06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 ARALIK 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 davalar yeniden açılmalı Hüseyin Doğan, katliam günlerinin CHP Kahramanmaraş Milletvekili ve evi yakılan, annesi “çıldıran” mağduru. Sonra; mağdurların, yargılanan Alevi ve solcuların avukatı. O günleri “Yüreğimdeki Yara Maraş” kitabıyla anlatan Doğan, sorularımıza şu yanıtları verdi: O haftayı anlatır mısınız? Çiçek Sineması olayı, arkasından CHP’nin tahrip edilmesi ve birtakım başlangıç olayları kulağımıza geldi. Konuyu acilen İçişleri Bakanı’na ilettik, olaylar gittikçe büyüdü. 23 Aralık’ta Başbakan Sayın Ecevit’e ulaştık. O sırada, Maraş’taki kardeşim aradı, evimizin yakıldığını anlatmaya başladı. Milletvekili evidir, diye 50 kişi sığınmıştı. Kardeşim, annemin çıldırmaya başladığını, kundaktaki yeğenimizi alevler içerisinden kurtarmak için alt kısma gelen jandarmalara attığını söyledi. Bunları Sayın Ecevit’e de tekrarladı. Başbakan, telefonu aldı, ilgili bir komutanla konuştu, “Maraş yanıyor, niçin gereken yapılmıyor” diye sordu. Karşıdan verilen cevap herhalde tatmin etmedi ki telefonu masaya çarptı. İçişleri Bakanı, Jandarma Komutanı ile bizleri Maraş’a gönderdi. Maraş harp yeriydi, hükümet konağı kuşatılmıştı, içeri girmekte zorlandık. Ne gördünüz sokaklarda? Yeğeniniz kurtuldu mu? Parçalanmış, bazılarında kurşun izleri, yaralar bereler içinde, doğranmış bedenler, yakılmış eller, ayaklar, tanınmayacak vaziyete getirilmiş ölü bedenler. Kime ait olduğu belli değil, feryat figan... Kime, nereye koşacağını bilemeyen insanlar... Yeğenim kurtuldu, bizim evde ölen yoktu. Yangın sırasında bir jandarma müfrezesi gelince, yakanlar kaçmış. Küçücük bir müfreze bir eve sığınan 50 kişiyi kurtarıyor, bir tabur, bir alay seviyesinde olsaydı herhalde bu kadar kayıp olmazdı. 26 Aralık’ta Kayseri’den tabur geldi, olaylar bastırıldı. Maalesef çok geç kalındı, bizim heyetin oraya gidişinde dahi gecikme söz konusu. Anneniz size sitem etmiş o günlerde ‘Çare bulamadınız, bu millet size güvendi’ diye... Annemle kalmadı, bütün katliama uğrayan, CHP’ye oy veren insanların sitemi oldu. Bizlere olan sitemlerini bugün de haklı görüyorum. Katliamların sosyal demokratların iktidar ya da iktidar olduğu dönemlerde yaşanmasını nasıl okumak gerekiyor? Rastlantı değil. Alternatif, sol, CHP iktidarı gibi iktidarlara tahammülsüzlük ve mahalli şartlarda da mezhep ayrılıkları ve siyasal görüş farklılıklarının araya girişiyle, bu olaylar bizlerin “iktidar” diyemeyeceğim “iktidarcık!” olduğu dönemlerde olmuştur. Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’nın solu suçlayan konuşması tartışma yaratmıştı... Döndükten sonra, grupta konuştum. Kendi hükümetime de yüklendim. İstifa müessesesi işlemeliydi. Önlenemeyen bir katliam, bu olayları sola yükleme gibi bir gayret içinde olan bir bakana siyaseten de, hukuken de, insani açıdan da tahammül etmek mümkün değildi. İstifa etti. Yargı kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Hukukçuyum, hâkimlikten ayrılıp politikaya girdim. Elbette yargıç meslektaşlarıma saygılıyım, ama ellerine ne verildiyse ona göre karar veriyor. Toplumsal olayların davası ve bu davalara karşı 4050 alternatif dava açıldı. Çeşitli aflar, kanun değişiklikleriyle kimse kalmadı cezaevinde. Alternatif davaların yüzde 100’ü Alevi, CHP’li, Kürt. Saldıranlarla ilgili hem yapılan soruşturmalar, hem oluşan kamuoyu o sırada bunu MHP militanlarının yaptığı yönündeydi. MHP zaten Kahramanmaraş toplumsal olayları davasında kurumsal olarak da sanık gösterilmişti, beraat kararı verildi. Bir davada yerine göre mahkumiyet, yerine göre beraat kamuoyu yönünden, kamu vicdanı yönünden yeterli olmuyor. Bugün Deniz Gezmiş ve diğer arkadaşlarının mahkumiyeti bir mahkumiyet sayılmıyor. “Yüzleşme” için davalar yeniden açılmalı. Meclis’te soruşturma komisyonları kurulmalı. Mağdurlar duruşmalara gelemiyor, avukatlar öldürülüyor. Yargı Yüzleşme için Katliamı ‘Evimizi yaktılar, annem kundaktaki torununu aşağı attı, çıldırdı’ sözleriyle anlatan dönemin CHP milletvekili Hüseyin Doğan: Geç kalındı ‘İşkencelerde sürecini anlatır mısınız? Ben hem öldürülen insanların davalarına, hem de bazı sol, Alevi kesim insanlarının katliam iştirakçisi olarak yargılandığı davalara girdim. Alevilerin katliam mağduru olduğunu, birtakım olaylara katıldılarsa bile tamamen kendilerini korumak amaçlı olduğu savunmasını yaptım. Alevi kesim böyle bir katliam tablosu içinde yalnız bırakıldı. İnsanlar korkuyor, vekillik yapacak insan o kadar az ki. Kelleyi koltuğa alarak yaptık, bir arkadaşımız öldürüldü, bizler yer yer tehditlerle duruşmalara girdik, hele Yargıtay sırasında. Bir tarafta 50 avukat, bizim tarafta Nusret Senem, ben, bir iki kişi. Duruşmalarda mağdur insanlardan bir kişi mahkeme kapısında görülmüyor. Öbür tarafta onlarca otobüsle insan geliyor. Bu insan güruhunun içinde mahkemeye girip çıkıyoruz, üzerimize hücumlar, tehditler, küfürler. Sağlığımızı kaybettik. Piyangocu sayısında artış, kentte gezen Amerikalılar... 36 yıl sonra yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu özellikle bir tertipti, diyorum. Bir şehrin insanları elbette toplumsal olaylarda toplu olarak suçlanamaz. Ama bu olaylar neden Sivas’ta, Maraş’ta meydana gelmiş? Bazen “dış mihraklar” deyip kendimizi kurtarmaya çalışıyoruz. Milli Piyangocu sayısında artış oldu ama tamamen “piyangocular yaptı” denemez. Amerikalı biri dolaşıyordu, Ecevit’in belgelerinden çıkan bilgiler de var. Tamam bunlar iddialar ama ne derece gerçek, bir kanaate sahip olmuş değilim. Devlet ne yapmalı? Yüzlerce insan ölmüş, binlerce ev yakılmış, yıkılmış, oradaki insanlar göç etmiş, kiminin mezarı var, kiminin yok. Almanya’da bir Solingen olayı yaşanıyor, 8 insan ölüyor, cumhurbaşkanından tut herkes orada bir anma yapıyor, anıt dikiyor. Maraş’ta köpek gibi öldürülen insanlar için bir anma yapılmaz mı? Bir anıt dikilmez mi? Kuru özürün manası yok, eylem lazım. Kamuda hiç Alevi yok, bir tek Alevi hâkim yok. Barış nasıl olur? İnci Aral, katliamdan bir yıl sonra Kahramanmaraş’a gidip, kırım hikâyelerini dinlemiş ‘Katliamı edebiyatın belleğine kaydettim’ İnci Aral katliamın üzerinden bir yıl geçtikten sonra, bir gün ansızın karar vermiş ve Kahramanmaraş otobüsüne binmiş. Bu geziden hayatını, edebiyatını etkileyen, değiştiren, dönüştüren anılarla, gözlemlerle dönmüş. Kıran Resimleri’ni yazmış. İnci Aral’la konuştuk. Nasıl gitmeye karar verdiniz? Otobüsten indiniz, ne gördünüz? Benim bir tek kitabım çıkmıştı, “Ağda Zamanı”. “Bu kadar sorun varken niye ağdayla uğraşıyor” diye eleştirildi. Bundan alındım. Kadın yazarı çizgisinde ilerlemek istemediğimi düşündüm. Bu olaylardan çok etkilenmiştim, oraya bir gitsem, insanlarla konuşsam, dedim. Bir avukat ismi vermişlerdi, ona da ulaşamadım. İnsanlar artık Maraş’ta değil, köylere kaçtı, şu köye giden bir durak var atla git, dediler. O durağa gittim, bir taşın üstüne oturdum, bir kadın geldi, “Nereye gidiyorsun” diye sordu. Şu köye, dedim, “Niçin” deyince de olayları yaşayanlarla konuşmak istediğimi söyledim. O kadın beni kanadının altına aldı, köyüne gittik, beni evine götürdü. Yarım saat içinde bütün köy onun odasında toplandı, kadınlı erkekli 3035 kişi. İkramda bulundular, keteler falan yaptılar ve anlatmaya başladılar. Ben “İsimlerinizi kullanmayacağım” dedim, itiraz ettiler, “Herkes bilsin, öğrensin” dediler. O gece beni bırakmadılar, yatak serdiler kaldım. Ertesi gün bir yaşlıca adam geldi, beni motorunun arkasına koydu, bir başka köye götürdü, 78 gün birbirlerine emanet ederek beni köylerde dolaştırdılar. Çok yoksuldular. Her yerde bulgur pilavı, yeşil soğan, turşu yedik, onlarla aynı odalarda yattım. Hayatımın en önemli deneyimi oldu. Samsun’dan öteye geçmemiştim. O insanları hiç tanımıyordum. Ne korkunç bir zulme uğradıklarını gördüm. Sonra Ankara’ya döndüm; eşimin söylediğine göre bir ay falan doğru dürüst konuşmamışım. Gördüklerinizi edebiyatın diline çevirmek de kolay olmadı herhalde? Döndükten sonra davaya müdahil olan bir avukat arkadaşımız vardı, Nusret Senem, onlarla konuştum. 40 klasör tanık ifadelerini verdiler. Stenoyla yazıldığı için her türlü ses vardı; isyan, bağırma, hakaret, ilenme... Onları okudum. Röportaja düşmemek için çok uğraştım, edebiyatın belleğine kaydettim. Röportaj ya da yazarın gözlemleri olsaydı bu kadar kalıcı olmazdı. Kitapta hiç yer adı yok, insanların isimleri yok, hiçbir örgüt, parti adı yok. Yazarlığımda bir dönemeç oldu. İlk kitabımın çizgisinde ilerleyecek olsaydım bir yerde tıkanacaktım. Geriye baktığınızda, yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu, bir gladyo olayı. Olaydan sonra Türkiye’nin büyük bölümünde sıkıyönetim ilan edildi ve 12 Eylül’e giden taşlar döşendi. Askeri darbeye giden süreçte bir sebep yaratma, bir başlangıç olayıydı. Kentte bugün bile bir katliam korkusu var... Bu insanların korkmakta yerden göğe hakkı var. Çünkü bu ne ilk, ne son. Çorum’da ve Sivas’ta da en korkunç biçimde yaşandı. Şu anda çok yanlış bir politika izleniyor, birleştirme yerine ayırma kimseye yaramaz. Bu süreç devam ederse çok kötü şeyler olabilir. Nefret yaratılıyor, insanlar bölünüyor, yasaklamalar da bunun bir parçası. Burada büyük bir yara var. O yarayı birilerinin kaşımasına izin vermemek gerekiyor ama bu yarayı kurutmak da gerekiyor. Alevi vatandaşlarımızı diğer Sünni vatandaşlarımızla aynı haklara sahip kılmak, sorunlarını çözmek, cemevlerinin ibadethane olmasını sağlamak, ayrımcılık yapmamak... Kullanılan dile bakın, onlardan bahsedilirken takınılan tavrın kökten değişmesi gerekiyor. Türkiye laik devletse bütün dinlere, inanışlara aynı uzaklıkta olmalı, aynı hakları tanımalı. Öykülerini yazdığınız kadınlarla daha sonra hiç karşılaştınız mı? Bir yıl sonra tekrar gitmek istedim. Dostluklar kurmuştum, genç kızlardan arkadaşlar edinmiştim. Bu arada darbe oldu. Bana mektup yazdılar, “Sakın gelme, uğrama. Sorguya alınan bazı insanlara senin neden buraya geldiğin, ne yaptığın soruldu işkencelerde” diye. Bir daha gidemedim. Ama kitabı okuyanlarla, benimle ilgili anılarını saklayanlarla aramdaki o büyük bağ hiçbir zaman kopmadı. beni sormuşlar’ Zorba bir rejim inşasında hızlı adımlar atan AKP iktidarına karşı, suç ortağı Cemaatçileri savunmak, AKP’ye muhalefet etmenin, böylece namusu kurtarmanın bir yolu gibi göründü liberallere. İkisine birden muhalif olmanın can sıkıcı olduğu, hareket alanlarını daralttığı, sistemle kapışma zorunluluğu getirdiğinin farkına vardılar. Mutluluk içinde Cemaat’te “özgür basını” keşfettiler. Geçicidir. En kısa zamanda Cemaat’i de terk edecek, kendilerine daha sağlam sığınaklar bulacaklardır. AKP destekçisi arkadaşlarıyla “mahçup” bir şekilde buluşmaları, iktidarın kalıcılığı konusunda daha sağlam garantiler almalarına bağlıdır. HHH İktidar çevrelerinde kredilerini tükettiklerinin de farkında değiller ne yazık ki. AKP’nin onlara gereksinimi kalmadı. AKPCemaat çatışmasından kendilerine demokratlık çıkarmaya çalışmalarına iktidar partisinin üçüncü sınıf elemanları bile gülüyorlar. Tembel liberal, iktidarın rejimi değiştirme konusundaki kararlılığını kavrayamadığı için Erdoğan’ın AB’ye kafa tutmasına anlam veremedi; Ortadoğu’da Batı’nın da razı olacağı bir yer edinme projesini anlayamadı. Uluslararasılaşan Kürt sorununun farklı boyutlarına akıl erdiremiyor, gelişmelere daha geniş açıdan bakmayı, gerçeği nerede arayacağını bilemiyor. HHH Hafızaları da pek zayıftır. Gülen’in vaazlarını unuttular. Erdoğan’ın tramvaydan indiğine hâlâ inanamıyorlar. Kavga edenlerin ikisinin de “İslamcı bir Türkiye” yaratmak için yarıştıklarının, iktidarı, gücü paylaşmada anlaşamadıklarının farkında değiller. Türkiye’yi AKP, Cemaat, El Kaide’ye laf söyletmeyen Tahşiyeciler ve kim bilir daha kimler arasında geçen tartışmaya kurban etmeye dünden razıdırlar. Bu tartışmaya bir liberal olarak dahil olabileceğini sanıyor garibim. Umutları Kürt hareketinin İktidarla işbirliğinde, sosyal demokratların tümüyle liberallere teslim olmasındadır. HHH Tembel Türk liberallerinin ayırt edici özelliği, sistemi doğrudan savunma konusunda sıkıştıklarında, sistemin zamanın ruhuna uygun kahramanlarının; AKP olur, Cemaat olur, asker olur, kim olursa artık, entel dantel savunmasına girişmektir. Bunu 71’de, 80’de, Özal devrinde, AKP döneminde hep yaptılar. Onlar için esas ve doğal olan sistemi; serbest piyasayı, mülkiyetin kutsallığını koruyabilmektir. Şimdilerde en büyük korkuları, bir zamanlar onlara dünyayı dar etmiş olan Sol’un yeniden ayağa kalkması, çürük teorilerinin icabına bakmasıdır. HHH Ödleri kopuyor. Çünkü biliyorlar ki, Sol’un devre dışı bırakıldığı yoksulluk koşullarında boş meydanda iyi at koşturdular; entelektüel dünyayı belirlediklerine yürekten inandılar. Şimdilerde ise özellikle Gezi’den sonra telaş içindedirler; acaba Sol yeniden meydana mı çıkıyor; eskisiyle yenisiyle liberalizmin fikir fukarası olduğu yine mi anlaşılacak? Şimdi sahte solcu, sinsi Amerikan akademisinden destek aramanın, Marx’ı Hegelci yapmanın, Engels’i harcamanın, Lenin’i bir kalemde çizmenin derdindeler. Depoda ne kadar sosyalizm düşmanı, antikomünist, İkinci Dünya Savaşı sonrasının dönek yazarı varsa şimdi piyasaya sürülüyor. HHH Sol yokmuş gibi davranmayı, tartışmaktan bucak bucak kaçmayı deniyorlar da; nereye kaçacaklar? Buldukları “çare” Gezici gibi görünüp Gezi düşmanlığı yapmak, çevreci geçinip “nükleer de lazım canım” demek. Boşuna çabadır. Minder onları çağırıyor ve kötü haber fukara liberale; yeni kuşak Sol, baş edemeyecekleri kadar donanımlıdır. Korkunun ecele faydası yok; gelecek başka türlü gelmeye hazırlanıyor. İktidar partisi otokrat bir rejimin maddi koşullarını yaratmakta zorlanıyor. Seçmenin şöyle ya da böyle alınmış desteğine artık eskisi kadar güvenemiyor. Başka çareler peşinde ve meşruiyet sınırlarını çoktan aştı. Keskinleşen iklimde iktidara yalvaran, Cemaat’te demokratlık arayan liberallere de yer kalmadı. Liberallerin mahalle baskısından sıkılan aydınlar ise artık seçim yapma zamanının geldiğini görmek durumundalar. Ya sistemin kapıkulluğuna razı olacaklar, 80 sonrasının utancını yaşayacaklar ya da Gezi’ye, umuda, onurlu bir mücadeleye, Haziran’a çevirecekler gözlerini... Liberalin Zor Zamanları Ayırma kimseye yaramaz İSTANBUL’DA PROTESTO GÖSTERİSİ Kuru özrün manası yok BİTTİ İstanbul Haber Servisi Hacı Bektaş Vakfı Gençlik Kolları, Maraş katliamında yaşamını yitirenleri İstanbul’da andı. Maraş katliamının 36. yıldönümü nedeniyle Taksim Tünel Meydanı’nda buluşan Hacı Bektaş Vakfı Gençlik Kolları üyeleri pankartlar ve sloganlar eşliğinde Galatasaray Lisesi önüne kadar yürüdü. Burada grup adına yapılan basın açıklamasında “12 Eylül cunta darbesine giden süreçte resmi kayıtlara göre 111 kişinin öldüğü, bin üzerinde canımızın yaralandığı 529 evin 289 işyerinin tahrip edildiği Maraş katliamının üstünden 36 yıl geçti. Failleri ise hâla cezalandırılmadı” denildi. Yetkililere seslenilen açıklamada “Yaşatılan bu katliamlara, vahşetlere karşın katliamları gerçekleştirenler değil, katliamları unutmayıp gündeme getirenler suçlu görülmekte ve bu katliamı gerçekleştirenler unutturulmaya çalışılmaktadır. Türkiye geçmişi ile yüzleşmelidir. Bunun için katliamların gizli arşiv belgeleri açıklanmalı, karanlıkta kalmış gerçek tetikçi ve failleri bulunmalı. Yargılanmalıdır” ifadelerine yer verildi. Maraş katliamı unutulmadı C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle