28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 EKİM 2013 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Artık Anlasanız İyi Olur... Yaş Sorunu! Gazetelerde başlık: “Yaşar Kemal 90 yaşında”... İlhan Selçuk “Yaşından başından başkalarına ne?” derdi, kızardı benim yaşla ilgili sözlerime. Yaşıyoruz, yaşadık, yaşayacağız. Büyüdük, yaş aldık. Her doğum günümüzde kimimiz pastalarla, içkilerle kutladık yeni yaşımızı. Kimimiz yaşını, işini gücünü anımsamayacak durumda idi. Bir yanılmacadır bu yaş işi! Bugün güzün son günleri! Soğuklar çıktı, üstümde hırka boğazımda atkı balkonda dolaşmaya çıktım. Benim yaşantım bir iki oda bir balkon arasında geçiyor. Hep yazdım biliyorsunuz. İlhan geldi yine karşıma, “Kendi sorunlarınla niye okuru yoruyorsun?” dedi. Biz bu yaş konusunu hemen hiç konuşmazdık. Melih Cevdet’le ise arada bir dertleşirken yılların ne çabuk geçtiğini düşünüp “Hadi bir kadeh daha” diye bardaklarımıza sarılırdık. Geçmiş günlerde bir gün Yaşar Kemal, Naim Tirali, Demirtaş Ceyhun bu konuda tartışmıştık. Yaşar’ın bir köylü çocuğu olduğu için doğum tarihi pek bilinmezdi. Çoğu insan da bilmez. Soranlara “Doğduğumda yağmur varmış ya da çok karlıymış” derler. Sen düşün bul karşındakinin kaç yaşında olduğunu. Çok mu gerekliydi durup dururken bu konuyu açmak? Yazılması gereken o kadar çok şey var ki, bir başlasam sayfalar dolar. Derken hapiste yatmakta olan arkadaşlarım çıktı geldiler yanıma. Tutuklanmışlar, içeri atılmışlar, aylar geçmiş, yıllar birbirini izlemekte. Saysam adlarını bu arkadaşların şaşarsınız. Bu kadar da olur mu dersiniz! Ama beş yüzden çok aydın, emekçi, sanatçı vb. yıllardır içerde! Bir genel af gerekiyor artık diye bilmem boşuna mı yazdım? Not: Değerli yazar dostum Yaşar Kemal’e nice sağlıklı yıllar dilerim. Diplomasiden ayrılıp açık söylemek gerekirse, korkarım Türkiye hızla “Rogue State” olarak algılanma hatta gösterilme aşamasına doğru ilerlemektedir. “İktidarımızda Türkiye ‘rogue state’ olmuştur” diye sevinmenin veya iyi bir şey olduğumuzu zannetmenin âlemi yoktur. “Rogue State”, “Haydut Devlet” demektir! SÜHA UMAR Eski Büyükelçi obel Barış Ödülü, Büyükelçi Ahmet Üzümcü’nün başında bulunduğu “Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü”ne verildi. Uzun yıllardan beri tanıdığım, önce NATO’da sonra Bakanlıkta birlikte çalışmaktan gurur duyduğum Büyükelçi Üzümcü’yü içtenlikle kutluyorum. Sadece başında bulunduğu örgüt çok saygın bir ödül aldığı için değil, kısa bir süre önce bir söyleşide sergilediği akılcı, tarafsız ve barıştan yana tutum için de. Barış ödülünü verenlerin o söyleşiyi dikkatle okuduklarından da kuşku duymuyorum. Diplomaside açık konuşmak, hele hele açıkça meydan okumak, hakaret etmek, tehdit etmek kural değildir. Çoğu kez, özellikle de birilerine, sıkıntı duymaları ve kendilerine çeki düzen vermeleri gereken bir mesaj verilecekse, tercih de edilmez. Ortada yeterli kanıt yokken hatta kimyasal silahların muhalifler tarafından da kullanılmış olabileceği üzerinde durulur ve Suriye yönetiminin çok önceden kimya N sal silahlarının denetlenmesi için örgüte başvurduğu ki Üzümcü o söyleşide bunlara işaret ediyordu bilinirken, önde gelen yöneticilerinin durmaksızın savaş çığlıkları attığı bir ülkenin diplomatının başında bulunduğu bir örgüte barış ödülü verilmesi ciddi bir mesajdır. Doğaldır ki bu, diplomasinin inceliklerini ve bu tür mesajları okumasını bilenler için böyledir. Barış ödülü öncesindeki son rahatsız edici mesaj, Wall Street Journal’da MİT Müsteşarı ile Dışişleri Bakanı hakkında ifade edilen görüşlerdir. Son haftalarda, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Esad hakkında dile getirdiği, olumlu sayılabilecek düşünceler gibi sözlü, ABDRusya Cenevre mutabakatı gibi eyleme dayalı mesajlar da dikkatle değerlendirilmelidir. Bu yapıldığı takdirde çok sıkıntılı bir yola girdiğimiz görülecektir. Türkiye giderek sadece Suriye’de değil, örneğin Mısır’da, hatta içeride de barıştan değil, çatışmadan hatta savaştan; uzlaşıdan ve çağdaş bir yönetimden değil, çağdışı bir sistemden yana bir ülke görüntüsü vermektedir. Buna, başta ABD olmak üzere Batı’nın, en korkulan terör örgütü olarak değerlendirdiği gruplara destek verdiği görüntüsü ve güçlü izlenimi de eklenmektedir. Özellikle bu son husus ürkütücüdür. Yakın tarih bu tür gruplara ve eylemlere destek veren ülkelerin uluslararası toplum tarafından nasıl dışlandıklarının örnekleri ile doludur. Bu gibi ülkelerin diplomasi dilinde bir de adı vardır: “Rogue State”. En iyi bilinen örnekleri Kuzey Kore, İran ve Suriye’dir. İran önemli bir politika değişikliğine hazırlandığı, başta ABD, Batı da bunu memnuniyetle karşıladığı izlenimini vermektedir. BM Genel Kurulu’nun İran’ın gösterisine dönüşmesi bunun en belirgin göstergesidir. Mısır Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi’nin birkaç gün önce yabancı bir televizyon kanalında yayımlanan, ayağı yere basan söyleşisi, Mısır’ın, Müslüman Kardeşler tarafından amacından saptırılmaya çalışılan Arap Baharı deneyiminden sonra, Ortadoğu’da ve dünyada kendisine yeni bir yer edinmeye çalıştığının işaretidir. Sayın Davutoğlu’nun Fehmi’den bir gün önce bir Türk televizyonunda yayımlanan söyleşisi ise hâlâ birçok konunun anlaşılamadığını, AKP’nin dış politikasının ne denli gerçekçilikten uzak olduğunu açıkça göstermektedir. Suriye’nin (Esad’ın), kimyasal silah kullandığı savını bile neredeyse tümüyle kendi lehine çevirmek üzere olduğu, İran’ın yeni bir yüz ile ortaya çıkmaya hazırlandığı ve bu iki ülkenin giderek Türkiye’yi çok rahatsız edecek politikalar benimsemeye ve uygulamaya başladıkları, bu politikaların en yakın müttefiklerimiz tarafından bile sempati ile karşılandığı hatta özendirildiği bu dönemde, bize verilen mesajların önemi daha da artmaktadır. Diplomasiden ayrılıp açık söylemek gerekirse, korkarım Türkiye hızla “Rogue State” olarak algılanma hatta gösterilme aşamasına doğru ilerlemektedir. “İktidarımızda Türkiye ‘rogue state’ olmuştur” diye sevinmenin veya iyi bir şey olduğumuzu zannetmenin âlemi yoktur. “Rogue State”, “Haydut Devlet” demektir! Kardeşim Davutoğlu, durum vahimdir. Artık anlasanız iyi olur! Balyoz Kararları İçin AB ve Selçuk Ne Diyor? Avrupa Birliği’nin son İlerleme Raporu Yargıtay’ın Balyoz davası kararlarından sonra açıklandı. Raporda yargı için yapılan saptamalardan biri sanki doğrudan bu dava ile ilgili gibi görünüyor: “Savunma makamının dosyalara sınırlı erişimi, iddianamelerin kalitesinin düşük ve mantık silsilesinin yetersiz olması, mahkemelerde çapraz sorgu yönteminin yanlış uygulanması gibi aksaklıklarda değişiklik olmamıştır.” HHH “Savunma makamının dosyalara sınırlı erişimi” ifadesi, doğrudan doğruya savunma hakkının sınırlanması ve kısıtlanması demek değil mi? “İddianamelerin kalitesinin düşük ve mantık silsilesinin yetersiz olması…” ne demek acaba? Ya, “Mahkemelerde çapraz sorgu yönteminin yanlış uygulanması…” Adamlar resmen, savunma hakkının kısıtlandığını, gerek suçlamaların gerekse mahkeme safahatının yetersiz ve yanlış olduğunu söylüyor… Elbette anlayana! HHH Yargıtay eski başkanı Prof. Sami Selçuk ise Balyoz kararları için tarihsel değerlendirmeler yaptı: İlhan Taşcı’nın Cumhuriyet’teki 12 Ekim tarihli haberine göre, Yargıtay için “Hazırlık davranışlarını darbeye teşebbüs olarak değerlendirmiş, bu olmaz. Darbeye hazırlık var ama teşebbüs yok. Bu haliyle darbeye teşebbüs suçu oluşmaz” dedi. Ortaçağda kralı öldürmeyi düşünmenin bile suç olduğunu anımsattı, “Ama günümüzde suçun iç dünyada kalmayıp dışa yansıması gerekir. Dışa bir davranışla yansıması zorunlu. Nitekim İtalya’dan aldığımız eski Ceza Yasası’nın gerekçesinin ünlü paragrafında ‘Ceza hukuku insanların iç dünyasıyla ilgilenmez’ der” diye konuştu. 17, 18 ve 19 Ekim tarihlerinde Milliyet’te yayımlanan yazılarında ise önce Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın Yargıtay kararını destekleyen ve kararın değişmeyeceğini belirten tavrını eleştirdi: “Yanlış Duruşlar” başlıklı ilk yazısında her yargıcın yanılabileceğini ve hiçbir yargıcın doğaüstü olmadığını vurgulayarak, “Eğer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Balyoz kararında hukuka aykırılık belirlerse, yeniden yargılama yolu açılabilecektir” dedi. “Yanlış Yargılama” başlıklı ikinci yazısında ise Özkök ve Yalman’ın dinlenmemesi ile duruşma yargıçlarının değişmiş olmasının bozma nedeni olarak kabul edilmesi gerektiğine işaret etti. “Eğer Balyoz kararı, çelişik ve çürük kanıtlara dayanmışsa, ‘Mithat Paşa Davası’ndan 132; ‘Dreyfus Davası’ndan 119 yıl sonra yaşanan yeni bir Dreyfus ve Mithat Paşa davalarını yaşadık demektir” dedi. “Yanlış Tanı” başlıklı üçüncü yazısında ise kendisi olsaydı Balyoz kararlarını hem yargılama hukuku açısından: yargıçların değişmiş, Özkök ve Yalman’ın dinlenmemiş ve kanıtların sahihliğinin yeterince araştırılmamış olması bakımlarından, hem de suç hukuku açısından: eylemin teşebbüs aşamasına geçmiş olup olmaması bakımından, bozacağını belirtti. HHH Balyoz davasının Yargıtay aşamasındaki kararları da içte ve dışta yıllarca tartışılacak gibi… Ya hapiste yatanlar!? ‘Yeni Paket’ GÜNAY GÜNER Derebeyliğe ve yayılmacılığa dayanan yapısıyla sürekli eşitsizlik üreten Kürtçü siyaset demokrasi havariliğini de kimseye bırakmıyor. Artan bir ivmeyle ayrılıkçılık yönünde yol alıyor. Bu siyasetin uyguladığı başat yöntemlerden biri ortakçatı dil Türkçeyi Kürtçenin önünde engel gibi göstermektir. Kürtçü siyasetçi dilin önemini bildiğinden dolayı, dil üzerinden de (yapay) sarsıntı, bunalım (seçilmiş sarsıntı!) yaratarak çıkara dönüştürmeyi amaçlıyor. “Demokratikleşme paketi” denilerek açıklanan konular arasında “anadilinde öğretim” olmamasına karşın abece değişikliğinin yer alması temelsiz tartışmaları yeniden alevlendirdi. (Bu arada “anadili hakkı” ile “anadilinde öğretim”i birbirine karıştırmaktan da yarar umulduğunu belirtmeden geçmemeli.) Abece konusuna gelirsek, Q, W, X yazaçlarına Türkçede hiç gereksinim bulunmadığı defalarca kanıtlandığı gibi ulusumuzun günlük yaşamında, yazısında, konuşmasında da abecesinin yeterliliğinden açıkça anlaşılmaktadır. Gereksinim olduğu savlanan sözcükler Türkçede de Kürtçede de Arapça, Farsça kökenlidir; Türkçede bu sözcükler yüzyıllardır yumuşatılmış, gırtlak vurgusundan uzaklaşılmıştır. Bundan kaynaklanan hiçbir dil sorunu da yaşanmamaktadır. Türkçede K, V, H yazaçları, (inatla abecemize sokulmaya çalışılan) sırasıyla Q, W, X yazaçlarına hiçbir gereksinim duyurmadan kullanılmaktadır. Kürtçü siyasacı, dedesinin bağımsızlık için savaşırken şehit düştüğü yayılmacıların silahını, yine dedesinin yanı başında şehit düşen yurtseverin torununa doğrultmaktan sakınmalıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle