğru bu, ABD’de öyle, bence Türkiye’de de. Solda 20 30 yıldır demok rasi kavramından söz etmek çok zor, çünkü demokrasi kavramı yozlaştırılmış sağ tarafından. George Bush, başka bir ülkeye insanları öldürmek için asker gönderirken demokrasiden bahsedebiliyordu, ya da seçimlerden söz ederken demokrasiye atıfta bulunuyorlardı. Sol için demokrasi demek, sanki yasak bölgeye girmekti. Bence 2011’de olan en harika şeylerden biri, ki bunun hak Gezi solu yenileyecek l Kürtler her ne kadar Gezi’ye, belirli nedenlerle kuşkulu yaklaşsa da Gezi sonrasında Kürt siyaseti ile Türkiye’nin batısındaki demokratik, sol güçlerin ortak bir zeminde buluşabileceği beklentisi ortaya çıkmıştı. Siz bunu mümkün görüyor musunuz? Gezi’nin solu nasıl yenileyeceği, gelecekten bakılınca görülecek bir şey. Kürtler Gezi’ye şüpheli yaklaştıysa ve barış için programı olan tek özne sağ ise, o zaman sola yapılacak tek iş kalıyor, sol da kendi barış programını ortaya koysun. Sağ popülizme karşı tek çözüm, solun daha arzu edilebilir bir alternatif geliştirmesi. Koray Doğan’ı da unutmayalım 6 Mayıs 2014 tarihli Cumhuriyet gazetesinin 9. sayfasında “Aşk Olsun Size” başlıklı yazıda Türkiye’de devrimci hareketin gençlik önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın katledilişlerinin 42. yıldönümünde anılmaları ile ilgili geniş bir haberyoruma yer verilmiştir. Bahis konusu olaylarda polis kurşunu ile katledilmiş olan aynı hareket içindeki ODTÜ Mimarlık Fakültesi son sınıf öğrencisi Koray Doğan’ın ismi hiç geçmemektedir. Bu kahramanın da unutulmayıp anılması için ilgililerin uyarılmasını rica ederim. Tarık C. Güven Gerçekler Gizlenemez Medya bu kez de Soma sınavıyla karşı karşıyadır. Yandaş medyanın halini yazmaya gerek yok. Artık bilmeyen kalmadı. Şimdi önemli ve gerekli olan Soma’da gerçeklerin ortaya çıkartılması, saptırmaların, gizlenenlerin, maden ocağı sahip ve sorumlularının, hükümetin tutumunun açık ve net bir şekilde ortaya konulmasıdır. Tehlike; öfkenin, kızgınlığın yalan yanlış haberlerle, eksik bilgiyle olayı saptırmak isteyenlere koz verecek yanlışlara yol açmaktır. Medyanın deneyimli editörleri buna umuyoruz ki dikkat edecek, gerçeği tevatürden ayırmayı bileceklerdir. Bu arada iktidar çevrelerinin gerçeklerin üstünü örtmek için çaba harcadığını, bu çabayı yeni yasaklarla pekiştirmek istediğini de biliyoruz. Soma’daki olaylarla ilgili yayın yasağı konulması gibi bir girişimin boşa çıkartılmasının hayati öneme sahip olduğunu da hatırlatalım. Cumhuriyet gazetesini yayımlayan Yeni Gün Haber Ajansı yöneticileri bu türden bir yayın yasağını tanımayacaklarını açıkladılar. Gerçeklerin gizlenmesine medya duyarsız kalmamalıdır. Gazeteci olduğunuz için gazetecilerin durumuna odaklanmışsınız. Aslolan kamu yararı varsa ve özel hayata girilmemişse, dinlemelerin ve dolayısıyla yayımlanmalarının yasadışı olarak değerlendirilmemesidir. Hele dinleme için amirlerden izin alınması gibi pespaye kanunların olduğu yerlerde yasadışı dinleme diye bir düşünce olamaz. Ahmet Coşkun Erel Yasadışı dinleme diye bir şey olmaz Köşe değil kenar yazısı Yaklaşık 40 yıldır Cumhuriyet okuruyum. Bundan da birçok okurunuz gibi gurur duyuyorum. Ancak köşe yazılarınızın uzunluğundan şikâyetçiyim. Hatta birçok köşe yazınız (bence) “kenar yazısı” ismiyle anılmalı. Hemen her gün aynı olmamakla birlikte 06.05.2014 tarihli gazeteye baktığımızda; Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Orhan Bursalı, Nilgün Cerrahoğlu, (ilk sayfadan devam eden yazısıyla) Cüneyt Arcayürek, Özgen Acar, (puntoyu küçültmese) Şükran Soner’den hangisinin yazısına köşe yazısı diyebiliriz? Saygılarımla... Abdullah Karaca Yanıt verin 5 Mayıs tarihli gazetenizin Okur Temsilcisi köşesinde Aziz Naci Doğan’ın “TV Sayfamızı İstiyoruz” başlıklı yazısını görünce bir süre önce benim de aynı konuda yazdığım yazımın yayımlandığını ancak olumlu ya da olumsuz hiçbir yanıt alamadığımı anımsadım. Eğer yanıt verilmeyecekse okuyucunun sadece yazısının yayımlanması ne fayda sağlar ki?.. Her okuyucuya ayrı cevap verilemese bile en azından belirli konulardaki isteklere toplu cevap verilebilir. Evet Aziz Naci Bey’in de değindiği gibi TV sayfamızı istiyoruz. Eskiden böyle bir sayfa vardı. En azından o gün gösterilecek filmler hakkında bilgi verilirdi. Böyle bir sayfaya yeniden işlerlik kazandırmak bu kadar mı zor? Metin Akyar Otuz yıllık Cumhuriyet okuru olarak gazetemden ricam: Gazetemizin spora ayrılan yetersiz iki sayfası futbolla dolduruluyor, pek çok Cumhuriyet okuru eminim ki futbol dışındaki sporlardan da bilgi almak ister, istiyoruz. Haftada ya da on beş günde bir ücretli olarak yayımlanacak bir spor ekinde; atletizm, yüzme, güreş vb. sporlara da yer verilerek, okur futbol kafalı konumuna düşürülmekten böylelikle kurtarılır. Sevgiler. Raşit Özer Ücretli spor eki olmaz mı? kını da Tunus’la Mısır’daki ayaklanmalara teslim ediyorum ben, demokrasinin yeniden sorgulanması oldu. l Siz solun bu kavramları yeniden sahiplenmesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Evet, öyle. Aslında en önemli siyasi görevlerden birisi, sağın yozlaştırdığı siyasi sözlüğümüzü yeniden onarmak olacaktır. Taksim’de çok ciddi bir siyasi örgütlenme vardı aslında. Ama bence hareketi sürekli kılmak da önemli bir görev. Demokratik yapıyı, yatay yapıyı korurken, hareketi, kısa süreli değil, bir yaşam biçimi yapmanın sağlamanın yollarını bulmak gerek. Latin Amerika, Kuzey Amerika, Avrupa, Batı’da gördüğüm, bize hep iki seçeneğimiz olduğu söylendi. Ya güzel bir şey yapacağız, yani demokratik ve eğlenceli, ama kısa süreli olacak ve bir sonuç doğurmayacak. Ya da daha çirkin bir şey yapıp geleneksel liderlik ve merkezi yapı formlarını kabul edeceğiz, bunlar kalıcı olacak ve sonuçlar doğuracak. İkisi arasında sıkışıp kalmak zorunda değiliz. Bence hem güzel, eğlenceli ve demokratik hem de etkili ve uzun soluklu olarak iktidarın karşısına çıkmamızı sağlayacak bir yol bulmalıyız. Bunu henüz başaramamış olmamız, yapamayacağımız anlamına gelmiyor. Bolivya Türkiye’ye örnek olabilir. l Venezüella örneğine ne diyorsunuz? Bir ABD’li ekonomist, en demokratik ülke olarak tanımlamıştı... Bence Latin Amerika’daki bütün ilerici hükümetler, bana olağanüstü bir şekilde yararlı görünen deneyimler yürüttüler son 10 yılda. Ben pek çok başlıkta siyasi bir laboratuvar olarak görüyorum Arjantin, Brezilya, Uruguay, Ekvador, Venezüella, Bolivya’daki ilerici hükümetleri. Sizin sorununuz Gezi forumlarını bırakıp bir yerlerde bir Chavez bulmak anlamına geliyorsa, ben bunun iyi fikir olacağını düşünmüyorum. Yatay çabaların terk edilmesi gerektiğini söyleyenlere karşı gardımı alıyorum diyelim. Bence hareketlerin içinde devam etmeliyiz. Rio de Janeiro’daki pek çok arkadaşım geçen yıl haziran ayında, birden kendilerini Türkiye’ye çok yakın hissettiklerini söylediler. Türkiye’yi daha önce düşünmemişlerdi bile, ama Rio’da kampın kuruluşunun başlangıcında Gezi’de olan bitenle ilgili gelişmeleri okuyunca, çıkış noktaları farklı bile olsa çok yakın hissettiler. l Türkiye’de böyle çevre kaygısıyla bir hareket başlayacağını düşünebilir miydiniz? Çevreyle ilgili kaygılar tamam, ama bir yandan da neoliberalizme karşı bir mücadele. Dışarıdan bakınca, Osmanlı kışlası biçiminde alışveriş merkezi projesi, böyle bir projeyi kim düşünebilir, bu da ayrı bir soru. Dışarıdan bakınca, Hollywood filmi gibi. Daha yüksek bir noktaya çıkan neoliberalizm. l Kiç neoliberalizm... Benim Gezi ve Taksim’le ilgili ilginç ve açıklayıcı bulduğum bir nokta, hem özeli, neoliberal inşaat projesini, hem de kamuyu, devleti saf dışı bırakarak ortak bir şey yaratmaya çalışıyorlardı. Kenti ortak yapmak istiyorlardı, ne devlete ait ne özel sektöre ait mülk. Kenti açık ve paylaşılan bir alan haline getirmek için ortaklık. l Ortaklık teması sizin için önemli, komünizme referans var mı? Karmaşık bir mesele ama evet. Söylediğim gibi siyasi sözlüğümüzün temel kavramları yozlaştırıldı. Bu komünizm kavramı için de geçerli. İnsanlar gazetelerde komünizm dediklerinde, buna genelde benim anladığımın tam tersi bir anlam yüklüyorlar. Benim komünizmden anladığım, özel mülkiyetle birlikte devletin ortadan kaldırılması programı. Tanıdık geldi mi? Komünizm kavramını common (ortak) temelinde yeniden reforme etmeye kalkarsak başka bir şey elimize geçebilir. Paylaşılan açık alanların ve kaynakların demokratik yönetimi daha büyük bir organizasyonel çaba gerektiriyor. 2013’te Türkiye ve Brezilya arasında metropolitan alanlar üzerinde çok yoğunlaşılmıştı. Metropolitanları ortak alanlar çevresinde dönüştürme üzerinde çokça durulmuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle