17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2013 CUMARTESİ 2 ANNAN Planı’ndan beri sık sık sözü edilen bir kavram oldu: İki devletlilik. “Kıbrıs sorunu” denen anlaşmazlığın federatif bir çözümle giderilebileceğini savunanlar Ada’daki Kıbrıslı Türklerin Rumlarla bir araya gelerek federal bir ortaklık kurmalarını öngörmekteydiler. Sistemin ikili bir eşitlik ve paylaşım izlenimi vermesine karşın, bunun yanıltıcı bir görüntü olduğu, çoğu zaman taraflardan birinin ağır bastığı bir gerçekliğin yaşandığı ya da sürekli bir çekişme havasının yaratıldığı da çok söylenmiştir. bakımdan, yavaş yavaş iki devletli çözümü bambaşka bir doğal ilişki biçiminde uygulamanın çok daha verimli ve başarılı olabileceği sonucuna varılmaya başlandı. Aynı OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ylesi herhalde çok daha rahat, kavgasız, tasasız, beyhude harcamasız ve dolayısıyla daha ekonomik olabilir elbet. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği gibi devletler arası büyük kuruluşların yerkürenin bu kısmını biraz kendi haline ve kendi insanlarına bırakmaları daha doğru olacağa benziyor. Çünkü başka türlü, arabulucu, barıştırıcı ve çözüme götürücü rollere soyunanlar ister istemez kendi çıkarlarını ve emellerini işin içine sokmadan edemiyorlar. Oysa ara sıra kavga etmek kadar baş başa verip kendi aralarında anlaşmaya varıp birbirine yardım etmeleri de bu sıcak iklimdeki komşulukların alışkanlıklarından biri değil midir? Ö Artık Yeter! Mehmet Ali Boran İki Devletlilik coğrafyada komşu iki devletin başka diyarlarda olup bitenlerden bağımsız olarak, karşılıklı tanıma, iyi geçinme ve saldırmazlık paktları imzalayıp yan yana yaşayabilecekleri uygar bir ilişkinin kurulması da gündeme getirilebilir. ki büyük kültürün ve tarihin mirasçısı olan Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar bunu deneyemezler mi? Yakın geçmişin yanlışlarını, kötülüklerini unutup birbirini anlayıp bilerek. O İ Küçük bir çocukken Zorro filmlerini çok severdim. Kurgusal bir kahraman olan Zorro, askerler ne zaman halka eziyet edecek olsa ortaya çıkıp halkın mağduriyetine bir son verir, bir sonraki vaka cereyan edene kadar da sırra kadem basardı. Askerlerse Zorro’yu yakalamayı bir türlü başaramazlardı. Çünkü, eziyet görmekten kurtardığı insanlar, askerlerin önüne set çekip kendilerini Zorro’ya siper ederek teşekkürlerini sunardı. Beni çocukluk anımı anımsamaya itense, bu hafta içerisinde yaşadığımız iki olay oldu. İlki, Adana’da, valinin “Alın o gavatı” demesine rağmen, halkın güvenlik güçlerine teslim etmediği yurttaş. Diğeri ise Denizli’de, otomobilinin üzerindeki Atatürk resmini sökmek isteyen trafik polisine karşı korunan araç sahibi. Dikkat ediniz, her iki olayda da kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirmeleri bir şekilde engelleniyor. Her iki olayda da halk, devlet babalarına “Artık yeter” diyor. İslam ve Demokrasi 3 Aslında “İslam ve Demokrasi” tartışmasını tek bir İslam âlimi üzerinden götürmek yanıltıcı olabilir. Fakat Yeni Şafak yazarı Prof. Hayrettin Karaman herhangi bir İslam âlimi değildir… Yıllar içindeki çalışmalarıyla, İslamın yorumlanması konusunda saygın bir ün elde etmiştir. Üstelik şu anda Yeni Şafak gibi önemli bir gazetede köşe de yazmaktadır. Bir başka deyişle düşünceleri genel kamuoyunda da önemsenen biridir. Son günlerdeki tartışmalar konusunda da, burada alıntıladığım ve alıntılayacağım eski düşüncelerini yeniden gündeme getirmiş, bunları daha da ayrıntılandırmıştır. Bu açılardan, Türkiye’deki “İslam ve Demokrasi” konusunda İslami kesimin genel yaklaşımını temsil ettiği düşünülebilir. HHH Dün, 2011 yılında sorduğum sorulara verdiği yanıtlardan bir paragrafı alıntılamış ve Müslümanların demokrat ve laik olamayacaklarını savunduğunu belirtmiştim. O bölümde alıntıladığım düşünceleri açısından, Karaman’ın esas yaklaşımı şu son cümlesinde yatıyordu: “Bir siyasi rejim/sistem hayatın belli alanlarında dini dışlıyor, işe karıştırmıyorsa müminler, inanç olarak onu benimseyemezler.” Yani Sayın Karaman açıkça, İslam ile demokrasinin ve laikliğin bağdaşmayacağını, “müminlerin inanç olarak onu benimseyemeyeceklerini” belirtiyor. HHH Karaman’ın böyle düşünmesinin temel mantığı dün alıntıladığım paragrafının ilk cümlesinde yatıyordu: “ ‘Bir Müslüman aynı zamanda laik olabilir mi?’ sorusu dayatmacı, kıstırıcı bir sorudur ve akide (inanç) ile ilgilidir.” Sanıyorum aramızdaki esas fark bu düşünce yönteminden kaynaklanıyor: Ben, “Bir Müslüman aynı zamanda laik olabilir mi?” sorusunun, onun deyimiyle “dayatmacı, kıstırıcı bir akide (bir inanç) sorusu” (ya da sorunu) olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine bu soruyu, siyasal bir tutum ve davranış sorunu olduğu için sordum. Benim kanımca, bir Müslüman, bir Hıristiyan, Bir Yahudi, bir Budist ya da bir agnostik veya bir ateist, demokratik ve laik de olabilir, otoriter ve totaliter de… Bu onun inancıyla değil, kendisi gibi düşünmeyen ve kendisi gibi davranmayan başka insanlara verdiği değerle ve nasıl bir siyasaltoplumsal düzen içinde yaşamak istediğiyle ilgilidir. Arkası yarın.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle