16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 HAZİRAN 2013 PAZARTESİ 10 EKONOMİ [email protected] AKP sosyal medyaya savaş açtı Monitera’nın Webrazzi ile paylaştığı verilere göre, protestolar öncesinde günde ortalama tweet sayısı 8 milyon civarında iken, 31 Mayıs ile 11 Haziran arasındaki günlük ortalama tweet sayısı da 13.5 milyona yükseldi. ‘Gezi’ İzlenimleri Özgürlük özlemiyle bunu bastırmanın kesişme noktasına dönüşen Gezi sürecinin, tüm ülkeye yayılmasının yanında iki ana özelliği öne çıkıyor. Bir taraftan, Başbakan’ı, AKP iktidarının yaptıklarından tamamıyla ayrı gösterme çabalarına tanık olunuyor. Diğer taraftan da ülke siyaseti, önce o güzelim gençlerle başlayan, sonra geniş kitlelerce benimsenen ve AKP’nin demokrasi yalanını yıkan Gezi’nin, özgürlükçü özünü büyütüp geliştirme becerisini gösteremiyor. HHH Baştan başlayalım. Başbakan’la birlikte yola çıkan Cumhurbaşkanı’nın rektör atamalarındaki tutumu; AKP yasalarını onaylamadaki uyumu (bunun en son örneği Gezi olayları sırasında imzalanan alkollü içki düzenlemesidir); üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesindeki duyarsızlığı unutularak, sorunun çözümü için kendisine başvurulan gerçek kurtarıcı konumuna çıkarılıyor. Yine Başbakan’la birlikte yola çıkan, AKP uygulamalarının en önünde yer alan ve bunları süsleyerek topluma sunan Yardımcısı (ve Vekili), Gezi günlerinin başındaki demeçleriyle bir demokrasi meleği kesiliyor. Daha düne kadar Kültür ve Turizm Bakanı olarak, Başbakan’ın Kars’taki İnsanlık Anıtı’nı “ucube” diye nitelemesinden, güzel sanatlara şaşı bakışına kadar davranışlarını sorgulamayan kişi de Gezi ile uyanıyor; açıklamalarıyla başbakanından ne kadar ayrı düştüğünü kanıtlama uğraşına giriyor. Milli Eğitim Bakanı, kimi AKP milletvekilleri ve İstanbul Valisi ile bu örnekler çoğaltılabilir. On bir yıla yaklaşan iktidarı boyunca Başbakan’a bakan, milletvekili ve bürokrat olarak eşlik eden; dolaylı olarak destek olan iç ve dış çevrelerin tamamının Gezi’ye giden süreçteki sorumlulukları ya da suçları, Gezi’nin gölgesine sığınılarak, birdenbire görmezlikten geliniyor. Gezi bağlamında AKP iktidarının tamamı suçlanacak yerde, yanlış bir tutumla, yalnızca Başbakan suçlanıyor! Başbakan da değişmedim vurgusuyla olaya şiddetle el koyduğunda ona karşı imiş gibi görünenler inanılmaz bir hızla yeniden arkasında saf tutuyor! Böylece AKP’nin iç çelişkilerine bağlanan umutlar da buharlaşıyor. HHH AKP eliyle ülkenin evrensel insan hakları değerlerinden ne kadar uzaklaştığını bir kez daha kanıtlayan ve bu nedenle de özgürlükçü dış kamuoyundan tam destek alan Gezi, kendisini hiç anlamayan iç siyasette de deprem etkisi yapıyor. AKP’nin Gezi’yi siyasetin gündemini değiştirme amacıyla kullanma uğraşları bir yana, tüm partiler tam anlamıyla birer serseri mayın görüntüsü çiziyor. Bir farkla ki muhalefet, buradan AKP’yi değil, Başbakan’ı yıkacak bir kıvılcım doğar ümidiyle Gezi sürecinin başarılı olması için, elinden gelen tek şeyi yapıyor; dua ediyor! Oysa çok değişik görüşlerin hoşgörü içinde kaynaştığı bir özgürlük ve barış hareketine dönüşen Gezi, özgürlükçü bir anayasa yapılmasına ve Kürt sorununun barışçıl çözümüne katkı yapacak bir çekirdeği ya da özü de içinde taşıyor. Siyaset bu özgürlükçü çekirdeği çağdaş bir demokratikleşme enerjisine dönüştüremiyor. HHH Yukarıdaki fotoğrafın sonucu açıktır. Ülkede estirilen bu düşünsel rüzgâra bakılırsa, eğer Başbakan giderse, ki kimilerine göre kesin gidicidir, ülke, siyasi partiler dahil derhal demokratikleşecek; hukuk devleti hemen oluşacak; yargı bağımsızlaşacak; eğitim çağdaşlaşacak; bilime ve sanata artık şaşı bakılmayacak; basın ve TV özgürleşecek; sendikal haklar tam işleyecek; üniversite özerkleşecek… Öyle mi? Tek kişinin gidişine dayalı bu kadar sığ düşünce ve bu ölçüde toplumun gerisinde kalmış, azgelişmiş siyaset anlayışıyla daha çok “Gezi” beklenir! Gezi Parkı Direnişi’ni örgütledi diye hükümet sosyal medyayı adeta göz hapsine aldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Twitter denilen bir bela var’ sözlerinden sonra Türkiye’de sosyal medyaya karşı her zamankinden daha büyük bir tehdit algısı yerleşmeye başladı. AKP hükümetinin TBMM’ye sunduğu Onuncu Kalkınma Planı’nda sosyal medya ve internetin aile üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik tedbir alınmasının hedeflenmesi, Gezi Parkı eylemlerinin örgütlendiği sosyal medyaya yapılacak sansürün sinyalini verdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Twitter denilen bir bela var” sözlerinden sonra Türkiye’de sosyal medyaya karşı her zamankinden daha büyük bir tehdit algısı yerleşmeye başladı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yetkilileri, Twitter’ın Türkiye’de yasal zemini olmadığına işaret ederek “Reklam alıyorlar ama Türkiye’de tek kuruş vergi ödemiyorlar. Facebook ve YouTube gibi Türk Ticaret Kanunu’na tabi bir şirket kurmaları gerekiyor” açıklamasını yaptı. Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı ise Gezi Parkı olayları ile ilgili olarak Twitter’da geçilen yaklaşık 5 milyon tweet’i incelemeye aldı. Polis, protestocuların telefonlarına indirdikleri, Zello adlı programla yaptıkları konuşmaları da dinledi. AKP’nin sosyal medyadan sorumlu başkan yardımcısı Ali Şahin ise “Yalan tweet bomba yüklü araçtan daha tehlikeli. Sosyal medyaya yasal düzenleme şart” açıklamasını yaparak sosyal medyaya göz açtırılmayacağının tehdidinde bulundu. Ancak uzmanlara göre tıpkı 5651 sayılı internet sansür yasası veya Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun merkezi filtresi gibi bu düzenleme de anayasaya ve bağlı bulunulan uluslararası sözleşme lere aykırı olacak. Gezi Parkı eylemleri için Ankara, İstanbul ve İzmir’de savcılıklar sosyal medyada halkı isyan ettikleri ve propaganda yaptıkları iddiasıyla soruşturma açıp “Twitter gözaltıları” yaparken, bazı basın kuruluşları da Twitter’da hükümeti eleştiren kişilerin, kuruluşların, holdinglerin hesaplarını manşetlerinden vererek açık hedef haline getirdi. İnternet Teknolojileri Derneği (İNTED) Başkanı Doç.Dr. Mustafa Ak Engellemek mümkün değil gül, Başbakan’ın Twitter’i “baş belası” diye nitelemesinde sosyal medyaya yeni bir düzen getirileceğini anladıklarını belirterek “Türkiye’nin artık bu yasak refleksinden vazgeçmesi gerekiyor. Vatandaşın bilgilendirilmesi zorunlu. Sosyal medya ile ilgili bir yasa yok. İnsanlar sosyal medyada yazdıkları için basın kanunu ya da ceza kanununda var olan suçlarla yargılanıyorlar. Bu hukuka aykırıdır. Sosyal medya bir gerçek artık bunu engellemek mümkün değil. Böyle bir yasakçı zihniyet ülkeye zarar verir” diye konuştu. Dünyanın yarısı internete bağlanacak Cisco’nun açıkladığı Yıllık Görsel Ağ Endeksi’ne göre 2017 itibarı ile dünyanın tahmini nüfusunun (7.6 milyar) yüzde 48’inden fazla (3.6 milyar) internet kullanıcısı olacak. 2012’de toplam 2.3 milyar internet kullanıcısı vardı ve bu rakam dünya nüfusunun (7.2 milyar) yüzde 32’sine denk geliyordu. Küresel ağ bağlantısı (sabit/ mobil kişisel cihazlar, M2M bağlantılar) 2012 2017 arasında 12 milyardan 19 milyara çıkacak. 2012’de internet trafiğinin yüzde 26’sı kişisel bilgisayarlar haricindeki cihazlar tarafından yaratılıyordu. Ancak 2017 itibarı ile bu cihazlar internet trafiğinin yüzde 49’unu kapsayacak. Giyilebilir şarjlar geliyor İngiltere’deki Southhampton Üniversitesi’nin Vodafone için geliştirdiği telefon şarj eden şortlar ve uyku tulumları sayesinde bundan böyle priz bulma derdi kalmayacak. ‘Power Shorts’ adlı şort, giyenin hareketlerinin yarattığı kinetik enerjiyi telefonu şarj etmek için kullanıyor. ‘Recharge Sleeping Bag’ adlı uyku tulumu ise içinde uyuyan kişinin vücut ısısını kullanarak telefonu şarj ediyor. Yapılan testler şortları giyerek bir gün boyunca yürüyüp dans etmenin telefona saatler boyunca yetecek şarj sağladığını ortaya koydu. Uyku tulumunda geçirilen bir gece ise telefonun 11 saat çalışmasına yetecek şarj sağlamayı başardı. Teknolojinin lokomotifi cep telefonu Her ay en az 1 milyon adet ürünün satıldığı cep telefonu segmenti, Türkiye’de teknolojik ürünler pazarının liderliğini elinde bulunduruyor. Gold Teknoloji Marketleri Pazarlama Müdürü Kılınç Orhan Erdemir’in verdiği bilgilere göre, Türkiye pazarındaki cirosal ürün dağılımında, cep telefonu segmenti yüzde 34 oranla pazarın lideri konumunda. En yakın takipçisi beyaz eşyanın oranı yüzde 23 seviyesinde. Başbakan’ın ülkeyi, toplumun, dünyanın rızasını alarak ya da rızasını alıyormuş gibi göstererek yönetmeyi başardığı o “cennet” günleri artık geride kaldı. Başbakan bu “cennet”ten, polisin, Gezi Parkı’na acımasızca saldırdığı sabah kovuldu. Metafora devam edersek, o artık bir “günahkârdır”. Başbakan, o günden bu yana bu “günahın” kefaretini ödemeye çalışmak yerine, ünlü 7 günahtan, öfke, gurur, ihtiras gibi yeni eklemeler yapmaya devam ediyor. Bu yüzden de onun “dönülmez akşamın ufkunda” olduğunu söyleyenlerin sayısı artıyor. Zamanın maddesini “Büyük Durgunluk”, ruhunu da “Arap Uyanışı”, İşgal Hareketi ve “Sanal Uzay” savaşları (sosyal medya, hackers, istihbarat kompleksleri) üçlüsü oluşturuyor. AKP Türkiye’si, BOP’da ilk “rejim değişikliğinin” örneğiydi, bir sivri akıllının iddia ettiği gibi “Arap Baharı”nın değil: Bu yüzden AKP, Zeitgeist içinde bir anakronizm oluşturuyor. İçerde toplumsal muhalefet sessiz kaldığı, dışardan “Erdoğan Rules! O.K!” şakşakları duyulduğu, medya AKP’nin çaldığı düdüğe göre zıpladığı sürece bu anakronizm, “yetmez ama evet”le desteklenen bir “demokratikleşme” fantezisinin aracılığıyla gizlenebildi. Tüm bunların cazibesiyle gözleri kamaşan AKP, kendini “ebed müddet iktidar” sanmaya başlamıştı ki, realitesi ortasından çatlayıverdi. Şimdi Başbakan ve partisi hiç alışık olmadığı bir durumun içindedir. Kafalarındaki dünya resmi, dünyanın nesnel durumuna uymadığı için, yaşadıklarını anlayamadan kocaman gözlerle, Taksim’den yükselerek ülkenin büyük kentlerinin bulvarlarında meydanlarında yankılanan seslerin, bu seslere dünya kentlerinden gelen destek mesajlarının, düne kadar kendisine övgüler yağdıran dünya medyasının “sultan, diktatör, otokrat” suçlamalarının, “izleğinin metnini kaybetti” türü alaycı yorumlarının, “Sen meydanı bırak önce partine bak” türü uyarıların, ABD ve AB gibi büyük güçlerin kendisine salladığı parmakların karşısında öylesine Gezi Parkı’ndaki Işığın Gösterdiği duruyorlar: Bize ne oldu? Neden şimdi buradayız? Başbakan, bu durumdan çıkmak için çırpındıkça daha da batıyor. Başbakan’ın başdanışmanı CNN’de Amanpour gibi aslında kolaylıkla uzlaşması beklenen bir gazetecinin karşısında, Batı’dan hesap sorarak üste çıkmaya çalışırken hem komik, zavallı duruma düşüyor hem de AKP’nin uluslararası imajına bir çizik daha atıyor. Başbakan sözlerinin, tehditlerinin etki yapmadığını hissettikçe sertleşiyor. Eski müttefiki Cemaat’ın sert muhalefetinden, elindeki kozları, arkasındaki güçleri düşünerek korkuyor. Partisi de korkuyor, “Nereye gidiyoruz?” gibisinden cılız da olsa ilk kez bazı sorgulayan sesler geliyor. Bu koşullarda Başbakan’ın refleksleri kendini, iktidarını, ülkeyi ikiye bölme pahasına korumaya, adeta son savaşına girmeye hazırlanan bir politikacı izlenimi veriyor. İster istemez akla epeyce çılgın imparator görmüş bir uygarlığın “Quem deus vult perdere, dementat prius” (Tanrılar yok edecekleri insanın önce aklını kaçırtırlarmış) uyarısı geliyor. Başbakan’ın toplumsal desteği azalırken düşmanları çoğalıyor; ABD ve Avrupa açısından, bölgede büyük stratejik öneme sahip bir ülke olarak Türkiye’yi kimin, nasıl yönetmeye devam edeceğine ilişkin zor ve kaygı verici bir soru şekilleniyor. Bu merkezlerde uzmanlar, “kullanıp atma, hatta Marcos, Saddam, Mübarek örneklerinde olduğu gibi çöpe atma alışkanlığıyla” başlarını kaldırarak aranmaya başlıyorlar. Zamanın yeni ruhu (Zeitgeist) ski ve yeni hazin ve epik Başbakan açısından hazin bir durum bu. Bu durumu görerek değişmeyeceği ya da çekip gitmeyeceği için, Türkiye halkları açısından ise tamamlanana kadar büyük özveriler, yeni kahramanlar, hainler, kurbanlar isteyecek olan bir “epik tragedya”... AKP zamanın ruhu içinde bir anakronizm oluşturur, giderek yalnızlaşırken Gezi Parkı hem zamanın ruhuna, maddesine tümüyle ait hem de bu nedenle bu “epik tragedya” içinde yalnız değil. Gezi Parkı olayıyla birlikte “Burası Tahrir değil” tartışmasının başlaması, bu yalnız olmama durumunun ilk göstergesiydi. Tabii ki Gezi Tahrir değil, nasıl Tahrir, Porto del Sol, Zucotti Park, Sintagma Meydanı değilse... Evet, bunların hepsi özgün olaylardır ama hep birlikte ortak bir zamanı, evrensel boyutu paylaşıyorlar. Geçen hafta Sao Paulo halkı sokaklarda gazlanırken hükümete, “Aşk bitti, Türkiye burada” diye bağırıyordu. Biraz teori alanına geçmeme izin verirseniz “yeni olanı”, Gezi “olayı”yla ilgisini göstermeyi deneyebilirim. Kapitalizmin krizi içinde, değişim, dönüşüm süreçlerinin bir E parçası olarak Fordist sermaye birikim rejimi tasfiye olurken kitlesel sanayi üretimi, fabrika işçisi, örgütleri, kültürü ve alışkanlıklarıyla, değişik yerlerde farklı hızlarda eriyor ya da bir mutasyon geçiriyor. Sermayenin yeni teknolojilerle dönüştürdüğü, ve/veya yeni girdiği, bilişim ağlarına bağlanmaya başladığı alanlarda oluşan maddi, simgesel, duygulanım yaratıcı (affective) üretimin üzerinde yeni bir sınıf tarih sahnesine çıkıyor. Foucault’un “disiplin toplumu” olarak tanımladığı, bireyi kurumlar içinde, bedene esas olarak dıştan dayatılan disiplin ve cezalandırma rejimiyle zapt eden “rejim”, siyasi partileri, kitle sendikaları, kamusal eğitim ve sağlık kurumlarıyla birlikte dağılıyor. Yeni şekillenmekte olan sınıfın bireylerinden artık disiplini içselleştirerek kendi kendini disiplin altına alması, sermayenin gereksinimlerine göre sürekli eğitmesi, yenilemesi, işgücünün tüm yeniden üretim sorumluluklarını bireysel düzeyde omuzlaması isteniyor, böylece Gille Deleuze’ün deyişiyle bir “kontrol toplumu” şekilleniyor. Bu tarih sahnesine çıkan yeni işçi sınıfı, bu geçiş sürecinde hem “disiplin toplumu”nun hem de “kontrol toplumu”nun baskısı altına girmeye zorlanıyor. Bu baskının etkisiyle değişmeye, kendi başının çaresine bakmaya zorlanmanın gerginliğiyle, bu sınıfın bireyi, sorunlarını öncelikle “ekmek peynir sorunu” değil, özgürlük, özgünlük ve haklar sorunu olarak algılıyor. Bu birey, devletin ve uzmanların kendisini rahat bırakmasını, yaşamına karışmamasını istiyor, farklı ülkelerde, farklı iktidarlara karşı ama aynı taleplerle, aynı yöntemlerle, aynı örgütlenme biçimlerini ve teknolojileri kullanarak baş kaldırıyor. Baş kaldırmaya başlayınca daha önce edindiği somut aidiyetleri (dini, etnik, siyasi) aşarak ortak bir evrensel özgürlük talebinde birleşmeye başlıyor. Tarih bu sınıftan yana. Gezi Parkı Direnişi’nde, Ankara, İzmir sokaklarında bu hızla büyümekte, iradesini ortaya koymakta olan bu genç proletaryanın gücü, sesi, “epik tragedyası” yankılanıyor. Fiş fatura biriktirme dönemi yeniden başlıyor Ekonomi Servisi Maliye Bakanlığı, kayıtdışı önlensin, herkes fişfatura kessin diye yazar kasalarla uyumlu yeni POS cihazlarını devreye sokmaya hazırlanıyor. Mükellefler 1 Temmuz’dan itibaren kademeli olarak bu yeni nesil cihazları kullanmak zorunda olacak. Böylelikle tüm ekonomik faaliyetler anlık olarak izlenebilecek. Konuyla ilgili tebliğ Resmi Gazete’de yayımlandı. Seyyar POS cihazı kullananlar ile yol kenarı otopark hizmeti verenler için zorunluluk 1 Temmuz’da, diğer mükellefler için ise 1 Ocak 2016’dan itibaren başlayacak. Kaydedilen bilgiler Gelir İdaresi Başkanlığı’na şifrelenmiş olarak gelecek ve üçüncü kişilerin ulaşmaması için teknik tedbirler alınacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle