04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 KASIM 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA HABERLER 5 lRTÜK’ün saldırıya uğrayan üyesi Ali Öztunç: FIRAT KOZOK ANKARA Radyo Televizyon Üst Kurulu’nda bir personelin saldırısına uğrayan CHP kontenjanından seçilen üst kurul üyesi Ali Öztunç, “Bu saldırının kurgulanmış bir saldırı olduğunu düşünüyorum. Odama kadar gelen kişinin üzerinde silah da olabilirdi. Danıştay saldırısı bu şekilde gerçekleşmedi mi” dedi. Önceki gün akşam saatlerinde Öztunç’un RTÜK’teki odasına giden personel, RTÜK içinde aktif muhalif kimliğiyle öne çıkan Öztunç’a, Kurgulanmış saldırı “Atatürk’e sahip çıktığın gibi neden dini konularda da hassasiyet göstermiyorsun, sahip çıkmıyorsun” diye yüksek sesle bağırmıştı. Öztunç’un üzerine yürüyen saldırgan, danışmanın araya girmesiyle durdurulmuştu. Saldırı anını ve yaşadıklarını Cumhuriyet’e anlatan Öztunç, şimdiye kadar televizyonlardan kime hakaret edildiyse, üye olarak son derece hassas davrandıklarını belirterek “Bana saldıran kişi, ‘Atatürk’e sahip çıktığın kadar dini konulara da sahip çık’ diyor. Dine yönelik ne saldırı yapılmış da biz tepki koymamışız? Tayyip Erdoğan’a da, Devlet Bahçeli’ye küfredildiğinde hep cezadan yana tavır koyduk” dedi. Saldırının “kurgulanmış bir saldırı” olduğunu vurgulayan Öztunç şöyle devam etti: “Birileri bu arkadaşı öne sürdüler. Çünkü gece mesaisinde olması gerekirken gündüz kuruma geliyor. Spor kıyafetler giyiyor. Odama geldiğinde sekreter kendisini uyarıyor, ancak onu iteleyerek içeri giriyor. Karşıma geçip beni ‘Postayla taciz ettiler’ tehdit ediyor, ‘10 binleri buraya yığarım’ diyebiliyor. Peki ben soruyorum; bu kişi odaya girdiğinde elinde silah olsa, çekse sıksa ne olacaktı? Danıştay saldırısı böyle gerçekleşmedi mi? Devletteki en üst kurumlardan birisinde böyle bir olayın yaşanması gerçekten vahim.” Saldırganın kendisine fiziki müdahalede bulunmadığını, masasını yumrukladığını belirten Öztunç, saldırıların altında, kendilerini sindirme amacının yattığını, ancak mücadeleden asla vazgeçmeyeceklerini söyledi. Ödlek!.. Duygularla örülmemiş konuşmalar, insan sevgisi, düşünceye kelepçe vurmak... Peki, hayata ilişkin neler söyledin, neler yazdın bugüne dek? Soma’da yaşanan katliama, Ermenek’e nasıl baktın... Sesli ve sessiz harf nedir senin için! Demokrasi, özgürlük kavramı, emeğin sömürülmesi, kölelik düzeni... Parasız eğitim isteyen üniversiteli gençleri, boynuna poşu takan öğrenciyi nasıl tutukladın? Anlam çeşitlemesinin yelpazesini açarken, nefret, acımasızlık, küçümseme, aşağılama bir yumaklaşmayı getirirken o gençlerin bileklerine kelepçeyi vururken düşündün mü hiç? Zindanlara attın, çürüttün onları! Bir duygunun ağırlığı tek sözlüğe sığmaz... Bir işkenceciyle kurbanı arasındaki tek sözcük bile karmaşık ilişkinin kapısını aralayabilir... Eğer vicdanı varsa oturup düşünebilir. Sözcüklerin ansızın huysuzlaştığını, kendine yüklenen anlamların ağırlığını insan olan anlayabilir... Bunun adı “hayat suyu”dur; insan yazdığı birkaç tümce için zindanlara atılmaz. Yazılı ve görsel basına yapılan baskı! Özgür haberciliğin içine edilmesi... İktidar yandaşlığı! Medya patronlarının korkusu! Söyleyin bana hangi çağda yaşıyoruz... Bu zulmü, tek adamlığı, baskıyı niçin görmezden geliyoruz? HHH Vahşi kapitalizm! Köle düzeni! Aşağılama! BirGün’de Ayça Söylemez yazdı dün... 500 bin çocuk işçi tarlada çalışıyor... Çukurova, Ege, Karadeniz, Karacabey’de... Fındık, pamuk, sebze topluyor mevsimine göre... İnsan Hakları Derneği’nin hazırladığı bir raporda; Ordu, Fatsa, Giresun ve Sakarya’ya fındık toplamaya giden Kürt ailelerin şu sözleri insanın içini acıtıyor: “Adıyaman’dan 11 kişilik minibüsle, evden aldığımız yatak yorganlarımızla Yeniden görülmekte olan Balyoz davasında mütekait iki general bir zamanların Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile aynı günlerin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman yargıç karşısına çıkıp tanıklık etti. Cumhuriyet bu haberi pek isabetli bir başlıkla okurlarına sundu: “Sonunda lütfedip konuşabildiler”. Balyoz davası Ergenekon davaları zincirinin bir halkası idi. Ergenekon da Türkiye Gladyo’sunun adı. Soruşturmalar başlayıp henüz ilk adımlar atıldığında, bunu Türkiye’nin darbe geleneği ile hesaplaşabileceği, darbe yapmanın, dahası darbeye kalkışmanın bir suç, hem de çok ağır bir suç olarak mahkum edilebileceği, devletin derinliklerinde yuvalanmış ve kumardan uyuşturucuya, kara paradan faili meçhul cinayetlere uzanan pek çok alanda birer suç örgütüne dönüşmüş çetelerin dağıtılabileceği, eli kana bulaşmışların cezalandırılabileceği bir fırsat olarak görmüştüm. Benim açımdan bu önemli fırsat, daha başlangıcında polis örgütü eliyle yürütülen ve hukukun değil intikamcılığın (rövanşizmin) egemen olduğu bir operasyona dönüştü. Somut ve pek çok şeyi kanıtlayan bir örnek: Bu zihniyete göre Türkân Saylan bir terörist, ÇYDD de bir terör örgütü idi ve daha başka kanıtlar aramak zaman israfı idi. Benim açımdan öyle de oldu. AKP elebaşıları ve o dönem iktidarı paylaştıkları cemaat, sahiden suça bulaşmış çeteler ve üniformalı ve Bir Siyasetçi, İki General ve Üç Soru üniformasız bürokrasi içinde darbe hazırlığı yapan ve darbe ortamı yaratmak için kolları sıvayanlarla sınırlı bir hukuk süreci yerine kaba ve hukuku umursamayan bir intikamcılığı tercih etti. Böyle bir tercihten demokratik bir kazanım beklenemezdi. Zaten öyle de oldu. Bugün gelinen noktada Ergenekon davalarının tümü hukuksal değil siyasal bir içerik taşıyor. İki farklı ve düşman siyasal güç kapışmıştı. Biri iktidar olmanın ve polis örgütünü elinde tutmanın sağladığı olanaklarla ağır bastı. Ancak iktidar ortağı cemaatle kapışıp kanlı bıçaklı düşman olunca, düşmanları arasında seçme yapmak gerektiğine inandı. AKP’nin etkili siyasetçisi, Tayyip Erdoğan’ın en etkili danışmanı Yalçın Akdoğan’ın “Milli orduya karşı kumpas kuruldu” diyerek bu seçimin yönünü epey önceden ilan etti. Eh, olup biten her şey paralel yapının bir kumpası ise Balyoz dışındaki davalara da sıra gelecek demektir. İyi olur. AKP iktidarının ülkeyi hukuktan, anayasayı hukuk devleti belasından arındırmaya başladığı şu günlerde kimse kimseyi oyalamasın; hâlâ içerde yatan varsa hemen dışarı çıksın; hüküm kesilmiş davalar Yargıtay eliyle bozulsun ve hüküm veren mahkemelerin kararlarında direnme hakları yok edilsin; Yargıtay’ca da onaylanmış hükümlerin iptaline ilişkin yasa çıkarılsın; olmazsa genel af ilan edilsin. Yeniden görülmekte olan Balyoz davası bağlamında “Dijital kanıtlar sahte mi değil mi, dijital olmayan tanıklar ciddi mi, değil mi” tartışmalarına girmeye niyetim yok. Amaaaaa. HHH Ama Kaçaksaray’da mukim Tayyip Erdoğan’a ve önceki günlerde yargıç karşısına çıkan iki mütekait generale kısa birer sorudan vazgeçmeye de niyetim yok. Silsilei meratipe uyalım ve Tayyip Erdoğan’dan başlayalım. Sayın Erdoğan, Ergenekon davası başladığında tümüyle ve kesinlikle sahip çıktınız. 2009 Temmuzu’nda, henüz dava iddianame aşamasında iken iddianamedeki iddiaları savundunuz ve kalktınız, AKP grubunda “Ben de bu davaların savcısıyım” dediniz. Ama cemaatle papaz olduğunuzda tuttunuz, “Devlet içinde çeteleşerek milli ordumuza kumpas kuran da onlar, yani cemaat” diye haykırdınız. Soru: Bu sözlerden hangisine inanalım? Her ikisi birden doğru olamaz. Biri yalan olmalı. Hangisi? Sıra Hilmi Özkök’te... Sayın Özkök, 2009 Nisanı’nda İzmir’de Ergenekon savcıları tarafından ifadeniz alındı. Orada darbe girişimleriyle ilgili epey açıklamalarınız oldu. Ben sadece bir cümlenizi hatırlatacağım: “Darbe girişimi var da diyemem, yok da diyemem” dediniz ve bu zapta geçti. İki gün önce yeniden görülmekte olan Balyoz davasında tanık iskemlesindeydiniz. Orada ise “Darbe planı yapıldığına dair herhangi bir duyum almadım” dediniz ve bu zapta geçti. Soru: Şimdi herhangi bir duyum almadığınıza göre “Var da diyemem, yok da diyemem” cümlesinin anlamı ne? Bu iki cümlenizin ikisi birden değil sadece biri doğru olabilir. Hangisi? Son soru Aytaç Yalman’a. Sayın Yalman, Eylül 2012’de NTV haber kanalında, dönemin Akşam Gazetesi Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya arkadaşımız, Hilmi Özkök’ten “Darbeyi önleyen paşa” diye söz etti. Telefona sarıldınız ve Küçükkaya’ya, “Darbeyi Hilmi Özkök önledi diyorsun, aç iddianameyi oku, darbeyi asıl önleyen benim” dediniz. İki gün önce, bu kez bir gazeteciye değil, yargıçlara “Hiçbir belge ve bilgiye sahip değilim. Bu konuyu basına intikal ettikten sonra öğrendim. Ayrıca bu konuyla ilgili herhangi bir eylemim, bir girişimim, bir hareketin engellenmesi hususunda bir girişimim olmamıştır” dediniz. Soru: Yukarıdaki son iki paragrafta aktardığım cümlelerden ikisi birden doğru olamaz. Biri yalandır. Hangisi? yola çıktık, dünden beri yollardayız. Buralara iş aramaya geldik ama bulamadık. Gidecek yer bulamadığımız için yol kenarında yatıp kalkıyoruz.” İş yok! Aş yok! Para yok! Elektrik yok! Su yok! Tuvalet yok! Uzaklıkla yakınlık birbirine karışıyor... İş bulanların çocukları okula devamsızlıktan sınıfta kalıyor... Burası Çukurova... Pamuk eskisi kadar çok üretilmiyor. Çocuk gözlerindeki yalnızlığa, yıllar önce pamuk, çay, fındık, tütün röportajları yaparken tanık olmuştum... Dayıbaşılarının acımasızlığını görmüştüm! Fırsatçılığı... Dayanılmaz acıyı, sömürü çarkının dişlilerini, yoksulluğu... Zamanın geçmişte kaldığını, kendisi için akmadığını algılamayan insanlarımızın çaresizliğini. Evet suçlu hep bu devletti! İnsanını aşağılayan, nefret eden, kötülüyen devlet! HHH Devletin başında olanlar kendi düzenlerinin çarklarını iyice yağladılar... Demokrasiyi ve özgürlükleri yok ettiler, sözcüklerimizi kendi kafalarına, inançlarına, dinlerine, mezheplerine, ırklarına göre hayatımızın içine koydular! Bize yerle gök arasındaki çizgiyi göstermek istemediler! Biliyor musunuz kimsesizler mezarlığında kaç ölümüz var bizim? Kaç faili meçhulümüz var bizim? Kaç çocuğumuz, kardeşimiz öldürüldü? Ahmed Arif “dağlarına bahar gelmiş memleketimin” diyordu ama biz toplum olarak baharı hiç yaşamadık... Buz çölüne terk edilmiş bir Eskimo gibiydik, İlhan Selçuk’un deyişiyle... Stefan Zweig, “Dünya Fikir Mimarları” kitabının birinci cildinde Kleist, Nietzsche, Hölderlin’i anlatır... Zweig, ne olduğunu ve ne olmayacağını anlatır... Kitaptan bir bölüm ve yazıma nokta: “...Eserler hep geç kalır, olgun insan için zaman mermerde su gibi alınmadan akar gider; ama şair insanlar, kendileri bu arada ihtiyarlar...” Herkes ihtiyar... Kitabı okurken bir tümcenin altını çizdim: “Unutkan yaratık insan kendi gençliği kadar yabancı değildir...” Asıl olan, ne ihtiyarlık ne unutkanlık; insanın kendisiyle yabancılaşması, ödleklik, cehalet, dincileşme içgüdüsü! Bu da vahşi kapitalizmin işine yarar! SOSYAL DEMOKRATLARA ve DUYARLI HALKIMIZA DUYURULUR Türkiye solu ve sosyal demokrat harekatı 12 Eylül darbesinden en çok etkilenen siyasal oluşumdur. İçinde bulunduğumuz günlerde ise Sosyal Demokrat yapı geçici olacağını bildiğimiz sıkıntılı bir süreç yaşamaktadır. Bazı mümtaz siyasetçilerin Cumhuriyet Halk Partisinden istifa ettiklerini büyük üzüntü ile öğrendik. Bu siyasal parti içindeki huzursuzluk, özellikle Cumhurbaşkanlığı Seçimi öncesinde Cumhuriyet Halk Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisinin ortak aday olarak çıkardıkları isim sonrasında ayyuka çıkmıştır. Daha ilkokula başlamadan Atatürk’ün fotoğraflarını bir deftere yapıştırarak albüm oluşturmuş, aile büyükleri arasındaki heyecanlı konuşmalarda “İsmet Paşa” adını sıklıkla duyarak büyümüş mütevazı bir yurttaş, ülke ve insanlık çıkarlarını her şeyin önünde tutmuş bir sosyal demokrat olarak belirtmek isterim; dere geçerken at değiştirilmez ve dostça eklemek isterim; lütfen, oturunuz oturduğunuz yerde! Haziran 2015 de muhtemelen kar yağacağı malum olmuş ki, yetkili mercilerden Genel Seçimlerin Nisan 2015 e çekileceği haberini alıyoruz! Genel seçimlere çok az bir süre kalmıştır ve bu seçimler öncesinde ülke ve insanlık çıkarlarını her şeyin önünde tutan sosyal demokratlara dağılmak değil toplanmak, her zaman olduğundan daha fazla kenetlenmek yakışır. Genel seçimlere sadece beş, altı ay kalmıştır. Bu kadar kısa bir sürede hiç bir yeni siyasal oluşum yada başka bir siyasal partiye katılım halk nazarında karşılığını bulmayacaktır! İçinde bulunduğumuz süreç siyasal partiler içinde kenetlenme ve güç birliği oluşturma zamanıdır. Kısa vadeli değil fakat uzun vadeli düşünmek gerekir. 2015 Genel Seçimleri sonrasında kuvvetle muhtemeldir ki bir çok siyasal parti Kurultaya gidecektir. İşte bu Kurultaylar esnasında “etekteki taşlar” dökülmelidir. Zamanı o vakittir, şimdi değil! Sıradan bir yurttaş olarak belirtmek isterim ki, benim öngörüm 2015 Nisan yada Haziran ayında yapılacak Genel Seçimler sonrasında kurulacak yeni hükümet dört yıl dayanmayacaktır ve erken seçim gündeme gelecektir. Ülkemiz, Ortadoğu, Avrupa ve dünyadaki gerek ekonomik gerekse sosyal olaylar bir karmaşaya doğru gidildiği izlenimini açıklıkla ortaya koymaktadır. Değerli halkımız! Cumhuriyet Halk Partisine, Milliyetçi Hareket Partisine, Adalet ve Kalkınma Partisine, Halkların Demokrasi Partisine, İşçi Partisine, Demokratik Sol Partiye, Büyük Birlik Partisine ve burada isimlerini yazamadığım tüm siyasal partilere gönül vermiş değerli memleketlim! Gün başını iki elinin arasına koyup iyice düşünme ve ülkemizin geleceği için kafa yorma zamanıdır. Ortadoğuda ki “yangın yerlerine” kimlerin ellerine geçeceği umursanmaksızın, gökten silah yağdırılıyor ve buna “silah yardımı” adı veriliyor. Daha iki, üç gün öncesinde ülke topraklarımızı kullanarak Kuzey Iraktan, Suriye Kobane (Aynel Arap) ye geçen Peşmergelerin bazılarının kollarına Amerikan bayrağı arma olarak dikilmiş, onlara sempati ile bakan çocuklarımızın yüzleri gene aynı arma ile boyanmıştı... Tarih tekerrürden ibarettir! Ülkesini seven, dünyamızın ve insanlığın geleceği konusuna kafa yorup, endişe duyan tüm yurttaşlarımızı aklı selim olmaya ve Cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkmaya davet ediyorum. Saygılarımla. www.halisodel.com Dr. Halis Ödel BU BİR HABER İLANIDIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle