18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 ARALIK 2014 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA HABERLER 7 IŞİD’ten kaçanların sığındığı dağ, bir insanlık trajedisinin canlı tanıklarına ev sahipliği yapıyor Korku dağı Şengal saldırdığında katliam korkusuyla kaçan Ezidilerin sığındığı Şengal dağının eteklerinde çadırlar var. Dağınık, tek ya da öbek öbek çadırlar, küçük koyun keçi sürüleri, gecenin ayazından kalan su birikintilerinin üzerindeki buzlar, çocuklar, kadınlar, erkekler ve korku dolu günler geçiren insanların dünyası. Gide gide Şengal Dağı’nın zirvesine varıyoruz. Burada YPG’nin de KDP’nin de, peşmergenin de karargahları var. Oradaki yardımları ve günlük yaşamı organize eden KDP’nin Şengal Sorumlusu Sait Şengali’yi çadırında buluyoruz. Dağda şu anda 8 bin kadar Ezidinin bulunduğunu belirten Şengali “Bu ayın 20’sine kadar helikopterle veya uçakla yardım atılıyordu. O yardımlar da daha çok zorunlu ihtiyaçlar ve ilaçlardan oluşuyordu. Havadan atılan malzemeler zaman zaman zarar görüyordu. Bu süre içinde dağda kalanlar çok sıkıntılı bir dönem yaşadı. Ama dağ kurtarıldıktan sonra artık buradaki halk rahat bir nefes aldı. Şengal Dağı’nın kuzeyinde kalan toprakların IŞİD belasından tamamen kurtarıldığını söyleyebiliriz. Ama Şengal Kasabası, Tel Afer gibi yerlerin bulunduğu güneyde mücadele sürüyorı” diyor. Şengal Dağı yakınlarında bir süre önce IŞİD’i elinde olan Hardan aldı köyde 2 toplu mezar bulduklarını, burada yaklaşık 50 yetişkin erkek cesedi tespit ettiklerini belirten Şengali “IŞİD onları infaz edip gömmüş. Teröristler ilk saldırıları sırasında tespit ettiğimiz kadarıyla 300 ile 400 kadar kadın ve çocuğu kaçırmış, akıbetlerini bilmiyoruz” ifadelerini kullanıyor. Dağın zirvesinde kalan Ezidiler için sağlık hizmeti verdiklerini, yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını karşıladıklarını belirten Şengali’ye çocukları soruyoruz. “Ya onlar ne yaptılar bu 5 aylık süre zarfında” diye. Sesi üzgün geliyor, “Maalesef onlara burada eğitim veremedik, oyuncak bulamadık, belki bundan sonra onlara oyuncak getirebiliriz” diye konuşuyor. Az ötede sağlık çadırı var. Orada genç bir tıp öğrencisi görev yapıyor. Doktor Mervan Geter, ilaç konusunda büyük sıkıntı yaşamadıklarını ancak hijyen ve temiz su ile ilgili sorun olduğunu söylüyor. Geter “Binlerce kişi geçen zaman içinde ishal, enfeksiyon, öksürük gibi enfoksiyonel hastalıklara uğraştı. Halen de bu hastalıklar sürüyor” diyor. 95 yaşındaki kadının adı Mircan Ali. 2’si kadın 2’si erkek toplam 4 çocuğu var. 10 kadar da torunu olmuş. Son torununu doğuracak kızını helikopter gelip hastaneye taşımış. “5 aydır çekmediğim kalmadı buralarda. IŞİD Allah’ından bulsun. Çadırlar çok soğuk, ısınamıyorum üşüyorum” diyor. Bir başka kadın var yanımızda. Adı Seve Hıdır. 35 yaşlarında olduğunu söylüyor. 8 çocuğu olmuş. Çocukların çok sorluk çektiğini anlatan Hıdır, “Ağladılar, ne vereceğimi bilemedim. Yanımıza aldığımız ipliğin makarasını verdim oynasınlar diye. Bir da dağda meşe palamudu yetişiyor. Onlardan topladım çocuklarım için. Çocuklarım aylardır oyuncak yüzü görmediler. Sadece ben değil, dağdaki annelerin hiçbiri çocuklarını avutamadı. Soğukta üşüyünce, nefesimle ısıttım ellerini” diyor. İhanet Paylaşımında AKP Ağır Basıyor... Cumhurbaşkanı Erdoğan gündem değiştirmeye yönelik son çıkışını bir düğün töreninde yaptı: “Bu ülkede yıllarca bir doğum kontrolü ihaneti yaptılar ve neslimizi kurutma yoluna gittiler.” Sanırsınız ki doğurganlık süreci sona ermemiş çiftlerin yatak odasında bir görevli var ve çocuk yapma girişimine başlamaya niyetlendiklerinde, parmağını sallayıp “sakın haa” diye tehdit ediyor... HHH Kısa bir süre önce postadan “Op. Dr. Aytekin Ertuğrul”un imzasını taşıyan bir kitap çıktı. Adı “Cerrahi Doğum Kontrol Yöntemlerine Genel Bakış”. Karıştırınca gördüm ki, aynı zamanda Cumhurbaşkanı’nın “ihanet” olarak nitelendirdiği doğum kontrolünün de bilgilerini içeriyor. Nüfus Planlaması ile ilgili ilk yasa 1964 yılı Nisan ayında çıkarılmış. Hayatta altıdan fazla çocuğu olan annelere madalya verilmesi kuralını da kaldıran yasa sınırlı bir uygulama alanı yarattığı için yeterli olmamış. Bu nedenle de Milli Güvenlik Konseyi sürecinde ve Bülend Ulusu başbakanken 24 Mayıs 1983’te yasa yenilenerek ayrıntılandırılmış. Hâlâ da yürürlükte ve 30 yıl 7 aylık bir geçmişi var. Ulusu Hükümeti 44’üncü Cumhuriyet Hükümeti. Bugün 62’nci hükümet görevde. Geçen sürede başbakanlık görevinde 5 yıl 11 ayla ANAP lideri Turgut Özal ikinci sırada. Rekor AKP lideri Tayyip Erdoğan’da. 11 yıl 5 ay başbakanlık yapmış. Abdullah Gül’ün 4 aylık başbakanlığı ile Ahmet Davutoğlu’nun şimdilik 4 aylık sürecini de hesaba katarsanız, AKP hükümetlerinin süre toplamı 12 yıl 1 ay ediyor. Orantıya vurursak “ihanet” sürecinin yüzde 40’ı AKP hükümetleri döneminde yaşanmış. Kimin kimi “hain” ilan ettiğini varın siz hesaplayın. HHH Yürürlükteki yasa, iddianın aksine “hiçbir ailenin çocuğu olmasın” da demiyor. Yasada “Nüfus Planlaması” şöyle tanımlanıyor: “Nüfus Planlaması, fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olmaları demektir.” AKP lideri kızıyor ama, yasa bugün de tıkır tıkır işliyor. Yani ihanet sürüyor. Kanıtı da Emekli Deniz Tabip Kıdemli Albay Op. Dr. Aytekin Ertuğrul’un 16 Temmuz 2014’te Sağlık Bakanlığı’na yaptığı başvuruya verilen yanıt. Bakanlığın “Kadın ve Üreme Sağlığı Dairesi Başkanlığı” Ertuğrul’a demiş ki: “2827 sayılı yasa ile çocuk sahibi olmak istemeyen bireylere gebeliği önleyici yöntemler tüm sağlık kurum ve kuruluşlarında sunulurken, çocuk sahibi olamayanlar da bu konuda hizmet alacakları ilgili kuruluşlara yönlendirilmektedirler. (......) 2827 sayılı yasa halen yürürlükte olup, söz konusu hizmetler bu kapsamda sürdürülmektedir.” HHH Erdoğan’ın çıkışı önce yoksul seçmen sayısını artırmak, ardından da onları “Biz gidersek sonunuz kötü olur” diye korkutmak değilse nedir? Köşem bilenlere açıktır. ŞENGALIŞİD’in Haziran ve Ağustos’ta iki kez saldırdığı Şengal dağındaki Ezidiler 5 aylık esaretin ardından artık özgür. Ezidiler, IŞİD Şengal’den temizlenene kadar dağda kalmayı düşünüyor. Dağa vardığımızda çadırlarda titlereyen yaşlılar, çocuklar ve kadınlarla karşılaşıyoruz. Her öykü ayrı bir dram. Peşmerge güçlerinin, 20 Aralık günü IŞİD’ten kurtardığı Şengal Dağı’na gitmek için yine yollardayız. Yolda giderken hububat ekilmiş bereketli toprakların arasından, çalışmayan petrol kulelerine tanıklık ediyoruz. Şengal Dağı’na gitmek üzere güneye doğru kıvrılan yola girmeden önce bir kez daha 20 gün kadar önce Peşmerge tarafından kurtarılan Rabia kasabasına uğruyoruz. Dağa gitmek için yeniden yoldayız. İnanılmayacak kadar sıkı bir denetim var yollarda. Hemen her kilometrede bir “seytere” denilen bir peşmerge kontrol noktasından geçiyoruz. Bir süre sonra belki adını yüzlerce kez Diyarbakır’a, Roboski’ye, Şırnak’a, Cizre’ye ve bölgenin diğer kentlerine sığınan Ezidilerden duyduğumuz, terk edilen Sinun kasabasına varıyoruz. Kasaba IŞİD’in elinde harap olmuş. Caddenin her iki yanında sayısız peşmerge var. Yolun Şengal Dağı’na kıvrılan dönemecinde, peşmergenin tahrip ettiği, IŞİD’in Irak Ordusu’nun Musul’dan kaçarken bıraktığı bir tank var. Yola devam edip tırmanmaya başladığımızda, iki küçük tepeyi geçtikten sonra karşımızda YPG ve YPŞ elemanlarını görüyoruz. Konuşmak istemiyorlar, fotoğraflarını çekip devam ediyoruz. Artık Şengal Dağı’na ulaştık. IŞİD Çadırlar çok soğuk IŞİD ailesini katletti Birkaç çadır ötede bırakın bir çocuğu bir yetişkinin bile üstesinden gelemeyeceği bir insanlık dramı var. Adı Kerim Nebil, 7 yaşında bir Arap çocuğu. Onu Şengal Dağı’na getiren ise IŞİD’in bir katliamı. Ailesi Arap olduğu için “Peşmerge bizi öldürecek” diye korkmuş. Kaçmak istediklerinde IŞİD onlara engel olmuş. Israr ettiklerinde ise annesini ve 4 kardeşini öldürmüş IŞİD, onu da sol bacağından yaralamış. Babası kargaşa sırasında Musul’a kaçmış o ise bir başına ortada kalmış. Peşmerge onu alıp tedavi için Şengal Dağı’nın zirvesine getirmiş. Çok korktuğunu söylüyor Kerim, anlatırken sesi titriyor. Ağlatmak istemiyoruz onu ve yanından ayrılıyoruz. Onun adı Çığlık Battaniye ile ayrılmış çadırda Kerim’in hemen yanında ise el kadar bir bebek var. Peşmergelerin de isteği üzerine bebeğin adını “Hawar” (çığlık) koymuş yanındaki kadın sağlık görevlisi. 5 gün önce peşmerge geldiği gün doğan minik bebeğin annesi anlatılanlara göre IŞİD tarafından kaçarken vurulmuş. Dünyadan habersiz, anne sütünden yoksun, ne olacağı belirsiz bir hayat Hawar’ı bekliyor diye düşünüp, çadırlara doğru yöneliyoruz. Palamut ve makara... Ku va diçin, ku va diçin… Çıma Şengali bar dekin?.. Eğer banttaki sözleri yazıya doğru döktüysem bu “Niye kaçıyorsunuz, niye kaçıyorsunuz? Şengal’den niye gidiyorsunuz” demek. Bu rasgele, öylesine bir soru değil. Bir çığlık. IŞİD çeteleri Şengal’i işgal ederken kaçışan peşmergelerin önüne dikilip olanca gücüyle haykıran bir Ezidi kızının çığlığı… Bu çığlık IŞİD önünden kaçan ve ekranlarda izlerken bile içimizi kanatan o Ezidi göçü sırasında Şengal dağlarında yankılandı. Bu röportaj da o günleri unutturmamak için bir tanıklığı aktarıyor. Bir Ezidi kızının tanıklığını… Adı Berfin. Berfin Hezil. Gören “19 belki, ama kesinlikle 20 değil” der. Oysa 30’unu çoktan geçmiş. Onu ilk kez YouTube’da gördük. IŞİD’den kaçan Ezidileri koruması gerekirken kaçışan peşmergelerin önüne dikilip haykırırken. Şengal’de... Sonra 11. Kürt konferansında Brüksel’de. Kamerasının önüne diktiği Kürt, Türk, Alman ile söyleşi yaparken. Türk’le Türkçe, Kürt’le Kürtçe, Alman ile Almanca... Kürtçe yayın yapan TV kanallarında onu Şengal’de izleyenler, kamerasını, namlusu IŞİD’e dönük bir silah gibi kullanan “gerillagazeteci” sanırlar. Oysa siyah TShirt’ü, kıpkırmızı hırkası ve yalnız yüzü ile değil gözlerinin içiyle de gülen ufacık tefecik bir Ezidi kızı o. Başlangıcı çok yalın, benzeri çok bir hayat öyküsü var. Anne Mardin Midyat’tan bir Ezidi Kürt’ü; baba ise bir Sünni Kürt. Birbirlerini sevip evlenmişler. Bir kızları olmuş, adını Berfin koymuşlar. Gülerek anlatıyor: Annem tarafında babası, yani dedem Ezididir, annesi yani ninem de Hıristiyan. Süryani Hıristiyan. Midyatlılar ikisi de... Babam tarafı ise Sünni Kürt. Birbirini seven iki kişi, birbirini kaçırmışlarsa... Sonra?.. Sonrası çok bildik bir hikâye. Anne ve baba göçmen işçi olup Mardin Midyat’tan Güney Almanya’da Baden Baden’a gelmişler. Berfin henüz 6 yaşında. Hauptschule’ye (Almanya’da zorunlu eğitim – ae) kadar gittim. Sekizinci sınıfa kadar okudum. Sonra bıraktım. Ondan sonra televizyonda çalışmaya başladım. Kürt televizyonunda, MED TV’de. Zorunlu eğitimi bile zar zor bitirmiş, mesleki bilgisi sıfır bir genç kızı niye seçmişler acaba? Ayrıca altı yaşında geldiği Almanya’da Kürtçeyi nasıl öğrenmiş? Hepsine cevabı var. Yine gülerek anlatıyor: Eee, ben çok aktif olduğum, bir de Kürtçe bildiğim için beni aralarına aldılar televizyonda. Bir de etrafımda birçok çocuk vardı. Kürtçe konuşan çocuklar. Benim Kürtçem iyi. Çünkü evde annem babam Kürtçe ko Brüksel’de ve Şengal’de bir Ezidi kızı nuşurlardı. Ezidiler pek Türkçe bilmez. Annem babam da Türkçe bilmiyorlar. Sadece Kürtçe konuşurlar. Buraya kadarını anlamak zor değil. Küçücük bir Ezidi kızı. Almanya’da büyümüş. Akıcı bir Almanca ile konuşuyor. Kürtçesi de öteki Kürtlerin tanıklığına göre mükemmel. Bir iş bulmuş. Sevdiği bir iş. TV gazetecisi olmuş. Sonra... Sonra birdenbire yollara düşmüş... Rojava’ya gittim. Gittim çünkü... Çünkü bana orada ihtiyaç olacağını hissettim. Bir devrim vardı orada. Aslında Ortadoğu hep ilgimi çekmiştir. Ortadoğulu olduğum için. “Seni oraya, Rojava’ya yolladılar mı, yani görevli olarak mı gittin” sorusuna alışmış. Sevimli Türkçesi ile ve evet yine gözlerinin derinliklerine kadar gülerek cevaplıyor: Hayır, bu benim özgür kararımdı. Yani ben gidiyorum dedim. O kadar. Hani Almanca diyorlar ya freiwillige journalist (Gönüllü gazeteci –ae) olarak... Aslında oradaki halk beni hep Rojavalı bildi. Çünkü Türkçe konuşmayan tek journalist bendim. Türkçe konuşmayanlar hep Suriyeli oluyormuş onlara göre. O uzun uzun anlatıyor. Cizire’ye ulaşmış. Rojava Kürtlerinin Cizire kantonuna. O zaman rejim hâlâ vardı. Baas rejimi... Kürtler daha kendi renklerinde haykırmamışlardı. Sokaklara çıkmamışlardı. Daha Suriye muhalefeti ile birlikte meydana çıkıyorlardı. Cuma günleri yürüyüşler yapılıyordu. “Arap Baharı” deniyor ya hani. O günlerde yani. Kürtler o zamanlar kendi diliyle, kendi renkleriyle meydana çıkmıyorlardı. Biz o zaman kaçak geçtik. Yolda Baas askerleri, yani rejim bizi taradı. Pusuya düştük. O yol kaçakçıların kullandığı bir yol. Yani kendini koruyacağın hiçbir şey yok. O yüzden “Daha Rojava toprağına ayak basmadan mı öleceğim ben” diye düşündüm. Kaçtık, dağlık köyler vardı, oralara kaçtık. Kurtulduk. Oradan Derik’e geçtim. Burada durdu. Yüzü değişti. Suratına pek de yakışmayan bir ciddiyetle konuştu: Orada tarihi bir adım atılıyordu ve ben o adıma tanıklık yapmak istedim. Belki yüzde biri kadar yapabildim. Ama hiçbir eylemde, hiçbir çatışmada da kameramanla birlikte eksik kalmamaya çalıştık. Tam iki buçuk sene. Zordu, tehlikeliydi ama güzeldi, çok güzeldi... Sonunda konu kaçınılmaz olarak bu röportajın yapılma nedenine dayandı. Şengal’de IŞİD önünde kaçışan peşmergelere haykıran küçücük Ezidi kızına... Anlattı: Şimdi Cizre kantonu ya. Cenani sınır kapısı, Sununi de öteki tarafın sınır kapısı. Sununi, Şengal tarafı oluyor, Cenani de Cizire kantonu oluyor. Uzunlamasına 70 kilometrelik bir sınır boyudur. Çok büyük bir bölge değil yani. O sınır boyunda zaten bir ay Berfin Hezil, IŞİD Şengal’i işgal ederken kaçan peşmergelere böyle tepki göstermişti. ‘Benim için bir borçtu’ Peki, bu ufak tefek, Avrupa’da büyümüş genç kadın iki buçuk yıllık bir acılar, zorluklar ve direniş tanıklığından sonra yeniden Avrupa’ya dönmüş. Nedenini sormamak olmaz. Çünkü hedef oldum. Benim için çok tehlikeliydi. Yüzüm tanınmıştı orda. DAİŞ her yerdedir orada. Dönmem lazımdı. Şimdi yine Ezidi televizyonunda çalışıyorum. Kürtçe yayın yani... Uydu kanalından yayın yapıyor ve dünyanın her yerindeki Ezidiler bizi seyrediyor. Ezidilerin sesi olmak istedim ve olmaya çalışıyorum işte. Çünkü çok, ama çok Ezidi hâlâ orada ve Şengal DAİŞ’in elinde. Kadınlar, Ezidi kadınları oradalar. Kimi Musul’da, kimi Şengal’de. DAİŞ’in esirleri onlar. Satılmak üzere DAİŞ’in esirleri... Ben de hâlâ Şengal’de, Kobani’de ne bileyim işte, oralarda olmak isterdim. Ama burada Şengal’in, acı çeken Ezidilerin sesi olmak. Bu benim için bir borçtur biliyor musun? evvel Rabia düşmüştü. DAİŞ oraya girmişti. Sonra YPG, DAİŞ’i oradan çıkardı ve peşmergelere teslim ettiler. Biz bütün bunları çektik ve yayınladık. Yani Şengal’in yakın köylerine zaten gitmiştik biz. Yani o 70 kilometrelik alan benim alanım oldu, hep takip ettiğim bir alan yani... Bana telefon geldi. Tam 3 Ağustos sabahı... Peşmergelerin DAİŞ önünden kaçtığını söylediler. Kameramanla beraber hemen yola çıktım. Benimki bir refleks. Orda olma refleksi yani. Sınırı geçer geçmez havan saldırısı başladı. Olduğumuz yere düştü havan mermileri. Niyetim Rabia’nın merkezine gitmek. Şengal’den Dahri’ye giden yolun tam üzerinde durduk. Orada arabalarla yürüyerek gelen yani DAİŞ’ten kaçan Ezidilerle röportajlar yaptık. Tam onlarla konuşurken konvoy geldi. Peşmerge konvoyu. Ben sordum: “Nereye, neden kaçıyorsunuz? Niye Şengal’i savunmuyorsunuz da kaçıyorsunuz?” Öyle ya devletini koru. Onlar Irak Kürdistanı’nın askerleri. Vazifeleri devletlerini, topraklarını korumak. Onlarsa kaçıyorlar. “Nereye gidiyorsunuz” diye sordum. “Zaho’ya” dediler, “Şengal düştü.” Neden direnmediklerini sorduğumda cevap veremediler. Yani “Şengal düştü” dediler ve çekip gittiler. Orada kaçan peşmerge konvoylarını çektik. Cevapla yetinmedim, sordum: “Sakin bir sesle mi sordun, söyledin bunları?” Hayır, hayır. Çünkü sen ordasın. Bir insan olarak her şeyi yaşıyorsun. Orada görüyorsun, o halkın nasıl bir katliamla yüz yüze olduğunu görüyorsun. Yani orada gazeteci olarak değil bir Kürt olarak konuşuyorsun, yani bağırıyorsun. Hem de çok bağırıyorsun. Öyle bağırdım yani... Bak... Bu anlattıklarım ilk gündü. Yani DAİŞ’in Ezidilere saldırdığı ilk gündü. Sabahtı. Asıl acı sonra başladı. Aslında o sırada tehlikenin büyüklüğünü fark etmemiştik. Sununi’ye vardığımızda yürüyerek gelmekte olan binlerce Ezidi ile karşılaştık. Zaten bütün dünya da ancak o zaman fark etti. Artık orada hem gazetecisin, hem Ezidi kızı, hem Kürt direnişçi... Belki kadın olduğum için. Bilemiyorum. YPG’liler yemek dağıtıyordu. Gittim onlarla birlikte ben de yemek dağıttım. Sohbet ettim insanlarla. Yol gösterdim onlara. Biraz daha dişinizi sıkın, biraz daha çabuk yürüyün. Akşam olmadan Cebara’ya varalım. Yalvardım insanlara. Doğum yapan kadınlar vardı. O şartlarda çocuklarına isim koymayı düşünemezlerdi. İsim koydum bebeklere. Birine Hedi adını verdim, yani Umut. Sonra Ezidilerin hacı oldukları yerin adını koydum bir kıza: Laliş. Sonra Lorin... Yani bulduğum en güzel adları koydum bebeklere... Ben de mutlu oldum, onlar da mutlu oldu. Ama yolda... O yol çok zorlu bir yol. Su yok. Yiyecek yok. Bebekler öldü o yollarda biliyor musun? Kimi doğdu, kimi öldü işte. n BARTIN (DHA) Bartın Milli Eğitim Müdürü Yaşar Demir, okul müdürlerinin cep telefonlarına gönderdiği mesajda, yılbaşı kutlamalarının “Hıristiyanlık propagandası” olduğunu ileri sürerek, çocukların bilinçaltının işgal edilmesine fırsat verilmemesini istedi. Mesajda, “Yüzde 99’u Müslüman olan Anadolumuzun anasınıfı ve tüm okullarımızda çocuklarımıza Anadolu insanının gelenekleri ile bağdaşmayan, Hıristiyanlık propagandası olan Noelyılbaşı kutlamalarının çocuklarımızın bilinçaltını işgal etmesine fırsat vermeyerek, milli bir hassasiyet sergileyeceğiniz için teşekkür ederim” ifadelerine yer verildi. Demir, sorular üzerine “Mesajı ben attırdım. Arkadaşlar herhalde Hıristiyanlık propagandası şeklinde bir şeyler yapmışlar. Hıristiyanlıkla ilgili herhangi bir şeyimiz yok. Herkesin dinine saygımız var” diye konuştu. Müdürden skandal yılbaşı mesajı n ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başkentte maddi sıkıntıları olduğu belirtilen bir kişi, dün sabahi silah ve bıçakla Başbakanlık’a geldi. Polisler, kovalamaca sonucu zanlıyı gözaltına aldı. Kovalamaca sırasında 34 el silah sesi duyuldu. Başbakanlık korumaları ve sivil polisler, eylem yapan kişiyi önce ikna etmeye çalıştı. Ancak zanlı kaçtı. Bu sırada özel harekâtçılar dahil tüm polisler, peşinden koştu. Bıçak nedeniyle eli kesilen zanlı, yakalandı. Başbakanlık’ta silahlı eylem n ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Atatürk Orman Çiftliği’ndeki (AOÇ) son gelişmeler ve TMMOB’ye baskılarla ilgili toplantı düzenledi. Candan, “Hal, Ulus ve 100. Yıl çarşıları imar kapsamındaydı. Bu varlıklar SGK’ye devredilecek, satılabilecek. Erken Cumhuriyetin mal varlıklarını yıkacaklar, mimari mirası talan edecekler” dedi. Cumhuriyetin mirası için uyarı n ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Gazi Orduevi’nin Cumhurbaşkanlığı Sarayı için Devlet Konukevi yapılmak istendiği iddiasını TBMM gündemine taşıdı. Tanrıkulu, Başbakan Ahmet Davutoğlu’na “AOÇ’de yapılan çalışmalar usule uygun mudur?” diye sordu. Yeni hedef Gazi Orduevi mi? C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle