25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 TEMMUZ 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET kultur@cumhuriyet.com.tr SAYFA KÜLTÜR 17 ‘terörist’ damgası u Wallraff, Doğan Akhanlı duruşmasını izlemek üzere bir grup gözlemciyle birlikte Türkiye’ye geliyor. Ünlü yazar, eleştirel seslerin “terörist” olarak damgalanmasının egemen güçlerin sıkça başvurduğu bir yöntem olduğunu söylüyor ve aynı yöntemin Pınar Selek’e de uygulandığını vurguluyor. “Oysa” diyor, “bu insanlar acilen ihtiyaç duyduğumuz aktif demokratlardır”. ASLI ULUŞAHİN Eleştirene ‘En Alttakiler’in yazarı Günter Wallraff, Doğan Akhanlı davası ve Gezi Direnişi’ne ilişkin görüşlerini Cumhuriyet’e anlattı Tarihten Korkmayınca… Tarih, korkulması gereken bir şey midir? Ne olduğu yeterince bilinmezse evet. Ama hiç kuşkusuz işlevi yalnızca korku kaynağı olmakla sınırlı değildir; zira tarih, onsuz ‘bugün’ ve ‘gelecek’ sözcüklerinin anlamsız kaçacağı bir kavramdır. Birkaç katlı bir yapının ilk katlarına bakmaksızın son katları hakkında ahkâm yürütmek kadar anlamsızdır. İlk katlarının sağlam olup olmadığı boşlanan çok katlı yapılar, sonunda çökme yazgısıyla karşılaşabilirler. Tıpkı geçmişlerinin doğru bir tarih kurgusuna yerleştirilememiş olan toplumların ancak çöküp gitmeye yargılı ‘bugün’leri yaşamaya çabalamaları gibi. Tarihin yol açtığı korku, kaçınılmazlığından kaynaklanır. Ünlü Alman oyun yazarı Georg Büchner (18131837), ‘tarihin sonunda mutlaka işlerlik kazanan kendine özgü yasaları’ndan söz ettiğinde, aslında tarihin günün birinde mutlaka yazıldığını dile getirmek istemişti. Bugün olup bitenleri “nasılsa günün birinde unutulur, önemli olan her zaman sonuçlardır, günü gönlümüzce gün etmektir” yanılsamasıyla geçmişin akışına bırakmak, dahası kimi zaman olup bitenlerin doğru tarihi hiçbir zaman yazılamasın diye kanıtları, izleri, ipuçlarını ortadan kaldırmak, daha doğrusu kaldırdığını sanmak, kesinlikle boşunadır. Çünkü olup bitenler, ‘insanlığın ortak belleği’ diye adlandırabileceğimiz bir bellekte mutlaka iz bırakarak geçmişe karışır. Somutlaştırmak için şöyle de diyebiliriz: O bellekte silinmek, ortadan kaldırılmak istenen her MOBESE kaydının kendine özgü bir kopyası vardır; her cinayetin ve bütün katillerin imgeleri, o bellekte hiç soluklaşmaksızın hep saklanır. Ve belki de hepsinden önemlisi: Söylenen bütün yalanların gerçek yüzü, bazen gerçek anlamda dine gönül vermiş bir cami imamının, gerçeği çarpıttığı veya sakladığı takdirde insanlığından olacağına inanan bir görgü tanığının, bazen somut kanıtlar olmaksızın bir kararın altını imzalamakla bir ‘hukuk insanı’ kimliğiyle adalete ihanet edeceği bilincini taşıyan bir yargıcın, bazen de önüne getirilen yaralıya şifa verme çabalarına girişmezden önce: “Bu, hangi saftandır” diye sormakla ‘Hipokrat Andı’nı kirleteceğinden emin olan bir tıp insanının vicdanından yansıtılır. Albert Camus’nün vakitsiz ölümünün ardından bir yazar arkadaşı şöyle demişti: “O, çağının vicdanı olup çıkmıştı…” Çağının vicdanı – yani öyle bir insan ki, gerçeğin hiçbir yalana benzemediğine daha en baştan inanmış insan. Tarih, varlık nedenini böyle insanların da yaşamış olmalarına ve yaşadıklarına borçludur. Peki kimlerdir bütün bunlara rağmen tarihten korkmayanlar? Onlar da öyle insanlardır ki tarih bilinci denilen kavramdan, yani ‘bugün’ün ‘dün’ün uzantısı, ‘yarın’ın da kaynağı olduğu gerçeğinden habersizdirler; onlar öyle insanlardır ki, ‘bugün’ün günün birinde tarih olabileceğinin ve hep de olduğunun farkında değillerdir. Oysa her bugün, zamanı gelip çattığında, ama bu kez tarih denilen hesaplaşmanın potasında gerçeğe evrilmeye sonrasız yargılıdır! Yazar ve insan hakları savunucusu Doğan Akhanlı’nın 2011 yılında beraat ettiği, ancak savcının temyiz etmesi sonucu “ağırlaştırılmış müebbet hapis” istemiyle yeniden yargılanmaya başlandığı dava, yalnız Türkiye’de değil, Akhanlı’nın 90’lı yıllardan beri “mecburi yurdu” olan Almanya’da da takip ediliyor. Sürecin takipçilerinden biri de gazeteciyazar Günter Wallraff. Akhanlı’ya destek vermek ve 31 Temmuz’daki duruşmayı izlemek için Türkiye’ye gelecek Wallraff, “Türkiye’nin giderek, siyasal haksızlıkların hüküm sürdüğü bir ülkeye doğru evrildiği” görüşünde. Dava sürecini ve Akhanlı’nın yaşadıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yargıtay, Doğan Akhanlı’nın 2011 yılındaki beraatını bozmuş ve bu kararıyla vahim, grotesk bir komedinin sahnelenmesine neden olmuştur. Eleştirel seslerin terörist olarak damgalanması, egemen güçlerin sıkça başvurdukları bir yöntemdir. Üslubu böylesine yumuşak bir insan hakları savunucusu ve yazar olan Akhanlı’ya karşı yapılan tam da budur. Aynı yöntem terör ve şiddetten uzak duran Pınar Selek’e karşı da uygulandı. Oysa düşünce özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı için, vatandaşların yasadışı dinlenmesine son verilmesi ve devletin keyfi uygulamalarına karşı tavır alan bu insanlar, terörist ya da devlet düşmanı değil, yeryüzünün her köşesinde acilen ihtiyaç duyduğumuz aktif demokratlardır. Doğan Akhanlı kişisel olarak da dostumdur. 2011 yılındaki beraat kararıyla kapanmış izlenimi veren dava, Yargıtay kararıyla yeniden başlayacak. Bu karar onu yeniden sürgünde bir yaşama mahkum etmeyi amaçlıyor. Onun Türkiye’de kendi anadilinde konuşma, kendi anadilinde itiraz etme olanağı, özgürlük ve diyalog için tarihi sorumlulukların üstlenilmesine çaba gösteren insanları cesaretlendirme ve teşvik etme faaliyeti, böylece sona erdirilmiş oldu. Davanın Almanya’daki yansımaları neler? Neler konuşuluyor, yapılıyor? Doğan Akhanlı, Almanya’da sözüm ona birbiriyle düşman ya da düşmanlaştırılmış halklar arasında diyoloğu sağlamaya çalışan; Kürtler, Ermeniler, Yunanlılar ve Türkler arasındaki var olan nefreti istismar eden ideolojilerin kör ettiği dogmatik eğilim ve çizgilere karşı mücadele eden ve gruplar arasındaki kopukluğu diya ki Türkiye giderek, siyasal haksızlıkların hüküm sürdüğü bir ülkeye doğru evriliyor. Her iki hadisede de sanıkları terörist faaliyetlerinden dolayı zan altında bırakabilecek bir delilin gölgesi, izi bile mevcut değildir. İddianameler işkence altında verilmiş, sonradan yalanlanan “samimi ikrarlara”, şantaj ve baskıyla yola getirilmiş şahitlerin ifadelerine dayanılarak hazırlanıyor. İnsan, sanki bu tür iddianamelerin yüksek makamların arzusu uyarınca hazırlandığı şeklinde bir izlemime kapılıyor. Bu arada hepimiz için sürpriz bir gelişme oldu: Gezi Direnişi doğdu ve sürüyor. Gezi Direnişi sizce neler ifade ediyor? Eylemler, henüz doğru dürüst algılanamayan Türkiye’nin yeni bir sembolü oldu. Pek çok kişi gibi ben de olan bitenlerin bu boyuta ulaşabileceğini tahmin edemedim. Ülkedeki bu ayağa kalkış çok belirgindi. Yoksullardan zenginlere, hatta bankacılara kadar toplumun bütün kesimleri arasında bir dayanışma oluştu. Bir araya gelmesi mümkün görünmeyen eğilimler, çoğunluk ve azınlık toplumununa dahil olan insanlar, kendilerini riske atarak, müthiş bir yaratıcılıkla, neşeyle, ironiyle omuz omuza, büyük ölçüde şiddetten uzak yöntemlerle mücadele ettiler. Protesto eylemleri ne liderlere ne de ideologlara ihtiyaç duydu. Kararlarını, forumlar, açık toplantılarda tartışarak aldılar. Kendiliğinden gelişen, çeşitli boyutlardaki sayısız eylem biçimleri, bana 60’lı yılların sonlarındaki kitle hareketlerini anımsattı. Türk kılığına girerek Almanya’da işçilerin yaşadıklarını anlatan çalışmanız “En Alttakiler” kitabı Türkiye’de de yayımlanmıştı. Bu kez aynı şeyi Türkiye’de yapacak olsanız, hangi konuda araştırma yapardınız? Çok önem verdiğim iki konu var: Pek çok kişi gibi benim için de önem taşıyan, çok yönlü ve renkli yaşam tarzını tehdit eden, boğmaya çalışan ve bir devlet doktrini haline getirilmek istenen tutucu İslamiyet ilgimi çeken konuların birincisini oluşturuyor. Özellikle kadınlar, azınlıklar, vicdani retçilere yönelik irili ufaklı çirkin tedbir ve uygulamaları iyice araştırmak isterim. Sözünü ettiğim gruplara özel bir yakınlık hissetmemin nedeni, Almanya’da da benzer bir sürecin ve baskıların yaşanmış olmasıdır. Almanya’da da eskiden vicdani retçiler takibat ve kovuşturmalara maruz kaldılar. Araştırmak ve yazmak istediğim bir diğer konu ise Göbeklitepe ve Çatalcaköy gibi Türkiye toprakları içinde yer alan eski kültürlerdir. Kazılar, eşitliğin hüküm sürdüğü ve egemen güçlerin olmadığı anaerkil kültürlerin varlığını gözler önüne seriyor. Toplumun zenginler ve yoksullar olarak ayrışması tarihsel olarak çok sonraları ortaya çıktı. Bu kültür hazinelerini görmek, yaşamak, yazmak isterim. Büyük bir ihtimalle günün birinde de yapacağım. Gezi, Türkiye’nin sembolü Sürgüne mahkum ediliyor loğla aşmaya çaba gösu Wallraff, Gezi Direnişi’nin, vayı da düşünceleteren çok akif biridir. ri hoş görülmeyen Türkiye’nin yeni bir Yürüttüğü diyalog fabir muhalife yönesimgesi olduğu kanısında. aliyeti, Türkiye’yi şelik intikam davakillendiren 100 yıllık sı olduğu şeklinde Yoksullardan zenginlere şiddet tarihiyle söz kotoplumun bütün kesimlerinde yorumladılar. Yarnusu grupların yüzleşgıtay kararı, bu yodayanışma oluşturan bu mesini önermektedir. rumu güçlendiriyor ayağa kalkışın liderlere Akhanlı, başta gençve Türkiye’de yarler olmak üzere, Algıdaki güçlü çıkar de ideologlara da ihtiyaç man, Türk, Kürt, Ermehem duymadığını belirten Wallraff, gruplarının, ni ve Yunanlılarla bediyaloğu hem de direnişin kendisine 60’lı raber konferanslar, sediyaloğa ön ayak minerler, eğitim amaçolanları yok etme yılların sonlarındaki kitle lı geziler ve buluşmalaisteğinin bir ifadesi hareketlerini anımsattığını rı düzenlemekte ya da olarak algılanmasısöylüyor. düzenlenen toplantılara na neden oluyor. eşlik etmektedir. iyasal Almanya’da binlerhaksızlıklar ülkesi ce kişi bu çabalarından haberdardır. İnsan hakları kuruluşları, Pınar Selek dabasın bu faaliyetlerinden çokça vasından söz ettisöz ettiği için, Almanya’da kaniz. Buradan hareketmuoyunun tepkisi bu le Türkiye’nin son yıldenli büyük oldu. larına ilişkin neler söySadece yazarları lersiniz? temsil eden Türkiye’deki hemen bükuruluşlar tün davaların gözlemdeğil, milcisi olarak, bu davaletvekilleri ların saçma de davayla ve skandal ilgili görüş davalar olbeyan ettiduğuna şahit ler ki, ona olduğumu ifakarşı açıde etmek istelan ilk darim. San Günter Wallraff S İslamiyet, devlet doktrini Dava sürecinde neler yaşandı? Doğan Akhanlı’nın uzun ve bir o kadar da tuhaf hikâyesini özetlemek güç: 80’li yıllarda siyasi nedenlerle hapis cezasına çarptırılan Doğan Ahkanlı, salıverildikten sonra 1991 yılında ailesiyle Almanya’ya iltica etti. Ancak 1989 yılında işlenmiş bir cinayet soruşturmasına, 1993 yılında adı karıştı. Hakkında herhangi bir tutuklama kararı bulunmadığından 2010 yılında Türkiye’ye gelen Akhanlı, havalimanında gözaltına alındı ve 4 ay tutuklu kaldı. Bu sürede gerek Türkiye’de gerekse Almanya’da çeşitli kampanyalar düzenlendi. Dava 2011 yılında beraat kararıyla sonuçlandı. Ancak 2013 yılı Şubat ayında Yargıtay kararı bozdu ve bu kez Akhanlı hakkında “ağırlaştırılmış müebbet hapis” istemiyle yeniden dava açıldı. Günter Wallraff’ın yanı sıra aralarında Alman milletvekilleri, parti temsilcileri, sanatçı ve insan hakları savunucularının da olduğu bir heyet, yarın İHD İstanbul Şubesi’nde bir basın açıklaması yaparak Akhanlı’nın beraatını talep edecekler. Davanın ilk duruşması ise 31 Temmuz’da saat 09.30’da Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde görülecek. Doğan Akhanlı İntikam davası n Kültür Servisi Datça Belediyesi’nin bu yıl sekizinci kez düzenleyeceği Altın Badem Sinema ve Kültür Festivali için hazırlıklar devam ederken, festival kapsamında gerçekleştirilecek 3. Ulusal Belgesel Film Yarışması başvuruları başladı. Belgesel filmin sanatsal gelişimine katkıda bulunmak amacıyla gerçekleştirilen yarışmanın jüri başkanlığını, belgesel sinemanın duayen isimlerinden Ertuğrul Karslıoğlu üstleniyor. 21 Ağustos tarihine kadar başvurulabilecek yarışmada, dereceye girenler 5 Eylül’de yapılacak törende açıklanacak ve birinci eser 5 bin liranın sahibi olacak. (Yarışmaya katılım koşulları hakkında bilgi almak için www. datcafilmfeltivali.com) Belgesel için geri sayım YENİ BİR EDEBİYAT ELEŞTİRİ DERGİSİ Boğaziçi Caz Korosu 2014’te yayımlanacak Gümüşlük’te Bu yıl 10. yaşını kutlayan Gümüşlük Klasik Müzik Festivali önemli müzisyenleri konuk etmeye devam ediyor. 16 Ağustos’ta sona erecek etkinlik 10 Ağustos akşamı Boğaziçi Caz Korosu’nu ağırlayacak. 1994 yılında, standart caz parçalarının koral aranjmanlarını seslendirmek ve çok sesli müziği tanıtmak amacıyla kurulan koro, daha önce de birçok ulusal ve uluslararası festivale katılmış, “Vokal Total” isimli dünya çapındaki “a capella” yarışmasında ödüle layık bulunmuştu. Koyunbaba Antik Taş Ocağı’ndaki konser saat 21.00’de başlayacak. Kültür Servisi Edebiyat alanında eleştiri eksikliğinden söz edilirken, yeni bir eleştiri dergisinin hazırlanmakta olduğu bilgisi geldi. 2014 Ocak’ında yayın hayatına başlayacak Monograf adındaki yayın, hem edergi formatında hem de basılı olarak yayımlanacak. Uluslararası ve hakemli bir dergi olan Monograf, içeriğinde röportaj, açık oturum, yayın değerlendirmeleri ve çeviri yazıların yanı sıra önceden belirlenmiş akademik bir konuda makalelere de yer verecek. Derginin danışma kurulunda Nazan Aksoy, Murat Belge, Besim F. Dellaloğlu, Rita Felski, Sibel Irzık, Selim Sırrı Kuru, Mahmut Mutman, Oktay Özel, Jale Parla ve Nuran Tezcan gibi edebiyat, tarih ve sosyoloji alanlardaki çalışmalarıyla tanınan akademisyenler yer alıyor. Yılda 4 sayı yayımlanacak derginin ilk sayısının dosya konusu ise “Edebiyat ve İktidar” olarak belinlendi. (www.monografjournal.com)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle