22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 AĞUSTOS 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Muhalefetle Hesaplaşma... Uygarlık Yasası “Yeni bir uygarlık yoluna gitmek.” Tanzimat’ta başlayan bu özlem, bugün de yürürlüktedir. Yüz yıldır çağdaşlığı arıyoruz. O günden bugüne nasıl geldiğimizi anlatmak istemiyorum. Kitaplar doldurur incelenmesi, araştırılması, belli bir yoruma bağlanması. Hep tartışılır uygarlık sayılan Batı yasalarının bize yansıtılması... Medeni Kanun’ladır Batılılaşmamızın başlangıcı, Napolyon Bonaparte’ın öncülüğünde çıkan Fransız Medeni Yasası’nın Türkçeye çevrilmesiyle bizim de çağdaş uygarlığa katılmamız... İşin ilginç yanı böyle bir uygarlık yasasının asker eliyle ortaya çıkışıdır. Bonaparte’ın yasası bugün de yürürlükte, birçok devletin de benimsediği bir uygarlık yasası... Yasalarla bir toplum belli bir süre yönetilir. Hele o toplum ilkellik döneminin bütün engellerini de aşmak zorundaysa... Osmanlı bu güzel insanlık yasasını sevdi, beğendi, ama bir yasa olarak toplumda egemen kılamadı. Ancak Mustafa Kemal devrimleriyle benimsedik, İsviçre’den, Fransa’dan aldığınız ilkeleri. Mustafa Kemal Atatürk’ün dönemi Batı’nın tüm uygarlık yasalarını kabul ettiğimiz bir süredir. İnsanoğlunun gerçek bir insan olmasını sağlayan bu tür çağdaş yasalardır. Zaman zaman karşı çıkanlar olmuşsa da Atatürk’ün gücünü alt edememişlerdir. Türkiye’de bugün de, değişik iktidarların kimi iyi, kimi yanlış kararlarına karşın hâlâ yürürlüktedir. “Yeni bir uygarlık yoluna gitmek” görüşü geri kalmış ülkelerde de zaman zaman ağırlık kazandı. Ama büsbütün uygulanamadı, daha açığı uygulanmaktan kaçınıldı. Özellikle Doğu toplumlarında yadırgandı. Yine de yeni bir uygarlık yüz yıldır adım adım doruklara tırmandı. Bugün uygarlık yasası ile yönetilen ülkeler, halklar çoğunlukta... Yeni bir uygarlık Code Civile’le başlar. Bizde de Medeni Kanun’la... Yüz yıl geçti uygarlık yasası eski anlamını koruyor. Yenileşmeler, değiştirmeler toplumdaki uygarlık yasasının etkisini azaltmadı. Türk devrimi de çağdaşlık, uygarlık, ulusalcılık, halkçılık ilkeleriyle yaşamını sürdürmekte. Yeni bir yol ortaya çıkmadığı süre de öyle kalacak... Demokrasinin nihai kaynağı eski sandıklar değil, yeni seçmenlerdir. Bunalımdan çıkış yolları giderek daralıyor, bilirkişilerden “genel af” önerileri duyuluyor. Bölücü başıyla savaşmış askerlerin bir arada affı mümkün olabilir mi? Karar zamanı geldi çattı. Ülke yönetimini uzun, sıcak günler bekliyor. Bozkurt Güvenç sal muhalefettir”. Başbakan Erdoğan’ın, Türklüğe, Atatürk ve arkadaşlarına, laik Cumhuriyete karşı hayata geçirdiği, yeni Osmanlıcı, Müslüman Kardeşler politikasına muhalefettir Liberal Batı’ya açılma, AB’ye katılma söylemleri, Büyük Ortadoğu ve Medeniyetlerin Kardeşliği ve Komşularla Sıfır Sorun politikalarıyla seçmen desteğini kazanan AKP, Meclis’teki çoğunluğuna dayanarak çıkardığı torba yasalarla, demokratik açılım adına dış desteği de yanına alarak, bürokrasiden ekonomiye, eğitime, sağlığa, Diyanet’e, üniversiteden medyaya, güzel sanatlara, mimariye, kentsel dönüşüme, Kürt (PKK) barışına, bütün toplum kurum ve kararlarına, yönetim ve denetimine egemen; küresel dergilerde kapak konusu, başarılı politikalarıyla Nobel’e aday oldu. Balyoz ve Ergenekon davalarıyla silahlı kuvvetleri kışlasına kapattı. Öyle ki, haberler, “Başbakan Erdoğan”la başlıyor (...) “Başbakan Erdoğan”la bitiyordu. Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası projesine karşı gençliğin tepkisi, AKP’nin on yılda inşa ettiği “demokrasi şampiyonu” imajını on günde yıktı. Dengeleri altüst eden etken barışçı gençliğin özgür sesi değil, Başbakan’ın kendi kurmaylarınca gizlenemeyen özgüveni ve öfkeli buyurganlığı oldu. Meğer içte ve dışta, bilim ve sanat erbabının, antikapitalist Müslümanların, muhafazakâr aydınların, sıradan yurttaşların ne çok derdi varmış yanıp yakılacak!.. Cin şişeden çıktı. Siyasilerin yıllardır tartışılan dokunulmazlığı fiilen kalktı. Medyada yaratılan, “karizmatik lider” imajının onarımı, yenilenip kürsüye, direksiyona dönmesi kolay görünmüyor. Konuşup yazan çoğunluk, Gezi Parkı’nda sökülüp dikilen ağaçlarla başlayan bunalımın demokratik hak ve özgürlüklerle sınırlı olmadığı, ülkenin geleceğine duyulan kaygının bilinçli ve bilinçaltı eylemlerle dışa vurduğu görüşünde buluşuyor. Kaygı, dini ve hamasi şiirlerle, kahraman ecdadımız edebiyatı ile ya da Gezi direnişçilerine, tencere tava çalgıcılarına, futbolseverlere sosyal medyacılara gözdağı vermekle sindirilecek türden değil. Tersine, çevik kuvvetlerin baskısı artıkça, ömür boyu hapis cezaları açıklandıkça, sanatın ve mizahın özgür sesi yükseliyor, muhalefet büyüyor, Gezi forumları yeni direnişçiler, gönüllü gaziler yaratıyordu. Atatürk’ün, Cumhuriyeti savunma ve koruma görevi verdiği gençler, gaziler görev başındaydı. Modern giysi ve teknolojik donanımlı güvenlik güçleri, gönüllü gazilere ve halkın iradesine karşı durulamayacağı gerçeğini görüyor. Sürecin doğru adı, “hesaplaşma” değil, “sosyal muhasebe”dir. Ceza ferdidir. Laik Cumhuriyeti kurma ve koruma hesabının üçüncü kuşağa sorulması, din ile devletin birlikte karşı çıktığı “kan davası”dır, Demokrasinin nihai kaynağı eski sandıklar değil, yeni seçmenlerdir. Bunalımdan çıkış yolları giderek daralıyor, bilirkişilerden “genel af” önerileri duyuluyor. Bölücü başıyla savaşmış askerlerin bir arada affı mümkün olabilir mi? Karar zamanı geldi çattı. Ülke yönetimini uzun sıcak günler bekliyor. Geziler ve gaziler... Y ‘Ara Eleman’ Politikası ve Kardelenler AKP’nin, topluma koyduğu teşhis ve bu teşhise dayalı olan eğitim politikasından dolayı, çağ gerisi olduğunu salı günü yazdım: Ne diyordu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın en eski kader arkadaşlarından olan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar: “Bu ülke Müslüman bir ülke. Yüzde 99’u Müslüman. Şimdi Türkiye’nin konumu itibarıyla biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz. Ne yapacağız biz? Ara teknik eleman ülkesiyiz biz…” Özet olarak, biz Müslüman bir tarım ülkesiyiz. İcat yapamayız; ara eleman ülkesiyiz; çocuklarımızı da böyle yetiştirmeliyiz, diyordu. Nitekim dine dayalı eğitim politikasının dışavurumu olan İmam Hatip modelinin 4+4+4 fiyaskosu ile yaygınlaştırılarak genel eğitim modeli haline getirilmek istenmesi, çağın gerisinde kalan bu kısır görüşün bir ifadesi olarak ortaya çıktı. Dün de gazetelerde Milli Eğitim Bakanı’nın İmam Hatip eğitimine talebin arttığı hakkında demeci vardı. Böylece Bayraktar’ın teşhisiyle “icat yapamayan” yapı pekiştiriliyor ve Türkiye, bu yapı ile bu geri kalmış yapıyı destekleyen eğitim arasındaki bir kısırdöngünün içine hapsediliyor! HHH Peki, acaba Türkiye’nin kendine biçtiği kader bu mudur? Daha doğrusu bu “icat yapamayan” azgelişmiş yapıya ve eğitimsizliğe boyun eğiş, toplumun bütün kesimlerince paylaşılmakta mıdır? Elimde bir kitap var: “Anadolu’dan Yükselen Çığlık, Okumak İstiyorumKardelen Mektupları” adını taşıyor. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Ankara Şubesi tarafından yayımlanmış… Şube Başkanı Ayşe Ceyhan’nın giriş ve Bekir Coşkun’nun önsöz yazılarından sonra, bir yaşamöyküsünden ve Anadolu’nun bağrından gelen mektuplardan oluşuyor: Okumak isteyen kız çocuklarından gelen mektuplardan… Bu kitabı okuyun ve AKP iktidarının teşhisinin tersine: “Müslüman ve köylü, ara eleman ülkesi” kaderine razı olmadığımızı… AKP’nin bu teşhisle, çağ gerisinde kaldığını görün! ıllardır süren Ergenekon davası kararları Silivri’de açıklandı. Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, “bağımsız yargı”nın verdiği cezaları biraz ağır bulmakla birlikte hukuki sürecin bitmediğini, yargı kararlarını saygı ile karşılamak ve temyiz sonucunu beklemek gereğini, sakin bir hukukçu edasıyla dile getirdi. Emekli bir Yargıtay savcısı ise temyiz davalarının aylar süreceğini anımsattı, bir Başbakanlık başdanışmanı da cezaların tarihi bir “hesaplaşma” olduğunu söyledi. Anayasa ve AİHM aşamaları da dikkate alınırsa davanın en az üç beş yıl daha tartışılacağı anlaşılıyor. Ağırlaştırılmış ömür boyu (müebbet) cezalara çarptırılan sanıklar ile avukatlar ve medyadaki uzman yorumcular, Silivri kararlarının hukuki olmadığı gibi, “muhalefete indirilmiş” bir “hukuk darbesi” olduğu görüşünde birleşerek hak ve hukukun er geç yerini bulacağı inancını taşıyor. Öte yandan, kimi yargıçlar istenen, kimi savcılar da verilen cezaları az buluyor. Durum, ciddi ama umutsuz mu? Bilmem, toplum bu gerilimi seçimlere değin sürdürebilecek mi?. angi politikaya muhalefet? AKP iktidarını sarsan ve kaygılandıran siyasal muhalefet değil, genç kuşağın Gezi Parkı’nda başlattığı “toplum H G Gezi Parkı’ndan Kentleri ve Doğası ile Tüm Türkiye’yi Kucaklamak Prof. Dr. Güngör EVREN ezi Parkı eylemi, halkın doğaya, kente sahip çıkma hakkı için haklı bir haykırış ve çağrı ile başlamıştır. Kapsamı Gezi Parkı sınırlarını aşan bu çağrının amacı esas olarak, kenti ve çevreyi etkileyecek karar süreçlerinde şeffaflığın ve halkın katılımının sağlanmasıdır. Bunun için, her şeyden önce, yeni bir anlayış ve müzakereci bir yönetim yaklaşımına gereksinim bulunmaktadır. Uygulama konusunda dünya deneyimlerinden yararlanılabilir. Örneğin, Fransa’da son dönemde kararlara halkın katılımı için kullanılan yöntemler ve katılımcı demokrasinin eriştiği aşama üzerinde durmaya değer niteliktedir. Çevreyi ve kent yaşamını etkileyecek projeleri halka, üniversitelere, meslek örgütlerine ve sivil toplum kuruluşlarına ayrıntılarıyla tanıtmak, onların görüş, eleştiri ve önerilerini dinleyerek anlamaya çalışmak ve bu bağlamda çözüm geliştirmek katılımcılığın özüdür. Bu öze dayanan katılımcı demokrasi, şeffaf bir karar sürecini gerektirmektedir. uyarınca 4 ay süren bir halk tartışmasıyla başlayan katılımcı ve şeffaf bir karar süreci tanımlanmıştır. Yeni Münih Havaalanı karar süreci de düşündürücüdür. Bu proje 1960’ta gündeme gelmiş, yapımına ancak 1980 yılında başlanabilmiş, 1992 yılında da işletmeye açılabilmiştir. Dikkat çekici uzun süreler, yatırım kararı öncesi ve yapım sırasında halkın çevreye ilişkin talepleri konusunda çözüm arayışından kaynaklanmaktadır. Bu örnek, çevreyi etkileyen yatırımlar konusunda, halkın duyarlılıklarının ne denli önemsendiğini ortaya koymaktadır. mandan beri baş oldu!” ifadeleri ise Başbakan’ın. Bu sözler, kararlarda halk görüşünü almaya ve katılımcı demokrasiye hazır bir anlayışın söylemleri olabilir mi? nlayış değişimi gereği ve yapılması gerekenler Başlangıçtaki açıklamaların ışığında konuyu Gezi Parkı ile sınırlı bir kapsamda değerlendirmek yetersiz ve yanlıştır. Sorun, HES’lerden sahil yollarına, maden ocaklarına, Atatürk Orman Çiftliği’ne, üçüncü Boğaz köprüsüne, İzmit Körfezi Geçişi’ne, Boğaz karayolu tüneline, Kanal İstanbul’a, iki yakada iki kente, AKM’ye, Tarihi Yarımada’yı ve camileri gölgeleyen ve silueti bozan gökdelenlere, Haliç Metro Köprüsü’ne, zaten yetersiz olan yeşil alanları yok etme pahasına yükselen AVM ve otel türü yapılara, Haydarpaşa Garı’na ve son olarak da Haliç Tersanesi’ne kadar birçok projeyi kapsamaktadır. Gezi Parkı kararına halkın katılımı için gündeme getirilen halkoylaması, aslında temsili demokrasi aracıdır ve katılımcı demokrasi açısından uygun değildir. Çünkü, gereksinim duyulan, “evet mi, hayır mı?” ya da benzeri bir soruya yanıt bulunması değil, halkın benimseyip içine sindirebileceği doğru çözümlerin üretilmesine olanak sağlayacak katılımcı demokrasi yöntemidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın eylemle ilgili olarak, “Demokra A ransız anayasal çevre yasası 2005 yılında çıkarılan Fransız Anayasal Çevre Yasası, bir başlangıç bölümü ve 10 maddeden oluşmaktadır. Yasanın amacına ilişkin fikir vermek için aşağıdaki iki madde yeterli olabilir: “Madde 1 Herkes dengeli ve sağlığa uygun bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Madde 7 Her birey, yasa ile belirlenmiş koşullarda ve sınırlar içinde kamu yönetimlerince sahip olunan bilgilere erişmek ve çevre üzerinde etkisi olan kamu kararlarına katılmak hakkına sahiptir.” Kentteki düzenleme ve yatırımlar ile ilgili kararlara halkın katılımı Fransa’da, kentçilik yasasında 2003 yılında yapılan bir değişiklik, kentle ilgili önemli kararlara halkın katılımını zorunlu hale getirmiştir. “Büyük Paris Projesi” kapsamında toplam uzunluğu 155 km. olan üç otomatik metro hattı karar süreci de ilginçtir. 2009’da ön proje hazırlanmış, 2010 yılında bu projeye özgü bir yasa çıkarılmış ve bu yasa F ezi Parkı olayından ders çıkarmak “Gezi Parkı Eylemleri”nden katılımcı demokrasi anlamında dersler çıkardıklarını söyleyen yöneticilerimiz oldu. İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı, “Halka rağmen bir şey yapmak mümkün değildir” dedi. Ayrıca, halkın görüşlerini almak konusunda eksiklikleri olduğu özeleştirisinde bulundu. Daha sonra ise “Gezi Parkı’na AVM ya da rezidans yapılmayacağı” sözlerinin ardından, yargı kararını göz ardı ederek “Ama Sayın Başbakanımız Topçu Kışlası’nı çok arzulamaktadır” açıklamasını yaptı. Ders alınmış mı dersiniz? “Park işini Recep Tayyip Erdoğan’a siz mi öğreteceksiniz” sözü bir bakana ait. “Siz ne derseniz deyin, biz kararımızı verdik” ve “Ayaklar ne za G si sadece seçim değildir” sözü son derece önemli ve manidardır. Gerçekten, çevreyi ve kenti yani yaşam ortamını geri dönülemeyecek şekilde etkileyecek düzenlemeler ve yatırımlar söz konusu olunca, seçim sandığı uyarısı ya da “Biz bunların iznini halkımızdan zaten seçimde aldık” gerekçesi katılımcı demokrasiye uyar mı? Gezi Parkı adına yaşananlardan sonra yapılması gereken, öncelikle çok sayıda çok önemli projeyi anlaşılmaz bir telaşla plansız, etütsüz, projesiz uygulama girişiminden vazgeçmek gerekir. Yaşamlarını etkileyecek projeler hakkında ilgili halkın görüşlerini sormaktan daha doğal ne olabilir? Öyleyse, halkı bilgilendirmek, dinlemek, görüşlerini alarak gereğini yerine getirme çabasını göstermek, temel ilke olmalıdır. Anayasamızın 56. maddesi vatandaşa çevre ile ilgili ödev vermekte, fakat ilgili kararlara katılımdan söz etmemektedir. Yeni anayasada kararlara halkın katılımı konusu mutlaka yer almalıdır. Çevreyi ve kentleri etkileyecek projeleri ilgili halka, üniversitelere, meslek örgütlerine ve sivil toplum kuruluşlarına ayrıntılarıyla anlatmak, onların görüş, eleştiri ve önerilerini dinleyerek içtenlikle anlamaya çalışmak katılımcılığın özüdür. Bu özden beslenen çağdaş katılımcı demokrasi, şeffaf bir karar süreci ile halkın isteklerini karşılayabilir ve onların katkılarına göre en uygun çözümü bulabilir. Gezi Parkı olayı, çok yönlü, çok boyutlu ve çok sorunlu bir konu niteliğini kazanmıştır. Kuşkusuz konuların her birinin ayrı ayrı ve ayrıntılı olarak çözümlenmesi gereklidir. Ancak olay çevre duyarlılığı ile başlamıştır. Öncelikle bu duyarlılığa saygı duyularak kararlara halkın katılımının sağlanması anlamlı ve yararlı olacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle