14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 EYLÜL 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Duyguya Metelik Vermeyen Bankacılık!.. ‘Âşık’a Bağdat Değil, Şam Sorulur... Odatv mal bulmuş mağribi sevinci içinde. “Başbakan’ın aşk çelişkisi”ni haber yapmış: “Maalesef hiç âşık olmadım!”: (Erdoğan, 10 Ekim 1996 Hürriyet): “Bir âşık olduk, pir âşık olduk!”: (Erdoğan, 03 Eylül 2013 – Beyaz TV) HHH Ne var bunda? Hem başbakan bu! Söz konusu olan da “aşk”. “Âşık”a Bağdat sorulmaz. Hele “usta” ise.. Demek, Şam bile sorulmaz! Söz konusu yalama yağlama ise hiç sorulmaz. Bu bir. İkincisi dün dündür, bugün de bugün! Üç ve devamı da şu: Erdoğan, 2002’de Milli Görüş gömleğini çıkarıp attığını ilan etmişti. Çıplak gezecek değildi elbet. Gömleğin altındaki aşk tişörtünü demek ki yeni fark etmiş ve pir etmiş! Gözü açılmış. Emine Hanım’ın değerini anlamış. Şimdi de itiraf ediyor. Biz yurttaşlar için, Türk’ü, Kürt’ü, Alevisi, Sünnisi.. “Bir âşık pir âşık” bir başbakana sahip olmaktan daha büyük bir nimet olabilir mi? Ya Allah muhafaza... Eski kankası/ arkadaşı Berlusconi’ye benzeseydi ne yapardık! Arap şeyhlerine, Körfez prenslerine değil elbet, kendi çoluk çocuğumuza rezil olurduk. Verilmiş sadakamız varmış! RTÜK yetkisini anayasa ve yasalardan alıyor. Üyelerini doğrudan TBMM seçiyor. Bu nedenle, verdiği kararlar ve açıkladığı gerekçeler cumhurbaşkanından bankadaki memura, başbakandan pazardaki satıcıya herkesin dikkate alması gereken önemde. Olay TV’ye verdiği uyarı cezasının gerekçesinde herkesin alması gerekli dersler var. Önce de değinmiştik, RTÜK, bir sevişme sahnesinde Cüneyt Arkın’ı “duygusuz” bulmuş. Bu yüzden cezaya hükmetmiş. İyi de etmiş. Dünyadaki bütün kötülüklerin nedeni, “duygu boyutu yoksunluğu”dur. Bırakınız sevişmeyi, sanatı veya hekimliği vs’yi, duygu boyutundan yoksun hiçbir etkinliğin uygarlığa ve insanlığa bir katkısı olamaz. Keşke anayasamızaki öteki yüksek kurullar da kendi görev alanlarında da “duygu” boyutunu gözetseler. Gözetseler de mesela bankalar müşterilerine azıcık daha özenli ve dikkatli davransa ve hoyratlık etmeseler. Ve mesela 1 lira 76 kuruş için.. Üstelik hiçbir yazılısözlü uyarı yapmadan, müşteri ile hiçbir iletişim kurmaya gerek duymadan “kanuni takip” listesine Bankası’ndan tüketici kredisi alıyor. Daha önce de iki kez kullandığı ve tamamını kapattığı kredi borcu veya sözlü bildirilmiyor. Kaldı ki, Gizem Hanım’ın aynı banka şubesinde altın hesabı da var. Banka istese bu hesaptan 1 gram bozdurup 1.76 TL’lik borcu 50 kere kapatabilir. (Altının gramı dün 92 TL idi!) Ama bunu yapmıyor. Çünkü, bankanın müşterisi ile ilişkisi, Cüneyt Arkın’ın sevişmesi ve RTÜK’ün dediği gibi: “Duygusal boyutundan arındırılmış” biçimde yürütüyor. Çünkü bankalar ticaret yapıyor. Bankacılıkta da artık ar yok, kâr var! HHH RTÜK gibi, BDDK de keşke bankacılık işlemlerinin bir de “duygusal” boyutuna el atabilse. Vatandaş belki kazıklanmaya alıştı. Ama aptal yerine konulmaya alışmak çok zor. GÖRÜŞ Doç. Dr. HÜNER TUNCER Sivas Kongresi (411 Eylül 1919) Ulusal Kurtuluş Savaşı’na giden yolda, büyük Atatürk’ün başkanlığı altında 4 Eylül 1919 tarihinde yapılan Sivas Kongresi, Doğu ve Batı illerinin ve Trakya’nın, yani bütün yurdun birliğini sağlamak amacını güdüyordu. Bu Kongre ile amaçlanan, Türk ulusunu ve yurdunu tek bir kurulla temsil etmekti. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imza edildiği tarihte (30 Ekim 1918) ordularımızın bulunduğu sınırlar içindeki vatanın hiçbir şekilde bölünmez bir bütün olduğu ve işgallere karşı ulusal güçlerimizle vatanın savunulacağı, Sivas Kongresi’nde alınan kararların başında gelmekteydi. Sivas Kongresi kararlarında “hilafet”in ve “saltanat”ın dokunulmazlığından söz edilmekle birlikte, “ulusal bağımsızlığın sağlanması” ve “ulusal istencin egemen olması” kavramlarına yer verilmesi, yeni bir demokratik rejime doğru gidişi ifade etmekteydi. Ulusların geleceklerini kendilerinin belirlemeleri ilkesi (selfdeterminasyon ilkesi) vurgulanmak suretiyle, ulusal istence dayanmayan herhangi bir hükümetin kararlarının ulusça kabul edilemeyeceği belirtilmekteydi. Vatan ve ulus için aynı amaca yönelik olarak kurulan bütün cemiyetlerin, “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti” olarak isimlendirilmiş olduğu ilan edilmekteydi. Bütün bu kararları yürütmek için, Kongre tarafından bir “Heyeti Temsiliye”nin seçilmiş olduğu bildiriliyordu. 16 kişilik bu heyete, Kongre’ce alınan kararları yürütmek ve ulusal örgütleri birleştirerek yönetme yetkisi verilmişti. 23 Nisan 1920 tarihine değin Mustafa Kemal, “Heyeti Temsiliye” başkanı olarak ülke işlerini yönetti. Sivas Kongresi’nde, “Amerikan güdümü” sorunu enine boyuna tartışılmıştı. Atatürk’ün arkadaşlarından Bekir Sami Bey, tam bağımsızlık yerine, bütün Osmanlı ülkesinin bir süre için Amerikan güdümü altına girmesinin daha doğru olacağı görüşünü savunmuş, Kurtuluş Savaşı’na bizzat katılacak olan Halide Edip Hanım da, geçici bir Amerikan güdümünü yeğlediğini Mustafa Kemal Paşa’ya açıklamıştı. Burada şu noktanın özellikle altını çizmek istiyorum: Atatürk, kurulacak yeni Türk Devleti’nin kesinlikle tam bağımsız olmasını amaçlarken, onun çevresindeki en yakın arkadaşları bile böyle bir düşüncenin gerçekleşebilmesini mümkün görememekteydi. Eğer bir ulus öncelikle kendi gücüne dayanarak varlığını sürdürmekten vazgeçerse, o ulusun tam bağımsız olduğu söylenemezdi. Türkiye’mizde iktidara gelen ve gelecek hükümetlerin, önemle bu hususu göz önüne almaları ve bu hususu göz ardı etmeden, iç politika ve dış politikalarını uygulamaları gerekir diye düşünüyorum. 1950’li yıllardan bu yana ülkemizde iktidara gelmiş olan hükümetler, ne yazık ki, Atatürk’ü yeterince benimseyememişler, o büyük insanın düşüncelerini ve ilkelerini tam anlamıyla algılayamamışlar ve onu, ulusumuza yanlış biçimde tanıtma yolunda çaba harcamışlardır! Gönülden isterdim ki, ülkemizi yönetenler, Atatürk’ü kendilerine rakip olarak görmek yerine, onun yaşamını ve düşüncelerini iyice irdeleyip, onun ilkelerini savunabilselerdi! O zaman eminim, Türkiye, çağdaş uygarlığı yakalayabilecek ve hatta onun özlemini duyduğu gibi, bu uygarlığın ötesine de geçebilecekti. Hükümetlerimize, Atatürk’ten korkmamalarını, onu kendilerine rakip olarak görmemelerini ve onun ilkelerini yok etme yolunda çaba harcamamalarını salık veriyorum, çünkü Atatürkçülük, Türk insanının kalbine ve zihnine bir daha silinmemek üzere kazınmıştır. Bu izi, bu düşünce biçimini bizlerin kalplerinden söküp atmaya hiçbir hükümetin gücü yetmeyecektir!!! Kış kapıda. Seçim yaklaşıyor. Hazırlıklar tamam. Zaten Tayyib “iyi” demek.. En iyi kömür elbette “Tayyib Kömür”. almasalar. Özel ve mesleki yaşamlarını karartmaya yönelmeseler. U. Gizem Adalı, bir başka bankada çalışıyor. TC’sinin satılmadığına çok sevindiği için de olmalı, gidip Ziraat gibi bunu da zamanında ödüyor. Ama çok sonra öğreniyor ki, ödemeler sırasında tatil veya komisyondan doğan 1 lira 76 kuruşluk bir borç ortaya çıkmış! Bu borç kendisine yazılı Tek istediğ Cumhurbaşka im nl beni mutlu, sa ığı’nın, huzurlu yapam kin ve ay görmem için acağını bana bir şans verilmes i... Başbakan Rec Tayyip ERDO ep ĞAN KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Barış İçin Savaşım! Yılların “1 Eylül Dünya Barış Günü” etkinliği de bu yıl “AKP” iktidarının saldırısına uğradı; özellikle Taksim’de, Dolmabahçe’de. “Barış Zinciri”ne, “robokop”lar bu kez “kalkan”larıyla da hücum edip yüklendiler, sürdüler; ezilen ezilsin... Oysa “dört, beş” yaşındaki çocuklar da minicik elleriyle “zincir”in oluşmasına katılmışlardı, kimi bebe de arabasının içinden elini uzatarak... “Recep Tayyip Bey”in torunu da bu çocukların adaşı... Yazıklar olsun! Diz çöküp, bağdaş kurup yere oturan gençler, “barış”ı konu edinen resimler yapıyorlar; bir “robokop” onları yarıp henüz boyası kurumamış resimleri koca postallarıyla “çiğniyor”, karşıya geçmek için... İnsan öylece bakakalıyor; ama anında da orada bir sokak kedisi, köpeği olsaydı böyle yapar mıydı acaba diye sormaktan da kendini alamıyor. “Bin” kez yazıklar olsun! Ertesi gün “14” gencin gözaltına alındığını “TV”den duyduğumda “eyvah!” dedim; “barış” yine mi yargılanacak “Türkiye”de? Hemen ardından da bu yılın mayıs ayında aramızdan ayrılan “Cumhuriyet Reha İsvan”ı andım. “Barış Derneği”nin kurucusu olarak, yazarlarımız “Ali Sirmen”, “Ataol Behramoğlu” ve pek çok “aydın”ımızla birlikte yargılanmış, tutuklanmıştı o utanılası “Barış Derneği Davası”nda (1982). “ S ı k ı y ö n e t i m Mahkemesi”nde yargılanıyorlardı; “Nakşibendi Tarikatı”nın tam bir “kukla”sı olan, İstanbul’un sıkıyönetim komutanının baskısı altında; dolayısıyla “maskara”lığa dönüşen günümüzün “ÖYM”sine öncülük edecek duruşmalarda bu duruma “direnme”yi inanılmaz bir biçimde sürdürürdü; konuşmaya başlamadan önce bir bardak “sıcak” içecek sanırım ıhlamur isterdi bastıra bastıra... Oysa “80”li yıllarda “barış” için bir kıpırdama, bir “devinim” vardı dünyada; bu süreç çerçevesi içinde, ülkemizin “yüz akı” bu değerli aydınlarımızı destekleyen yazılar yayımlanıyordu hemen hemen yalnızca“Cumhuriyet”te. “1 Eylül” akşamı “TV” izlerken bu yazılar arasında yer alan denemelerimden birini de anımsadım; yazıda, yaklaşık “2700” yıl öncesinin ozanı “Hesiodos”un savaşlarla “insan soyunun gitgide bozulduğunu” ileri sürüp: “Hak yalnız güçlünün olacak; vicdan kalmayacak!” diyerek geleceği vurguladığına değindikten sonra; “2425” yıl öncesi “Aristophanes”inin de “Akharnai’ler” adlı tiyatro oyununda: “Savaştan yalnızca birkaç kodaman yararlanmaktadır!” diye seslendiği dile getirilmişti.(*) Ayrıca bu “ozan”ın yaşadığı “süreç”in, ona “barış” konusunda birçok “oyun” yazdırdığı, bunlardan “üç”ünün elimize geçtiği bilinir; “Aristophanes”, “Atina Kent Devleti”nin bir “yurttaş”ıdır ve Atina, komşusu sayılan “Isparta Kent Devleti”yle hep savaşmaktadır; ama sonunda “barışırlar”; işte bu dönemde Atina’da “Alkibiades” adlı bir genç siyasete girer, gittikçe yükselir, yönetimde yer alır; ilkin bu “komşu” Isparta ile hiçbir “sorun”u yoktur. Ne ki, “düş”lerinde yaşayan “bölge liderliği” için “barış”ın da ona hiçbir yararı olmadığını düşünmeye başladığında, ilkin komşu “Isparta”ya “savaş” açar; daha sonraları “Sicilya”ya da saldıracaktır. Ozan “Aristophanes” ile doruktaki yönetici “Alkibiades”in birlikte yaşadığı bu tarihsel döneme; “AKP” iktidarındaki günümüz “açı”sından bakarsak; Alkibiades’in “komşu” ülkeye karşı “tutum”u ve “bölge liderliği” için yanıp tutuşmasıyla birlikte başka iki ilginç “durum” daha görülebilir sanırım. İpler elinde, güçlü bir “yönetici komutan” olan “Alkibiades”in bu denli “savaş tutkunu” olmasına karşın; ünlü “ozan”ın açıkça savaşı “kınayan”, barışı “savunan”, yayılmasını isteyen tiyatro yapıtlarının “Atina”da oynanmasına, büyük “halk” kitlelerince coşkuyla izlenmesine, “barış”ın alkışlanmasına; bu “barış” coşkusunun Atina sokaklarına taşmasına; yarışmalarda “birinci” seçilip “ödül”lendirilmesine herhangi bir “tepki” verdiği; ya da “devlet”in ne “ozan”a karıştığı, ne de “halk”a karşı koymaya kalkışması söz konusudur “2400” yıl önce... Hele hele “silah”lı “güvenlik güçleri”nin saldırması... Ayrıca, “Aristophanes”in yapıtlarında yer alan bu tür “savaşım”larda önde olan, daha doğrusu, “savaşım”ı bütünüyle “yürüten” “kadınlar”ın olduğu bilinir. “Kadınlar”ın “savaş”ı önlemek, “barış”ı korumak için nasıl önlemler aldıklarını ortaya koyan “Kadınlar Savaşı” (Lysistrate) oyunu, yapıtlarının en tanınanıdır. Yolsuzluğun üstünü örten “Meclis”i, “kadınlar”ın basıp, “hesap” sormasını da anlatan “Kadınlar Halk Meclisinde” (Ekklesiasdosai) adlı oyunun, bugünlerde ülkemizde sahnelenmesi pek yerinde olmaz mı? Ama şu sıralarda söz konusu olan “sonbahar”; bu “sonbahar” da da “kadınlar”ımız “ev”lerinde oturmayacaklardır; öyle değil mi? (*) “Barış Üzerine Söyleşi”, Meriç Karacaovalı, 22.12.1984. UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. Hanım Çakır ACI KAYBIMIZ Cemiyetimiz Üyesi, Sürekli Basın Kartı Sahibi Değerli Arkadaşımız 1/ Eskiden kare 1 ye verilen ad. 2/ 2 Faiz... Üzüm veren bitki. 3/ Ta 3 pınaklarda, üze 4 rinde kurban ke5 silen, günlük yakılan ya da dinsel 6 tören yapılan taş 7 masa... Kötü di8 kiş nedeniyle kumaşta oluşan bü 9 zülme. 4/ İlave... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Yersiz ve zaman1 sız davranışları olan Y A P I N C A K kimse. 5/ İtalya’nın 2 A V A R E N İ F en uzun akarsuyu... 3 P A L A M U T L Bir etkinliğin geçici 4 I R A K L İ R A olarak durdurulduğu 5 N EM MA K AM süre. 6/ Kıbrıs’ta bir 6 C U L AMA E kent. 7/ “En sinsi bir A N gibidir geçmeyen 7 A N T İ K A zaman” (Y. K. Beyat 8 K İ R A A R K lı)... Telli bir çalgı. 8/ 9 F L AME N K O “Gökyakut” da denilen, mavi renkli bir süs taşı... Osmanlı devletinin Rumeli’deki eyaletlerinden biri. 9/ Zarara uğrama. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 YUKARIDAN AŞAĞIYA: SİNAN TOROS 4 Eylül 2013 Çarşamba günü vefat etmiştir. Kaybı topluluğumuzda üzüntü yaratan Toros’un cenazesi 6 Eylül 2013 Cuma günü (bugün) öğle vakti Eyüp Sultan Camii’nden alınarak Eyüp Mezarlığı’nda toprağa verilecektir. Sinan Toros’u sevgi ve saygıyla anarken, ailesine, basın topluluğuna başsağlığı dileriz. TÜRKİYE GAZETECİLER CEMİYETİ 1/ Eskiden üçgene verilen ad. 2/ Soy, sülale... Çok büyük, ulu. 3/ Evcil bir geyik cinsi... Üç kişiyle oynanan bir iskambil oyunu. 4/ Marmaris ilçesinde, doğal güzelliğiyle tanınmış bir koy... Nişan. 5/ İlgi eki... Tac Mahal’in bulunduğu kent. 6/ Baryum elementinin simgesi... “ kalan bu kubbede bir hoş sada imiş”. 7/ Hava, gaz, buhar gibi şeyleri çekip emmeye yarayan aygıt. 8/ Toplum yaşamına giren geçici yenilik... Üye. 9/ Hindistan’da, ölen kocasının yakıldığı ateşe atlayarak yanan ve ermiş sayılan kadınlara verilen ad... Bir düğmeyi ya da kancayı tutmaya yarayan küçük halkacık.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle