28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 MAYIS 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 “Sabahattin Ali’ye göre edebiyat, her şeyden önce bir mücadeleydi, amacı ise ‘insanları daha iyiye, daha doğruya, daha güzele yükseltmek, onlarda bu yükselme arzusunu uyandırmak’ olmalıydı. ‘Edebiyata nasıl başladınız?’ sorusunun yanıtı, ‘Kitap okuyarak’ olmuştu. Sabahattin Ali, bıkıp usanmadan okudu, yazdı, düşündü. Toplumsal çelişkilere tepkisini sanat yoluyla gösteren yetkin bir yazar oldu. Öğretmenlik, memurluk gibi işlerde çalıştı, Aziz Nesin, Mim Uykusuz, Rıfat Ilgaz’la birlikte Marko Paşa dergisini çıkarmaya başladı. Yazıları yüzünden tutuklandı, hapis yattı, gizi hâlâ çözülemeyen bir cinayete kurban gittiğinde, henüz 41 yaşındaydı. Bulgaristan sınırında öldürüldü. Ölüm haberi uzun süre gizli kaldıktan sonra, 12 Ocak 1949 günü gazetelerde yer aldı. Kitapları, ancak 1960 sonrasında yeniden basılabildi, cinayet üzerindeki kuşkular da açıkça 1968’lerde dile getirilmeye başlandı. HHH Sabahattin Ali, 11 Aralık 1945’te, zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’e uzun bir mektup yazarak siyasal görüşlerini açıklamış, mektubun bir bölümünde şunları söylemişti : ‘Millet, kültür seviyesi ve siyasi olgunluğu arttıkça elbette iyiyi kötüden, hası kalpten ayıracak, bu yurda hizmet etmek isteyenlerle başka emellere hizmet edenlerin arasındaki farkı görecekti. Fakat karanlık ruhlu insanları ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi? Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu.’ Sabahattin Ali, halkın sesiydi. Kısacık ömrüne üç ömürlük bilgi, deneyim, kültür, sevgi ve sanat ürünü sığdırdı. Eşi Aliye Hanım’a yazdığı mektuplardan birinde, ‘Hep genç kalacağım’ diyordu. Pek çok tasarısını gerçekleştiremeden öldürüldü, hep genç kaldı.”* HHH Araştırmacı yazar Orhan Tüleylioğlu’nun, pek çok yazar ve sanatçının yaşamından kesitlere yer verdiği Yalnız Kitap çalışması, dünyada ve Türkiye’deki kitap düşmanlığının kaynağına inerken kitabın gücünü de vurguluyor. Çıkar odakları için cahil halkı burnuna halka takıp oynatmak, bilinçli halkı yönetmekten elbette çok daha kolay. İşte bu anlamda Türkiye’yi Atatürk’ten sonra yöneten tüm iktidar odaklarının toplumsal cehaleti sürdürmekte büyük başarı sağladığını; Sabahattin Ali’den beri zalimin de mağdurun da aynı kalmasından ve kitap yazmanın da okumanın da hâlâ “tehlikeli” olmasından anlıyoruz. O günden bugüne, değişen tek şey, namusluların azalıp namussuzların artması. Çünkü cehalet, sonunda gireceği çıkmazı da üretir! * Alıntı: Yalnız Kitap, Orhan Tüleylioğlu/um:ag Vakfı Yayınları, 2014 “Kitabı yargılarsanız kit ap da sizi yargılar.” STEPHEN KING GÖRÜŞ ÇAĞATAY GÜLER Düştüğü Yeri Yakan Kitap en çok korkutan da işte halkın bu olgunluğa varması idi. Bu memlekette atılacak her ileri adımı, kendi hak edilmemiş ekmeklerine bir tecavüz gibi nefretle karşılayan bu insanlar, hiçbir kötü vasıtayı ihmal etmeden açık ve kapalı tezvirlerine devam ediyorlardı. Ellerindeki en kuvvetli silah, komünizmdi. Her ileri hamleyi, her ileri fikri bu damga ile gözden düşürmeye uğraşıyorlardı. Köy Enstitülerine komünist yuvası diyen onlardı; Hasan Âli Yücel’e komünistlerin koruyucusu diyen onlardı; Sabahattin Ali’nin, içlerinde bu memleket ve bu millet endişesinden başka bir tek heyecanın ifadesi bulunmayan eserlerine komünist damgası vuran onlardı; Turancıları, ırkçılığı, geriliği himayelerine alan onlardı...’ HHH Sabahattin Ali, 25 Kasım 1947’de Ali Baba dergisinde yayımlanan ‘Ne Zor Şeymiş’ başlıklı yazısında hem gördüğü zulme isyan ediyor, hem de öldürülmesine yol açacak tehlikeyi işaret ediyordu: ‘GRAS’ Bir halk sağlığı uzmanı olarak alanımla ilgili kimi yazılarda her zaman başarılı olamasam da toplum çoğunluğunun anlayabileceği biçimde konuşmaya ya da yazmaya elimden geldiğince özen gösteririm. Konuşurken araya birtakım Latince, İngilizce, Arapça, Farsça sözler sıkıştırmak büyücülük döneminden çağımıza kadar sarkmış bir yaklaşımdır. İnsanlara etkileyici gelir bu tip terimler; oysa “sıradan insanlara” “sen benimle eşit değilsin” demenin bir yoludur. Bu yazının başlığını oluşturan “GRAS” aslında İngilizce bir kısaltmadır ve “generally recognized as safe” sözcüklerinin baş harflerinden oluşur. Yiyecek ve meyvelerin taşınırken bozulmaması, raf ve tezgâh ömürlerinin uzaması için katılan bir maddenin “genel olarak güvenli kabul edildiği” anlamına gelir. Kuşkusuz yeterli bilimsel kanıtlarla sağlık açısından güvenli olduğu kesin olarak gösterilmiş olanlara bir diyeceğimiz yoktur. Satışa sunulan ürünlerin etiketlerinde kimi maddelerin karşısına “GRAS” yazılıp geçilince iş değişir. Aslında bu açıklamanın Türkçedeki tam karşılığı “Valla sağa sola sorduk, pek bir tehlikesi yok dediler” demektir. Kısacası bu maddelerin sağlık açısından tehlikeli olup olmadığını belirlemeye yönelik bir bilimsel araştırma yapılmamıştır. ABD’de FDA (Besin ve İlaç Kuruluşu) besin katkı maddelerinin sağlık güvenliğini korumakla görevli önemli bir kuruluştur. Bu kuruluş 1997 yılında firmalara kullandıkları bu gibi maddelerin güvenli olduğunu “ticari sır sayılan kendi yöntemleriyle” belirlemeleri olanağını vermiştir. GRAS işte bunun adıdır. İznin ilk verilişi “sirke” “zeytinyağı” gibi yaygın kullanılan birkaç yiyecek maddesiyle ilgili olduğu için fazla sorun yaratmamıştır. Firmalar giderek besinlere katmak istedikleri ve “ticari sır” olmasına karar verdikleri her şey için “GRAS” açıklamasını yeterli görür hale gelmişlerdir ve FDA bunları sorup sorgulamamaktadır. Bir şirket bir maddeyi “GRAS” olarak tanımladığında nasıl karar verdiğini, besinlerin içine ne kadar kattıklarını açıklamak zorunda değildir. Yani birileri “bir şey olmaz, bir şey olmaz” deyip ABD’nin o efsanevi “Federal Besin, İlaç ve Kozmetik” yasasını devre dışı bırakmaktadır. “ABD’nin derdinden bize ne” diyecekler olabilir. Bu maddelerin hepsi bizdeki eşdeğerlerinde de kullanılmaktadır, çoğunun adını bile öğrenme şansımız yoktur. Bizim toplumun tehlikeli genellemeleri vardır: “Zararlı olsa devlet satışına izin verir mi” gibi. Resmi kuruluşlar da denetimden söz edildiğinde kendilerine toz kondurmazlar. Oysa “denetim” arkalarına televizyon kameralarını takarak dolaştıkları birkaç gösteri dışında geceleri uyur. Bu gösteriler toplum bireylerine “korundukları” biçiminde yalancı bir güven duygusu vermeye yöneliktir. Bu durum sanki sorunla ilgili kesin hükmü tebliğ eden iki sıkı “açıklamayla” daha da tehlikeli hale gelir: “Avrupa Birliği müktesebatına uygun!”, “FDA tarafından onaylanmış!” Oysa ne uygunluğu vardır ne de bilimsel standartlara uygun bir onay! Biz avutulmayı çok severiz. Arada bir zararlı ürünleri nedeniyle “deşifre” edilen firma adları yayımlanır. Çoğu toplumun yüzde 99.9’unun duymadığı merdiven altı firmalardır ve adreslerini sorgulayacak olursanız kentin hangi izbesinde hangi viraneye ulaşacağınızı hayal bile edemezsiniz. Kısacası birileri “Avrupa Birliği müktesebatına uygun” ya da “FDA tarafından izin verilmiş” açıklaması yaptığında “Hay Allah, yanlış alarmmış!” duygusuna kapılmayalım. Bir ürünün üretimine izin veren kuruluşla sağlık denetimini yapan kuruluşun aynı kuruluş olamayacağını artık anlayalım. En iyisi herkesin unuttuğu temel halk sağlığı ilkesini yineleyerek bitirmek: “Ülkenin besin sorununu çözmekle görevli bakanlık Tarım Bakanlığı, toplum sağlığını korumakla görevli tek bakanlık Sağlık Bakanlığı’dır.” Sağlık Bakanlığı’nın denetimi başka bakanlıklara devretmesinin halk sağlığıyla ilgili uzmanların “sorun çıkarmasını” önlemekten başka bir yararı olmamıştır!  Yazar SABAHATTİN ALİ ‘Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunla, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. Bugünün itibarlı kişileri gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: Görüyor musunuz şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor… Çalmadan, çırpmadan, bize   Yazdıkça yazar mı Okudukça yazar mı Nereden çıkar bunca fikir Dert yazar Derman yazar Güler yazar Güldürür yazar Ağlar yazar Ağlatır yazar Sen yazar Ben yazar Uzak uzak diyarlar En yakınlar, şuralar Kısacık boylu yazar Uzun upuzun yazar Kalemden taşar Kalbime yazar Doğru doğru yazar Yalanı yalan yazar Açar örtüsünü dünyanın Çırılçıplak yazar Utanır kirlerden Olan bitenden Kıyısından örter yazar Lafını tartar yazar Duramaz yazar ... Su akar Gün doğar, gün batar Yazar yazar REFİKA TORAMAN GÖRÜŞ HİKMET ALTINKAYNAK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI behicak@yahoo.com.tr Sait Faik Hikâye Armağanı ve… Sait Faik Hikâye Armağanı 60 yaşına bastı. Armağan, bir süredir onun yaşadığı Burgazada’daki evinde, adını taşıyan müzede veriliyor. Bu törene katılmak için geçen hafta sonu pek çok yazarla Kabataş’tan bindiğimiz “Medarı Maişet Motoru”ndaydım. Burgazada’ya gittim. Ailesi tarafından 60 yıl önce kurulan hikâye armağanı, şimdi yapıtlarını bağışladığı Darüşşafaka Cemiyeti’yle yayıncısı İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yürütülüyor. Vapurda yol boyunca, Yüksel Pazarkaya ve Doğan Hızlan ile armağanı, Pazarkaya’nın yeni çıkan kitapları “Aşktır, İlaçtır” (Cem y.) ile “Ajan X”i konuştum. “Medarı Maişet Motoru” bildiğiniz gibi, Sait Faik’in ilk romanı. “Medarı maişet”se “ekmek kapısı” demek. Sonraları “Birtakım İnsanlar” adıyla yayımlandı. Sait Faik İstanbul’u, yaşadıklarını, ekmek peşinde koşan, aylak gezen, sıradan insanları alabildiğine duygulu, güzel anlatan bir ustadır. Türk öykücülüğünün ana damarlarından birinin yaratıcısı olan Sait Faik, bir anlamda barışın temsilcisidir. Büyük bir okur kitlesi yetiştirmiş, onların dünyaya barışçıl gözle bakmasını sağlamıştır. Aslında edebiyat, sanat, kültürle uğraşmak, barışa katkıda bulunmaktır. Savaş isteyenlere bakın bir de... Onların sanatla, edebiyatla bir ilgilerinin olmadığını göreceksiniz. Sanat ve edebiyat barıştan yanadır. Dünya değişecekse savaşla değil, ancak barışla değişir. Savaşla değişen dünya, ikinci bir savaşla yıkılır. Oysa barışın değiştirdiği dünya kalıcıdır, uygar, çağdaş bir dünyadır. Sait Faik, 2. Dünya Savaşı yıllarında yazmaya, yayımlamaya başladı. O dönemde tıpkı bugün Suriye ile savaş isteyenler gibi, Hitler ve Hitler’in yandaşları vardı. Devletler büyük bir tehlike içindeydi. O gün gerek Adolf Hitler’e yazdığı mektupla, gerekse diyalog için Adana’ya gelen İngiltere Başbakanı Winston Churchill’i barışa ikna edişiyle Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Türkiye’yi savaşa sokmayarak Türkiye’ye ve dünyaya büyük bir barış armağan etti. Hiç kimsenin burnu bile kanamadan, 2. Dünya Savaşı atlatıldı. İşte 1940’lı yılların Ankarası’nda, çeşitli devletlerin bilinen bilinmeyen “istihbarat ajanları” Ankara’da cirit atıyordu. Yüksel Pazarkaya’nın “Ajan X” yapıtı işte bu nedenle de bir solukta okuduğum bir kitap oldu. “Aşktır, İlaçtır” kitabı için Pazarkaya, “Aşkı yücelten, düzenleyen öyküler” diyor. Ekliyor, “yan etkileri olsa da, toplumun ve bireyin bungun dönemlerinde en güvenli limandır”. “Ajan X” aslında bir tarih anlatısı. Alt başlığı “İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler Almanyası’nın Türkiye Politikası”. TÜYAP yayını kitabın “Sunuş” yazısını yazan Bülent Ünal, sözlerini “Ülkemizi zorlu sınavların beklediği 2014 yılı armağanı olarak paylaşmaktan onur duyuyoruz” diye bitiriyor. Yüksel Pazarkaya, 50 yıl Almanya’da yaşamış, şimdi de yılın yarısını Almanya yarısını da Türkiye’de geçiren bir kültür adamı. Barıştan yana bir yazar sorumluluğuyla yalnızca Almanya’daki kaynaklara dayanarak yazmış. Kimlerin bu dönemde hangi devlet için çalıştığını belgeliyor. Bugünlere ışık tutacağına inanıyorum. Gelelim yine Sait Faik Hikâye Armağanı’na. Armağan, 1980 doğumlu Mahir Ünal Eriş’e “Olduğu Kadar Güzeldik” adlı kitabı için verildi. Eriş, kitabın adını Yıldız Tilbe’nin bir şarkısından almış. Yağışlı bir hava, ödül töreninin vapurda yapılmasına yol açtı. Vapurda tören sonrası pastalar, börekler yendi, çaylar, kahveler içildi. Ödül sahibiyle fırsatını bulan sohbet etti, fotoğraf çektirdi. Ünlü olmak kolay değildi! İyi de oldu. Sonra Sait Faik Müzesi gezildi, İstanbul’a dönüldü. Aslında üç sanatçının da hedefi barış değil mi? Zaten Sait Faik Hikâye Armağanı da edebiyata, yani barışa, özgürlüğe adanan bir armağan değil mi? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaracı@gmail.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN T.C.İSTANBUL ANADOLU 3. İCRA VE İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN BASİT TASFİYEDE ALACAKLILARA DAVET İLANI DOSYA NO: 201422 İFLAS Müflisin adı ve soyadı: Antika İç ve Dış Ticaret Ltd. Şti. (Eski ünvanı Orgaz Dış Ticaret Ltd. Şti.) Yerleşim Yerindeki Adresi: Yeni Mah. Çalkantı Sok. 21/1 Yakacık/Kartal Yukarıda adı yazılı müflisin iflas dairesince defteri tutulan mallarının bedellerinin tasfiye giderlerini koruyamayacağı anlaşıldığından basit tasfiye usulünün uygulanması kararlaştırılmıştır. Bu sebeple alacaklıların bu ilan tarihinden itibaren 30 gün içinde alacaklarını ve iddialarını bildirmeleri, bu müddet içinde alacaklılardan birinin giderleri (7.500,00TL) peşin vermek sureti ile tasfiyenin Adi tasfiye şeklinde yapılmasını isteyebileceği İcra ve İflas Kanunu’nun 218’inci Maddesi gereğince ilan olunur. 07.05.2014 “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 30866) T.C. İSTANBUL ANADOLU 15. SULH HUKUK MAHKEMESİ Sayı: 2014/173 Esas Davacı SABRİ DERİKESEN’in mahkememizde hasımsız olarak açmış olduğu Serdar Derikesen’in Gaipliğine Karar Verilmesi davası nedeniyle; Kendisinden uzun zamandır haber alınamayan ve hakkında Gaiplik Kararı verilmesi talep olunan Sabri ve Meliha Sülün’den olma 06/05/1954 doğumlu SERDAR DERİKESEN hakkında bilgi ve malumatı olanların bu gazetenin yayın tarihinden itibaren 6 ay içerisinde gerekli bilgi ve malumatlarını İstanbul Anadolu 15. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2014/173 Esas sayılı dosyasına bilgi vermeleri hususu M.K.’nun 32. ve 33. maddeleri gereğince ilan olunur. 26/04/2014 “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 30992) 1/ Gitarın ata 1 sı olan telli İs2 panyol çalgısı. 2/ “Açıktan geç, 3 yaklaşma” an 4 lamında kulla 5 nılan denizcilik terimi... Pamuk, 6 yün gibi şeyleri 7 eğirmekte kul 8 lanılan araç. 3/ Baş... Görünü 9 şe göre olacağı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 sanılan. 4/ İplikle1 rin boyanmak istenB İ C İ B İ C İ meyen bölümlerinin 2 O T U R A K L İ sarılarak boyaya batı 3 S İ N R A H İ M rılması yoluyla uygu 4 T D A R A N A lanan bir tür boyama 5 A B A Z A N T R tekniği... Gözleri gör6 N A A K E M İ meyen. 5/ “Git, defol” Ö anlamında argo söz 7 A L A T U R A cük... Telefon sözü. 6/ 8 A L DO L A Z Büyük Sahra’da yaşa 9 A R O G A N R E yan bir halk. 7/ Utanç duyma... Bir Avrupa ülkesinin başkenti. 8/ İnce ve yumuşak bir tür ipekli kumaş... Bir şey ödemeden alınan şey. 9/ Sözsüz oyun. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Pencere ya da kapının üst yanında bulunan ve havalandırmaya yarayan açılır kapanır bölüm. 2/ İncir ağaçlarında döllenmeyi sağlayan sinek... Arşının sekizde biri uzunluğundaki ölçü. 3/ Büyük tencere... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 4/ Tümör... Soyu tükenmiş bir yaban atı. 5/ Kişinin öz benliği... Kötülük, fenalık. 6/ Çocuğun eğitim ve öğretimiyle ilgili erkek bakıcı... Palamut balığının küçüğü. 7/ Bütün cıva alaşımlarının ortak adı. 8/ Suyu, işleme ve dağıtım tesislerine iletme... Bizmut elementinin simgesi. 9/ Zehir... Canlı bir varlığın içinde bulunduğu doğal ya da maddi koşulların tümü. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle