19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 EKİM 2013 PAZAR CUMHURİYET SAYFA PAZAR YAZILARI 9 tozutup duruyorlar Un çuvalını Y akın zamanlara kadar tahıl, un ve unlu mamüllerden bihaber olan Endonezya’da bugün kimin unu daha ucuzdur kavgası yaşanmaya başladı. Endonezya’da tahıl unu tüketimi, 1969 yılında, Amerikan Yardım Anlaşması ile başlar. O güne kadar Endonezyalı un nedir bilmez! 1970’te Amerika’dan gelen unlu mamülleri bir kez tadan bu ülke, bir daha iflah olmaz. Bu tatların müptelası olmuştur artık... Tropikal iklimi yüzünden, ne yazık ki Endonezya’da buğday yetişmez. Doğal olarak buğday ve un dışardan temin edilir, ihtiyacın tamamı ithal yoluyla getirilir. 1970’ten 1998 yılına kadar otokrat Başkan Suharto döneminde un üretiminde ülkede tekel vardı. Buğday ithalatını bizzat yapan devlet bunu bir firmaya devrediyor, firma da aldığı tahıldan un üreterek satıyordu.1998 krizinden de etkilenen firma artık eskiyen teknolojisi ve rekabet yoksunluğu nedenleri ile un fiyatlarını artırdı. Halk unlu mamülleri seviyor ancak artık daha ucuz un tüketmek istiyordu. İşte tam da o sırada, un ihracatı ile dünyada yıldızı parlayan Türkiye devreye girdi ve Endonezya’nın toplam tüketimin yüzde 40’ını karşılayacak şekilde un ihraç etmeye başladı. 2004 yılına kadar ülkenin un ihtiyacının büyük bölümünü karşılayan Türkiye, bu yıldan sonra artık hedeflerini büyütmüştü. Aynı yıl tekel kanununun kaldırılmasını takiben yeni fabrikalar kurulmaya, buralara değirmen makineleri alınmaya başlandı. İlk önce yalnızca bu makineleri satan Türk firmaları eksiği fark etmişler, makine temini dışında kendi un fabrikalarını da kurarak piyasadaki yerlerini sağlamlaştırmaya başlamışlardı. Açılan fabrikalara karşılık Avustralya, Kanada ve ABD gibi ülkelerden tahıl alımına rağmen un tüketiminin üretiminden fazla olması nedeniyle Türk unu ithalatı devam etmekteydi. İhtiyacın farkında olan ülke Türkiye’ye vergi uygulamıyordu. Birleşmiş Milletler Uluslararası Gıda Fonu’nun verilerine göre Irak’tan sonra 770 bin CAKARTA ton ile dünyanın ikinci büyük un ithalatı yapan Endonezya’da, yıllık tüketim 7 milyon ton GÜLSEREN un miktarına TOZKOPARAN ulaşmıştı. JORDAN Ayrıca 8 milyon ton un üretebilecek fabrika kapasitesine de sahip olmuştu. Geçen yıl, Endonezya’nın Tahıl Unu Üreticileri Derneği, devlete başvurup un ithalatının incelenip araştırılmasını istedi. İstenen şey aslında Türkiye’den gelen un çuvallarının yerel üretime darbe vurmasına yasak getirmekti. O zamandan beri sürmekte olan inceleme başlar başlamaz, ithalata yüzde 20 geçici acil koruma vergisi ve yüzde 5 oranında ithalat tarifesi eklendi. Türkiye’den un alımı inceleme sonuna kadar durduruldu. Öte yandan Türk değirmencileri bu durumdan son derece şikâyetçidir. “Ucuza ekmek yediriyoruz, daha ne istiyorlar” diyeni de çıkıyor, uncular arasında... Halen tamamlanmamış incelemeyi ve acil koruma amaçlı getirilen vergileri protesto ediyorlar. Un pazarındaki çuvaldan tozu çıkan kavgayı gerekirse Dünya Ticaret Örgütü’ne şikâyet etmeyi de düşünüyorlar. Bir türlü tamama varmayan o inceleme inceldiği yerden kopacak gibi görünmüyor, uzadıkça uzuyor. Eğer, inceleme Endonezya Uncular Derneği lehine sonuçlanırsa ithalatta koruma kesinleşecek... Bu durumda Türkiyeli uncuların Endonezya pazarına girmesi için başka yolları denemesi gerekecektir. Mesela, rüşvet ve yolsuzluk konusunda rakip tanımayan bu ülkede piyasaya girmeyi düşünen Türk uncuların azıcık pamuk elleri cebe sokması ve iştahlı memurları beslemesi de gerekecektir. Endonezya’nın ekmeğini, böreğini, çöreğini gönderen Türk değirmencisi uncularımız, bu kadar zaman didindikten sonra unu eleyip eleği duvara asmak zorunda kalmasın diye Cakarta’daki Türk lobisi enseyi karartmadan bekliyor. [email protected] Ölümü göster, sıtmaya razı et! R efik Halid Karay, “Ölümden korkmam diyen adam öleceğine, nedense, en az ihtimal verendir!” diye başladığı fıkrasında ölüme dair hiciv dolu inciler dizmişti. 1940 basımı Guguklu Saat adlı kitapta yer alan neşeli denemelerinden birisidir. Bu sözü dikkate alarak Edmonton kentinde açılmış, bir süreden beri ABD ve Kanada’yı salgın gibi kaplayan Ölüm Kahvehanesi’ne adım atmak gerekiyordu. Her tarafta ilanları vardı, “Haydi ölümü konuşalım!” diyorlardı. Ölümden korkanları, korkmam diye kendisini aldatanları orada bulmak mümkündü. Öyle yaptık! Aslında, bu pıtrak gibi ortalığı saran Death Cafe’ler gerçek anlamıyla kahvecafé işletmeleri değildi. Gerçek café’lerin muayyen günlerinde ölüm üzerine felsefe yapmaya niyetli müşterilerine ayırdıkları masalar toplantıları, birbirleriyle ve yahut bütünüyle dükkânın EDMONTON internet üzerinden iletişimleri tamamıydı veya evlerde, var. Ölüm kahvesine genellikle toplantı salonlarında bir araya yaşı kırkın üzerindekiler geliniyordu. Maksat, ölümü müdavim oldu. Katılanların konuşmak! İlk önce New yüzde 35’i altmış yaş üzeriydi, York’ta açılmıştı. “Ölüm kalanı daha gençti. Eğitim de neymiş, hiçbir şeydir! MAHMUT seviyesi en az üniversite Büyütülecek bir şey yok!” ŞENOL düzeyinde bulunan, aydın, diyenler bir masada yan yana sanatçı, siyaseten liberal, kahve içip ölüm üzerine azıcık veya tamamen solcu, elbette felsefe yapıyordu. Bu işin isim babası ateist, feminist ve o nedenle özellikle İsviçreli sosyolog, feylosof Bernard kadınlardan oluşan bir müşteri istatistiği Crettaz idi. 2010 yılında, “Ölümle bu kafelerde görülebiliyordu. dalga geçelim!” diye önerip Fransa’da ve İsviçre’de açılmasını sağladığı iki café Arada sırada büyücülük, gaipten ses duymak, yeniden hayata gelmeyi dükkânı, New York’takinin öncülüydü. savunan reenkarnasyonculuk gibi ölüme Merak bulaşıcıdır; merak, tüm kıtayı dair metafizik iddiaları olanlar da bu sardı. Bu mekânların ABD’de 40’tan fazla kentte, çifter çifter açıldığı biliniyor, işe karışmak istemişti, ancak Ölüm Kahvesi’nin ciddi ciddi felsefe yaptığını basın magazin haberi gibi yer veriyor. görünce, hepsi ortadan toz oldu. Zira Ölüm kahvecilerinin haftalık, aylık Ölüm Kahvesi’nde safsata, batıl inançlar, öcü masalları gibi şeylere yer verilmiyor, oraya gelenler Kierkegaard’dan Nietzche’ye, Sokrat’tan Spinoza’ya kadar satır satır kitap okuyup hazırlık yaparak, söyleyecek sözlerini önceden ölçüp biçip, tarttıktan sonra adam gibi eksiksiz laf etmeye geliyordu. Gerçi arada bir çene kayışını gevşetip ayar tutturamamışlar ortaya çıkıyor ve maveraiöteki dünyaya dair abuk subuk şeyler söylüyordu ama onlara karşı saygısızlık edilmeden uygun karşılık veriliyor, zaten o insanlar da bir daha karşı kaldırımdan bile geçmiyordu. Café Mortal, yani Ölüm Kahvesi aşağı yukarı on yıllık geçmişe sahiptir. Bugün entelektüel snobizminseçkinci aydınların yoğunlaştığı yer olarak, ABD bir yana, Avustralya’dan Yeni Zelanda, İngiltere’den Kanada’ya kadar hemen her İngiliz ülkeler topluluğunda meraklısına kapı açmaktadır. Yakında İstanbul’un Cihangir’inde görürseniz şaşırmayınız! Müdavimler açısından şaşırtıcı bir sonucu geçenlerde New York Times gazetesinde Paula Span yazmıştır: Café Mortal’ın en iyi müşterisi kadınlardan oluşuyordu. Kadınların hem genel olarak felsefeye merakı, hem metafiziğe olan düşkünlüğü buna gerekçe gösteriliyordu. Katılımcılar ölüm, Azrail, sırat köprüsü, cehennemcennet, ilahi adalet gibi şeyler üzerine fikir beyan ederken üzerlerine sıkıntı çöker, zira ölüm şakaya gelmez, ne de olsa bir avuç toprak olup yok olmaktır. Bu bilgileri evvela devşirip sonra Edmonton’da Rayne Johnson adlı bir kadının kurduğu ölüm cafesine yollanırken cenaze namazına gidiyor gibi tedirgindim. Bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş: Murphy Kanunu gibi bir şeydir, hep korkarım. O yüzden 39 kere söyler, sonrasını getirmem. Bir defa, baştan tedirgin edici bir yerdeydi: Edmonton’ın Yaşlılar, Acizler ve Düşkünler Evi’nde toplanılmaktaydı. Bayan Rayne, katılımcıların, huzurevinde günleri sayılı kalmış yaşlılara bakarak ölümü konuşmakla daha çok etkileneceğini düşünmüş olmalı. Çoğu kadın, yirmi civarında katılımcı vardı. Toplantıya merakımdan katılmıştım, hani ölümden korktuğum için değil; ben hiç korkmam! Konuşma sırası bana gelince, aklıma birden Zincirlikuyu Mezarlığı girişinde yazan söz geldi. “Her canlı bir gün ölümü tadacaktır” dedim. Bir alkış koptu, bu söz meğer çok beğenilmişti. Sonra, Refik Halid Bey’den kopyalamış olduğum lakırdıları sıraladım; alkış alkış... Dedim ki, “Herkes kendine zahmetsiz, tasasız bir ölüm beğenir! Kısa bir hastalıkla yatakta veya kalp sektesinden sokakta öleyim ister. Cesur insan kendi ölümünü şaka gibi düşünebilendir. Ölüm tasavvurları her insanın meşguliyetidir”. Alkışları, bu sözlerin sahibi Refik Halid üstadımızın aziz ruhuna yad edip oradan ayrılmak lazımdı; fazlası beni sıkardı. Gerçi bir Anadolu deyişi olan, “Hastaya ölümü göster, sıtmaya razı et!” sözü de aklıma gelmişti ama o kadar detaya girmedim. İşte ABDKanada civarında ölüme dair felsefe haberleri bu cihettedir; haberiniz olsun diye yazdım. Siz de pazar sabahı kahvenizi yudumlayın ama unutmayın: Memonto mori! (Fani olduğunu unutma) Türkiye’ye 1 milyon turist getiren şirketin iflası D animarka’da 16 yıl önce kurulan ve bugüne dek Türkiye’ye 1 milyon turist getiren Türk sermayeli Tyrkiet Eksperten/ Scanway turizm şirketinin iflası İskandinav ülkelerinde büyük yankı uyandırdı. Danimarka’dan Türkiye’ye charter seferleri düzenleyen 3 büyük şirketten biri olan Türk sermayeli Tyrkiet Ekspert, sürekli büyüme ve müşteri arttırma yolundayken son yıllarda işler tersine döndü. İstanbul başta olmak üzere çeşitli kentlerde meydana gelen terör saldırıları ve Suriye’de tırmandırılan savaş, Türkiye’nin, tıpkı Mısır gibi, “tatile gidilmesi riskli” ülkeler arasında değerlendirilmesine neden oldu. Amerikalı kadın turist Sarai Sierra’nın tüyler ürpertici şekilde öldürülmesi ve 2013 turizm mevsiminin başladığı günlerde polisin Taksim Gezi Direnişi’nde ölümlerle sonuçlanan orantısız güç kullanmasıyla ilgili haberlerin günlerce yabancı televizyonlarda yer alması, Türkiye’ye turist akınını olumsuz yönde etkiledi. MALMÖ Danimarka başta olmak üzere İskandinav ülkelerindeki tatilciler, Türkiye’den vazgeçerek Kuzey Avrupa, Kanarya Adaları ve Yunanistan’a yöneldiler. Sarai Sierra’nın öldürüldüğü günlerde, daha önce bana Türkiye’ye tatile gideceklerini ALİ HAYDAR söyleyen İsveçli karıkoca yanıma gelerek NERGİS “Türkiye’de yabancı turistlerin taciz edildikleri, öldürüldükleri doğru mu?” diye sordular. “Olur mu öyle şey, Türkiye, tatil açısından en güvenli ülkelerden biridir” dediysem de söz dinletemedim. Türkiye’den vazgeçerek başka bir ülkenin yolunu tuttular. Başbakan Erdoğan’ın, Suriye’yle ilgili esip gürlemeleri de dış turizmi olumsuz etkiledi. Tyrkiet Ekspert’in batmasının bir nedeni de Türkiye’nin konuya ilgisizliğiydi. Özellikle bu yaz sezonunda, işlerin kötüye gittiğinin anlaşılmasından sonra şirketi yaşatmaya çalışan yöneticiler, Türkiye ve Danimarka’da çareler aramaya başladı. Ancak, başvurdukları bütün kapılar yüzlerine kapandı. Sahilleri çitlerle “haremlik/ selamlık” diye ayıran anlayış, yurtdışından turist getirilmesini de “baldır/ bacak turizmi” olarak değerlendiriyordu. Açıkça söylemeseler de şirketin “yandaş” olup olmadığına bakıyor, “Turizmden başka yapacak iş mi bulamadınız?” demeye getiriyorlardı. Başbakan Erdoğan bile Erzurum’da yaptığı konuşmasında, Bodrum’da yaşamayı, tatil yapmayı, yata binmeyi sakıncalı ve “sosyalistlikle” eşdeğer görerek “Bunlar var ya bunlar, bu kadar da seviyesizler. İşte bunlar, bu kadar terbiyesizler. Bunlar güya sosyalist. Ama milleti böyle tahkir ederler. Bu sosyalist geçinenler var ya, bunları şöyle arayın. Çoğu şimdi Bodrum’dadır. Yatlarındadırlar” diyordu. (Bodrum Platformu’nun konuya ilişkin basın açıklamasından.) Biz buralarda sürünürken bizim çulsuz “sosyalist”ler köşeyi dönmüş, Bodrum’da yat sahibi olmuşlar da haberimiz olmamış demek ki... Müslüman ve yabancı düşmanı Danimarka yönetimleri ise Türk sermayeli bir seyahat şirketinin gelişip büyümesine hoşgörüyle bakmıyordu. Tyrkiet Eksperten’in ipini çekmek için fırsat kolluyorlardı. Böyle durumlarda, ülkende sırtını yaslayacağın kaya gibi bir hükümetin olmazsa elin adamı bakar mı gözünün yaşına? Çekiverdiler ipini, işini bitirdiler... Tyrkiet Ekperten Genel [email protected] Müdürü Zeynep Doğusay, şirketi iflastan kurtarmak için son güne dek çok çaba harcadıklarını, ancak bir çare bulamadıklarını belirtti. Doğusay, iflas işlemlerinin gerçekleşmesinden sonra yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Şiddetli rekabet ve hızla düşen fiyatlar, ekonomik olarak yükümlülüklerimizi yerine getirmemize yetmedi. 1997 yılından beri başta Türkiye’ye olmak üzere çeşitli turistik bölgelerine 1 milyondan fazla yolcu Esti, gürledi, rüzgâr gibi geçti, ve tatilci taşıdık. Tüm müşterilerimize teşekkür Kocaman yürekli, kocaman bir adam ediyoruz. Halen ücretini Ülkesinin değerlerine değer katan, ödenmiş müşterilerimizin seyahat hizmetleri Seyahat Türkiye’nin ve dünyanın sıra dışı savaşçı aydını, Sigorta Fonu tarafından sonsuzluk ülkesinde dinlenirken artık karşılanacaktır. İleri tarihli hiçbirimiz hakkını ödeyemeyiz... seyahat paketleri ile uçak bileti bedelleri iflas süreci tamamlandıktan sonra geri ödenecektir.” Antalya, Alanya, Bodrum, Marmaris başta olmak üzere kötü bir şaka gibi kaybettik. birçok turistik bölgeye Danimarka’dan turist taşıyan Tyrkiet Eksperten/ Çok değerli Ekinci Ailesi’ne ve Scanway’ın, kendisine ait uzak, yakın tüm dostlarına sabır diliyoruz. Bodrum’da 3, Marmaris’te 2, Alanya’da da 1 oteli bulunuyordu. ACI KAYIP OKTAY EKİNCİ’yi AYŞE ARPAD EKİN [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle