27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 AĞUSTOS 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Cumhuriyetin Vitrini: İzmir Fuarı İrtica Hükümdar Olursa... Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Lüleburgaz Şubesi yayınında gördüm. Not etmişim defterime. Yıllar geçmiş ama o bildirideki sesleniş capcanlı kalmış: “Gün olur İrtica hükümdar olursa Gün olur Numaracı cumhuriyetçiler peydahlanırsa Gün olur, sefalet ve ihanet tekrar hortlarsa...” O zaman ne yapabiliriz? Bu soruya yanıt vermek hem kolay hem zor! Bizler o durumdayız yıllardır... Cumhuriyet ilkeleri unutulma yolunda. İktidardakilerin dilinde kafasında o devrimler yok! İzi bile kalmamış. Ne altı ok ne de çağdaşlık atılımları. Silip atıyor iktidarın adamları güzel bir geçmişin gerçeklerini! Adım adım ülkemiz, halkımız çirkin karanlık yollara sürükleniyor. İrtica hükümet olursa! Olmuş mu, olacak mı? Bizler sizler buna izin verecek miyiz? İşte gençlik eylemleri, Kadıköy’de Taksim’de yurdun dört bir yanında gençlik özgürce bağırıyor. Cumhuriyetçiyiz, milliyetçiyiz, halkçıyız, laikiz diye. Ama iktidar TOMA’larıyla, kalkanlı güçleriyle bastırıyor. İyi niyetli gerçek yurtseverler bir ordu gibi. “Gün olur irtica hükümdar olursa...” Ağır bir söz iktidara irticacı demek, ama kişi ister istemez düşünüyor. Niye orda burda toplanan yurtseverlerin üstüne gidiliyor? Demek, istenen çağdaşlığı, uygarlığı tanımamak, bambaşka bir yapı yaratmaya çalışmak... “Böyle bir durumda alıp başını gidemezsin” diyor dernek bildirisi... Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri alınmış olsa da, bekleyemezsin. Kalkıp kalkıp meydanlarda sadece “Biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demekle yetinemezsin. Kendi yarınına umutla bakabilmek, onurunla yaşamak istiyorsan, cehaletten, sefaletten ve ihanetten bıktıysan!.. Lüleburgaz gibi küçük bir ilçeden yıllar önce yükselen bu sesin arkasında olmak, o sesi daha güçlü seslerle yaygınlaştırmak bir kutsal görevdir. Gitgide Mustafa Kemal’in bize bıraktığı Cumhuriyeti ve devrimlerini korumak, sürdürmek çok büyük çaba istiyor. Ama bakıyorum TV’lerde konuşan iktidar adamları boş veriyor böyle yurttaş çığlıklarına. Oysa bütün bunlar bir uyarıdır gaflet içine düştü düşecek olanlara. Seçimlerle de gelmiş olsalar, gelecekte de seçimle gelecek olsalar, gerçek yurttaş yolundan dönmeyecektir. Atatürk çizgisi alt edecektir düşmanlarını... Atatürkçü Düşünce Derneği’ni yaşatmak hepimize düşen bir borçtur, bir görevdir. Fuarın öncelikli amacı, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ürettiği tarımsal ve sanayi ürünlerini sergilemek, bunların ticaretini sağlamak ve başta ekonomi olmak üzere hayatın tüm alanlarında uluslararası ilişkiler kurmaktı. Kısacası fuar, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin vitriniydi. MEHMET ŞAKİR ÖRS İZFAŞ Genel Müdürü B K ir Cumhuriyet kurumu ve değeri olan İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF), bu yıl 82’nci kez yeniden katılımcılarıyla, ziyaretçileriyle buluşuyor. Dile, yazıya kolay 82 yıl… Oysa o 82 yılda neler oldu, neler geçti? Fuarın tarihçesi, tam bir ekonomi, siyaset ve toplum tarihi; kısacası Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal tarihi… urtuluş, kuruluş ve fuar İzmir Fuarı’nın tarihi, ulusal kurtuluşa ve kurtuluş sonrası yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarına dek uzanır. 30 Ağustos’tan 9 Eylül’e uzanan kurtuluş günlerinin ardından, asıl uğraşıyı yeni, çağdaş ve modern devletin oluşumuna yönelten başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyeti kuran kadrolar, İzmir’e özel bir görev yüklediler. Kurtuluşun bayramı 9 Eylül’ü yaşayan İzmir, ardından ilk İktisat Kongresi’ne de ev sahipliği yapıyordu. Bu kongrede ekonomi alanında yürünecek yolun haritası oluşturulurken, İzmir’de kongreler yapılması, sergi ve fuarlar düzenlenmesi hedefi de bu kentin önüne görev olarak konuluyordu. Böylece İEF, kurtuluşun ateşleri ve kuruluşun kıvılcımları içinden doğdu. Fuarın öncelikli amacı, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ürettiği tarımsal ve sanayi ürünlerini sergilemek, bunların ticaretini sağlamak ve başta ekonomi olmak üzere hayatın tüm alanlarında uluslararası ilişkiler kurmaktı. Kısacası fuar, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin vitriniydi. Halk okulu İzmir Fuarı’nın bir başka önemli görevi de o dönemlerde tam bir halk okulu olarak işlev görmesidir. Uzun yıllar 20 Ağustos20 Eylül tarihleri arasında bir ay süreyle gerçekleştirilen fuar, ülkede ve dünyada yaşanan gelişmelerin izdü şümü gibiydi. İletişim olanaklarının çok dar olduğu yıllarda, insanımız, halkımız, ülkede ve dünyada yaşanan birçok gelişmeyi ve yeniliği ilk olarak fuarda görüyor ve orada tanıma fırsatı buluyordu. Dünyanın birçok bölgesinden fuara katılan ülkeler, kuruluşlar, firmalar yeni ürettikleri ürünlerini, ülkelerinde yaşanan ekonomik ve toplumsal gelişmeleri, fuarda sergiliyorlardı. Böylece ülkeler, halklar ve insanlar arasında önemli bir etkileşim ve iletişim sağlanıyordu. Kapitalist ve sosyalist sistemler arasındaki çekişmeler, bilişim ve iletişim alanında yaşanan gelişmeler, yeni buluşlar ve ürünler; ilk televizyon, ilk bilgisayar, ilk yürüyen merdiven, ilk uzay mekiği gibi aygıtlarla hep fuarda tanışılıyordu. Sözün özü, o yıllarda İzmir Fuarı tam bir halk okuluydu… Dünya buluşması Fuarın bir başka önemli yönü de ülkeler ve halklar arasındaki buluşmaya ev sahipliği yapmasıydı. Bir yandan dünyada yaşanan gelişmeler öğrenilirken, öte yandan insanımız dünyanın diğer coğrafyalarında yaşayan ülkeleri ve halkları da tanıyordu. Tabii fuara katılan ülkeler ve halklar arasında da doğal bir etkileşim ve iletişim yaşanıyordu. Herkesin birbirinden öğreneceği bir şeyler mutlaka vardı… İşte bu yönüyle de fuar barışçıydı, barışın simgesiydi… Öyle ki İkinci Dünya savaşı yıllarında bile fuar, tüm zorluklara karşın barışın bayrağını dalgalandırıyordu. İzmir’den, Türkiye’den bütün dünyaya barış mesajları veriliyordu… Aslında günümüzde pek çok şey değişti. Gereksinimler farklılaştı. Teknolojide, bilişimde ve iletişimde yaşanan gelişmeler yepyeni olanaklar yarattı. Ancak İEF, bir dünya buluşması olarak her şeye karşın varlığını sürdürüyor. Bu yıl 82’nci kez düzenlenen fuarı, bir Cumhuriyet kurumu ve değeri olarak selamlıyoruz. Ve onu daha nice yıllar yaşatmak istiyoruz. Elbette yenileyerek, güncelleyerek ve her daim gençleştirerek… Kılıçdaroğlu’nun Bağdat Seferi Suriye’ye müdahale sinyalleri artıyor… Türkiye yeni bir sıcak savaş serüvenine sürüklenmek isteniyor… AKP iktidarı, içerde sıkıştıkça dışarıya yöneliyor: Irak, Kuzey Irak, Suriye, PYD, Mısır, Müslüman Kardeşler, darbe filan diyerek… Tüm bir Cumhuriyet döneminin barışçı birikimini ve ülkemizin güvenliğini tehlikeye atıyor! HHH Ortadoğu’nun iyice karıştığı bugünlerde, Kılıçdaroğlu’nun Bağdat ziyareti çok önemliydi… Nitekim bu gezi sadece dış politika bakımından değil, tüm bölgenin bir sorunu haline gelmiş olan Kürt meselesi bakımından da önemli sonuçlar doğurdu. HHH CHP, oldum olası dış politika bakımından son derece ciddi, çok donanımlı uzmanlarla çalışır… Cumhuriyeti kuran ve o kaotik dünya ortamında onu koruyarak geliştiren bir parti olmasının bunda önemli bir payı var herhalde! Bugün de Faruk Loğoğlu gibi, Osman Korutürk gibi büyük birikim ve deneyim sahibi uzmanlar Kılıçdaroğlu’nun etrafında! Elbette bu uzmanları seçmenin ve onlarla yakın çalışmanın onuru Kılıçdaroğlu’na yeter ama bence onun başka kutlanacak çok önemli bir hasleti var: Horlanmış ve ezilmiş kimliklerden gelen kökeniyle birlikte, gerek iç politikada, gerekse dış politikada, bütün kışkırtmalara, tuzaklara karşın, etnik ve mezhepsel tuzaklara düşmüyor, sosyal demokrat ilkelerden ayrılmıyor, etnikçilik ve mezhepçilik yapmıyor! HHH Bütün gözlemcilerin üzerinde ittifak ettikleri gibi, Kılıçdaroğlu’nun Bağdat Seferi çok dikkatle hazırlanmış ve son derece titizlikle uygulanmış başarılı bir gezi oldu… Irak’ta bir başbakan protokolüyle karşılandı… Ve gezinin en önemli mesajlarını bir düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmada verdi. Bizim değerli bir dış politika uzmanı olan Ankara temsilcimiz Utku Çakırözer’in sözleriyle: “CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Al Nahreyn isimli düşünce kuruluşunda yaptığı konuşma, çerçevesi ve içeriği iyi hazırlanmış bir metindi. Mesajlarının çoğu tahmin edilebilecek cinstendi. Sürpriz, Kürt sorunuyla ilgili net ifadeleri oldu.” HHH Asil ve necip medyamız CHP’yi ve Kılıçdaroğlu’nu, özellikle de üretilen çözüm önerilerini, ısrarla görmezden gelmeye devam ediyor… Hele son zamanlarda, muhtemelen AKP iktidarının stratejik bir kararı ile, çözüm sürecini filan da bir yana bırakıp, Mısır ve Suriye ile meşgul olmaya başladı… Kılıçdaroğlu’nun, çok önemsediğim Bağdat Seferi’ne ve yukarda sözünü ettiğim konuşmasındaki Kürt sorununa ilişkin çözüm önerilerine gelecek yazımda değineceğim. Atatürk’ten Erdoğan’a Dış Politika Öğütleri DOÇ. DR. HÜNER TUNCER B üyük Atatürk bugün yaşıyor olsaydı, sanırım, Sayın Başbakan’a dış politika konusunda aşağıda yer alan öğütleri verirdi. Sayın Başbakan, eğer Atatürk’ün bu öğütlerine kulak vermiş olsaydı, bugün özellikle Arap komşularımızla ilişkilerimizde yaşamakta olduğumuz sorunları yaşamamış olurduk! Şimdi Atatürkümüzün dış politika öğütlerini birlikte değerlendirelim: 1) Gerçekçilik: Atatürk’ün dış politikasının temel niteliği, gerçekçiliği, yani hedef saptamadaki ustalığıydı. Gerçekçi bir dış politika, maceracılıktan uzak bir dış politikaydı. Yeni Türk Devleti, gücünün ve olanaklarının bilincinde olarak dış politikasını saptamalıydı. Türkiye, ancak sahip olduğu gücün çerçevesinde bir dış politika yürütmeliydi. Bu “gerçekçilik”te, “ödün vermek” ya da “sindirilmek” söz konusu değildi. Bu “gerçekçi” yaklaşım doğrultusunda, hangi koşullarda olursa olsun, herhangi bir baskıcı güce karşı direnişte bulunulacaktı. Acaba bugün Sayın Erdoğan’ın liderliğindeki hükümet, Türkiye’nin gücüne koşut bir dış politika mı izlemektedir?.. 2) Diyaloğa açık olmak: Atatürk, düşmanlık ilişkisinde aşırılıktan kaçındığı gibi, dostluklara gereğinden fazla bel bağlamamak gerektiğini de biliyordu. Uluslararası ilişkilerin dayandığı temel ilke ulusal çıkarlardı ve Türkiye’nin dış politikası da, bu ilke göz önüne alınarak saptanmalıydı. Acaba Sayın Başbakan, bugün uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ön plana alarak mı yoksa kendi inandığı değerler çerçevesinde duygusal öğelerin etkisiyle mi bir dış politika izlemektedir?.. 3) Dünü, bugünü ve yarını başarılı kavrayış: Atatürk, dünü çok iyi bildiği için, bugünü ustalıkla kavrayabiliyor; böylece, yarını da ustalıklı biçimde önceden tahmin edebiliyordu. Acaba bugün AKP hükümeti, tarihten gerekli dersleri alarak mı ileriye dönük bir dış politika uygulamaktadır?.. 4) Tam bağımsızlık: Türk devleti, öteki devletlerle olan ilişkilerinde tam bağımsızlığını hiçbir zaman yitirmemeliydi. Atatürk’e göre, “tam bağımsızlık” siyasal, ekonomik, mali, yasal, askeri ve kültürel bağımsızlık demekti. Eğer bu alanlardan herhangi birinde bağımsızlık söz konusu değilse, o zaman devlet tam bağımsız sayılamazdı. Acaba Sayın Başbakan, bugün Türkiye’nin tam bağımsız bir dış politika izlediğini göğsünü gere gere söyleyebilir mi?.. AKP’nin dış politikası, bugün büyük ölçüde ABD’nin politikası doğrultusunda biçimlendirilmemektedir mi?.. 5) Barışçı dış politika: Bugün AKP hükümetinin başta komşuları olmak üzere, dünya devletleriyle ilişkilerinin, büyük Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle bağdaştığı söylenebilir mi?.. 7) Güvenlik politikası ve ittifaklar sistemi: Atatürk’ün görüşüne göre, Türkiye, öncelikle kendi gücüne dayanacaktı. Atatürk, Osmanlı Devleti’nin çöküş nedenlerinden birinin, kendi gücüne dayanmaktan uzaklaşmak olduğunu çok iyi saptayarak aynı yanlışlığa sürüklenmemeye özen göstermişti. Bugün Türkiye’nin öncelikle kendi gücüne dayanarak bir dış politika izlediği söylenebilir mi?.. Atatürk, büyük devletlerle ittifaklardan uzak kalmak istiyordu çünkü büyük bir devletle ittifak durumunda, iki müttefik devlet arasındaki ilişkiler, kolaylıkla ‘koruyucu devlet’ ve ‘koruma altındaki devlet’ ilişkilerine dönü şebilirdi ve bu ittifakların bedeli genellikle güçsüz devletlere ödetilirdi. Büyük Atatürk, Türkiye’nin bugün başta ABD olmak üzere Batılı devletlerle ilişkilerini yıllar öncesinden nasıl bu denli doğrulukla teşhis edebilmişti?.. 7) Ulusalcılıkinsaniyetçilik: Atatürk, yeni Türkiye’ye ulusal bir yapı kazandırmaya çalışmış; ancak, “ulusalcılık” düşüncesini hiçbir biçimde aşırılığa götürmemişti. Bugün AKP hükümetinin ulusalcı bir dış politika izlediği söylenebilir mi?.. 8) Çağdaşlık: Atatürk, Türkiye’nin çağdaş bir devlet olmasını ve hatta çağdaşlığın ötesine geçmesini hedeflemişti. Çağdaşlaşma, bir Batı taklitçiliği ya da Avrupa’ya benzeme özentisi değildi. Atatürk, çağdaş uygarlığı şöyle tanımlamaktaydı: “Çağdaş uygarlık öyle güçlü bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. Ülkeler çeşitli, ancak uygarlık birdir ve bir ulusun gelişmesi için de, bu tek uygarlığa katılması gerekir.” Bugün sizler, Türkiye’yi çağdaş bir devlet olarak tanımlayabilir misiniz?.. 9) Akılcılık: Atatürk’ün dış politikası, ideolojik dogmalar ve önyargılar yerine, akla ve bilime dayanıyordu. Bugün uygulanmakta olan dış politikanın akılcı olduğu, akla ve bilime dayandığı söylenebilir mi?.. 10) Eşitlik: Atatürk’ün dış politikada titizlikle savunmuş olduğu bir ilke de, eşitlik ilkesi, yani Türkiye ile başka egemen devletler arasında yasal açıdan mutlak eşitliğin var olmasıydı. Sayın Erdoğan’ın özellikle Batılı devletlere yönelik izlediği dış politikanın, eşit devletler arasında yürütülen bir dış politika olduğu söylenebilir mi?.. Sayın Başbakan, Türkiye’nin uluslararası toplulukta itibar sahibi, saygın bir devlet olarak yer almasını istiyorsa, büyük Atatürk’ün özetle yukarıda saymış olduğum ilkelerine özenle uymalıdır. Bilge Kişi Hacı Bektaş Veli MUHSİN DURUCAN “Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu!” Hacı Bektaş Veli Bilgelik, bugünden geleceği düşünmektir, insanın eğitim öğretimine önem vermektir. Varsıl iken yoksulluğu akıldan çıkarmayarak zamanı ve ortamı kollayıp yoksullara iyilik etmektir. İnsanlar arasında ayırıma gitmeyip birlik yolunda usanmadan bitimsiz uğraş vermektir. Hacı Bektaş Veli, 13. yüzyılda Nişabur’da yaşama gözlerini açtığında Anadolu insanının tinsel güneşi de doğmuştur. İnsanlık ateşi ile yanan yüreği, onu Anadolu’da Sulucakarahöyük’e kadar getirmiştir. Sulucakarahöyük, Hacıbektaş hümanizminin merkezi ve devrinin ekin noktası olmuştur. Hacı Bektaş Veli, öğretileriyle topluma yön veren bir halk adamı işlevinde, toplumculuğu ve devrimciliği doğrultusunda; din adamı, reformcu, düşünür, sosyolog, dilci ve gerçek bir Türkçü olma işlevinde bulunmuştur. Özgün düşünceleriyle Anadolu insanının gözünde ve gönlünde yükselip doruklaşmıştır. Ona göre: “Her şeyin en büyüğü iki şeydir: Bilim ve dayanç (sabır). Bilim ile Hakk’a yol bulunur. Dayanç ile halka varılır. Sevgi ve acıma insanlığın, şehvet ve hiddetse hayvanlığın simgesidir.” Hoşgörünün, insan değeri bilirliğin, ezilen halkın derdini dert edinmenin uğraşını vermiştir. Güçsüzü korumuş ve yardımda bulunmuştur. Öz varlığını eğitmek ereğiyle bir yıl Çilehane’de acı yaşamı tatmıştır. Kentte oturma yerine köyde yaşamayı yeğlemiştir. Halkına halkın diliyle seslenmiştir. Kucağında ceylan ve aslan gibi iki hayvanı birlikte tutmakla: “Türklerin ceylan örneği suskun, dokunulursa aslan gibi yırtıcı olacağı” düşüncesini yansıtmıştır. Düşücesi yol olurken yeri aydınlık olsun.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle