16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 TEMMUZ 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER 9 D l Gülden Ayman Tepeden inme anlayışı l Son olarak ABD ve AB ile ilişkilerde de Gezi’yle birlikte su yüzüne çıkan bir sürtüşme yaşanıyor. Egemen Bağış’ın çıkışlarına Almanya’nın ciddi tepkisi oldu. Obama, Erdoğan’ı Doğu usulü ağırladı ama beklentilerine karşılık gelecek ifadeler kullanmadı.... Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun politikasıyla” hayata geçirmeye çalıştığı “işlevselci modeli” Avrupa bütünleşmesi örneğinden ayıran çok önemli bir husus da Türkiye’nin işbirliği yaptığı bu ülkelerin rejimlerin farklılığıydı. Denebilir ki, sadece Türkiye değil belki hiç kimse Ortadoğu’da otoriter rejimlerin bu denli hızlı yıkılacağını hesaba katmamıştı. Ancak sonuçta ortaya çıkan belirsizlik, kargaşa ve şiddet ortamının Türkiye’nin çizdiği “farklılıkları içinde barındıran, hoşgörülü, uzlaştırıcı” bir ülke imajını gerçek anlamda teste tabi tuttuğu da bir gerçek. Dış politika bir yana çizilen bu imajın asıl ülke içinden beslenmesi, güçlendirilmesi gerek. Türkiye ile Mısır birçok açıdan hiç benzememesine karşın her ikisinde de yönetimlere yönelik protesto ve eleştiriler “dışlayıcılık” ve “toplumu tepeden inmeci tarzda dönüştürme” girişimlerine yönelik. Sorunun adını koymayıp dış güçleri suçlamak kolaycı bir yaklaşım ancak çok daha vahimi tutum değişikliğine gitmeme konusunda bir ısrar. ışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun mimarı olduğu komşularla sıfır sorun politikası, ilk telaffuz edilmeye başladığı günlerde bir coşku ve iyimserlik havasıyla karşılanmıştı. Bugün komşularla ilişki tablosuna bakınca, “komşularla sıfır sorun” acaba “sorun olmayan sıfır komşu” politikasına mı döndü diye sormadan edemiyor insan. Ermenistan açılımı, ilişkilerin normalleşmesi beklentisiyle futbol maçına kadar gidebildi. Denklemde Azerbaycan’ın unutulduğu ortaya çıkınca, aralandıktan kısa süre sonra kapandı Ermenistan kapısı... Bugün aslında Kafkaslar bütünüyle unutulmuş görünüyor. Oysa, Türkiye’de çalışmaya gelen ciddi bir Kafkas nüfus, Kafkas diyasporası mevcut... Balkan komşuları da unutulmuş gibi. Yunanistan ekonomik kriz olmasa gündeme gelmeyecek. Bulgaristan’da ciddi bir Türk nüfus, üstelik üyelerinin çoğunu Bulgaristan Türklerinin oluşturduğu, siyasi olarak başarılı bir parti mevcut... Kıbrıs meselesi, Güney’in petrolgaz arama girişimi dışında gündemde değil. Unuttuklarımız dışındaki tablo da Sorunlar yumağı ha vahim. Esad’la ailecek yakın pozlar verildi, Suriye’yle bakanlar konseyi kuruldu derken, “Ben Beşşar’a dedim ki...”ye döndü iş. Arap Baharı’yla birlikte Türkiye’nin, dünyanın da yakından takip ettiği Ortadoğu politikası, hele de Ankara’nın angaje olduğu yönetimlerin devrilmeye ya da muhalefetin sert tepkisiyle karşılaşmaya başlayınca bir sorun yumağına döndü. Suriye’yle ipler gerildi... Mısır’da “meşru yönetim” vurgusu yapılırken bununla hiç bağdaşmayacak şekilde Bağdat yönetimini kızdıracak adımlar göstere göstere atıldı. İran’la ilişkiler rölantide. İsrail’le askeri anlaşmalar devam ama diğer düzeylerde eski yakınlık yok. Tutarsızlıklar, yetkililer yok dese bile, bakınca ortaya çıkan mezhepsel ayrımcı politikalar (Bağdat’ta Şii yönetim, Şam’da Nusayrilerle bozuk ilişkiler, Sünni yönetimler, Müslüman Kardeşler’le yakınlık, Suriye’de köktendinci, vahşi El Nusra gibi örgütlerin desteklendiği yönündeki iddialar, PYD “köktendincileri bile Kürtlerden daha mı az tehlikeli görüyorsunuz” sorusunu yöneltiyor), arabuluculuk şansını iyice zayıflattı. Hele de Suriye’deki çatışmalar, kevgire dönmüş uzun sınırımız aracılığıyla Türkiye’ye ithal edilmeye başlandı. Tanımın en gözde olduğu günlerde bir Alman siyasi gözlemci, kendisiyle yaptığımız söyleşide “sıfır sorun” gerçekçi bir politika değil, önemli olan sorunları çözebilme becerisi demişti. Sıfır sorun politikasının geldiği noktada sorun görmemek, ya da sorunun müsebbibi biz değiliz demek, bırakın uluslararası ilişkileri, birebir insan ilişkilerinde bile pek diplomatik sayılmasa gerek. Dış politika uzmanları sıfır sorunun geldiği noktayı Cumhuriyet’e değerlendirdi.... İyi komşu kavgayı sonlandırır ÖZGÜR ULUSOY stanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. S. Gülden Ayman, komşularla sıfır sorun politikasının bir zamanlar yaratmış olduğu yüksek beklentinin tam aksine karamsarlığın giderek arttığını söylüyor. Sıfır sorunun bugün geldiği noktayı Cumhuriyet’e değerlendiren Ayman, “Osmanlı’ya referans” duygusallığının zaafa dönüştüğünü vurguluyor. AKP hükümeti dış ilişkilerini sıfır sorun politikası üzerine kurmuştu. Sıfır sorun derken bol sorunlu bir dış politikamız oldu gibi. Sınır komşularımız, ABD ve AB ile ilişkilerimizin bugün geldiği noktayı başlık başlık değerlendirir misiniz? Komşularla sıfır sorun politikası ilk bakışta Avrupa Birliği’nin kuruluşuna giden yolda ortak bir pazarın oluşturulması  için  atılan adımları çağrıştırıyordu. Türkiye’nin özellikle de Ortadoğulu komşularıyla ilişkileri geliştirmesinin kendisine getireceği faydaların farkına varması ve bu potansiyeli kullanmaya başlaması aslında olması gereken ve özlenen bir şeydi. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerde işbirliğini cesaretlendirecek  yeni bir dil  yaratması da fevkalade önemli bir aşamaydı. Ancak sizin de vurguladığınız gibi bugün bu süreç tıkanmış gözüküyor ve komşularla sıfır sorun politikasının bir zamanlar yaratmış olduğu yüksek beklentinin tam aksine karamsarlığımız giderek artıyor. Bunun nedenlerine geçmeden önce Türkiye örneğini Avrupa Birliği gibi bir örnekten ayıran özelliklerin altını çizelim. Türkiye ile Ortadoğulu komşuları arasında gerçekleşen çok yönlü işbirliği adımlarının gerisinde de birbirleriyle örtüşen birtakım çıkarlar ve kaygılar vardı ama bunlar hepsini her daim birleştirecek ortak bir platform yaratmaktan hayli uzaktı. Üstelik bu ülkelerin Türkiye ile işbirliğine girmelerinin gerisindeki nedenlerin Türkiye’nin motivasyonlarıyla benzeştiğini söylemek de mümkün değil. Prof. Ayman şöyle devam ediyor: ‘Kendi halkının güvenliği pahasına atılan adımların destek bulacağını düşünmek büyük bir hayalcilik. Biz halen Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarıyız. Sünni Müslüman halkların oluşturmaları umulan ılımlı İslami hükümetlerinin oluşturduğu bir konfederasyonun değil.’ Büyük bir hayalcilik ‘Bir hükümetin önceliği her zaman önce kendi halkı olmalı’ diyen İ Aşırı özgüvenle gölgelenen mantık Esad ailesiyle yakın pozlar verildi, sonra Davutoğlu’nun “Beşşar” diye başlayan çıkışlarını duyduk. Bugün Türkiye’nin Suriye sınırı son derece karışık. Suriye’de köktendinci örgütleri de bir dönem destekleyen, ÖSO’ya kucak açan Ankara, mezhepçi politika mı izledi? Suriye’deki savaşı/ mezhep çatışmasını Türkiye’ye ithal mi ettik?  Türkiye Esad’ı iknaya belki gerçekten uğraştı ancak bir sonuç alamayınca Libya’daki durumun bir benzerinin burada tekrarlanacağından korktu. Yani bölge dışı aktörlerin müdahalesinin kendi çıkarlarına aykırı durumlar yaratacağından, oyun dışı kalma ihtimalinden kaygı duydu. Aslına bakarsak sadece AKP’nin değil genelde hükümetlerin dış politikada çoğunlukla bir önceki olaylardan çıkarılan dersler ışığında hareket ettiklerini görüyoruz. Ancak Suriye bir Libya değildi, aşırı özgüvenle gölgelenen bir mantığın, hırslı ve telaşlı türden proaktif bir dış politikanın bizi nereye götürdüğü bugün ortada. Bir hükümetin önceliği Asgari düzeyde güven l İran’la ilişkiler şu an rölantide ancak bir güven ilişkisi yok.  Rölantide yani bozulan ilişkilere rağmen her iki taraf da bu ilişkileri belli bir düzeyde iyi götürmek ihtiyacında. Ne var ki ABD’nin Irak’tan çekilmesi sonrasında ve Suriye’deki iç savaş nedeniyle bu ilişkilerin yeniden tanımlanması gündeme geldi. ABD’nin Irak’ta yarattığı boşluk sonucunda bu iki ülke açısından yeni bir mücadele sahası açılmış gibi gözüküyor. Türkiyeİran ilişkilerine gelince belki de ünlü sosyal psikoloji Profesörü Herbert Kelman’ın yaptığı “asgari düzeyde güvenin” varlığından söz etmek mümkün. İran PYD’nin Türkiye açısından yarattığı sıkıntının onu yine İran ile yakınlaştırdığını düşünüyor. Türkiye de İran’ı zorlayan koşulların farkında. ’ her zaman önce kendi halkı olmalı. Kendi halkının güvenliği pahasına atılan adımların destek bulacağını düşünmek de büyük bir hayalcilik. Biz halen Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarıyız. Sünni Müslüman halkların oluşturmaları umulan ılımlı İslami hükümetlerinin oluşturduğu bir konfederasyonun değil.           İç politikayla dış politika hiç bu kadar iç içe geçmemiş, Türkiye dış politika konusunda hiçbir zaman bu kadar bölünmemişti. Türk hükümetinin Ortadoğu’ya bakışı sanki kendisi sorunlardan tamamen muaf bir ülke havasında. Geçmişte adeta “belaya bulaşmayayım” diye ihmal edilen Ortadoğu bu kez de “bizim oyun sahamız” gibi algılanma eğiliminde. Ortadoğu uzun süredir bölge dışı aktörlerin at oynattığı bir alan, sadece Türkiye’nin tutumu değişti diye dengeleri tamamen değiştirebileceğimizi ummak hiç de gerçekçi gözükmüyor. Kendimize her ne kadar “oyun kurucu” rolünü yakıştırsak da Türkiye de her an üzerinde oyunlar oynanmaya çalışılan bir ülke konumuna gelebilir. Erdoğan’ı Uluderelilerle buluşturan BDP lideri Demirtaş: ‘Başbakan İçin Değil, Aileler İçin Yaptım’ Uludere’de bombalanarak can veren 34 kişinin yakınlarının Başbakan Erdoğan ile buluşmasının “ilginç” perde arkasını dün arkadaşımız İlhan Taşcı’nın haberinden öğrendik. Görüşmeye katılanlardan Ferhat Encü, Taşcı’ya, Erdoğan ile görüşmeme yönündeki kararlarının değişmesinde BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın rolü olduğunu vurgulamıştı. Kürt meselesinin PKK ile müzakereler yöntemiyle çözümü için kolları sıvayan Erdoğan’ın bugüne kadar en fazla eleştirildiği konuların başında Uludere geliyor. Ne yargı sürecinden ne de Meclis’te kurulan komisyonun araştırmalarından bugüne kadar bir sonuç çıkmadı. Bunun tek sorumlusu da iktidar partisi AKP. Başbakan istese, partisi o hadisenin sorumlularını bir gün içinde bulup kamuoyuna açıklayabilirdi. Ancak Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’i zor durumda bırakacak bu yolu Erdoğan bugüne kadar tercih etmedi. Uludere konusundaki bu tavrı da başta BDP olmak üzere Kürt siyasi hareketinde her zaman “sorunun çözümü konusundaki samimiyetine” ilişkin soru işaretleri doğurdu. Başbakan hâlâ da ailelerin özür ve faillerin bulunması yönündeki taleplerini yerine getirmiş değil. Böyle bir tablo karşısında, Uludere’de yakınlarını kaybeden ailelerin Erdoğan ile görüşmesine Demirtaş’ın aracılık etmesinin oldukça “siyasi” bir anlamı da olduğu gözüküyor. Dünkü görüşmemizde, “En zorlandığı konuda Erdoğan’a hayati destek vermiş gözüküyorsunuz” dediğimde, sosyal medyada da benzer yorumlar yapıldığını anımsatan Demirtaş şu yanıtı verdi: “Benim desteğim Başbakan’a değil, Roboski’de yakınlarını kaybeden aileleredir. Konunun üstünün örtülmesi için değil, ailelerin haklı taleplerinin karşılanabilmesi için bu görüşme önemli bir fırsat yaratacağı için devreye girdim. Hesabının sorulması, arkasından gidilmesi için gösterdim bu çabayı.” Ailelerin Başbakan ile görüşmelerinin önemini de Demirtaş şöyle aktardı: “Aslında aileler de hükümet ile yüz yüze görüşmek istiyorlar ama Başbakan istemiyordu düne kadar. Daha önce Ankara’ya geldiler, Meclis’te bazı iktidar milletvekilleriyle görüştüler. AKP Genel Merkezi’ne de yürümek istediler ama engellendiler. Başbakan’ın Şırnak’a gideceği gün hükümetten bana ‘Başbakan ailelerle görüşmek istiyor’ mesajı gelince ben devreye girdim. Tam da bu sırada ailelerden biri büyük olasılıkla gelişmelerden bilgi sahibi olmadan ‘Biz iftara gitmeyiz’ açıklaması yapmıştı.Onun üzerine ben ricacı oldum kendilerinden, gidip taleplerini dile getirmeleri için. Bu kez Başbakan da isteyince taleplerini açık seçik anlatmak için bunun fırsat olacağını söyledim. Bir zorlama içinde kesinlikle olmadım. Sadece bu işin hesabının sorulması için bir fırsat doğacağını ilettim, ‘Gidin yüz yüze anlatın her şeyi’ dedim.” Üstü örtülsün diye yapmadım Aileler görüşmek istiyordu ‘Gidin yüz yüze anlatın’ Erdoğan’ın ailelerle ilk buluşmasını önemsediğini belirten Demirtaş’ın bundan sonrasına ilişkin tahmini ise şöyle: “Bu buluşmayı çok önemsiyorduk. Bu bir ilk adımdır. Bundan sonra mesafe katedilmesi lazım. Ankara’da bir buluşma daha olabilir. Ailelerin iki haklı talebi var. Özür dilenmesi ve faillerin bulunması. Roboski için bugüne kadar hükümet ciddi hiçbir adım atmadı. Aileler hâlâ ‘yas’ halinde. Hükümetten bir adım gelmedikçe de bu devam edecektir. Aileler görüşmenin yapılmasından; taleplerini, sıkıntılarını anlatabilmiş olmaktan memnun. ‘Başbakan her şeyi biliyor artık’ diyorlar ve somut adım bekliyorlar.” İkinci buluşma olabilir BDP lideriyle diğer güncel konuları da konuştuk. Mesela, PYD lideri Salih Müslim’in Türkiye’ye sürpriz davetinde de BDP parmağı var mıydı? “Hayır bizim dahlimiz olmadı” dedikten sonra bu gelişmeden memnuniyetini şöyle dile getirdi: “Olması gereken bir adımın atılması tabii iyi bir şeydir. Türkiye birçok grupla temas kuruyordu. Ama asıl kurması gerekenle kurmuyordu. Oradaki Kürtler Türkiye’nin düşmanı değil ki. Gelecekte de ilişki içinde olacağımız insanlar. Bugünden iyi ilişkiler kurulması herkesin yararınadır.” Demirtaş ile son olarak da hükümet ile PKK arasında yürütülen “çözüm süreci”ni konuştuk. Sürecin önemli bir aktörü de İmralı ile Kandil arasında mesaj alışverişini yürüten BDP. Partinin en üst makamındaki Demirtaş’ın dün itibarıyla görüşü şöyle: “Artık ikinci aşamadayız. Umudun büyümesi veya ortadan kalkması tamamen hükümete bağlı. Karamsar olmaya gerek yok. Biz bir sürecin içindeyiz. Süreç tıkanacak gibi bir atmosferdense, daha fazla demokrasi nasıl gerçekleşir diye bakmamız lazım. Gündemimiz bu olmalı. Çözüm sürecini sıcak tutmalıyız.” Ankara PYD diyaloğu iyi oldu Benzeyenler, karşı olanlar   Ankara Mısır’a çok yatırım yaptı. Müslüman Kardeşler için model ülke iddiası vardı, son yaşananlardan sonra model ülke iddiası çöktü mü? Arap dünyasındaki ayaklanmalar sürecinde Türkiye’de bir taraftan kazanımlarını koruma endişesi hâkim olurken bir taraftan da bu süreci büyük bir fırsata dönüştürebileceği yolunda bir algı hâkim oldu. Aslında geçmişte “Türkiye’ye yönelik bir güvenlik sorunu yaşanmadığı ölçüde bölgeden uzak durma” eğiliminin gerisinde nasıl bir duygusallık varsa bölgeyi Osmanlı’ya referans vererek tahayyül etmenin gerisinde de yoğun bir duygusallık vardı ve bu duygusallık Arap dünyasının çok ciddi çalkantılar geçirdiği bir dönemde gözle görülür bir zaafa dönüştü. Mevcut sınırlarla kimlik algısının birbiriyle örtüşmemesi Arap ayaklanmaları öncesinde önemli bir sorun olarak kendisini göstermiyordu. Türk hükümetinin “kendisine benzeyenlerle” “onlara karşı olanlar” arasında yaşanan bir kavga olarak algıladığı gelişmeler bölgesinde oynayabileceği rolleri de akamete uğrattı. “Komşularla sıfır sorun” derken bir bakıma komşuluğun unutulduğu, dış politikanın iç politikanın içine hapsolduğu bir noktaya gelindi. Oysa, iyi komşuluk komşumuzdaki kavgaya karışmak değil kavgayı sonlandırmak, en azından dozunu azaltmak için yapmamız gerekenleri düşünmekten geçiyor. Kuşkusuz darbeye de taraf olunamaz. Ama bu süreçte diplomatik temasları zorlaştıracak, Türkiye’nin çıkarlarına zarar verecek adımlardan da uzak durulmasının kritik bir önem taşıdığı ortada. Çözüm için karamsarlığa gerek yok Arabuluculuk için geç değil Barajı korumak Evren’cilik yapmaktır BDP, AKP içinde hazırlıkları süren demokrasi paketini merakla bekliyor. Ancak Başbakan Erdoğan’ın yüzde 10 seçim barajının indirileceği haberleriyle ilgili “Gündemimizde değil” değerlendirmesi yapmasına tepkililer. Demirtaş, “Baraj konusu demokratikleşme niyetini gösteren önemli bir mesele. ‘Baraj kalkmayacak’ demek darbeyi yapan Kenan Evren’in anlayışıdır. Bu anlayışta ısrarcıyım demektir. Umarım bu bakışı gözden geçirirler” değerlendirmesini yaptı. HHH Çözüm sürecinde yaşanan sıkıntılar ve Suriye’nin kuzeyinin PKK denetimine geçmesi nedeniyle Erdoğan hükümetinin üzerindeki kamuoyu baskısı artmış durumda. İşte böyle bir dönemde, bir yandan Başbakan ile Uludereli aileleri buluşturan, bir yandan da “Süreçte karamsarlığa gerek yok” demeçleri veren BDP adeta AKP’ye “can simidi” atıyor. SÜRECEK l İsrail’le ciddi bir güven kaybı var. Filistin politikası Gazze’ye endekslendi. Filistin’de, Suriye’de vb. arabuluculuk şansını da yitirdi mi Türkiye?    Türkiye’nin bu şansını kullanması hâlâ mümkün ancak bunun için öncelikle kendisinin bir tavır değişikliğine gitmesi gerekiyor. Daha yakın geçmişte Türkiye Filistinlilerin uluslararası arenada kendilerini daha güçlü bir şekilde ortaya koyabilmeleri için onların tek vücut olmaları için diplomatik çabalar gösteriyordu. Bugünse Filistin Otoritesi’ne uzak, Hamas’a yakın tutumuyla dikkat çekiyor. Hadi taraf olalım ama ya onlar kendi aralarında anlaşılırsa bize ne olacak?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle