15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 HAZİRAN 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Biber Gazı Kullanım ‘Hakkı’ Aydın Düşmanlığının Sonu... Hiç böylesini yaşamadık. İktidarlar gelip geçti, liderler ya da lider geçinenler de... Türkiye’nin siyasal yaşamı son on yılda yön değiştirdi. Zaten bekleniyordu. Sonunda isteneni teker teker gerçekleştirmeye başladılar. İlk iş, asker gücünün azaltılması, giderek de etkisizleştirilmesi idi. Hepimiz biliyorduk ki Türkiye Cumhuriyeti askerlerin kurduğu bir cumhuriyettir. Bugün Genelkurmay Başkanlığı gibi bir görevi yıllarca yapmış olan kişi tutukludur. Ordumuzun yüksek rütbeli kadrosundaki birçok albay, general, subay da ağır suçlamalarla hapisteler. Askerin kurduğu bir cumhuriyetiz... Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Kâzım Karabekir... Hepsi asker... Ülkenin yönetiminde en önde yer alan cumhurbaşkanlarımız, başbakanlarımız da asker kökenli... Ya günümüzde durum nasıl? Yüzlerce, belki çok daha fazla subayımız yalan yanlış suçlamalarla mahkemelerde yargılanıyor. Hepimiz görüyoruz, ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Biliyorum içimizden pek çok kişi bu durumdan memnun. Asker, bir sivil yönetim tarafından on yıldır her türlü sorumluluklarından uzaklaştırılmış. Bir başbakan çıkmış, hepsinin başına geçmiş. O asker kökenli değil, tam tersi imam hatipçi... Okulu da imam hatip okulu... Olabilir, hangi okulda okumuş olduğu o kadar önemli değil. Ama cumhuriyetin temel felsefesinden uzak... Tam anlamıyla çağdaş bilimden, sanattan, kültürden kopmuş gibi. Sorsak en önde gelenine “Sen bu yıl kaç kitap okudun” diye, alacağınız yanıt ne olur? Dinsel içerikli bir iki din kitabından başka ne söyleyebilirler? Bu konuda gazeteci bir arkadaş çıksa da önde gelen politikacılarımızı çağdaş uygarlık çizgisinde bir gözden geçirse... Tayyip Bey’in saltanatı daha ne kadar sürecek? Bir yeni seçimle mi değişecek, değiştirilecek? Toplumun gerileyişi hızını artırdıkça artırıyor. Bu gidişle aydınlık bir yaşantının canlanmasını beklemek zor. Gerçek aydınlar hapishane hücrelerinde, her gün yenileri de ekleniyor, Tayyip Bey iktidarının eliyle... Ülkemizde Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet ilkelerinin yıkılışına tanık mı olacağız? Yarınlar hiç de umut vermiyor. Tam tersi birtakım rüzgârların gücü daha da artıyor. Bizler seyredelim bakalım. Biber gazı kullanmak bir hak değildir. Kolluk güçlerinin kuvvet kullanma yetkisinin bir görünümüdür. Dolayısıyla biber gazı kullanımı, kuvvet kullanmaya ilişkin sınırlama ve düzenlemeler çerçevesinde icra edilmelidir. Kuvvet kullanımının orantısız olması, yalnızca kurşun sıkılması anlamına gelmemektedir. Aras TÜRAY İstanbul Bilgi Üniv. Hukuk Fak. Araştırma Görevlisi S on günlerde ülkemizde çok ilginç ve başta hukukçular olmak üzere hemen herkesi dehşete düşüren gelişmeler yaşanmaktadır. Kolluk güçleri tarafından çadırların yakılması, insanların kaskı, maskesi ve benzeri korunmasına hizmet eden eşyaların herhangi bir el koyma kararı olmaksızın alınarak kullanılmaz hale getirilmesi gibi çeşitli örneklerle karşılaşılmıştır. Ancak üzerinde durulması gereken bir gelişme, 18 Haziran 2013 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin TBMM Grubu toplantısında yaptığı konuşmada, polisin demokrasi sınavını geçtiği, orantısız güç kullanmadığı ve biber gazı kullanımının polisin en doğal hakkı olduğu yönündeki söylemleridir. Öncelikle belirtilmesi gereken, biber gazı kullanmak bir hak değildir. Kolluk güçlerinin kuvvet kullanma yetkisinin bir görünümüdür. Dolayısıyla biber gazı kullanımı, kuvvet kullanmaya ilişkin sınırlama ve düzenlemeler çerçevesinde icra edilmelidir. Kuvvet kullanımının orantısız olması, yalnızca kurşun sıkılması anlamına gelmemektedir. Kullanılan araç ne derece az zarara yol açacak olursa olsun, eğer gerekmediği durumlarda veya gerekse bile ihtiyaç duyulduğundan fazla kullanılıyorsa, kuvvet orantısızdır. Yaklaşık yirmi gündür süren eylemlerde kolluk güçleri tarafından kullanılan kuvvet orantısızdır. Polis güçlerinin şüphesiz ki kuvvet kullanma yetkileri vardır. Ancak kuvvet kullanımı orantılı bir biçimde, yani gerekli olduğu kadar gerçekleştirilmelidir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ali Güneş v. Türkiye kararında (Başvuru no. 9829/07, 10/04/2012), Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin biber gazı kullanımı ile ilgili, biber gazının kapalı alanlarda kullanılmaması gerektiği, açık alanlarda kullanıldığı takdirde buna maruz kalanların acilen bir hastaneye götürülmeleri gerektiği ve bu kişilere panzehir sağlanması yönündeki görüşlerine katılmıştır. Bunun yanı sıra AİHM, biber gazı kullanımının solunum problemleri, bulantı, kusma, soluk borusu irritasyonu, göz irritasyonu, spazm, göğüs ağrısı, dermatit ve alerji gibi sorunlara ve aşırı doz halinde, bu gazın solunum ve sindirim borularında doku ölümüne, akciğer ödemi ve iç hemorajiye yol açabileceğini kabul etmiştir (paragraf 37 40). Ali Güneş davasında başvuran, polis tarafından etkisiz hale getirilmiş ancak polis görevlileri buna rağmen başvurucunun yüzüne biber gazı sıkmıştır. Dolayısıyla başvurucunun polise karşı aktif bir saldırısı yoktur. Bu kişiye biber gazı sıkılması AİHM tarafından Sözleşme’nin 3. maddesinin, yani işkence yasağının ihlali olarak nitelendirmiştir. 15 Haziran 2013 akşamı Gezi Parkı’na gerçekleştirilen operasyonda, basın mensupları ve vatandaşlar çadırların olduğu bölgeden çıkarılmıştır. O gece polis, revirler de dahil olmak üzere, parkı biber gazına boğarak, göstericileri direnişe son vermek ve çadırları arayabilmek için parktan çıkmaya zorlamıştır. Halbuki o sırada parkta yaralılar veya polise karşı aktif bir biçimde saldırmayan göstericiler de bulunmaktaydı. Bu kapsamda büyük bir kısmı polise karşı aktif bir tutum içinde olmayan göstericilerin, revirde veya revir dışında yatmakta olan yaralıların, hatta çocukların da bulunduğu bir ortama biber gazı ile yoğun bir biçimde müdahale etmek, orantılı güç kullanıldığı şeklinde yorumlanamaz. sebebiyet vermişlerdir. Bu konuyla ilgili suç duyurusunda bulunmak üzere mağdurlar Cumhuriyet savcılıklarına müracaat edebilirler. Toplumsal olaylarda ceza hukuku genellikle işlevsiz kalmaktadır. Uygulamada çeşitli örneklerde bazı savcıların bu gibi olaylarda suç işlenmediği kanaatinde oldukları ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 172. maddesinde düzenleme alanı bulan kovuşturmaya yer olmadığı, yani takipsizlik kararı verdikleri görülmüştür. Bu karara karşı CMK m. 173 uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde o yerdeki ağır ceza mahkemesine itiraz edilmelidir. Yine uygulamada bu itirazın da reddedilerek savcının takipsizlik kararının kesinleştiği görülmektedir. Bunun üzerine mağdurlar Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunu tüketmelidirler. Anayasa Mahkemesi’nden de olumsuz bir sonuç alındığı takdirde AİHM’ye başvurulabilecektir. Ancak AİHM’ye başvurulurken dikkat edilmesi gereken önemli bir kriter, yine AİHM’nin Oya Ataman v. Türkiye (başvuru no. 74552/01, 05/12/2006) kararından çıkartılabilmektedir. Bu kararda AİHM, biber gazı kullanımına ilişkin herhangi bir delil ileri sürmeyen Ataman’ın başvurusunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi, yani işkence yasağı ihlaline ilişkin kısmını reddetmiştir. Görülüyor ki AİHM, biber gazı kullanımından kaynaklanan zarara veya mağdura karşı biber gazının orantısız bir biçimde kullanıldığına dair bir delil aramaktadır. Üç Erdoğan Doğan Akın, yönettiği t24 internet haber sitesinde, biri 18 Haziran, biri de 25 Haziran tarihli, çok önemli iki makale yazdı. Bu makalelerinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bugünkü eylem ve söylemlerini, Adalet ve Kalkınma Partisi programıyla ve muhalefetteki Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliğiyle karşılaştırıyordu. HHH Cumhuriyet’teki arkadaşlarla birlikte Taksim Gezi Parkı Direnişi için belgesel nitelikli bir kitap hazırlıyoruz…. Kitapta Doğan Akın’ın bu iki yazısını da kısaltarak kullanacağım ama yazıların ana fikrini önce sizle paylaşmaya karar verdim. Birinci yazı “Gezi Parkı eylemleri suçsa, AK Parti Programı o suçun delili sayılır!” başlığını taşıyor ve programla Gezi Parkı Direnişçilerinin eylemleri ve söylemleri arasındaki koşutlukları dile getiriyor. Gezi Parkı Direnişçilerine, “Çapulcular”, “Marjinaller” diyen sözlerine atıfla, “Erdoğan’ın bir ‘marjinal’ olarak portresi...” başlığını taşıyan ikinci yazı daha da çarpıcı: Erdoğan’ın yakınındaki iki dostunun yazdığı bir kitaptan alıntılarla, muhalefetteki Erdoğan’ın polis şiddetine tepkileri dahil, nasıl bugünkü Erdoğan’la tamamen zıt bir “portre” çizdiğini anlatıyor. HHH Anladığım kadar üç Erdoğan var: 1) Necmettin Erbakan’ın yanındaki, Milli Görüşçü Erdoğan. 2) Erbakan’ın partisinden ayrılan, “Milli Görüş gömleğimi çıkardım” diyerek AKP’yi kuran, muhalefetteki ve iktidarın ilk yıllarındaki Erdoğan… 3) Her şeyi bilen, her şeye karışan, iktidarı “Benim…” sözcüğü etrafında kişiselleştirmiş, Gezi Parkı Direnişi’ne, Yirminci Yüzyıl’dan, Soğuk Savaş döneminden kalma küflü slogan ve yöntemlerle tepki veren, bugünkü Başbakan Erdoğan. HHH Hangi Erdoğan gerçek? Bana kalırsa, asıl Erdoğan, birbiriyle örtüşen birinci ve üçüncü Erdoğan. Aradaki değişik Erdoğan geçici bir tezahür… İktidara gelmek için! HHH Bu yazıyı biraz da AKP’liler için yazdım: Abuk sabuk komplo teorileri ile Gezi Direnişçilerini suçlayacaklarına… Doğan Akın’ın yazılarını okusunlar… Ve şapkalarını önlerine koyup: “Nerede yanlış yaptık”, “Ne zaman biz de ‘baş’ olup ‘ayakları’ küçümsemeye başladık”, “Nereden nereye savrulduk”, “Bu halkın sabrını nasıl taşırdık” diye sorsalar iyi olur! Sonuç Hukukun tezahürü için öncelikle savcılara ve onları harekete geçirecek mağdurlara çok önemli yükümlülükler düşmektedir. Bu yükümlülüklerin ihlali, benzer hak arayışlarında veya taleplerde aynı mağduriyetlerin tekrardan yaşanmasına yol açacaktır. Olumlu bir değişiklik için hukuk mekanizması sonuna kadar işletilmeye çalışılmalıdır. Bu şekilde kolluk güçlerinin “demokrasi sınavından” geçip geçemediği, hak kavramını ve orantılı güç kullanımını muhtemelen daha iyi bilebilecek olan yargılama makamları tarafından takdir edilebilecektir. Mağdurlar ne yapabilir? Kanaatimizce kolluk güçlerinden kasten hareket edenler, zor kullanma yetkilerinde sınırı aşarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 256. maddesinde düzenlenen suçun işlenmesine Dünya Kamuoyu ve Başbakan! Başbakan’ın, Gezi Parkı’nda, Taksim’de, Ankara’da, İzmir’de ve diğer birçok ilde en demokratik haklarını kullanmak isteyenlere gösterdiği biber gazlı, gaz bombalı, tazyikli su ve coplu orantısız şiddet, baskı ve zulüm, beş yurttaşın ölümü ve yüzlercesinin yaralanması, dünya kamuoyu vicdanını derinden yaraladı. Prof. Dr. Hakkı KESKİN, Siyasal Bilimci irleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Avrupa Sendikalar Birliği, Avrupa Hukukçular Birliği, ABD, Almanya ve daha bir dizi uluslararası kurum, kuruluş ve devlet yetkilileri, Başbakan Erdoğan’ı demokratik hak ve özgürlüklere saygılı olmaya çağırıyor, uygulanan şiddeti kınıyorlar. Ve Sayın Erdoğan “Sizi tanımıyorum, bildiğimi yaparım” diyor! Sayın Erdoğan’ın bu tavrı, sorumluluğunu taşıdığı başbakanlık görevi ve Türkiye’nin çıkarlarıyla tamamen çelişiyor. Dünyanın belli başlı kurumlarına ve kamuoyuna böyle bir tepkiyi, sadece dikta yönetimi heveslisi kişiler gösterebilir. Çünkü bu kişilikler, sadece “ben odaklı” düşünür ve davranırlar. Görüşlerini tek doğru sanırlar ve bunu zorla da olsa kabul ettirirler. Kendi ülke ve dünya kamuoyu onları ilgilendirmez. Onlar öyle bir şeytan çemberi (circulus vitiosus) içersindedirler ki, olaylar zinciri onları iyiden iyiye bir çıkılamaz çember içine alır ve sürükler. Artık bu çemberi kıramazlar; aksine çember o kişilerin davranışlarını belirler. la davrandıklarına yakından tanık olmuş ve bunlara karşı sert tavırları sergilemiş biriyim. Bu kesimler çoğunlukla Avrupa Birliği’ni, kabul edilemez bir yaklaşımla, bir “Hıristiyan Birliği” olarak görürler. Şansölye Merkel ve partisinin “Türkiye için imtiyazlı üyelik” önerisine en sert eleştirilerimle yıllarca karşılık verdim. Ancak Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde, özellikle demokrasi, hukuk devleti ve sosyal devlet olma yolunda desteklenmesi gerektiğini, Sosyal Demokrat Partiler, Sol Parti ve Yeşiller’le birlikte savunduk. Başta TRT olmak üzere, medyanın büyük bir kesiminin devlet baskısıyla Başbakan’a alkış tutmayı kabul ettiği, özel yetkili mahkemelerin emirle birçok etkin muhalif yurtseveri tutuklattığı, bağımsız yargının büyük ölçüde yok edildiği, özgür olması gereken bilimin ve üniversitelerin susturulduğu, binlerce üniversitelinin kovulduğu, kamuoyu kuruluşlarının ve ülke varlıklarının gerçek değerlerinin çok altında dost ve ahbaba satıldığı, doğanın ve çevrenin gasp edildiği, artık herkesin gördüğü ve yaşadığı bir gerçek oldu. Artık tahammül edilemez bu gidişata baş kaldırmak için bir kıvılcım gerekiyordu. Gezi Parkı’nda, barışçıl yoldan direnişe geçen gençlere, inanılmaz şiddet, baskı ve zulüm gösterilmesi, başta gençler olmak üzere, geniş bir halk hareketinin doğmasına yol açtı. Atatürk’ün, son derece bilinçli olarak, Laik Türkiye Cumhuriyeti mirasını emanet ettiği gençler, “yeter artık” diyerek kararlı, onurlu ve saygın bir direnişe geçtiler. Antidemokratik ve baskıcı yönetime karşı her meslekten insanların Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında katıldığı güçlü bir halk hareketi başladı. muoyunu, büyük oranda eline geçirdiği medya ve yanlış enformasyon politikalarıyla aldatmayı bir süre başardı. Avrupa siyasilerini ve sermaye çevrelerini de ultra liberal ekonomi politikaları, özelleştirmeler ve kârlı sermaye transferleri nedeniyle arkasına alabildi. Ancak Avrupa kamuoyunda hümanizme, insan hak ve özgürlüklerine, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine önem veren etkin bir kesim de var. Başbakan’ın, Gezi Parkı’nda, Taksim’de, Ankara’da, İzmir’de ve diğer birçok ilde en demokratik haklarını kullanmak isteyenlere gösterdiği biber gazlı, gaz bombalı, tazyikli su ve coplu orantısız şiddet, baskı ve zulüm, beş yurttaşın ölümü ve yüzlercesinin yaralanması, dünya kamuoyu vicdanını derinden yaraladı. Başbakan’ın şiddeti körükleyen konuşmaları da, özellikle demokratik Avrupa kamuoyunu harekete geçirdi. Türkiye’nin, üyelik görüşmelerini henüz sürdürmekte olduğu Avrupa Birliği’nden gelen eleştirilere karşı, Başbakan’ın “sizi tanımıyorum” sözü, adeta tuz biber oldu. Avrupa Birliği ve kamuoyu aldatıldığını geç de olsa gördü ve anladı. Sayın Erdoğan’ın demokrasi maskesi böylece düşmüş oldu. Artık kendisine güven tamamen yok oldu. Avrupa Bakanı sıfatını taşıyan Egemen Bağış’ın, sıkılmadan sarf ettiği, “Taksim’e gidenlere bundan sonra terörist muamelesi yapılacaktır” sözü, bu kişinin artık ciddiye alınabilecek bir muhatap olamayacağını gösterdi. Böylece yüzlerce yurtsever, gazeteci, bilim insanı, yüksek rütbeli subay ve gencin nasıl kolayca ve keyfi olarak, uydurma “terör” suçlamasıyla tutuklandığı da yetkili bir ağızdan kanıtlanmış oldu. Sonuç olarak, Gezi Parkı ve Taksim direnişi, özgür, demokratik ve onurlu bir Türkiye için geleceğe umut veren bir milat oldu. B ürkiye Avrupa Birliği ilişkileri Konuyu burada sadece TürkiyeAvrupa Birliği ilişkileri bakımından irdelemek isterim. Türkiye, 50 yılı aşkın bir süredir Avrupa Birliği’ne tam üye olma uğraşı içindedir. Avrupa Birliği üyeliği, özellikle de bu Birliğin kurucu üyeleri göz önünde bulundurularak Türkiye için aynı zamanda, hemen her alanda daha ileri, daha çağdaş, daha sosyal, daha kalkınmış; yerleşmiş demokrasiye, hukuk devletine, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir çağdaşlaşma projesi olarak benimsendi. Federal Almanya Parlamentosu milletvekili olarak, “Avrupa Birliği Komisyonu üyesi” ve Sol Parti’nin “Avrupa Birliği Genişleme Sözcüsü” görevini sürdürürken Avrupa Birliği ülkelerinde özellikle sağ eğilimli “Hıristiyan Birlik” partilerinin, Türkiye’ye nasıl çifte standart T ünya kamuoyu artık sessiz kalamazdı AKP hükümeti Türkiye ka D
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle