19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 AĞUSTOS 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Başka İstanbul Yok!’ Dipsiz Kuyu “Siz bunları daha önce yazmıştınız!” Okurlarımı bıktırmışım hep aynı şeyleri yazmakla... Ben de okurlara sorsam, siz hep aynı şeyleri yaşamaktan bıkmadınız mı? Bir şeyler biraz değişti, der demez karşınızda yine geçmiş yılların konularını buluyorsunuz. Yazsam mı? Ne olacak yazsam? Bir daha bir daha, usanç getirdik! Okur da, ben de... Ben daha çok!.. Yaz babam yaz! Dipsiz bir kuyuya atar gibi yıllanmış, eskimiş, ama bir türlü eskimeyen görüşleri yinelemek... “On yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan.” Şimdi gençlerin sayısı tam 76 milyon! Sayıca yükselmişiz, ama sayı bir anlam taşımaz. Kemalizmin yürürlükte olduğu on yılda neler yaratmışız, Türklüğü aşamalarla yücelterek çağdaş uygarlığın öncü bir devleti yapmışız... Bir de o on yıllık başarının şimdilerde nerde olduğunu bir düşünsek. İlerleyeceğimize bir gerileme başlar gibi. Yöneticilerimizin ağzından Atatürk döneminin politikacılarından duyduğumuz başarı sözleri duyulmaz oldu. Bir yanda umut verici gelişmeler de var, ama öte yandan gericiliği çağrıştıran konuşmalar, radyoda, TV’de, meydanlarda dinlediklerimiz... Nerde devrimci bir eylem görülse hemen devlet güçleri onu ezmeye çalışıyor; sopayla, palayla, zehirli gazlarla... Bir toplantıda birkaç bin kişi bir araya gelse, yitirilmiş haklarını arayan bir gösteride buluşsa, hemen acımasız güçler görevini yapmaya başlıyor! Yaşlanınca, daha açık görmeye başlanıyor, nerden kalkıp nereye, hangi içinden çıkılmaz yollara saptığımız... Partiler martiler yetmiyor. Bir başka güç gerekli. Daha güçlü, daha kendine, görevine inanmış liderler, öncüler. Bekliyorum gençlikten yeni Kemalist devrimin öncülerinin çoğalmasını. Bir yaşlı yazarın boş umudu mu? Ya da meydanlara toplanıp Atatürk devriminin bayraklarını dalgalandıran gençlerin başkaldırışı mı? Bir başkaldırış... Haksızlığa, adaletsizliğe, geriliğe, körlüğe, bilim düşmanlığına, birtakım soysuzların iktidar hırslarına... Ömrüm Kemalist devrimin yolunda geçti. Yaşadıkça bu daha da güçlendi. Daha da güçleneceğine inanıyorum... Yıllardan beri bölge ve şehir planlamaları göz ardı edildiği için, İstanbul nüfusla şişerek bir “azman şehir” haline geldi. İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın daha mürekkebi kurumadan plan dışı uygulamalar art arda gelmeye başladı. Hepsi de nüfus artışını ve şehrin büyümesini teşvik eder türden… D Doğan HASOL bir İstanbul olmadı mı ki?”” diyebilirsiniz. Hâlâ en büyük tehdit; nüfus artışı. 1950’de 1 milyon olan nüfus 30 yıl sonra 1980’de 2 milyon 773 bine ulaştı. Sonraki 30 yılda ise korkunç bir artışla 13 milyon 854 bine. Bugün İstanbul, ülke nüfusunun yüzde 18.3’ünü barındırıyor; neredeyse ülke nüfusunun beşte birini… 1:100 bin’lik İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda şehrin nüfusu 2023 yılı için 16 milyon olarak öngörülmüştü. Bu rakama şu anda neredeyse ulaşılmış durumda. Bugünün uygar dünyası, büyük şehirlerin nüfuslarının normal büyüklükleri aşmamasını sağlama peşinde. Örneğin, 2012 sonunda Londra nüfusu 7.7 milyon, New York City 8.2 milyon idi. Paris’in de nüfus artışı durduruldu. Almanya’nın 4 milyondan daha kalabalık şehri yok. Dünyadaki pek çok şehir yönetimi, aşırı nüfusun şehirleri yaşanmaz hale getirdiğinin bilincinde. Hızlı artış ve aşırı nüfusun, şehrin fiziksel gelişmesi üzerindeki olumsuz etkisi iyice biliniyor artık. Sonuç, bir yandan yeşilin ve ormanların yok edilmesi, bir yandan da yoğun (sıkışık) ve yüksek yapılaşma oluyor. Bugün İstanbul’un geldiği nokta budur. Yıllardan beri bölge ve şehir planlamaları göz ardı edildiği için, İstanbul nüfusla şişerek bir “azman şehir” haline geldi. İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın daha mürekkebi kurumadan plan dışı uygulamalar art arda gelmeye başladı. Hepsi de nüfus artışını ve şehrin büyümesini teşvik eder türden… 1995’te Erdoğan, belediye başkanı iken, İstanbul’a girişte vize uygulanmasını ve otomobil sayısının dondurulmasını önermişti. Bu önerisini 2007 yılında başbakanlığı sırasında yeniden anımsattı. Önerilen çözüm, olabilecek ünyanın dikkate değer birçok şehrini görme olanağını bulmuş bir mimar olarak şunu açıkyüreklilikle söylemek isterim: İstanbul dünyanın en güzel şehridir. Ancak hemen belirtmek gerekir: İstanbul öylesine büyüdü ki, sınırları bile belli değil; İstanbul denince neresi söz konusudur? Bu sorunun en güzel yanıtı Doğan Kuban’dan gelmiştir: “Denizden görünen yerler ve denizin göründüğü yerler.” Açıkçası, Boğaz, Marmara ve Haliç kıyıları ile yamaçları… Bu tanıma giren yerler o kadar güzel ki, yıllar boyu süren bunca hoyratlığa karşın oralar hâlâ büyüleyici güzelliğini koruyor. Ne var ki bu durumun sürdürülebilirliği yok. İstanbul herhangi bir şehir olarak varlığını sürdürebilir kuşkusuz ama başka bir İstanbul olur. “Başka İstanbul yok!” deyişi, İstanbul’a gelmiş, nezaketten sapan kişileri uyarmak üzere biraz küçümsemeyle kullanılırdı. İstanbul nüfusu 1 milyondan 15 milyona yükselirken artış, aldığı göçten kaynaklandı. Hatta şehrin yöneticilerinin bile çoğunu yeni İstanbullular oluşturmaya başladı. Şimdi sözüm daha çok, İstanbul’un kendisine, İstanbul’a nazik davranmayanlara… İstanbul’u yaptıklarınızla bozarsanız bu işin dönüşü olmaz artık. İşte, “Başka İstanbul yok!” deyişi böyle durumlarda daha anlamlı hale geliyor. 1. Dünya Savaşı öncesinde, İstanbul’u inceleyen Macar mimaryazar Kàroly Kòs, “İstanbul’un üç düşmanı vardır: Deprem, yangın, insanoğlu” diyordu. İnsan faktörünü hiç kuşkusuz, kenti yağmalayanlar kadar, plan yerine plan dışı işler yapan yöneticiler oluşturuyor. Aslında, “İstanbul, zaten başka 1 milyondan 15 milyona Azman şehir gibi değildi, ama teşhis doğruydu. Ne var ki, sonradan Başbakan’ın İstanbul’a ilgisi giderek artarken önerileri hep nüfusu artıracak ve şehri büyütecek doğrultuda oldu. Bugün merkezi yönetim, yetkileri yerel yönetimin elinden almış durumda; İstanbul, tepeden inme projelerin sahnesi halinde. Uzmanların ve halkın görüşleri dikkate alınmıyor. İşte, kentlilik bilincinin dirilmesine, sonra da uygulanan baskı karşısında büyük olaylara neden olan Taksim Gezi Parkı ve Topçu Kışlası konusu… Kentliler parkı yok etme dayatmasına karşı çıktılar. Konu, yargının işi değil, mimarlık ve şehircilik işi… Bilimsel yöntemleri, şeffaflık ve katılımcılığı dışlayan örnekler çok… Örneğin, Başbakan’ın çılgın proje olarak tanımladığı Kanal İstanbul projesi… Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak, yaklaşık 40 km. uzunluğunda, 150 m. genişliğinde, 25 m. derinliğinde bir kanal. Tabii buradan geçiş paralı olacak. Gemilerin, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’ne göre Boğaz’dan bedava geçebilecekken, yolu kısaltmayan Kanal’ı niçin yeğleyecekleri pek anlaşılmıyor. Sakın, Kanal, Montreux’nün engellediği savaş gemilerinin Marmara’dan Karadeniz’e geçişini sağlamak için olmasın?.. Kanal’ın çevresinin yoğun yapılaşmaya açılacağı kuşkusuz. Aynı durum, plana sonradan eklenen ve yeri, Başbakan’ın helikopter turuyla belirlenen üçüncü Boğaz köprüsü ile üçüncü havalimanı için de söz konusu. Köprünün bağlantı yollarının çevresi kısa sürede yeni yerleşmelerle dolacak. Tıpkı, ikinci köprü ve TEM örneğinde olduğu gibi… Havalimanı çevresi de bir “aerotropolis” (havalimanı kenti) oluşturacak. Bütün bunlar, zaten “azman” şehir haline gelmiş İstanbul’u daha da azmanlaştıracağı gibi, hiç olmaması gereken şekilde iyice Kuzey’e yöneltecek. Bu durumda kuzeyde ormanları ve su havzalarını barındıran ve İstanbul’un akciğerleri konumunda olan bölgeler tümüyle yitirilecek. “Başka İstanbul yok!” dense de, bu gidişle İstanbul’un kendisi başka İstanbul olacak. Kendisi Dışarda Vicdanı Silivri’de! Sevgili Utku Çakırözer, yine bir gazetecilik başarısına imza attı ve pazartesi günü sürpriz bir biçimde Silivri’den tahliye edilen “Büyük cerrah”, “Büyük insan”, Prof. Dr. Mehmet Haberal ile derinliğine bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu söyleşiyi dikkatle okuyanlar “Gerçek bir hümanistin”, “İnanmış bir demokratın” ülkemizin fırtınalı siyaset ortamındaki yılmaz mücadelesini öğrenmişlerdir: Haberal ile benim kariyer çizgilerimiz, sadece Hacettepe’deki öğretim üyeliğimizde değil, birbirimizden tamamıyla ayrı, hatta habersiz bir biçimde yaptığımız, 1980 askeri darbe sonrası demokrasi mücadelesinde de kesişmişti… Bakın Utku’nun sorduğu bir soruya yanıt verirken neler diyor: “Nasıl darbe yapmışım? Gece gündüz ameliyat yaparken mi? Üniversiteme geceleri asfalt döşerken mi darbe yaptım? Asıl darbe mağduru benim. 12 Eylül’ü gördük. Aydınlar dilekçesinde imzam var. Yasaklı liderler için üniversitede grup kurdum. Mamak Sıkıyönetim Savcılığı’na ben gittim. Hacettepe’de en ağır disiplin cezasını ben yedim. 6 sene profesörlüğüm verilmedi. 1987’de Rize’de ‘yasaklar kalksın’ diye kapı kapı dolaşıp 35 bin oy topladım. Bana darbeci diyenler o zamanlar neredeydi? Ayrıca o dönemde kimse bizi tutuklamadı, yargılamadı. Bugünkü siyasi ortam varsa 1987 referandumu nedeniyle var.” Evet biz rahmetli Toktamış Ateş ile, Türkİş’in sponsorluğunda, siyasal yasaklara karşı 1987 referandumunu etkilemek için bütün Türkiye’yi dolaşırken, Haberal da aynı amaçla çalışıyordu… Bugünkü politikacılar, o dönemde siyasetin normalleşmesi için çalışanların yaptıklarını unutmamalılardı diye düşünüyorum… Ve Prof. Mehmet Haberal, arkasında taşıdığı insanlığa ve ülkesine hizmet birikimini, demokrasi ve adalet arayışı ile de taçlandırarak Silivri konusunda: “Ben dışarıdayım ama vicdanım orada, Silivri’de kalanlarla beraber” diyor… Bir bayramı daha sevdiklerinden ayrı geçirenler için adalet arayarak kamuoyunun duygularını dile getiriyor! Küreselleşme ve Diktatörlükler K Dr. Ayşe ATALAY üreselleşme, ulusları oluşturan kurumların, unsurların ulusal niteliklerini uluslararası kurumlara, oluşumlara terk ettiği ve özünü karşılıklı ilişkilerin bir başka deyişle iletişimin oluşturduğu bir kavramdır. Küreselleşmenin olumlu olduğu kadar olumsuz yönleri de vardır. Örneğin bazı düşünürler, ekonomik açıdan küreselleşmeyi çokuluslu şirketlerin dayattığı uluslarüstü bir sömürü aracı olarak görürler. Bu bakımdan küreselleşmeye yeni sömürgecilik de denebilir. Ancak toplumsal açıdan küreselleşme, tüm insanlık evreninin karşılıklı olarak birbirinden haberdar olması şeklinde işler. Bu haberdar olmanın temelinde ise iletişim yatar. Bu bakımdan küreselleşen dünyamızda iletişim ve buna bağlı olarak da iletişim özgürlüğü, uygar dünyanın bir üyesi olmak açısından önemli bir unsurdur. Bir toplumda iletişim modeli, o toplumun siyasal sisteminin niteliği konusunda da bilgi verir. Örneğin otoriter ve totaliter sistemlerde bugün çoğulculuk bağlamında bir iletişim sisteminden söz edilemez. Bu tür rejimlerde iletişim özgürlüğü tek yanlı, yukarıdan aşağıya doğru işler. Oysa iletişim özgürlüğünün temelinde ve niteliğinin ayırt edilmesinde aşağıdan yukarı iletişim kanallarının açık olması önemlidir ve bir siyasal rejimin demokratik, çoğulcu bir yapıda işleyişi açısından yaşamsaldır. Küreselleşme de niteliği ve yerine getirdiği işlevi açısından yukarıdan aşağıya olduğu kadar, aşağıdan yukarıya da iletişim kanallarının açık olmasını önkoşul olarak görür. Bundan ötürü küreselleşen dünyada siyasal iktidarların “ben yaptım oldu” şeklinde keyfi uygulamalara yönelmesi daha zordur. İç kamuoyu baskısı güçlü olmayan ülkelerde küreselleşme bir dış kamuoyu baskısı oluşturur. Dünyamızda da artık insan hakları ve demokrasi kaygıları ön plandadır. Bu bakımdan Taksim Gezi olayları ve iktidarın bu olaylar karşısındaki tutumu, aralarında bir grup Nobel ödüllü bilim insanının da bulunduğu sanatçı, siyaset adamı Batılı aydınların tepkisini çekmiş ve bu aydınlar peş peşe yayımladıkları bildirilerle polisin kullandığı orantısız güce tepki göstermişlerdir. Söz konusu bir grup aydının aydın olma sorumluluğuyla böyle bir tepki vermeleri kutlanmaya değerdir. Artık çağımızda iletişim teknolojilerinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte hiçbir şey gizli kalmıyor. Bu bakımdan dünyamız artık belki de hiç olmadığı kadar bir şeffaflık çağını yaşamaktadır. Bu nedenle artık “kol kırılır yen içinde kalır” atasözü de günümüzde kapalı rejimlerin düsturu olabilir. Çünkü bilişim çağında ve buna bağlı olarak küreselleşen dünyada kitleler sosyal medya yoluyla daha hızlı mobilize olmakta, daha sıkı örgütlenmektedir. Bu bakımdan diktatörlük hevesleri de anakronik bir niteliktedir ve er geç toplumun aydınlık, çok renkli, çoğulcu taleplerine de yenik düşecektir. RAMAZAN BAYRAMINIZI EN İÇTEN DİLEKLERİMLE KUTLUYORUM. DAHA NİCE GÜZEL BAYRAMLARA... Prof. Dr. Mustafa AKAYDIN Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle