15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 EYLÜL 2013 CUMA CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 17 70. Uluslararası Venedik Film Festivali’nin sanat direktörü Alberto Barbera: Ustalara kim hayır diyebilir ki? MEHMET BASUTÇU Benzersiz ‘Baraka’nın izini süren Ron Fricke belgeseli ‘Samsara’ bugün gösterimde İnsan ruhuna kamera Amerikalı yönetmen Godfrey Reggio’nun, 1980’lerde ülkemizin 12 Eylül diktasının karanlığına gark olmuş, kasvetli yıllarında yaygınlaşan video kaset furyasında (Milliyet Sanat’ın saygın müzik eleştirmeni Faruk Yener ağabeyimiz sayesinde) tesadüfen yakalayıp seyrettiğimiz “Koyaanisqatsi” adlı belgeseli, giderek belgesel türünde konuşmasız, özel bir alt türün ortaya çıkmasına öncülük eden, tamamen diyalogsuz ama her sahnesiyle duyguları etkileyen, saf görüntü ağırlıklı, büyüleyici ve ufuk açıcı bir filmdi. İnsan eli değmiş ve değmemiş, doğal yanlarıyla tüm ABD boyunca saptanmış birtakım sarsıcı, şahane görüntülerden bütünlenen, kurmaca ve konuşmalı olmayan, baştan sona Philip Glass’ın müzikleriyle bezenmiş ve Amerika yerlilerinin dilinde “hayatın dengesini yitirmesi” anlamına gelen “Koyaanisqatsi” adını taşıyan, 1983 yapımı bu farklı filminin çizgisini daha sonra “Powaqqatsi”yle (1988) ve “Naqoyqatsi” belgesellerinde de aynen sürdürdü Reggio, ancak efsaneleşmiş “Koyaanisqatsi”nin mükemmelliğine pek erişemedi. “Koyaanisqatsi”nin başarılı Amerikalı kameramanı Ron Fricke ise bu filmden esinlendikleri ve edindikleriyle yönetmenliğini ve kameramanlığını da üstlenerek 24 ülkede çektiği, yine bütünüyle şahane görüntülerden, doğal seslerden ve müziklerden oluşturulmuş, konuşmasız, ayrıntılı ve zengin bir görsel dile sahip, (1993 İstanbul Film Festivali’nin de açılışını yapan) unutulmaz bir film yaptı 10 yıl kadar sonra: “Baraka.” Aslında ilk yönetmenlik sınavını 1985’te “Chronos”la ve u Yönetmen Ron Fricke, efsanevi “Baraka” belgeselinden 20 yıl sonra, bu kez “Samsara” belgesiyle 100 dakikalık görkemli bir ruhani yolculuğa çıkarıyor izleyiciyi. “Samsara”, insan maneviyatına kamera tutarak çevreci ve antimilitarist bir deneyim yaşatıyor. ren Fricke, görmediğimiz ikinci filmi “Sacred Site”ı (1986) takip eden üçüncü yönetmenliği “Baraka”da turnayı gözünden vurup, insanoğlunun binlerce yıldır çevresiyle, doğayla süregelen ilişkilerini, uygarlığımızın ve yeryüzünün evrimini 95 dakikada harika anlatmıştı. O efsanevi “Baraka”dan 20 yıl kadar sonra, bugün tek kopyayla gösterime giren ve ilk kez Toronto Festivali’nde seyirci karşısına çıkmış “Samsara” (2012) belgeselinde de, “Baraka”nın yönetmeni Ron Fricke’le değişmez yapımcısı Mark Magidson ikilisi, bir kez daha meraklısına görülesi ve (beylik deyişle) kaçırılmaz bir görsel şölen sunmanın üstesinden gelmişler yine. Sanskritçede anlamı dünya demek olan ve HinduizmBudizm inancına göre de yeniden doğum (reenkarnasyon) döngüsünü ifade eden “Samsara”, Mısır’dan Tayland’a, Nepal’den Kore’ye, Japonya’dan Peru’ya kadar uzatılacak, dünyanın dört bir bucağındaki çeşitli ülkelerde çekilmiş, 5 yıllık emek ve çalışmanın ürünü bir film. Farklı kültürlerin ritüellerini, geleneklerini, egzotik maskelerini ve danslarını büyük, renkli bir görsel kolaj haline getirip, doğanın farklı mekânlarını da tıpkı bir sanat eseri gibi değerlendiren, 70 mm’lik, nefis görüntülerle perdeye taşırken sinemaseverlere de 100 dakikalık, muhteşem bir ruhani yolculuk yaşatıyor bu “Samsara”, Kudüs’ten Kâbe’ye. Kommagene Krallığı’nın vaktiyle Nemrut Dağı’na diktiği devasa heykellerden, çevresindeki kıytırık apartman sitelerine tepeden bakan piramitlerden, ışık seli halinde sürekli akan trafiğin vızır vızır işle diği, arapsaçına dönüşmüş tüm otoyolları, köprüleri, fabrikaları, mezbahaları, maden ocakları, elektronik eşya, şişme kadın, tabut ya da top tüfek silah imalathaneleri ve seks şovlarıyla gayet ürkütücü olabilen, (Metropoli’vari) büyük metropol ve endüstrileşmenin tavana vurduğu modern hayat manzaralarına geçen “Samsara” filmi, insanlık maneviyatına kamera tutup, doğum, ölüm, varoluş temalarına yoğunlaşarak etkileyici, çevreci, antimilitarist ve düşündürücü bir görsel deneyimi taşıyor özetle beyazperdeye. Filmin, Dead Can Dance grubunun solisti Lisa Gerrard’ın da şarkılarıyla katıldığı, Michael Stearns imzalı müziklerine de dikkat. Kudüs’teki ağlama duvarı, Kâbe’deki tavaf, Uzakdoğu dövüş sanatlarının çocuklara öğretildiği Shaolin’vari kamp, otomatik inek sağma düzeneği, beyaz piliçlerin topluca öğütüldüğü vb. gibisinden iz bırakan sahneleri ya da o müthiş “performans” sekansıyla akılda kalan, hayatın ritminin attığı bu “Samsara”yı, “Baraka”dan etkilenmiş bütün sinemaseverlere salık verebiliriz. VENEDİK “Programı oluştururken bazı riskler aldım. 11 yönetmen ilk kez Altın Aslan yarışına katılıyorlar. Bir animasyon filmi yanında ana bölümde iki de belgeselin yer alması, büyük bir festival için bir ilk teşkil ediyor. Ticari sinemanın egemen olduğu bir ortamda dağıtım ağına girmekte zorlanan, basında yer bulamayan genç ve yenilikçi yönetmenlere seçkilerde önemli bir yer vererek sanat sinemasını desteklemek bizim ana hedefimiz, ama örneğin Stephen Frears, Thierry Gilliam, Amos Gitai ya da Tsai Mingliang gibi ustaların yeni filmlerine hangi festival yöneticisi hayır, yarışmaya alamam diyebi Joe lir ki?” Alberto Barbera, büyük bir festivalin seçkilerini oluşturmanın zorluğunu bu sözlerle özetliyor. Bu yıl türler ve kuşaklar arası dağılımı alabildiğine geniş bir yelpaze içinde sunmaya özen gösterirken, 70. yaş günü kutlamalarının kırmızı halılar, yıldız adlar ve gösterişli davetler ötesinde sinefil bir bayramı da beraberinde getirmesine özen göstermiş. Yenilikçi denemeleri ya da zor filmleri sadece “Orizzonti” (Ufuklar) seçkisiyle sınırlandırmamış. Örneğin, ortalama 5 yılda bir film çeken Alman yönetmen Philip Gröning’in (1959) “Polisin Karısı” adlı yeni çalışması, Altın Aslan adayı olmasaydı, 3 saat süren bu yenilikçi biçem denemesi herhalde uluslararası basında pek yer bulamayacaktı. Genç polis memuru, güzel karısı ve küçük kızları arasında, sevgi, nefret, kin, şevkat ve anlayışsızlık gibi karşıt duygularla örülü, zaman zaman şiddet içeren günlük yaşamı 50 küsur kısa bölüm/sekans biçiminde, bir belgeselcinin soğuk gözlemci tavrıyla, diyaloglardan ve klasik anlatım dilinden olabildi u Bu yıl Venedik’te Altın Aslan yarışına 11 yönetmen ilk kez katılıyor. Sanat direktörü Barbera, ana hedeflerinin sanat sinemasını desteklemek olduğunu söylerken soruyor: “Frears, Gilliam, Gitai gibi ustaların yeni filmlerine hangi festival yöneticisi hayır diyebilir ki?” ğince uzak durarak yavaş yavaş belirginleşen izlenimci bir mozaik biçiminde işleyen Gröning’in çalışması belki de ödül alıp daha geniş sinemasever kitlelere ulaşma şansı yakalayabilecek bir yapıt... Altın Aslan adayı 20 yönetmen arasında, bir önceki filmi “Prince Avalanche” ile bu kış Berlin’de Gümüş Ayı kazanan Amerikalı David Gordon Green (1975) de ilgiyle alkışlanıyor. Polisiye romanlar yazarı Larry Brown’ın aynı adlı kitabından uyarlanan “Joe”, Nicholas Cage’in başarılı yorumu gerisinde, duyarlı anlatımıyla yenilikçi, farklı bir “western”... Ve yine Altın Aslan adayı Japon animasyon sineması ustası Hayao Miyazaki (1941), son filmi olduğunu Venedik’te ilan ettiği, tarihi belgesel nitelikli savaş karşıtı çalışması “Kaze Tachinu” (Rüzgâr Esmeye Başlıyor) ile gönülden alkışlanıyor. Politik konulardaki cesur çıkışlarıyla da tanınan Miyazaki, son olarak ülkesindeki anayasa değişikliği projesine karşı tavır alan, Japonya başbakanını sert bir dille eleştiren entelektüel sanatçı kimliğiyle de saygı görüyor... Adana Altın Koza Film Festivali’ne Cannes ve Berlin’den pek çok film geliyor Ödüllü filmlerin ilkgösterimleri ASLI SELÇUK Bu yıl 20. yaşını kutlayacak olan Adana Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde (1622 Eylül) Cannes, Berlin gibi ünlü festivallerde ödül kazanan filmlerin ilk gösterimleri gerçekleştirilecek. Cannes’da Gümüş Palmiye’yi alan “Inside Llewyn Davis”te Coen Kardeşler folk müziğin simgelerinden müzisyen Dave Van Ronk’un yaşamından esinlenerek 60’ların başında New York’un ünlü mahallelerinden biri olan Greenwich Village’ı anlatıyorlar. ABD’de gaylerin özgürlüğünü savunan Stonewall ayaklanmasında başı çeken, Bob Dylan’a gitar çalmasını öğreten Van Ronk uzun süre Greenwich Village’tan ayrılmayı reddetti. Başta Bob Dylan olmak Geçmiş üzere tüm bir besteci kuşa u Coen Kardeşler, Asghar Farhadi, KoreEda, Amat Escalante gibi yönetmenlerin Cannes ve Berlin festivallerinde ödül almış filmleri Altın Koza’da gösterilecek. ğını etkileyen, 2002’de 66 yaşında yaşamını yitiren bu politik sanatçıyı canlandırması için Coen’ler Oscar Isaac’ı seçtiler. Bérénice Bejo’ya (“The Artist’) Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülünü getiren “The Past” (Geçmiş) ünlü İranlı sinemacı Asghar Farhadi’nin yurtdışında, Fransa’da çektiği ilk film. “A Separation” (Ayrılık) ile en iyi yabancı film Oscar’ını alan Farhadi, “Geçmiş”te yeniden aile çatışmalarını işliyor. 4 yıllık ayrılıktan sonra Marie İranlı kocası Ahmet’ten boşanma kâğıtlarını imzalaması için Tahran’dan Paris’e gelmesini ister. Paris’e gelen Ahmet, Marie’nin oğlu Fuat ve sevgilisi Samir’le yeni bir yaşam kurmayı denediğini görür. Acı çeken kızları Lucie bu ayrılığa tümüyle karşıdır, onların yeniden birleşmelerini ister. Arabulucu olmayı kabul eden Ahmet büyük bir sırrı açıklamak zorunda kalır. Bu sırlar tıptı matruşkalar gibi birbirlerinin içinden çıkmaya başlarlar. Farhadi gibi aile sorunlarına odaklanan Hirokazu KoreEda, “Like Father Like Son”da (Benim Babam Benim Oğlum/Cannes Jüri Özel Ödülü) ayrılığın bunalımlarını içtenlikle sergiler. Bir gün bir çift 6 yaşındaki oğullarının biyolojik çocukları olmadıklarını öğrenir. Hastanede iki bebek karışmıştır. İşadamı baba gerçek oğluyla yüzleşmek, karısıyla birlikte zor bir seçim yapmak zorundadır. Çift biyolojik çocuklarını mı yoksa doğumundan beri sevinç içinde büyüttükleri oğullarını mı seçecektir? Cannes’da en iyi yönetmen seçilen Amat Escalante “Heli”de cinsellik, uyuşturucu, mafya, öç temalarını ele alıyor. Yönetmenin “Sangre” ile “Los Bastardos” filmlerinin bir sentezi olan “Heli”de Meksika’nın alt sınıfındaki kaçak işçiler yaşamda kalabilmek için ruhlarını şeytana satarlar. Mafya kartellerinin, yozlaşmış polislerin, eli silahlı adamların, uyuşturucu satıcılarının, fahişelerin dünyasının içine gireriz. “Jimmy P: Psychotherapy of a Plains Indian” (Düş ve Gerçek/Arnaud Desplechin) Fransız bir etnologla bir psikanalistin Kızılderili alkolik bir eski askeri incelemek üzere ABD’ye gidiş öyküleri. Bölümde ayrıca Cannes Eleştirmenler Haftası İzleyici ödüllü “The Lunchbox” (Sefertası/Ritesh Batra), Karlovy Vary Kristal Küre’li “Le Grand Cahier” (Not Defteri/Janos Szasz), Berlin en iyi kadın oyuncu ödüllü “Gloria” (Sebastian Lelio), “Only Lovers Left Alive” (Sadece Âşıklar Hayatta Kalır/Jim Jarmusch) gibi seçkin yapımlar gösterilecek. Bu sinema şöleni ücretsiz olarak izlenebilecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle