22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 ARALIK 2013 PAZAR 16 Erkek milletinin, ‘Çok Üstün Küçükbaşı’na tapınma illetini konu alan yazılarımı buraya kadar okuduysanız, aklınıza bir soru takılmış olması gerek: Yazının henüz icat olmadığı en eski çağlarda, kadının erkeğe üstün sayıldığı anaerkil toplum yapısından söz edilir. Ne zaman, ne olmuştur da kadınlık aşağılanıp erkeklik yüceltilmeye başlanmıştır? Bana bu yazıları esinleyen İngiliz yazar Tom Hickman’ın gerçekten dört dörtlük incelemesi “Tanrı’nın Zamazingosu” kitabında verdiği bilgilere göre, toplumsal yapıyı tersyüz eden bu denge değişikliği de tıpkı bugünkü gibi bir cehalet ürünü. Tarih Öncesi anaerkil toplum yapısında kadının erkeğe üstün sayılması, doğurganlık olgusunda erkeğin kendi katkısını bilmemesinden kaynaklanıyor! Doğuramayan erkek, doğurabilen kadını “mucize yaratıcı” kabulleniyor. Ama henüz küçükbaşın vesayetine girmeyen büyükbaşı, küçük ve büyükbaş hayvan yetiştirmeye başladığından öteye; “sahada” yaptığı gözlemlerle dölleme sürecinde hayvan pipisiyle kendi pipisi arasında ilinti kurmakta gecikmiyor. HHH Doğum mucizesindeki tohumculuk önemini keşifle birlikte, erkeğin henüz elyordamı bilgiler dışında tın tın boş büyükbaşı, cehaletin bir ucundan öteki ucuna savruluyor ve bu kez, pipisini “yaratıcı” sanıp, tapınmaya başlıyor. Ama o gün de bugün olduğu gibi, asla ve kat’a kadın ile erkeğin yaşam mucizesini birlikte yarattıklarını, dolayısıyla eşit olmaları gerektiğini düşünmüyor. Egemenliği paylaşmak istemiyor. Varsa yoksa üstünlük peşinde, çünkü tapınmak ihtiyacında ve üstün olana tanrı deniliyor! Cahil büyükbaşın beyinsiz küçükbaşını kutsayıp tapınması, sözlüde öyle bir boyuta ulaşıyor ki, yazının icadından sonra ilk ve tabii ki erkek bilginlerin de cana dair üzerine eğildikleri ilk bilgi kaynağı pipi oluyor. Ne var ki bu yarı bilginler, pipinin anatomisini anlamaktan çok, inandıkları organlarını dışa, erkeğin cinsel organlarını da içe doğru tersyüz ederseniz, iki fizyolojinin tıpatıp benzer olduğu görülür.” Yok artık, diyeceksiniz, ama inanın o çağlarda cehaletin dibi yok (şimdi var mı?). Bergama’da doğup, Roma’da “sanatını” icra eden Galenus’un, kadının geri kalmışlığını ve erkeğin ileri gitmişliğini açıklayan savı, Hıristiyanlığın birinci yüzyılını geride bırakan ruhbanın pek işine geldi. Galenus’un insanın tek cins, kadının da gelişimini tamamlamamış erkek olduğu zırvası, Katolik Kilise tarafından “dogma” ilan edilip, öyle birkaç yüzyıl değil, ta Rönesans’a kadar doğruluğu tartışılmaz doktrin olarak kutsandı. HHH Ama cehaletin döllediği en acıklı bellek mirası, yüzyıllar sonra toplumsal alana “sol” kavramıyla dönecek olan yanılgıydı: Aristoteles, bir sonraki yazıda açıklayacağım tuhaf çıkarsamalar sonucu; erkek çocuk taşıyan spermanın mükemmel olan sağ testisten, kız çocuk taşıyan spermanın gelişmemiş sol testisten geldiğine hükmetti. Ve bunları yazıya döktü! Söz uçar, yazı kalır derler ya… Doğrudur. Tarihi, gerçeği söyleyenler değil, yalanı bile yazanlar değiştirmiştir. Aristoteles’in bu hükmünden öteye, erkek çocuğun ana karnının sağlam sağında, kız çocukların ise sakat tarafı, solunda geliştiği düşüncesi yaygınlaştı. Spermanın kızı erkeği yokmuş, ana karnının sağı solu birmiş, kız çocuklar erkek çocuklardan daha dayanıklı olurmuş, ne gam? Aristoteles’in anatomik ayrımı, saçmalığı anlaşıldıktan yüzyıllar sonra karşımıza politik ayrım olarak çıkacak; kusursuz sağlam doktrin “sağ” yanda, kusurlu sakat doktrin “sol” yanda mevzilenecekti. İşte bu yüzdendir ki, sol düşünce yeşerdiğinden beri dişilikle hemen aynı kaderi paylaşır ve kadın haklarına paralel bir tarih izler. “Adem’den beri çok az sayıda iki ayaklı, adam denilmeyi hak etmiştir.” MARGUERITE YOURCENAR ARADA BİR ERCAN YEŞİLYURT Sol Yanımda Yarem Var… Fotoğraf: YVES SAINT LAURENT Tanrısallığını kanıtlamaya çalışıyorlar. HHH Bilgi Batı’dan mı Doğu’ya gitti, yoksa tersi mi bilinmez; ama kadının ikinci sınıf bir yaratık olduğuna dair inancın temelinde, yine bizim ellerden, Bergamalı bir “düşünür doktor” müsveddesi var. Antikçağ Yunan uygarlığının Hipokrates’ten sonraki en büyük tıp bilgini sayılan Klaudios Galenus, hayatında kedi ve köpeklerden başka hiçbir kadavra üzerinde çalışmamış olmasına rağmen, “insanın tek cins olduğu” savını ileri sürüyor. Kadının, pipisi ve takım taklavatı dışarı çıkamamış, gelişimi tamamlanmamış erkek olduğuna inanıyor. Ve bilgiç bilgiç yazıyor: “Kadın cinsel Aşk hastası oldum, öptükçe öp beni Sana yaslanarak çıkayım çölden İşte çiçekler açıyor Altmış kraliçe, seksen cariye, sayısız bakire olsa bir tanedir güvercinim Gölgende durmak ne hoş Tadı damağımda meyvelerinin Kış geçti, çiçekler açtı. Kumrular. Aşk ölüm kadar güçlü Tutku katı ölüler diyarı kadar Aşkı söndüremez engin sular Peçe ardındaki gözler güvercin gibi Peçe ardındaki yanaklar nar parçası sanki TARIK GÜNERSEL Gezi/Artshop Seçilmiş Şiirler, 2013 Devlet ve ‘Adamları’ Başlıktaki “adamları” lafı ancak bizim ülke için kullanılır. Dünyanın birçok ülkesinde devlet adına karanlık işler yapan gizli derin yapılar vardır. Bizdeki derin yapılar dışında siyasi iktidarların kullandığı açıkça eylem yapan devlet görevlileridir. Devlet, ülke sınırları içerisinde, başka hiçbir otorite ile eşit değildir; en yüksek emir ve kumanda yetkisi ondadır. Devlet bireylerin elinde olmayan ayrıcalıklara sahiptir. Devletin varlığını içeren hukuk yani kamu hukuku tarafları eşit olmayan ilişkilerin hukukudur. Bu yapı kamu hizmetlerinin yerine getirilmesini, kamu düzeninin sürekliliğini sağlar. Gelişmiş ülkelerde toplumsal sorunların çözülmesi birtakım kurallara bağlanmıştır ve buna anayasa denir. Anayasalar da kurallara bağlıdır; bunun adı hukuk kurallarıdır. Dili “buyurucu”dur, kimlerin nasıl hareket edeceğini gösterir. Bu kuralları ihlal etmenin yaptırımı da her ülkede ağır cezayı gerektirir. Devletin her türlü işlemi ve eylemi hukuka uygun olmak zorundadır ve denetime tabidir. Devleti yöneten siyasi kadrolar bu çağda hemen her yerde seçimle belirlenir. Yani her toplum kendi meşrebine göre kendisine en uygun olanları seçer. Demirel’in deyişiyle “parlamento temsilcidir”. Her dönemde siyasilere uygun, “devlet memuru” kişilikleri de oluşur. Buna en uygun örnek sol kamuoyunca bilinen 12 Eylül Mamak Cezaevi Komutanı Albay Raci Tetik’tir. Ancak ortaçağda esirlere yapılan işkenceyle kıyaslanabilecek muamele yapıyordu tutuklulara. Her tutuklu düşman, işgal kuvveti askeri ve esiri sayılıyordu. Bu kadrolar yaptıklarından dolayı tedirginlik ve korku da yaşıyorlardı. Konsey ve adamı yaptıklarının cezasının ölüm olduğuna hükmetmiş. Bu şu demektir, ben olsam bana bu aşağılık muameleyi yapanları kesin olarak öldürürüm. Raci Tetik, Konseyin korku kararını tebliğ için Oğuzhan Müftüoğlu’nun yanına gidiyor. Müftüoğlu, “Cezaevinde bize neden bu kadar eziyet etme gereği duyuyorsunuz” diye sormuş. Cevap “Biraz gevşek davranırsak rahat durmazsınız. Şimdi böyle konuşuyorsunuz ama dışarı çıkınca bizi öldürürsünüz” demiş ve kararı tebliğ etmiş. “Konsey karar aldı; kendilerine karşı bir saldırı olursa, içeride bulunan örgüt yöneticilerinin hepsi kurşuna dizilecek.” Diyor ki: “Dışarıya haber salın bize kimse bir şey yapmasın.” Her dönemde ortaya çıkan bu tipler kendilerini yöneticilerin kişiliğine monte ederek, onları rahatlatacak şeyler yaparak yaşarlar. Bu teslim olma hali, toplumsal gerçeklik ve sosyal bir hastalıktır. Aynı Raci Tetik daha yarbay iken 1966 Eylül ayında, sabah işe giderken gazeteci İlhami Soysal’ı iki astsubayla kaçırıp işkence yapmıştır. Gerekçesi de Genelkurmay Başkanı Cemal Tural aleyhine yazı yazması. Bugün de bunlardan çok var, birisi de Adana Valisi. Her dönemde olduğu gibi hükümet hemen sahip çıktı, aynen Raci Tetik’e bugüne kadar hem sivil hem de askeri iktidarların sahip çıktığı gibi. GÖRÜŞ OĞUZ ÖZLEM* KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Değer Bilmek Sanat bütün uyumları ve her konuda evrenselliği kendinde topladığı için 65 senedir Türkiye’nin yaşadığı iç ve dış tepkilerin her zaman korunağı ve şemsiyesi olmuştur. Cumhuriyet ilkelerinin en önemli kazanımlarından olan Batılı anlamdaki sanatseverlerin ve sanatçıların şimdilerde tedirgin ve üzüntülü olması, Türkiye’nin laik ve gülen yüzü olmanın gururunu yaşayan sanatçıları ve sanatseverleri üzüyor. Bin bir zorluklar sonunda büyük özverilerle kültür ve sanat adına en üst basamaklara tırmanmış kurumlar hakkında, hakkaniyetle düşünülerek karar verilmesi, bu kaos ortamındaki Türkiye’nin imajına dünyada müspet bir soru işareti bırakacaktır. İnsanlarımızda var olan Anadolu kültürünü, bu kültür birikimini daha evrensel bir boyuta getirmek, bu sanat kurumlarıyla olmuştur. Düşüncesi bile insana gurur veren Türkiyemizdeki bu sanatın amacı, topluluğumuza bu kültürün ahlaki değerinin çeşnisini, güzelliğini her ortamda sunmak, ne olursa olsun tuttuğunu koparan bir şekilde de devam ettirmektir. Anadolu insanı düşsel ve fikirsel olarak büyüdükçe içindeki tinsel değerler bir kıvılcımla gün yüzüne çıkar. Anadolu insanı, ilgi uyandıran estetik ve dengeli, hoşa giden değerleri öne çıkarır. Bunların en önemlisi sanattır. Bu anlamdaki sanata olan şaşılacak yetenekleri, her devredeki yakmak yıkmak düşüncelerine rağmen yurtiçi ve yurtdışı kazanımlarla bir gurur tablosudur. Bizleri aydınlatan bu güzelliklerin kıymetini, kaybetmeden asla anlayamayız. Uluslararası her alanda üzüntü veren sıralarda olmamıza karşın sanatımızın çok önlerde olması ne büyük bir başarıdır. Rusya hariç, komşularımız olan toplumların hangisinde opera, bale, orkestra tiyatrosu bizdeki çoğunlukta? En önemlisi sanatçılarıyla Avrupa’nın standartlarını yakalamış olarak... Ne büyük bir kazançtır, ne büyük bir şanstır yurt geneline dağılmış tam teşekküllü altı adet opera ve balesi müdürlüğü, on beşe yakın orkestra topluluğu ve yurdun dört bir yanma dağılmış Devlet Tiyatrosu. Program, repertuvar ve turneleriyle bir avuç insan, düşünsel evrimin bitmez tükenmez güzelliğini sunuyor. Bu kültür ve sanat kurumlarının bunca kazanımlarını bir hiç uğruna gözlerden ve gönüllerden uzaklaştırmak, hele zamanımızda dünyanın gözü Türkiye’nin üzerinde iken hiç de olumlu bir sonuç doğurmayacaktır. Topluma sanat ve kültür adına eğitim veren fakültelerin, kurumların büyük boyuttaki müthiş gelişmesi gözardı edilemez. Bu yöndeki gelişmenin öncüsü Devlet Opera ve Balesi ve Devlet Tiyatroları bu yöndeki özel kuruluşlardır. Bu kurumları fiziksel olarak küçültmek, fikirsel olarak dar bir alana yöneltme kararı almak, geçmişte ve şimdilerde başa gelenleri düşünürsek sonun başlangıcı olacaktır. Sanatın bir ülkede yaşayabilmesi için yeşerdiği, boy attığı ortamın özgür olması gereklidir. Sanatın kurumları, sanatçıları hiçbir zaman siyasi iktidarların görüşleri doğrultusunda zorlamamalı, sanatçıların giyimine, kuşamına ve repertuvarına karışmamalıdır. İstanbul Atatürk Kültür Merkezi 29 Ekim 2013 tarihinde Cumhuriyet Bayramı’nda tadilat sonrasında açılacaktı. Modern ve çağdaş bir toplum olmanın güzelliklerinin ve geç kalmışlığın itici bir gücü olarak o artık bir sembol olmuştur. Onu, tadilat olamayacak derecede yıprandı deyip yıkmak, bütün sanatseverleri ve sanatçıları yıkmak demektir. Akıl, vicdan ve diyalektik bir anlayışla onun eski haline getirilmesi, insan sevgisi, sanat sevgisi ve hoşgörünün, birbirine tahammül etmenin bir armonisi ve başlangıcı olacaktır. *Ankara Devlet Bale Sanatçısı ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com G NOKTASI BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Divan 1 edebiyatın 2 da, güzeller ve yakışıklı 3 gençler için 4 yazılan ya 5 pıtlara ve 6 rilen ad. 2/ Boğaz, gırt 7 lak... Dosto 8 yevski’ nin 9 dilimize de çevrilmiş bir 1 2 3 4 5 6 7 8 9 romanı. 3/ Doğan 1 E M P E R Y A L kuşunun erkeği... 2 Z A İ D E K O T Osmanlılarda yük 3 E T R A K R E sek devlet görevli 4 L A M E L İ F R si Ermenilere veri5 T İ M P A N E len ad. 4/ İlaç... Bir R O K av köpeği cinsi. 5/ 6 E K S İ N Hinduizmin en bü 7 R E K T İ F İ Y E yük tanrılarından 8 E B E M A K A M biri... Hindistan’da 9 E T İ N A N E kral ya da prenslere verilen ad. 6/ Argoda “para” anlamında kullanılan sözcük... Küçük mağara. 7/ İkiyüzlü... Güzel kadın. 8/ Endüstri... Adaletten, haktan ayrılmayan. 9/ Divan edebiyatında, kadınları ve kadınlarla ilişkileri konu alan yapıtlara verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tahin, limon, zeytinyağı, kimyon ve sarmısakla yapılan bir meze... Bir meyve. 2/ Tatlı, tuzlu, ekşi ve acı tatlar dışında kalan beşinci tat... Tarımda kullanılan azotlu gübre. 3/ Kunduracıların delik açmakta kullandıkları çelik tığ... İri bir kertenkele cinsi. 4/ Bir renk... Anadolu’nun kırsal kesimlerinde erkekler arasında düzenlenen yâren toplantılarına verilen ad. 5/ Hicap... Çemberin çevresinin çapına oranını gösteren sayı. 6/ Marmaris ilçesindeki Cennet Adası’nda, MÖ on bin yılına tarihlenen arkeolojik mağara... Lahza. 7/ Müslüman ların bir çocuğun doğumundan yedi gün sonra, Allah’a şükretmek amacıyla kestikleri kurban... Tavır, davranış. 8/ Bey... Ensiz olarak dokunmuş parçaların yan yana eklenmesiyle oluşan ince kilim. 9/ Sıkıntı verme, üzme... Gemilerde türlü işlerde kullanılan bir tür demir halka.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle