19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 EKİM 2013 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI kaçakçıları… Kahraman mı, kötü adamlar mı? İnsan B aşlıktaki sorunun cevabı; sorunun, tarihin hangi diliminde kimin kime sorduğuna bağlı olarak değişebilir. Bu yılın ekim ayı Danimarka’da, İkinci Dünya Savaşı esnasında Nazi işgalinden Yahudilerin İsveç’e kaçırılmasının 70. yıldönümü olarak kutlandı. 1 Ekim 1943 günü Danimarka’yı işgal altında tutan Naziler Danimarka’daki Yahudilerin de yakalanıp toplama kamplarına gönderilmesi kararı almışlardı. Kararın alındığı gün başlamak üzere Kopenhag’ın kuzeyinde bulunan balıkçı kasabalarındaki teknelerle, savaş dışında olan İsveç’e Yahudileri taşıdı Danimarkalı balıkçılar. Yaklaşık 8 bin Yahudiyi gizlice teknelerindeki brandaların altına gizleyerek geceleri karşıya geçirdiler. 450 Yahudi ise kaçmaya fırsat bulamadan ya da kaçış esnasında yakalanıp Theresienstadt toplama kampına gönderildiler. İşte Danimarkalıların gururla anımsadıkları bu olayların 70. yıldönümü bu yıl çeşitli etkinliklerle anıldı. Televizyonlarda o günleri yaşayan Danimarkalı polisler, balıkçılar ve kaçırılan Yahudilerden hayatta kalanlarla röportajlar, kaçan Yahudilerin güvenlik gerekçesiyle Danimarkalı komşularına bıraktıkları çocuklarıyla söyleşiler yayınlandı. Bu anma törenleri ve belgesellerin yayınlandığı saatlerde Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya geçmek isteyen mülteci gemileri İtalya’nın Lampeudsa ve Sicilya Adası açıklarında batıyor, yüzlerce kişi Akdeniz’in sularında umuda yolculuklarını sonlandırıyordu. Akdeniz’deki mülteci faciasını televizyon haberlerinde izleyen Danimarkalılar korku ve tiksinti içinde “insan kaçakçılarına” lanet okuyorlardı. Anma etkinliklerinin ardından Danimarka medyasına yansıyan çeşitli yorumlarda 70 yıl öncesinin kahraman balıkçılarının aslında o kahramanlıkları sadece kahramanlık olsun diye yapmadıkları, bu tehlikeli işi aslında hatırı sayılır miktarlarda para karşılığı yaptıkları belirtildi. Şimdi yukarıda anlattığım iki olaydan sonra küçük bir parantez açarak internet ortamında birçoğumuzun görüp beğendiği şu öğretiyi anımsayalım: “Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular KOPENHAG çekilince karıncalar balıkları yer. Kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir.” Ben de öğretiye çeşitli SADİ TEKELİOĞLU illustrasyonlarla süslenmiş haliyle çok rastladım ve beğenirim de... Zaman dediğimiz olgu kavramların, düşüncelerin, varlıkların algılanış biçiminde de değişikliklere yol açıyor. Bundan yetmiş yıl önce aslında suç olan insan kaçakçılığı, öyle ya Danimarka’yı işgal altında tutan ve yöneten Nazilere göre balıkçılar suç işliyorlardı, kaçmak isteyenler ve onların kaçmasına yardım edenler ise kahramandılar. Kaçmak isteyenler ve onlara yardım edenler bugün de kahraman ama ülkedeki yönetim artık 70 yıl öncesinin insan kaçakçılarını suçlu olarak görmüyor. Bundan 70 yıl sonra günümüz insan kaçakçıları sayesinde Avrupa’ya gelebilmiş kişilerle konuşulursa belki günümüz insan kaçakçılarından da minnetle, şükranla söz edeceklerdir. Ya da bugün Eski Yugoslavya, Irak ve Suriye’deki vahşetten kaçarak Avrupa’ya kendini atabilmiş mültecilerle konuşulursa kendilerine yardım eden insan kaçakçılarını saygıyla andıklarını duyacağız. Hem bundan 70 yıl önce hem de 20, 10, 5 yıl önce mültecilere yardım eden kişiler hep bu işi para karşılığı yaptılar ve kendilerini de tehlikeye attılar. Aralarında kendilerine güvenen insanları aldatan, denizin ortasında bırakıp kaçanlar da var. Daha yolculuğun başında yolcuların sorun çıkarmadan, rahat durmalarını sağlamak için göz dağı vermek ya da ceplerindeki son parayı ve diğer değerli eşyalarına da göz koydukları için tekneden birini seçip denize ders olsun diye atan insan kaçakçılarının hikâyesini de dinledik, ancak yukarıda anlattığım iki kaçış hikâyesi bize zaman denen şeyin aslında çok kısa sayılabilecek sürede bazı olguları algılamamızda ne gibi değişiklikler yarattığını gösteriyor. Günümüzde insan kaçakçılığı yapanlar, savaş ve katliamlardan kaçan insanlara para karşılığında da olsa yardım edenler, dev duvarlarla sıkı sıkıya kapatılmış Avrupa kapısını açmak isteyen göçmenlere yardım edenlerle belki televizyonların belgesel programlarında kahraman olarak karşılaşacak gelecek kuşaklar. [email protected] Çay, simit ve tramvayda caz keyfi... M ünih’te kestaneciler dairesinin ortak katkıları ile tezgâhlarını birer oluşturulan bu etkinliklerin birer tekrar açtılar sunuculuğunu yıllardır Aylin Marien Meydanı’nda... Aykan üstleniyor. Ünlü opera sanatçısı ve Türkiye’nin ilk Ve sonbahar yavaş yavaş kadın karikatüristi Selma bitti. İnce ince kar atıştıran Emiroğlu’nun kızı olan bir pazar sabahı erkenden Aykan, Münih’te Türklerle uyanıp da pencereden ilgili kültürel olaylarda baktığınızda karşınızdaki akla ilk gelen isimlerden. ağacın yapraklarının sararıp Konser piyanisti olarak döküldüğünü görünce tanınan Aykan ve Münih anlarsınız kış günlerinin yabancılar dairesi başkanı geri geldiğini... Kendime Nükhet Kıvran’la saatler bir çay demlerken Fazıl sonra Sendlinger Tor Say’ın Stravinsky albümünü Meydanı’ndaki havuzun yerleştiriyorum müzik çalara. başında Ve birden aklıma MÜNİH buluşuyoruz. Frankfurt Opera Kuyruğa girmiş binasında, Fazıl yığınla insanla Say’ın Genco ilerleyip önünde Erkal ile 17 “Sendlinger tor/ Kasım’da vereceği Taksim” yazan Nâzım Hikmet tramvaya binerken oratoryosu konseri birkaç Alman EROL ÖZKAN geliyor. Kültür gazeteci ile bizden Bakanlığımızın en de bir iki arkadaşı ufak bir desteğinin olmadığı görüp gülümsüyorum. konserin organizasyonunu Aklıma ise ister istemez Hessen Türk birliği üstlendi. “Her Yer Taksim” sloganı Telefonum çalıyor. Münihli geliyor tabii. Bindiğim sanatseverlerin çok yakından tanıdığı piyanist Aylin Aykan tramvaydaki programda yer alan sanatçı ise caz sanatçısı arayan; “Bugün Sendlinger Şirin Soysal. İstanbul’dan Tor Meydanı’nda Türklerin özel olarak davet edilen bu çay, brezn (Alman simiti) ve genç cazcı ve arkadaşları tramvay turu etkinliği var yaptıkları müzik ile dikkatleri mutlaka bekliyorum” diyor. üzerlerinde topluyor. Viyana Gitmemek ne mümkün? doğumlu olup emekli bir Orijinal adı “Çay, Brezn başkonsolosun kızı olan und Tram” olan etkinliğin, Soysal, kadife gibi bir ses, bu sene üçüncü kez yapılıyor başarılı performansıyla olması sevindirici. Her insanı etkiliyor. Kabare ve yıl ekim ayı ile birlikte şanson geleneğini Avangard düzenlenen bu hafta sonu açılımlarla sunan bu genç toplantısına kentte yaşayan sesin 2011’de çıkmış “Bir bizim Türklerden çok Şeyler Var” adlı albümünü Almanlar meraklı! Birçok cazseverler hatırlayacaklardır. sanatçının bir araya geldiği Önümüzdeki günlerde etkinlikte Türk ve Alman piyasaya çıkmak üzere bayraklarıyla süslenmiş olan “Ziyaret” adlı yeni balonlar, kâğıt fenerler ve albümüyle adından söz afişlerle donatılmış nostaljik ettirecek bir caz şarkıcısını, bir tramvayla kentte üst üste Şirin Soysal’ı dinleyip tanıdık yapılan birer saatlik müzikli Münih’te. Kulaklarımızda turlar düzenleniyor. Çay Şirin’in şarkıları ve damağımızda demli bir ve simit ikram edilen bu Türk çayının keyfiyle bir eğlenceli tramvay turlarının pazar gününü daha gerilerde meraklısı hayli çok. En bıraktık... başta Münih Belediyesi [email protected] Kültür Dairesi ile yabancılar Vah halimize K uzey kutup bölgesindeki araştırmalarını tamamlayıp bir ay önce Stockholm’de toplanan BM İklim Paneli’ne yetişmiş, gördüklerini görsel malzemelerle anlatıyor. Anlattıkları bildiğim şeyler ama yine de heyecanlanıyorum. Buzullar eriyor, Rusya’nın step bölgelerinde buzların çözülmesinden dolayı topraktan metan gazı çıkıp atmosfere yayılıyor. Buz üstünde yaşamaya alışkın kutup ayıları, yaşam alanları yok olduğundan karada biçare dolaşıyor, ne kendini doyurabiliyor ne de yavrularını. Trajedi bu kadar değil. Anne ayı açlıktan ölme aşamasına gelince yavrusunu yemek zorunda kalıyor. Doç. Tom Arnbom tanıklık ettiği bütün bu olayları görüntülemiş. Televizyon ekranlarında yüzlerce kez gördüğümüz görüntüler belki ama canlı tanıktan dinlemek daha sarsıcı. Uzmanlar İklim Paneli’nde sonuç bildirgesi üzerinde çalışırken çevreci sivil toplum kuruluşlarının uzmanları da yan salonlarda seminerler veriyor. Tom Arnbom, en büyük çevreci kuruluş olan Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın temsilcisi. Metan gazının, karbondioksitten 23 kat daha etkili olduğunu söyleyince, dinleyenlerden bazılarından korkuyu yansıtan, hayret sesleri geldi. Oysa bu da yazıldı ve pek çok kişi tarafından biliniyor. Demek henüz duymayanlar da varmış. İnsanın isyan edesi geliyor. Dünyanın en önemli sorunu konuşuluyor ve öyle anlaşılıyor ki sorunun ne kadar ciddi olduğu sanki tam olarak kavranmamış. İnsanlarda bir akıl tutulması var. İnsanlık tıpkı bugün kutup ayılarının düştüğü durumla yüz yüze gelebilir. Muhtemelen de gelecek. Kendi yaşam sürelerinde böyle bir felaketSTOCKHOLM le karşılaşmayacaklarını düşündüklerinden dolayı mı acaba duyarsızlar? Acaba bu akıl tutulmasına bir virüs mü yol açtı? Bu virüsü uzaylılar mı attı? İnsanın aklına her türlü absürd soru geliyor elbette insanların duyarsızlığını görünce. Oysa gelmekte olan felaketi ortalama bir insan zekâsının bile kavraması gerekiyor. Ama hırs ve OSMAN İKİZ iktidar kavgasıyla, medyanın insanları ahmaklaştıran yayınları ortaya böyle bir manzara çıkardı. Tom Arnbom, buzulların erimesi, iklim değişikliğinin ve gelmekte olan felaketin en belirgin işareti ama kimsenin aldırdığı yok diye belirttikten sonra kuzey kutbunun yeni bir iktidar ve çıkar çatışmasına sahne olduğunu anlatıyor: “Ruslar kuzeyde denizin dört bin küsur metre derinliğine bayraklarını dikti. Petrol ve maden şirketleri de denizin dibindeki kaynaklar için ellerini ovuşturmakta.” Yani iklim değişikliği, alınması gereken önlemler, yaşam biçimini değiştirmenin zorunluğu kimsenin umurunda değil. Peki, iklim değişikliği demek, dünyanın önce ısınacağı sonra da buzul dönemine geçileceği anlamına geliyor. Bu süreçte neler yaşanacak?: “Sıcaklık arttıkça direnci az olan yaşlılar, bebekler yaşamını yitirecek. Kuraklık ve seller olağan hale gelecek. Bu da insanların göç etmesine yol açacak. Göçler başka sorunlara yol açacak. Yeni hastalıklar ortaya çıkacak. Ve insanlık akla gelmedik daha birçok sorunla yüz yüze gelecek.” Yani bir insanlık kırımı yaşanacağı belli ama insanlar galiba bu konuda konuşulanları duymak, felaketleri düşünmek istemiyor. Bir konunun fazla konuşulmasının insanlar üzerinde yorucu etki yarattığında doğruluk payı var mutlaka. Edebiyatçılar da bunu tartışmaya başladı. ABD’de felaket senaryoları üzerine çok sayıda film yapıldı, roman yazıldı. Bazı romancılar iklim değişikliği, küresel ısınma, felaket falan demeden yazmaya özen gösterdiklerini söylüyorlar. Nedeni de bu sözcüklerin okur üzerinde itici etki yaratması. Bayağı ilginç bir saptama. Tom Arnbom da aynı görüşte. Sorulmadıkça olası felaketlerden söz etmiyor. Politikaya da girmemeye özen gösteriyor. Dayanamayıp İsveçli politikacıların tutumunu soruyorum. Sadece gülüyor. Politikacı esnafı kendini tüketmiş, demokrasinin kötü figüranlarından başka bir şey değil galiba. Bakın size birkaç gün öncesinden taze bir örnek. Çevre Partisi’nden Milletvekili Mats Pertoft, çevre bakanlığının yerine getirmesi için nasıl bir önerge verdi: Kış aylarında kullanılan çivili otomobil lastiklerinden çıkan tozların hamileler ve çocuklar için hayati tehlike yaratması nedeniyle Norveç’te olduğu gibi, İsveç’te de kullanımının vergilendirilmesini talep etti. Parayı ver çivili lastiği kullan, çocuklara, hamilelere ne olursa olsun. Bunu talep eden de çevreci bir milletvekili. Akıl tutulması bu olsa gerek. Vah halimize. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle