18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 MAYIS 2013 SALI CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 19 ‘Baba, Oğul ve Kutsal Roman’ ile Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’nü alan Murat Gülsoy ‘Edebiyattan umutluyum’ 56 metrekarelik ulusal standda 1500 eser ASLI ULUŞAHİN Lalelerle Geldiler Fındıklı Parkı’nda oturmuş, başımıza gelenleri ve gelecekleri konuşuyoruz. Ülkede olup bitenlere üzülmek, sinirlenmek, endişelenmek, çıkış aramak arasında, her zaman olduğu gibi, yine acı çekiyoruz. Bizi hırpalayan, anlayamadıklarımız değil, anladıklarımız. Arkadaşım, “Mitra’yı hatırlıyor musun?” diyor, “Hani, Tayyip Erdoğan yeni belediye başkanı olmuştu; İstanbul’un her yerine laleler dikilmeye başlanmıştı. Mitra, parka dikilen laleleri görmüş ve birden ‘Geliyorlar; buraya da geliyorlar. Biz anlamamıştık. Siz de anlamayacaksınız. İş işten geçtikten sonra fark edeceksiniz. Bunlar... İran’a da lalelerle gelmişlerdi’ diye ağlamaya başlamıştı.” Hatırlıyorum. Mitra, İran’daki İslami devrimden kaçan bir ailenin kızıydı. Bizimkine hiç benzemeyen, henüz benzemeyen, bir hikâyesi vardı. Üçümüz, üniversitedeyken tanışmıştık. Seksenli yılların sonuna doğru. Ben Edebiyat Fakültesi’nde okuyordum, onlar Mimar Sinan’da. Hepimiz yirmili yaşların başındaydık. Bizim, büyürken sezgilerimizle bulduğumuz özgürlük hedefi, yaşadığımız toplumun özgürlük anlayışından farklıydı. Yakın geçmişteki siyasi kırılmalar, 80 öncesi kurulan hayalleri zincire vuran tedirgin edici bir değişim sürecine girdiğimizin sinyallerini veriyordu. Evet, ülke hızla değişiyordu ama nereye doğru evriliyordu... bilmiyorduk. Henüz bilmiyorduk... Üniversitelerdeki türban tartışmasının alevlendiği yıllardı. Biz, kendini ifade etmenin farklı yollarını arayan çocuklardık. Her türlü toplum ve devlet baskısına karşıydık. Yasak kelimesine savaş açmıştık. Türban yasağının yanında olmamız mümkün değildi... Ama türbanı desteklememiz de mümkün değildi. Çünkü türban, dini baskıları meşrulaştırmayı hedefleyen bir simgeydi. “Özgürlük” kelimesinin arkasına gizlenen bir esaret halini onaylama tutarsızlığıydı. Kadının feodal toplumdaki yerini tarif eden sinsi bir dilin ikiyüzlü kelimesiydi. Akıldışı bir felsefenin, akılcı felsefelerin dayanaklarıyla kendi akıldışılığını dayatma kurnazlığını anlayabilecek kadar akıllıydık ve aklımız bizim çaresizliğimizdi. Mitra “Buraya da geliyorlar... Lalelerle geliyorlar” diye ağladığında, İran’da yaşananlarla Türkiye’de o sırada yaşanmakta olanlar arasında bağ kurabilen insanlar henüz öldürülmemişti; onların akılları akıldışı tariflerle kötülenmemişti. Laiklik kelimesinin bir gün, aydın sandığımız insanların dilinde bile bir küfre dönüşebileceğini bilmiyorduk. Lale ve Allah kelimelerinin ebcet değerinin aynı olduğunu da bilmiyorduk. Devrimden hemen sonra İran bayrağındaki aslan ve güneş amblemlerinin kaldırılıp yerine sembolik bir lale figürü şeklinde Allah yazısı koyulduğunu da bilmiyorduk. Mitra, sadece çok ama çok üzgündü, onu biliyorduk; ve üzüntüsünü gençliğin melankolisiyle, lalelerde şiirleştiriyor sanıyorduk. İran’daki İslam Devrimi’nin üzerinden on beş, 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden on dört İranIrak savaşının bitmesinin üzerinden beş yıl geçmişti. Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı olmuştu. Şehrin parklarına laleler dikiliyordu ve Mitra adlı İranlı bir genç kız Fındıklı Parkı’nda oturmuş, sadece kendi geçmişi için değil, bizim geleceğimiz için de gözyaşı döküyordu. O günlerin üzerinden çeyrek asır geçti. Mitra buradan da göçüp Amerika’ya gitti. Tayyip Erdoğan başbakan oldu. Şehirde artık her yıl lale festivali düzenleniyor. Sadece Gülhane Parkı’nda 32 ayrı türde 265 bin lale... Biz Fındıklı Parkı’nda oturmuşuz. Şiddetli bir lodos var. Sırtımızı ufak bir tepeye vermişiz. Tepedeki herkes, son günlerde gazetede yazılanlara baka baka, Türkiye’nin başına gelenleri, gelebilecekleri ve gelemeyecekleri tartışıyor. Dalgalar kıyıda patladıkça içimiz ürperiyor. Mitra’yı hatırlıyoruz. Haklıymış. Evet, lalelerle... gerçekten lalelerle gelmişler. Türkiye ilk kez BookExpo’da Kültür Servisi New York’ta bugün başlayacak BookExpo America Kitap Fuarı’na ilk kez Türkiye de katılıyor. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Kuzey Amerika yayıncılık endüstrisinin u Bugün yıl içindeki en büyük başlayıp 1 buluşması Haziran’a olan ve New kadar sürecek York Javits BookExpo Convention Center’da America Kitap düzenlenecek Fuarı’na ilk BookExpo kez Türkiye de America Kikatılıyor. tap Fuarı’nda uluslararası yayıncıların birlikte yer aldığı bölümde yer alan 621 No’lu stantta temsil edilecek. 56 metrekarelik Türkiye ulusal standında, Türkiye’den çeşitli yayınevlerine ait toplam 1500 eser sergilenecek. Öte yandan ülkemizden telif ajanslarının kitap fuarına katılımı da Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Uluslararası Kitap Fuarları Türkiye Ulusal Organizasyon Komitesi tarafından destekleniyor. Türkiye’den 5 telif ajansı Uluslararası Telif Merkezi’nde yerlerini alacak. 1 Haziran’a kadar sürecek fuar boyunca, konferanslar ve özel etkinliklerin düzenlenecek. Son iki yıla kadar yalnızca profesyonellerin katılabildiği BookExpo Amrica Kitap Fuarı, 2012 yılından bu yana halkın ziyaretine açık. Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü bu yıl “Baba Oğul ve Kutsal Roman” adlı eseriyle Murat Gülsoy’un oldu. Gülsoy’a ödülü bugün Fransız Sarayı’nda, Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Laurent Bili’nin himayesinde yapılacak törende sunulacak. NDS Edebiyat Ödülü Jüri Başkanı Tomris Alpay eseri “zamanın ve gerçeğin göreceliği, kişi ve mekânın değişkenliği üzerine kurulu içsel bir yolculuk” olarak tanımlıyor. Aynı zamanda bu eser, Gülsoy’un edebiyata ve ilişkilere bakışının kodlarını açık eden bir referans metin olarak da değerlendirilebilir. Sait Faik Armağanı ve Yunus Nadi Roman Ödülü’nün ardından Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’nün sahibi oldunuz. Ödüller bir yazarın serüvenine neler getirir? Günümüzde edebiyat, kültür endüstrisinin ürünlerinden birine indirgenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Satış rakamlarının tek ve nihai belirleyici olması buu “Yaşadığımız Bu roman, dediğiniz ginun en önemli göstergeledünya her şeyi bi, edebiyattaki referanslarırindendir. Bir avuç nitelikli ehlileştiriyor” ma bir saygı duruşunun ifadeedebiyat okurunun çer çöp si. Benim tüm temalarımı baiçine boğulmuş edebiyat pidiyen Gülsoy, rındıran bir kitap. Bilinçli olayasasında hakiki edebiyaher şeye karşın rak bir hesaplaşma, daha doğta ulaşmasını ciddi edebiyat edebiyattan rusu genel bir muhasebe süeleştirisi ve titizlikle yürüreci oldu. O yüzden de özelumutlu. “Çünkü” tülen edebiyat ödülleri sağlikle beni ben yapan yazarları layabilir. Edebiyat ödüllediyor, “bir kalem ve yapıtlarını bu romana darinde kıstas nitelikli edebive bir deste kâğıtla vet ettim, hikâyeye, kurguya, yattır. Yazar açısından da atmosfere sızmasına isteyerek ‘Suç ve Ceza’yı bu çok önemli bir geri bilçanak tuttum. Borges, Kafdirimdir. yazabilirsiniz.’ ka ya da Tanpınar olmasaydı “Baba Oğul ve ben bu şekilde yazamazdım. Kutsal Roman”da, Kurmacanın olanaklaOlric’ten Gollum’a, Ahmet Hamrıyla uğraşıyorsunuz. Örneğin son rodi Tanpınar’dan Attilâ İlhan’a, manınız “Nisyan” bunun bir örneği. Borges’ten Nabokov’a, Kafka’ya uzaBugün roman türünün değişim içinde nan bir izlekle karşılaşıyoruz. Bu izleolduğunu, başka bir roman anlayışının ğin, sizin edebiyatınızdaki izdüşümü yaratıldığını ya da yaratılması gerektinedir? ğini söyleyebilir miyiz? Söylemek isterdim tabii ama söyleyemiyorum. Ben arıyorum. Aramayı sürdüreceğim. Ama edebiyat böyle olmalı, şöyle yapılmalı diye cümleler kuramam. Bugüne kadar edebiyatta en çok karşı olduğum bu otoriter tavırdır. Edebiyat, sanat hesaba gelmez, garantisi yoktur; şaşırtır, güvenli, güvenilir ve emin değildir. Oysa yaşadığımız dünya, içinden geçtiğimiz dönem her şeyi ehlileştiriyor. Edebiyatın buna ne kadar direnebileceğini bilmiyorum. Örneğin sinema sanatı direnemedi. Büyük kitleleri sinema salonlarına dolduran yapıtlar bundan 4050 yıl önce yapılanlardan çok daha ilkel. Edebiyat için hâlâ bir umut olduğunu düşünüyorum, çünkü bir kalem ve bir deste kâğıtla “Suç ve Ceza”yı yazabilirsiniz. Dolayısıyla ben gelecekten umutluyum. Romanınızdaki “yaşandıkça yazılan, yazıldıkça yaşanan” vurgusunun kıymetli olduğunu düşünüyorum. Yine romanda “projeci yazarlar”a bir isyan var. Proje romanlara karşı, yaşayan romanlar yaratmak için sizce neye ihtiyacımız var? İlk modern romanın yaratıcı olduğu söylenen Cervantes’e göre ihtiyacımız olan tek şey içtenliktir. İçtenlik, yazarın kendisini gerçekten sınırlayan meselelerle mücadele etmesi demektir. Moda akımlar, ideolojiler, otoritelerin görüşleri, eleştirmenlerin söyledikleri, okurların beklentisi yönünde yazmamaktır. Tersinden de söyleyebiliriz: Tüm bunlarla, bu sınırlamalarla çarpışmasıdır. Çünkü insan zihni bir sınırla karşılaştığında yaratıcı olmaya başlar. İnsanın yazdıklarını bir proje olarak görmekten kurtulabilmesinin yolu bence içe bakıştan geçiyor. Yazar kendi içine acımasız bir gözle bakabildiği oranda hakiki sanata yaklaşır. Ben elbette, satış kaygısıyla yazılan kitapları küçümsüyorum, okurların bu kitaplarla zaman kaybetmek yerine hakiki edebiyatı arayıp bulmalarını öneriyorum. GALERİ ESSENCE ALTI NOKTA KÖRLER VAKFI YARARINA ‘DOKUN BANA’ SERGİSİNİ AÇIYOR Dokunarak görebilmek ÖZNUR OĞRAŞ 18. GENEL KURUL Kültür Servisi Türkiye Yazarlar Sendikası’nın (TYS) 18. Genel Kurulu, sendikanın genel merkezinde önceki gün ve dün gerçekleştirildi.TYS 18. Genel Kurulu’nda yapılan oylama sonucunda; Mustafa Köz, Kâmil Tekin Sürek, Müslim Çelik, Ertan Mısırlı, C. Hakkı Zariç, Leyla Şahin, Nurullah Can, Tahir Şilkan ve Suna Aras yönetime seçildi. 1974 yılında Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Adnan Özyalçıner, Tomris Uyar, Bekir Yıldız, Leyla Erbil, Turgut Uyar, Orhon Murat Arıburnu, Adalet Ağaoğlu, Nihat Behram ve Ali Özgentürk’ün girişimiyle kurulan Türkiye Yazarlar Sendikası, yazarların hukuki, sosyal, kültürel, ekonomik temel hak ve özgürlüklerini korumayı amaçlıyor. Galeri Essence, bugünlerde sıra dışı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Görme engellilere yönelik farkındalık yaratmak amacıyla, Altı Nokta Körler Vakfı yararına bugün açılan “Dokun Bana” sergisi, resim, heykel, gravür, rölyef, enstalasyon, seramik, tekstil ve fotoğraf gibi farklı disiplinlerden 17 sanatçının toplam 40 yapıtına yer veriyor. Sergi kapsamındaki yapıtlar üçboyutlu ve onlara dokunmak serbest. Sergiyi karanlık bir ortamda geziyorsunuz, hatta isterseniz gözlerinizi size verilen siyah bir bantla bağlayabilirsiniz. Bunun amacı ise kendiniGünseli Toker Toker’in sergide yer alan çalışması. TYS yönetimi seçildi u Görme engellilere yönelik farkındalık yaratmak amacıyla, Altı Nokta Körler Vakfı yararına bugün açılan “Dokun Bana” sergisi 17 sanatçının toplam 40 yapıtına yer veriyor. zi bir görme engelli yerine koyabilmeniz, bir başka deyişle onların ne hissettiğini anlamanız, yapıtları dokunarak görebilmeniz... Serginin küratörlüğünü yapan Günseli Toker, “dokunmak”, “dokundurtmak” yoluyla, engelli kişilerle empati kurarak onlara sizinleyiz demek istediklerini söylüyor. Yedi yıldır yurtiçi ve yurtdışında Türk ve yabancı sanatçıların sergilerini düzenleyen Toker, “Biz 80’li yıllarda mezun olmuş, 30 yıllık tecrübeye sahip profesyonel sanatçılarız. Sanatçı duyarlılığı ile duygularımızı, tepkilerimizi ve söylemek istediklerimizi sanat yoluyla anlatabiliyoruz” diyor. Yurtdışında engellilerin sanatın içinde olduğunu ve birçok sergi düzenlediklerini söyleyen Toker, devletin onlara en iyi kültür merkezlerinde, en iyi galerileri verdiğini; her şeyin sponsorluğunu üstlendiğini söylüyor. Türkiye’de ise böyle bir desteğin olmadığını belirten Toker, “Ben Türkiye’de engellilerin düzenlediği bir sergiyi izleyebilme şansını yakalayamadım maalesef. Gönül ister ki engelli arkadaşlarımız hem sanat yapabilsinler hem de izleyebilsinler.” Mine Akın, Erhan Şanal, Vildan Baydemir, Recep Baydemir, Hakan Kürklü, Günseli Toker, Serap Gümüşoğlu, Mediha Aşkın, Münevver Cillov, Merih Kurtul, İldem Arabacıoğlu, Mehmet Özcan, Gülgün Tekin, Fuat Çağatay, Ertuğ Atlı, Cahide Erel ve Birsen Apça’nın yapıtlarının bulunduğu sergiye destek verenler arasında Mustafa Toner, Berrin Yoleri, Essence Galeri’nin sahibi Cahide Erel ve oyuncu Engin Hepileri yer alıyor. “Dokun Bana” sergisi, 4 Haziran’a kadar açık. n Kültür Servisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı Genel Müdürü Görgün Taner, Avrupa Kültür Vakfı (European Cultural Foundation) Yönetim Kurulu Başkanı seçildi. 2006’da Avrupa Kültür Vakfı’nın danışma kurulunda, 2007’de ise yönetim kurulunda yer alan Taner, 23 Mayıs’ta vakfın Amsterdam’daki merkezinde yapılan toplantıyla görevine atandı. Taner ile birlikte yönetim kurulu üyeliğine ise Nike Jonah (İngiltere), Christophe de Voogd (Fransa) ve Maria Hlavajova (Slovakya) getirildi. Görgün Taner Avrupa Kültür Vakfı Başkanı seçildi EMEK BİZİM İNİSİYATİFİ’NDEN BAŞKAN DEMİRCAN’A ÇAĞRI: ‘Ruhsatı iptal et’ İstanbul Haber Servisi Tarihi Emek Sineması’nın yıkılmasını protesto eden sivil toplum kuruluşları ve sanatseverler dün Beyoğlu Belediyesi önünde eylem yaptı. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ile görüşmek isteyen eylemcilere polis müdahale etti. Beyoğlu Belediye Binası önünde buluşan “Emek Bizim İstanbul Bizim İnisiyatifi”, “Emek’in yıkımından sorumlusun, ruhsatı iptal et!” yazılı pankart açtı; “Kamu burada Misbah nerede?”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganlarını attılar. Grup adına basın açıklaması yapan inisiyatif üyesi Hande Gülen, 1993 yılında Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü ve Kamer İnşaat arasında imzalanan protokolle Emek’in yıkılmasının mümkün olmayacağını vurgulayarak “Emek Sineması, bir alışveriş merkezi uğruna yıkılmıştır. Sermayenin rant çılgınlığına kurban edilmiştir. Sermaye gruplarının talebiyle hazırlanan raporlarla tüm bu etik dışı uygulamalar meşrulaştırılmaktadır” dedi. (Fotoğraf: SERCAN MERİÇ)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle