14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 TEMMUZ 2013 PAZAR 16 Dağları deldiren aşk; ağaçlara kalplerini kazıyan sevdalılara doğan ve batan güneşi, ayın her halini, ormanları, çağlayan ırmakları, yeşili sevdirir her şeyden önce. Beton çöllerinde büyümüş çocuklar bile sevdalara serpilmek için doğayı ararlar. İlk aşk, daima bir ağacın altını, daima kadim olanın tanıklığını gereksinir. Çünkü ikinci doğum, yeniden doğuştur, aşk. Ve yeniden doğabilen her şey; güneşi, ayı, çiçeği, böceği ve baharlarıyla dünyadır, can verip can alan toprağın devinimidir ancak. Aşkı ayıplayan ve yasaklayanların doğayı reddetmeleri, yeşilin kimseden izin almayan özgürlüğünü köklemek, bağımsızlığını kurutmak hırsları, bundandır. Aşka duydukları kindir, ağaçlara duydukları kin. Gövdelerinin altında aşklar yeşermesin diye keserler ağaçları. Yeşillendirmekten sadece çimlemeyi anlar, en fazla gölge yapmayan çiçekler diker, zaten çimi, çiçeği görünce de akıllarına mangal yakıp et yemek gelir! HHH İlk aşk yeşili gereksinir ya, olgun aşkların ölçüsü de enginlerin maviliğidir. Mutluluk kumarını ilk hamlede kazanamayıp zar atmayı sürdürenler için sevda ölçüsü ve tanığı, denizlerdir. Yaş ilerledikçe ufuk genişlemese bile sonsuzluk duygusuna ihtiyaç vardır ya, işte o yüzden denize göre betimlenir ikincil sevdalar. Çırpıntılı ya da fırtınalı, denizlere atılır ikincil aşkların zarı. Yeniden aşkın mavi enginliğinde, kimi okyanuslara açılan gemilere binip gitmek ister, kimi güvenli limanlara bağlamak palamarı. Ama olgun aşk, belki de denizin ortasında, dalgaların kimi zaman tatlı tatlı okşayıp kimi zaman hoyratça ırgaladığı bir adadır. Marmara Adası’dır, belki de! Zevksiz, ufuksuz, cahil ve ceberut bir çıkar çetesinin, dünyanın en sıra dışı kentini en sıradana dönüştürmeyi başardıkları limandan; betona boğup, bağrına hançer gibi sapladıkları gökdelenlerle geberttikleri toprağı artık leş ve lağım kokan İstanbul’dan, çözersiniz palamarı. HHH Açılırsınız o boğulduğu için boğucu narin coğrafyaya adını veren Marmara Denizi’ne. Bu muhteşem iç deniz, elbette toprağın kiriyle helak olmuştur ama tamamı değil. Yol üç saat sürer. Deniz otobüsünde kapalı kalmak sıkıcı, koltukları rahatsızdır ama takarsınız kulaklığınızı, Selva Erdener’in(*) billur sesi yıkar sınırları, Federico Garcia Fotoğraf : Ada Mezarlığı Aşk Belki de Bir Adadır Lorca’nın dizeleriyle alır götürür sizi sınırsız ufuklara: “Nereye aşkım/Hayatım aşkım/Almışsın rüzgârı/ Almışsın bir bardağa/Denizi camdan bir çanağa...” Ve varılır adaya. Marmara Adası, adını özünü oluşturan mermerden almış, Türkiye’nin Gökçeada’dan sonraki ikinci büyük adasıdır. Ama Türkiye’yi talan ve tarumar eden zevksiz rantçılığın kısmen dışında kalmış, Rumların kurdukları ve yaşadıkları her yere armağan ettikleri uygarlık izlerinin henüz tümüyle silinmediği bir yaşam alanı, hatta yaşam biçimidir. Adada, zaman durmuş gibidir. Bodrum’un 1970’lerdeki güzelliği, “İktidar, yaratmak sadeliği ve zorluğundan çok, yok masumiyetini bulabilirsiniz, etmek kolaycılığında doğasında, rastlanan bir güçtür.” insanlarında. Zevksiz ve gereksiz lükse, WILLIAM WORDSWOR TH toplumsal kabalığa, çevre kirliliğine henüz teslim olmamıştır. diskoteği Karaya ayak Prokonnesos’a uğramadan basar basmaz, ilk bitirmemelisiniz! Bu iş Birol Restoran’ın diskoteğin özelliği, çoluk deniz üstüne attığı çocuk ailecek, hatta pusette masalara yayılır, bebelerle gidilmesi ve Marmara Adası’nın sahibi Seyfettin Karataş’ın adını verdiği denizde polisiye romanlara taş tükendiğini sandığınız çıkartan hayatıdır. tarakları, tertemiz Marmara Adası, Yeşilçam sulardan çıkarılmış filmlerinde kalan masum ve midyeleri ve yengeçleri bakir Türkiye’nin; görgülü keşfedersiniz. özgürlüğün, içten dostluğun, HHH komşuluğun ve insancıl Gündüzleri, çam değerlerin müzesi, bir saklı ağaçlarının denize cennet! indiği koyları, (*) Selva Erdener ve geleneksel Marmara Turkuvaz Beşlisi “Nereye kayığı, Karadayı Aşkım”/Kalan Müzik Yapım, teknesiyle dolaşabilirsiniz. 2013 Manastır Koyu’nda denize girerseniz, “Sevim Teyzemin Yeri”nde Hakkı Marmara Adası’nın Bey, size nefis eşkinalar, sahil şeridinde her keseye deniztarakları yedirir. göre, sevimli ve konforlu Akşamları, Mestanağa oteller, pansiyonlar Koyu’ndaki Keresya var. Biz, bölgeye gerek (Kirazlık, demekmiş...) mimari, gerekse otel Lokantası’nda Hasan işletmeciliğinde örnek Abi’nin yaptığı mezeler nitelikteki 4 Yelkovan eşliğinde, mehtabı evinden birinde ve çok seyrederek demlenebilir, memnun kaldık. ay ışığında yüzebilirsiniz. Zaten dinlence zamanı Ama bir öğle ya da da geldi. Yazılarıma bir akşam, Aba Koyu’ndaki süre ara veriyorum, sevgili Pehlivan Lokantası’na okurlarım. Dinamolarımı mutlaka gitmeli, Nurdan deniz ve güneşle Hanım’ın midyeli dolduracağım tatil dönüşü pilavını, patlıcan dilimleri buluşmak üzere, hoşça üstünde erittiği peynirleri kalın. tatmalısınız... Gecenizi, adanın G NOKTASI GÖRÜŞ ERoL KÖKTÜRK ‘Bizden Değilsen Yaşatmam’ Tavrı Üzerine Demokrasiyle yönetilen hangi ülkenin Başbakanı, masum biçimde kapısının önünde, evinin balkonunda birkaç dakika tavatencere çalan halkı için, kadınerkekçocukyaşlı için suç duyurusunda bulunur? Onları peşinen suçlayarak hedef yapar? Başka pencereden bakarsak, demokratik bir ülkenin başbakanı, bu noktada bile halkı kutuplaştırabilir, cepheleştirebilir mi? Demokrasimiz açısından acınacak, utanılacak bir noktadır bu… Önce 7 Haziran 2013 günü, Tunus dönüşünde, kendisini karşılayanlara, “Siz sokaklarda tencere tava ile dolaşanlardan değilsiniz” demişti… Şimdi, 19 Temmuz günü, bir adım daha ileri giderek “Tencere tavacıları çekinmeden sizler yargıya taşıyacaksınız. Her şeyi devletten beklemeyin. Müracaatınızı yapacaksınız. Yargıya bildireceksiniz. Herkes haddini bilsin” diyor… Gerçek adı, François Marie Arouet (21 Kasım 1694 30 Mayıs 1778) olan ama daha çok Voltaire diye bildiğimiz, Fransız Devriminin ve Aydınlanma hareketinin büyük beyinlerinden olan düşünürün bilindik sözüdür: “Düşüncelerinize katılmıyorum, ama düşüncelerinizi savunmanız için gerekirse yaşamımı bile verebilirim...” Bu söz, demokrat olabilmenin mottosudur… Bu yaklaşıma yakınlık ve uzaklık, bu yaklaşımı benimseyebilmişlik veya benimseyememişlik bir ölçüdür… O ölçü kadar demokrat olursunuz… O insanlar eğlence olsun diye sokaklara çıkmadı… Bu ülkeyi yönetenlerin uygulamaları, bardağı doldurdu, doldurdu ve sonunda da taşırdı… Sen o insanları sokağa çıkamaz duruma düşür, sofralarını küçült, eline geçirdiğin televizyonlar üzerinden gerçekleri perdele, “Benim yüzde ellim” diyerek aşağıla, köle yaklaşımı göster, itelekakala… Sonra tepki yiyince, “ötekileştir…” Ondan sonra da erkinin gücünü kullanıp onları “hedef göster…” Başbakanlık bu kadar ucuz olmamalıdır… Demokrasilere yakışır bir düzeyi, düzlemi olmalıdır… Söz Voltaire’den açılmışken İmparatoriçe Eugenie’nin onun için söylediği sözünü de anımsamak gerekir: “Hiçbir zaman anlayamayacağım düşünceleri bana kabul ettirdiği için onu asla bağışlamayacağım.” Yani saldırmadan, suçlamadan, hem polis hem de savcı olmadan önce, anlamaya çalışmak gerekir… Her makam ama öncelikle de Başbakanlık makamı onu gerektiriyor çünkü… 19.07.2013 tarihli Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergisinde Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu öğretmen, “Sınırsız itiraz hakkı yoksa, demokrasi de yok!” diyor… İtirazı hoş görebilmek, onun kullanılmasını içine sindirebilmek, ondan öğrenmek ve ders çıkarmak, itirazın sunduğu kendini gözden geçirme fırsatını kullanmak… Bunları yapmıyor, tersi davranışlar gösteriyorsan, “ben” egosuna takılıp değişmezliği simgeliyorsan, o zaman sorgulanması gereken, görüntüdeki demokrasi kisvesidir… “Gezi” baştan aşağı masum bir direniştir… Ama onun tetiklediği tenceretava protestosu daha da masumdur… Bu masumiyete bu kadar acımasızca saldırılması, demokrasimiz açısından utanılacak bir durumdur. Bir Başbakan’ın bu masumiyeti bozduğu noktada, “palalılar, sopalılar nereden çıktı?” demenin anlamı kalmaz… KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Özgen Acar’a Ödül Ağabeyim Özgen Acar’a uluslararası ödül veren “seçici kurul”un da kutlanması gerekiyor… Acar’ı kucaklıyor, jüriyi selamlıyorum. Geçen hafta Portekiz’de verilen ödülün adı ve amacı olan “Kültürel Mirasta Bilinçlendirmeyi Arttırma” denilince Acar, Türkiye’de ilk akla gelenler arasında hiç kuşkusuz. Hele bu ödülün “Avrupa’daki kültürel miras” adına verilmesi ne kadar da önemli. “Avrupa’nın uygarlık kökleri”ni “Anadolu kültürleri”nin oluşturduğunu yıllardır söylesek bile, bu gerçeğin “Avrupalılar” tarafından açıkça kabul edilmesinin de bir tür “ilanı” olan “Jüri Özel Ödülü” için seçici kurula sadece bizlerin teşekkür etmesi yetmez; asıl “Türkiye adına” kutlamalı... Biliyorum, yarışmalarda bu pek uygun kaçmaz ama olsun... müzelerini Anadolu’dan çaldıkları antik eserlerle donatan Avrupalılara karşı yıllardır amansız bir mücadele sürdüren gazetecimize, “Avrupa Kültürel Mirasında Bilinçlendirmeyi Arttırma” ödülü verenler, bir yolunu bulup kutsanmalı. Biz değilse bile, UNESCO, ICOMOS gibi kuruluşlar tüm “tarafsız”lıklarıyla bunu dile getiremezler mi?.. Örneğin 21 Ekim’de Lizbon’daki ödül töreninde bir açıklamada bulunamazlar mı? Üstelik törenin düzenlendiği müzeyi Üsküdar doğumlu sanat koleksiyoncusu Kalust Gülbenkyan kurmuş. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] Cumhurbaşkanı’ndan dileğimiz Ödül, “Portekiz Ulusal Kültür Merkezi”nin unutulmaz başkanı, 2002’de yaşamını yitiren Helena Vaz da Silva’nın anısına ilk kez düzenleniyor. Edebiyat alanındaki ödüllere ek olarak “kültürel miras kaçakçılığı ile mücadele”si için verilen ödülden ötürü Özgen Acar’ı hem kutlamak hem de Türkiye adına teşekkür etmek, aslında öncelikle Cumhurbaşkanlığı’na düşüyor... Kültürel bilinçlenmeyi artırmak için ülke olarak ne yapmamız gerektiğini de geçenlerde Hürriyet yazarı Melis Alphan vurgulamıştı. Rastlantı mı; bilerek mi soramadım ama Özgen Acar’ın ödül haberleriyle aynı günkü (22 Temmuz) “Bando Malzemesine 3 Milyon, Arkeolojik Kazıya 50 Bin Lira” başlıklı yazısında, devletin harcamalarını kıyaslayarak özetle diyordu ki; “Kültür Bakanlığı’nın arkeolojik kazılara ayırabildiği ödenekler 50 bin ile 20 bin arasında komik rakamlar...” Çünkü bu bakanlığımıza genel bütçeden ayrılan payın oranı “binde 2”yi geçemiyor. UNESCO’nun “hiç değilse ‘yüzde bir’den az olmasın” çağrısı ise yüzümüzü kızartıyor. Anlaşılan Özgen Ağabey’in “bilinçlendiremedikleri” arasında gelmiş geçmiş tüm hükümetler başlarda geliyor… SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Kötü ikti 1 darların ege 2 men olduğu toplum düze 3 ni. 2/ Osman 4 lılarda gece 5 bekçisi... Kü6 me, grup. 3/ Yoz beğeni, 7 zevksizlik... 8 Batılı tacir 9 lerin, ticaret için geldikle1 2 3 4 5 6 7 8 9 ri Osmanlı liman 1 U Y K U L U K B larında gümrük dı 2 Y A R A K I Y E şında ödemek zo 3 U R A L runda kaldıkları 4 K A N A U R A A B A R A her şey için kul5 L A A R E N A landıkları deyim. S A 4/ Peygamberle 6 U K U B E T B A T ri Hud’u dinleme 7 K I R A N Y A R A S A K dikleri için Tanrı 8 tarafından yok edi 9 B E L A A T K I len kavim... Yelkenli bir yarış teknesi. 5/ Asker... Ortaçağda açık denizde kullanılan yelkenli gemi. 6/ Kolun dirsekten ortaparmak ucuna kadar olan bölümü... Vilayet. 7/ “Girida” da denilen, eti lezzetli bir balık... Tanrıtanımaz. 8/ Çabuk davranan, çevik... Kütahya’nın bir ilçesi. 9/ Siyasal hakların yalnız varlıklı sınıfa tanındığı toplum düzeni. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Manda pastırması... Letonya’nın para birimi. 2/ Nişasta ve pekmezle yapılan bir tür tatlı... Gelecek. 3/ Çift direkli ve yelkenli bir gemi... Acıyan, merhamet eden. 4/ Osmiyum elementinin simgesi... Akdeniz havzasında görülen, çok kuru ve çok sıcak bir rüzgâr. 5/ Satrançta bir taş... Sahip. 6/ “İkinci karşılaşma” anlamında kullanılan spor terimi... Koca. 7/ Toprak, kum ve saman elemeye yarar iri delikli kalbur... Gözleri görmeyen. 8/ Tekil ikinci kişi adılı... Otomobil, bisiklet gibi taşıtların çekiş ve hızını ayarlamaya yarayan dişliler düzeni. 9/ “ kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece” (Âşık Veysel)... Mesaj.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle