17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 HAZİRAN 2013 PAZARTESİ 10 Prof. Dr. Bilsay Kuruç, krizden en fazla Türkiye’nin etkilenmesinin tesadüf olmadığını vurguladı EKONOMİ [email protected] 11 sayısına, oradan içki kullanımına uzanan hemen her alanda AKP, yaşamın olağan akışını, kendi görüşüne göre duvarlarla kesiyor. İş, insanların kitlesel olarak devlet tarafından fişlendiği korkunçluğuna; kamu ulaşım araçlarına binenlere ahlaklı davranın çağrısı yapılması noktasına varıyor. Yaşam biçimine karışmalar, özellikle kasaba ve küçük kentlerde, yaşamı yaşanmaz kılıyor! Yaşam biçimini biçim lendirme, daha özelde de görülüyor. İktidar, sanatın tüm alanlarına, tiyatro, sinema, müzik, yontu ve TV dizileri konularında, özgürlük tanımaz bir tutum sergiliyor; o dünyanın yaşam biçimine doğrudan ya da dolaylı olarak karışıyor! Eğitimin, dindar nesiller yetiştireceğiz diye biçimlendirilmesiyle, eğitimcilerin ve bilim insanlarının yaşam biçimine karışılıyor. Bilim üst kurulları AKP iktidarınca teslim alınmış bulunuyor. Yetmiyor, üniversiteler, YÖK cenderesinde eziliyor. TÜBİTAK, bilimsel bilgiyi sansür ediyor; çoğu araştırma projeleri adamına göre veriliyor; akademik yükselmeler de öyle! Sanat gibi, bilim de yaşam suyu olan özgür düşünce ortamından hızla uzaklaştırılıyor. Devlet memurlarının çok büyük bir bölümü, AKP iktidarının ya da onun adına davranan cemaatlerin yerel uzantılarının dayattığı yaşam tarzına uymak ya da terfi edememek, sürülmek, giderek işinden kovulmak ikilemi içinde kıvranıyor. HHH Gezi, yukarıda sıralanan ve daha da ayrıntılı irdelenmesi gereken AKP uygulamalarına tepkinin bileşkesidir. Siyasetin AKP dışında kalan kesiminin de demokratik katılımcı olmayan, örneğin aday saptama süreçlerini toplumsallaştıramayan, yapısal bozukluğunun da Gezi’yi yaratan etkenlerden biri olduğu açıktır. AKP uygulamaları bu bütünlük içinde ve doğru görülmedikçe, Gezi de doğru yorumlanamaz. Çıkarılacak sonuçlar da ortak bir özgürlük ya da demokratikleşme çözümü bulunmasının yolunu açmaz. Sorunun özünü görmeyen Gezi konulu kör dövüşü de AKP’nin işine geldiği gibi, sürer gider. Sahte cennetler çöküyor Piyasalar zorlu haftaya girdi Ekonomi Servisi Küresel piyasalarda haftanın son iki işlem gününde tepki alımlarının sınırlı kalması nedeniyle söndürülemeyen Fed’in yükselttiği ateş, önümüzdeki haftaya taşındı. Piyasalar, Fed Başkanı Ben Bernanke’nin parasal genişlemenin yıl sonuna kadar azaltılabileceği ve 2014’te sonlanabileceği yönündeki açıklamaları ile güçlü satış baskısı altında kaldı. BIST 100 endeksi, Bernanke sonrası iki işlem gününde yüzde 7.27 oranında değer kaybederek analistlerin kritik destek seviyesi olarak nitelendirdikleri 73 bin puan sınırına kadar geriledi. Analistler, cari açık finansmanı riski nedeniyle parasal genişlemeye yönelik tedirginliğin Türkiye’ye daha güçlü bir şekilde yansıdığını belirterek küresel piyasalardaki olumsuz seyrin ABD’de bundan sonra açıklanacak makroekonomik verilere göre şekilleneceğini kaydediyor. Bu hafta yurtiçinde ihaleler, yurtdışında veriler yönü belirleyecek. ‘Gezi Direnişi’ bitti. Ancak bu, yenilgizafer, başarıbaşarısızlık kavramları bağlamında konuşulacak bir “bitiş” değildir. Gezi Direnişi başladığında, başlayan “şeyin” üzerinde düşünürken “olay” kavramından yararlanmaya çalışmıştım. “Gezi Direnişi”nin ardından düşünürken yine öyle yapacağım. Önceki yazılarımda vurguladığım gibi “olay” hiç beklenmedik bir anda, biçimde ortaya çıkar. Daha doğrusu “patlak verir”. “Olay” yeni bir şeydir. Önceden yapılan hazırlıkların, bilgi birikiminin ürünü değildir. “Olay” bunlara rağmen “patlak verir”. “Olay”, katılan bireylerde, toplumun simgesel evreninde derin izler bırakarak, iktidarın ve muhalefetin önündeki olasılıklar yelpazesinde yeni düzenlemeler yaparak “biter”. “Olay”, var olanı açıklayan bilgi sisteminde bir delik açar. “Olay”, kendi “hakikatini” var olan bilgi sisteminin karşısına koyar. Bu yüzden “olayı” konuşurken uygun olan “yenilgibaşarı” ikilemleri değil, bıraktığı izleri, ortaya koyduğu hakikati, bunun ahlakını ve insanını anlamaya çalışmaktır. 31 Mayıs17 Haziran arasında toplumu sarsan “şey” Başbakan’ın, kurmaylarının, medyasının iddia ettiği gibi “üçbeş çapulcunun” taşkınlığı, “marjinal grupların” provokasyonunun ürünü, “dış güçlerin” manipülasyonu olsaydı iktidarı bu kadar korkutmazdı. İktidar, göstermeye çalıştığı istikrar, özgüven resmine kendisi de inansaydı, bu kadar yüksek yeğinlikte fiziksel ve simgesel bir şiddete başvurmaya kalkmaz, hiç olmazsa görünüşü kurtarmak için “demokrasimiz güçlendi”, “gençlere eylem yakışır” gibisinden, Brezilya Devlet Başkanı’nkine benzer bir dille konuşmayı deneyebilir, önümüzde nasıl olsa seçimler var rahatlığıyla davranabilirdi. İktidar bunların hiçbirini yapamadı. Başbakan, şiddetle, hatta nefretle “gürledi”. Ne kadar bağırırsam, sert EMRE DÖKER İZMİR Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) açıklamalarının ardından dünya genelinde başlayan ekonomik krizden Türkiye’nin en fazla etkilenen ülkelerin başında gelmesinin tesadüf olmadığı vurgulanıyor. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Türkiye’nin dünya sermayesi için “sahte cennet” olduğunu anımsatarak “En başta böyle cennetlerin kuruması doğaldır. AKP’nin iktisat politikası cennet kurmak üzerine olduğu için ilk olarak bu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilsay Kuruç, “Türkiye’nin dünya sermayesi için ‘sahte cennet’ olduğunu vurgulayarak dünyada risk artınca ilk olarak cennetlerden paralar çekilir. Paralar ilk bizden çekilecektir” dedi. cennet kuruyacaktır. Dünyada risk artınca ilk olarak cennetlerden paralar çekilir. Yıllardır övündüğümüz bu durum bize risk olarak geri gelecek, paralar ilk bizden çekilecektir” dedi. Türkiye’de son üç aydır alışveriş merkezlerinde (AVM) mağazaların cirolarında yüzde 25’e varan azalmalar olduğunu, firmaların stokları tüketmek için yarı yarıya indirimlere gittiğini kaydeden Kuruç, “Piyasada yaprak kıpırdamıyor. İçeride de borçluluk yüksek olduğu için cirolarda büyük düşüş yaşanıyor. Bu tablo bankalara yansırsa, faizlerde ciddi sorunlar ortaya çıkar” diye konuştu. AKP’nin 10 yıldır halkı yıldırarak, korkutarak, borç ödemeye mahkum ederek bütçeyi tutturabildiğini, ancak cari açığın 10 yıldır düşmediğini, diğer ülkelerin ise cari açığı düşürdüğüne dikkat çeken Kuruç, “Dünya talebi, durgunluk sürdüğü için Türkiye’nin ihracatına daha duyarsız olacak. Bu durum Türkiye’de ödeme problemleri yaratacak. Kaynak bulmak için daha yüksek faiz alınacak. Bunun sonuçları da iyi olmayacak” yorumunu yaptı. Akıllı tahta için 5 Temmuz’da ihale var Ekonomi Servisi Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Haberleşme Genel Müdürlüğü Fırsatları Artırma Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi’nin akıllı tahta, akıllı doküman kameralar ve yazıcıları için 5 Temmuz’da ihaleye çıkıyor. İhalede, 347 bin 367 akıllı tahta, 41 bin 996 doküman kamera, 13 bin 645 çok fonksiyonlu A3 yazıcı ve 28 bin 351 çok fonksiyonlu A4 yazıcı satın alınacak. Sözleşmenin yapılacağı tarihte, işe başlanacak ve sözleşme süresi 480 gün olacak. İhale dokümanı satış bedeli birinci kısım için 100 bin lira, ikinci kısım için 50 bin lira, üçüncü kısım için 25 bin lira, her üç kısım için ihaleye girecek istekliler ise 175 bin lira olarak belirlendi. Kredi kartı kullananların sayısı arttı FIRAT KOZOK / MAHMUT LICALI Yurttaş bankalara bağımlı hale geldi Çiftçiler’in kullandığı kredi artıyor 2002’de Türkiye genelinde çiftçilerin kullandığı kredilerin tutarı 529 milyon TL olurken 2012’de bu 22 milyar 100 milyon TL’ye çıktı. Tarım Kredi Kooperatifleri’ne borcu nedeniyle icralık olan çiftçi sayısı 9 bin 795 oldu. Gezi Körlüğü Ülkenin kamuoyunu oluşturmada önde gelen yorumcu ve yazarları, Gezi bağlamında yaşanan toplumsal patlamanın nedenlerini doğru değerlendirmiyor. Gezi’nin oluşumu konusunda filin organlarını tutan körün tarifine benzer yorumlar yapılıyor. Böyle olunca da yanlış sonuçlar çıkarılması kaçınılmaz oluyor. HHH Şurası bir gerçektir ki, Gezi, birikimli bir süreçtir; yıllar boyunca AKP uygulama larıyla topluma dayatılan olumsuzlukların birikimli sonucudur. Gezi’de insanları ayağa kaldıran nedenlerin başında yıllardır yaşanan ve yargı yapısının büyük ölçüde yandaş kılınması sonucu toplumu iyice bunaltan hukuksuzluklar geliyor. Tutuklu ya da hapis onca insanın hak arama isteğinin verdiği yaşam suyu, Gezi’nin toplumsallaşmasını canlı tutuyor. Hukuksuzluklar, AKP iktidarının emek ve sermayeye bakışının yanlı oluşunda da yaşanıyor. Büyük sermaye, yıllardır AKP çizgisine çekilmeye çalışılıyor; el değiştiren sermaye TV ve gazetelerin yönetimlerini biçimlendiriyor. Basınyayın üzerindeki sermaye baskısı, yasakları ve işten çıkarmalarıyla, yalnız bu alanın değil, toplumun hak ve özgürlükler düzlemini de temellerinden çökertiyor. Yıllardır emek kesiminin örgütlü gücünü kırmak amacıyla sendikalar dünyasına, meslek oda ve birliklerine yaptığı baskılar tavan yapıyor; o kadar ki, AKP, iş kazalarının sorumluluğunu sermayedara değil, utanmadan, Allah’ın emrine yüklüyor. Bunlara, kıyıların yağmalanması, nükleer santral ve HES ısrarları, 2B yağmaları, din ve mezhep ayrımcılığını kışkırtıcı tutum ve uygulamalar, iktidarın Uludere duyarsızlığı ve Reyhanlı belirsizliği… de eklenebilir. HHH Gezi’nin nedenlerinin ikinci sepeti, iktidarın yaşam biçimine karıştığı alanlardan oluşuyor. Tersini söylemesine bakmayın, AKP; toplumsal yaşamı, iliklerine dek biçimlendirmeye çalışıyor. Kürtaj yaptırmadan çocuk Türkiye’nin nüfusu 9 yılda 4 milyon artarken tüketici kredisi ve kredi kartı kullanan kişi sayısı 21 milyon arttı. Yurttaşın bankalara borcu 300 milyar TL’ye dayanırken bu borcun 9 milyarı ise geri ödenemedi. ‘Olay’ Biter İzi Kalır çıkarsam o kadar etkili, inandırıcı olurum diye düşünür gibiydi. Başbakan’ın, çevresinin, medyasının kendi korkularının arkasında yatanı çok iyi anladıklarını sanmıyorum. Ama en azından şuna eminim: Üzerinde çalıştıkları toplum projesinin, sunmaya çalıştıkları toplum, ekonomi, kültür, tarih, demokrasi, hoşgörü resimlerinden oluşan simgesel evrenin birdenbire, engellenemez biçimde, üstelik “şiddetle” değil, sözle, bedenlerin duruşuyla, dahası kahkahaya her yerinden delinmeye, gerçeğinin ortaya çıkmaya başladığını duyumsadılar. Her attıkları adımın, sarf ettikleri sözün, biber gazının, basınçlı suyun, copun, plastik merminin bastırmaya çalıştıkları şeyi güçlendirdiğini gördüler, dehşete düştüler. Karşılarında, Rabelais’ten, Bakhtin’nin bu yana artık anlamını çok iyi bildiğimiz bir şey, renkleriyle, danslarıyla, müziği ve sanatıyla, nihayet iktidarı ti’ye alan mizahıyla bir “karnaval” vardı. Bilge Olgaç’tan (19401994) duymuştum, “Ezilenler dizlerinin üzerinden doğrularak ayağa kalktıklarında, egemenlerin boyu eskisi kadar uzun görünmez” diyordu. O muhteşem haziran günlerinde de böyle oldu. “Olay” boyunca çok sık vurgulandığı gibi korku sınırı aşıldı. İktidarın gücünün sınırları ortaya çıktı. İktidarın sinirli seslerini, tutarsız açıklamalarını görenler kahkahalarla gülmeye başladılar. Güç göstermeye, bastırmaya çalışanlar gülünç duruma düştüklerini gördüler. İktidarlar “karnavallardan”, egemenlikleri altında tuttuklarının kahkahalarından bu nedenle korkarlar. Kahkaha korkunun karşıtıdır, karnaval da egemenlerin asla paylaşamadıkları bir mekân. “Karnaval” egemenlik altında tutulmaya çalışılanları, başkaldırıları birleştirir. Gezi olayı, iktidarın yıllardır, liberalizmin, “yetmez ama evet”çi solun da katkılarıyla karşı karşıya getirmeye çalıştığı kesimleri iktidara karşı birleştirmeye başladı. “Gezi”de, verili aidiyetler ikinci plana düştü, “düşman” bayraklar iktidara karşı birlikte havaya kalktı, farklı dünyalar paylaşıldı, paylaşılamayanların varlığı, renkleri korundu, nefret yok oldu; yeni diyaloglar, yeni fikirler, olasılıklar oluştu. Mallar ürünlere dönüştü; değişim değeri yerini kullanım değerine, tüketim yerini ortaklaşa kullanıma bıraktı. Bilenler, bilme imtiyazını bir kenara bırakıp dinleme ve öğrenme olanağını kullanma şansına sahip oldular. “Ben”, “biz” oldu. “Olay” sırasında “yaşam” en azından bir süre için bir “karnaval” oldu ve aslında nasıl olması gerektiğini katılanlara gösterdi. “Olay” katılanlar üzerinde iz bıraktı, onları değiştirdi, “yeniledi”. “Olay”ın izi yeni bir ahlakın, yeni bir insanın varlığına, yeni bir “öznenin” doğduğunu muştuluyordu. Bu, içinde yaşadığı topluma uyumlu bireyin, olayın ahlakını benimseyerek ona sadakatini açıklayarak evrenselleştirmeye çalışarak özneleşmesiydi. Karnavalkahkahakorku “Olay”ın arkasından ortaya her zaman üç tavır çıkıyor. Birincisi, olayın öznesinin tavrıdır. O olayı tanır, olumlar, sonuçlarıyla (hakikati ve ahlakıyla) benimser. Olaya “sadık” Üç tavır kalacağını açıklar, olayın izlerini korumaya, ahlakını evrenselleştirmeye çabalar, böylece tarih sahnesinde yerini alır. İkinci tavrı ikiye ayırabiliriz: (A) Sistemle sürdürmekte olduğu mücadele üzerine gölge düşüreceğini, olumsuz etki yapacağını düşünerek, “Bu bir şey mi? Biz senelerdir hem de ne koşullarda...”, anımsatmasıyla yaşananları sıradanlaştırarak olay kategorisinin dışına itmek isteyen yaklaşım. (B) Olayı görmezden gelerek izlerini değersizleştirmeye, kalıcılığını sabote etmeye çalışan yaklaşım. Bu ikinci, “inkârcı” olarak da tanımlayabileceğimiz yaklaşıma göre “olay” aslında olay değil, birilerinin (örneğin gençlerin) bir tepkisidir. Ya da “olay”, olay öncesinin bilgisine aittir, diğer bir deyişle ya emperyalist ya da Yahudi ya da faiz lobisinin ki aslında Yahudi düşmanlığının utangaç adıdır komplosudur, ya da birilerinin (olay öncesinin sadakatlerinin) sıradan vatandaşı kışkırtmasının ürünüdür. Bu kategoride bir tavır olayın bitişini yenilgi olarak tanımlayıp aslında bir şey değişmediğini anlatmaya çabalar; her şey eskisi gibidir, zaman hiç “kırılmamıştır”, hâlâ önemsiz bir sıradanlıkla akmaya devam etmektedir. Üçüncüsü, “reaksiyoner” tavırdır. Bu tavır “olayın” olduğunu bilir, yarattığı hakikatin ve öznesinin iktidarına, bu iktidara bağlı çıkarları tehdit ettiğini görür, izlerimi silmek için fiziki ve simgesel şiddetle tepki gösterir. Bu reaksiyoner tavır, ikinci, inkârcı tavrın tepkilerinden, özellikle simgesel şiddet uygulamada yararlanır, hatta onun desteğini bile alabilir. Gezi direnişinden, “karnavaldan” sonra, şimdi mücadele “olayın” yarattığı hakikatin eşitlikçi, özgürlükçü, dayanışmacı, paylaşımcı ve sermaye ilişkisinin dışında bir başka dünya kurma olasılığı üzerinden, “olayın” hakikatinin öznesiyle, inkârcı, reaksiyoner güçler arasında sürecektir. Gerçek anlamda “yeni”, “iyi” olanın yaratılabilmesinin şansı, reaksiyoner ve inkârcı güçlerin aşılmasında yatıyor. Güneşe en hızlı koşanlar Boydak ve Sabancı Ekonomi Servisi Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) geçen hafta içinde beş gün süreyle güneş enerjisine dayalı elektrik üretimi için lisans başvurularını kabul etti. Kuruma tam 496 adet başvuru ulaştı. Başvuruların içerdiği toplam kurulu güç ise 9 bin MW’ye yakın. EPDK yapılacak incelemelerden sonra toplam 600 MW’lik lisans verecek. Enerji Günlüğü sitesinden Mehmet Kara’nın haberine göre, EPDK’ye toplam 496 başvuruyu yapan şirketlerin sayısı 282. Birden fazla başvuru yapan şirketler incelendiğinde ilk sırayı Boydak Grubu alıyor. Boydak bünyesindeki Gün Güneş Enerjisi Elektrik Üretim, tam 20 adet lisans talebinde bulundu. Sabancı Grubu şirketi Enerjisa 10, Zorlu Enerji, Bereket Enerji ve Global Enerji 6’şar, Nurol Solar Enerji ise 5 saha için lisans başvurusu yaptı. Güral Porselen ile Batıçim de 5’er adet başvuruyla sürece dahil oldu. RES Anatolia Holding de 8 adet ruhsat talebinde bulundu. ANKARA AKP’nin 10 yıllık iktidarında insanların kullandıkları tüketici kredileri ve bireysel kredi kartı borçlanmaları 43 kat arttı. Çarkı döndürmek için bankalarda kuyruğa giren yurttaş, aldığı kredinin ve kullandığı kredi kartının borcunu da ödeyemedi. Takipteki kredi miktarı 11 yılda 32 kat artarak 9 milyar TL’yi aştı. Tüketici kredileri müşteri sayısı 9 yılda 21 milyon arttı. Oysa aynı dönemde ülke nüfusundaki artış 4 milyon. CHP Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan, AKP iktidarlarının başladığı 2002’den bu yana yurttaşların bankalara olan borçlarının nasıl değiştiğini, önergelerle Başbakan Tayyip Erdoğan’a sordu. Önergeleri Erdoğan adına, yardımcısı Ali Babacan yanıtladı. Babacan’ın verdiği yanıtlar, AKP’nin ekonomi politikalarının yurttaşı bankalara bağımlı hale getirdiğini de ortaya koydu. Babacan’ın verdiği bilgilere göre katılım bankalarınınkiler hariç Aralık 2004’te 26 milyon 560 bin 188 olan tüketici kredileri müşteri sayısı, Nisan 2013’te 47 milyon 887 bin 38’e yükseldi. 2005 yılında Türkiye’nin nüfusu 72 milyon iken Ekonomi Servisi Türkiye bu yıl bu rakam 76 milyona dayandı. Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Ülke nüfusu 8 yılda 4 milyon artarGenel Başkanı Şemsi Bayraktar, ken tüketici kredileri müşteri sayıkırsalda genç nüfus azalmasının tarımı sı 21 milyon arttı. olumsuz etkilediğini belirterek “Tarım Bankaların Aralık 2002’de 6 milve kırsalda genç nüfusu tutmanın tek yar 883 milyon TL olan tüketici yolu kırsal kalkınma” dedi. kredisi ve kredi kartı alacakları, Bayraktar, yaş grupları içinde kırsaldaki Nisan 2013’te 295 milyar 190 milen fazla nüfus azalmasının çocuklarda AKP’nin iktidara geldiği günden yon TL’ye çıktı. Yani bankaların ve gençlerde yaşandığını, en fazla nüfus bugüne çiftçilerin kullandığı kredi alacakları 11 yılda 43 kat arttı. artışının ise 5564 yaş grubunda görüldüğünü tutarının rekor oranda artması, çiftYurttaşların aldıkları kredi mikaktardı. Bayraktar, “Tarım sektöründe çinin borçla yaşadığını gözler önütarındaki artış, batık kredilerE de iş kurmak isteyen genç girişimcilere ne serdi. Gıda, Tarım ve Hayvantavan yaptırdı. Çarkı banka kreözendirici destekler verilmeli, 40 yaşın cılık Bakanlığı çiftçinin borçla yadileriyle ve kredi kartlarıyla dönaltındaki genç çiftçilere, Avrupa şamını “etkin tarımsal kredi polidürmeye çalışanlar, zamanla bu Birliği’ndeki gibi köyden kente göçün tikalarına” bağlarken çiftçi tarlaborçları da ödeyemez hale geldi. önlenmesi, üretimin teşvik edilmesi sını ekmekten ürünü yetiştirme ve Aralık 2001’de 278 milyon TL olan ve sürdürülebilirliğinin sağlanması toplamaya kadar her aşamada borç takip hesaplarında izlenen tüketici için faizsiz yatırım desteği gibi özel paraya başvuruyor. Milletvekillerikredilerinin tutarı, nisan ayında 9 destekler verilmeli, tarımda ülke nin konu hakkındaki soru önergelemilyar 54 milyon TL’ye çıktı. Taortalamasının üçte biri olan yurt rine yönelik ortak bir yanıt veren Gıkipteki kredi miktarı da 11 yıl önceiçi gelirin, ülke ortalamasına da, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehye göre 32 kat artmış oldu. hızla yaklaştırılması için met Mehdi Eker’e göre, Ziraat Bankası Bir tüketici kredisi ya da kredi karönlemler alınmalı, kırsal ve Tarım Kredi Kooperatifleri tarafından tı borcunun “Takip hesaplarında izlekalkınma yatırımlarına 2012 yılında çiftçiler tarafından kullanılan nen kredi” haline gelmesi için vadesinin hız verilmeli” dedi. kredi miktarı toplamda 529 milyon TL oldu. üzerinden 90 gün geçmiş olması ya da bu AKP döneminde bu rakam yaklaşık 42 kat süre geçmese bile ödenmeyeceğine ilişkin artarak 22 milyar 100 milyon TL’ye çıktı. güçlü işaretler vermesi gerekiyor. Kırsalda kalkınma için gençler özendirilsin Çiftçi icra kıskacında Ziraat Bankası ticari sır olduğu gerekçesiyle borcu nedeniyle takipteki çiftçilere ilişkin herhangi bir bilgi vermezken Tarım Kredi Kooperatifleri tarafından Ocak 2004 Haziran 2013 itibarıyla toplam 2 milyon 786 bin 868 çiftçiye kredi verildi. Tarım Kredi Kooperatifi; 20052013 arasında kullandığı krediyi ödeyemediği gerekçesiyle 9 bin 795 çiftçi hakkında başlattığı icra takibi ise hâlâ sürüyor. Bakan Eker, Tarım Kredi Kooperatifleri tarafından icra takibinde olan çiftçiler için vadesi geçen borçlarını ödeme istek ve gayreti içerisinde olanlara kolaylıklar sağlandığını belirtti. Eker, yasal takipteki krediler hesabında borcu bulunan ve 31 Aralık 2013 tarihine kadar müracaat eden çiftçilere borçlarını defaten ödemeleri halinde temerrüt faizi yerine normal faiz oranı üzerinden faiz hesaplanacağını bildirdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle