15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 EYLÜL 2013 CUMARTESİ 2 bir “barış taarruzuna” başlıyor. demektir. Onlara göre zamanıdır da. Çünkü ekonomik sıkıntılarla boğuşan Yunan hükümeti, şu sıra ağır bir baskı altında. İki başlı bir baskı bu. Bir yanda Altın Şafak denen ve Avrupa’nın çeşitli köşelerinde zaman zaman ortaya çıkmış Neonazi örgütlere benzer sağcı bir hareket, başka bir yandan da Yunan Özel Kuvvetler Birliği denen subayların oluşturduğu ve arkasını orduya dayayarak bazı sosyal ve ekonomik politikaları hükümete kabul ettirmek için. Zira son zamanlarda Yunanistan’ı yönetenlerin başarısızlıkları, Yunan halkında “ulusal zillet” konusunda derin bir tepkinin uyanmasına yol açan gurur kırılması yaşanıyor. im bilir Kıbrıs Rumlarının Türkiye’yi Kıbrıs’ta bazı çözümlere ya da kendilerinin “çözüm” dedikleri durumlara zorlamak için bir çeşit şantaj olabilir. Bu seçenekleri Türkiye’nin önüne koyarak stratejik müttefiklik uğruna bunlara razı olmasını sağlamayı umuyorlar herhalde. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Dil Devriminin 81. Yılında Türkçe Özgürlüğü ve yaşamı yok edilen her yurttaş, kurutulan her dere, kesilen her ağaç bizimdir; ortak dille çözüm üretemediğimiz için bunca yıkım ve acının üstesinden gelemiyoruz. Şok Tedavisi ÜLKEMİZİ yönetenler Suriyeli komşularımızın özgürlükleriyle ve hapisten kaçan PKK’lilerin akıbetleriyle meşgulken Kıbrıs davamızla ilgili olarak da görünürde hayli düşündürücü bir dış haber geldi: Birleşmiş Milletler’in Genel Kurulu’nun mutat yıllık toplantısı için New York’a gelmiş olan Nikos Anastasiadis “çözüm için şok terapi” sözü etmiş. Genel kuruldaki resmi konuşmasında böyle bir deyim kullanmamış ama kendi düzenlediği basın toplantısında tam böyle söylemiş. O toplantıyı izlediği anlaşılan Milliyet muhabiri şunları yazmış: “Uzun yıllardır Kıbrıs meselesini takip eden uzman gazeteciler ve dosyaya vakıf BM yetkilileri, uzun yıllardır görülmemiş şekilde yapıcı özelliği ve ılımlı tonu hakkında fikir birliğine varmış gözüküyordu. Rum Kesimi lideri Kıbrıs’ın birleşmesinden yana tavrını vurguladı.” yleyse, LefkoşaAtina ikilisi yeni H SEVGİ ÖZEL epimiz Türkçe konuşuyoruz da anlaşamıyoruz. Siyasal iktidarlar, özellikle “milliyetçi muhafazakâr”lar, inanmasalar bile “büyük ölçüde dil devrimiyle özgürleşmiş Türkçeyi” kullanıyor lar; ancak “milliyetçilik”ten çok “muhafazakârlık”a sarılanlar Türkçeye, düşünce özgürlüğüne ve Türk devrimine inanmadıklarından “devletin dili”ni doğru öğretme amacı taşımıyorlar. Dünyaya “aynı görüntüyle sınırlı” bir pencereden bakıyor, düşünce özgürlüğünü “ben”le sınırlıyor, “ben” özneli, dinsel kavramlarla bezeli bir dille inanç ve köken ayrımını kullanıyor; yüreklice değil, kaçak güreşerek devrimlerle hesaplaşıyorlar. Dil ve eğitim dinselleştikçe dinselleşiyor; resmi Türk Dil Kurumu (TDK), iktidar ağızlı üniversite ve korkusuna gömülen basın bu durumu eleştiremiyor. K Düşüncenin yenileşmesi Dilin yenileşmesi düşüncenin yenileşmesi demektir; bunu bilen ve sürekli Atatürk’ün kurumuna saldıran gericiler, Kenan Evren TDK’yi kapatınca devrimcilerin soluğunu kestik sandılar. Başbakanlık’a bağlı TDK’ye iktidarların atadığı sözde bilimciler, dilimiz siyasaya araç yapılırken susuyor. AKP iktidarınca işlevsizleştirilen TDK, kuruluş amacıyla çelişen yandaş yapıtlarına “telif” ödeyerek Atatürk’ün kalıtını Ö savuruyor, “cemaat” etkinliklerinde boy gösteriyor. Türkiye Türkçesi için hiçbir şey yapmadığı gibi ölçünlü dil ve yazım birliğini bozmayı sürdürüyor. AKP Osmanlı’ya sarılma, Cumhuriyetle hesaplaşma eylemlerine girişince, on yıl önce “Türk İslam sentezi”ni savunan TDK de bu “sentez”in “İslam” ayağına yapışır oldu; “gerici, irtica…” gibi kavramları “ak”larsa hiç şaşırmayız. Atatürk, Türk Tarih ve Dil Kurumlarını “dernek” olarak kurmuş, kendi varlığından gelir bırakmıştı. Atatürk’ün amacının bu kurumların “akademi”ye dönüşmesi olduğunu, 12 Eylülcülerin de Ata’nın bu isteğini yerine getirdiğini söyleyenlere soruyoruz; bu TDK’nin “akademi”ye benzer yanı var mı? Dilsiz Dil Kurumu nerede görülmüş? 30 yıl önceki kurum, iktidarların dil ve eğitimdeki yanlışlarını bilimsel verilerle engellerdi; AKP’lileşen TDK’nin “4+4+4”lük çağ dışı eğitime tepki verdiğini duyan oldu mu? Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçedir, diyebiliyor mu? Kurucu çoğunluğun dili olduğu için Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçedir. Türkçe ünlüsü bol, sesçil bir dildir. “Bağlantılı” dil olmasıyla, ses, biçim ve anlam özellikleri arasındaki uyumla yerliyabancı dilbilimcilerin de belirttiği gibi “matematiksel” dizgeye sahiptir. Dilbilimcilere göre bu özellikleri Türkçenin kolay öğrenilmesini sağlar. Dünyanın her yerinde çoğunluk hangi dili konuşuyorsa o dil, birlikte yaşayanların ortak iletişim aracı olmuştur. Türkçenin tarihsel akışı da bunu gösterir. X. yüzyılda İslamiyete geçişi tamamlanan Türkler İran’da Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nu kurmuş, sonra Anadolu’yu yurt edinmişlerdir. Oğuz Türkleri Anadolu’ya “Rum diyarı”, kurdukları devlete de “Rum Selçukileri” derken Avrupalılar, gelenlerin Türk olduğunu, Türkçe konuştuğunu görerek buraya “Türkmenlerin ülkesi” anlamında “Turcomania” ya da “Turchia” demiştir. Atatürk ve arkadaşları her türlü iletişim ve belgede “Osmanlı” değil, “Türk” adını kullanmış; kurdukları devlet de “Türkiye Cumhuriyeti” adıyla tarihe yazılmıştır. Arapça ve Farsçanın boyunduruğu altına girdiği dönemlerde de aydınlar Türkçeyi savunmuşlar; “Kutadgu Bilig, Divanü Lügatit Türk” gibi görkemli yapıtlar bu amaçla doğmuştur. Ömer Seyfettin’ler imparatorluk çökerken en çok dilin Türkçeleşmesini tartışmışlardır. Yüzyıllar önce de yönetenlerin yabancı hayranlığı ve aydın aymazlığı yüzünden Türkçe başka dillerin saldırısına uğramış; buna karşın ticaret amacıyla gelen Avrupalılar, örneğin İtalyanlar, buradaki farklı köken ve inançtan her insan gibi Türkçeyle iletişim kurmuştur. Osmanlı’nın son döneminde Osmanlıca yetersiz kaldığından tıbbiyede öğretimin ilkin İtalyanca, sonra Fransızca olması, eğitimde bu dile öncelik verilmesi, Türkçeye Fransızca sözcükleri doldurmuştur. Kendi okullarında hangi dille eğitim yapacağını bilmeyen imparatorluğun çöküşü sırasında, özellikle Doğu Anadolu’da kendi diliyle eğitim veren yüzlerce yabancı okul açılması, bugün aynı bölgedeki dil tartışmaları açısından da ilginçtir. 90 yıl önce olduğu gibi yine dili ve eliyle karnımızı karıştıran yayılmacıyla işbirlikçisinin gözünde Türkçenin de Kürtçenin de önemi yoktur; dilini eğitim kurumlarına yerleştirmiş, devletin dilinin önüne geçirmiştir. “Arabın medeniyeti benimdir” diyenlerin ardılları da 4+4+4’lük dizgeyle eski dil ve Arapçaya sarılmış, toplumu “okey”le “inşallah” arasına sıkıştırmıştır. Değişmeyi Etkilemek Artık insanlar içinde yaşadıkları toplumu etkileyebileceklerine pek inanmıyorlar olsa gerek. Çevremdeki insanlardan gittikçe çok kötümser, kendi bireysel tercihleri ve özgürlükleri açısından, demokrasiden umudunu kesmiş yorumlar alıyorum. Oysa durum hiç de öyle değil: Unutmayalım, her şeye karşın, Türkiye’de hâlâ iktidarları halk seçiyor; yani biz! İktidardan yakınanlar, onu değiştirmek için seçimlere ağırlıklarını koymalı, ellerinden gelen her şeyi yapmalıdır. Önümüzde üç seçim var: Yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim. Üstelik bir de anayasa referandumu olasılığı çıktı. Türkiye’nin geleceğini, bir anlamda kaderini bu seçimlerin sonuçları belirleyecek. HHH Sürekli olarak iktidardan yakınmak, muhalefeti yetersiz bulmak, hayatından bezmek, toplumsal ve siyasal olaylarla ilgiyi kesmek, gazete okumamak, televizyon haberlerini izlememek, içine kapanmak, “bu halkla bu iş olmaz” demek, her toplumda her zaman iktidarların işine yarar… Ülkeyi yönetenler, artan kötümserlik ve içine kapanma sonunda gittikçe düşen destek oranlarıyla da olsa, iktidarlarını sürdürür! İnsanları her yerde izleyerek, tehdit ederek ve hapse atarak baskı altına alsa da, sermayeyi ve medyayı tümüyle denetlese de, eğitim yoluyla kendine bağlı kuşaklar yetiştirse de, her iktidar mutlaka bir gün gider… Bu, siyasetin değişmez yasasıdır. HHH İktidarların ömrünü, demokratik ülkelerde, halk belirler: Demokrasiye sahip çıkalım… Demokratik hak ve özgürlüklerimizi kullanalım! Ve özellikle şiddetten kaçınalım... Unutmayalım ki şiddet şiddeti davet eder ve şiddet sarmalının sonunda faşizm kazanır! Cumhuriyetle hesaplaşma Bugün kimilerinin bilimsel bilgi yoksunluğu ya da siyasa gereği “iki dilli” eğitimi, “iki resmi dil”i savunması “bölünme isteğinin örtülü biçimde dillendirilmesidir. Türkçenin devletin dili olması” yurttaşın “iki dilli” olmasına, anadilini öğrenmesine engel değildir. “Hiçbir dil kendiliğinden ortak dil olmaz”; bunu öğrenmenin yolu, ortak dilin tarihsel akışını önyargısız izlemektir. Ayrıca hak ararken çoğunluğun dilini ve birikimini karalanmak bilimsel ahlakla bağdaşmaz. İngilizce ülkeyi kuşatırken hem dinci takım hem köken farkını siyasallaştıranlar, farklı beklentilerle sessiz kalmıştır. İktidarın kendi üretimi olmayan dil/ekin siyasasızlığı, “muhafazakârlık”ı dinle ya da ırkla özdeştirenlerin cumhuriyetle hesaplaşma yarışını hızlandırmıştır. Bu yarışı kazanacağını sananlar, 90 yıllık devrimci birikime toslayacaktır. Ortak dili “yurttaşlık” bilinciyle içselleştirdiğimizde özgürce düşünerek birbirimizi anlayabilir, ortak çıkarlar için savaşım verebiliriz. Özgürlüğü ve yaşamı yok edilen her yurttaş, kurutulan her dere, kesilen her ağaç bizimdir; ortak dille çözüm üretemediğimiz için bunca yıkım ve acının üstesinden gelemiyoruz. 26 Eylül 2013’te, 81. Dil Bayramı’nı bilimin ve hukukun yaralandığı, özgürlük ve adalet isteyen gençlerin öldürüldüğü kirli siyasanın gölgesinde kutladık. Her şeye karşın umutluyuz; Mustafa Kemal’ lerden aldığımız güçle direneceğiz!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle