19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 EKİM 2013 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ciddiyet SANKİ bu ülkede dürüst olmayanlar pek çokmuş gibi sürekli dürüstlük sözü edip ahkâm kesmek ayıp oluyor, “ciddiyet” demek belki daha doğru olabilir. O halde, ülkenin iyi yönetilmesi ve herkesin mutlu olabilmesi için bütün vatandaşların haklarını ciddi kullanıp görevlerini ciddi yapmalarından söz edilebilir. Sayın vatandaş Recep Tayyip Erdoğan’ın da, başbakan olarak... Öyleyse, “Sayın Başbakan, görevinizi yaparken lütfen vatandaşları yanıltmaktan uzak durun” demek hakkının sahipleri olarak şunu sormamız gerekmez mi ona: “Demokratikleşme çaresi olarak kesin bir tercih yapmadan sunduğunuz seçim sistemi örneklerinden herhangi birinin cidden yararlı olacağına inanıyor musunuz?” u müphem cömertlik yerine, bütün siyasal partilerin hiç değilse ister göründükleri bir değişiklik gündeme getirilseydi belki “reform” sayılabilecek bir adım atılmış olmaz mıydı? Bazı partiler bugünkü “cüsse”lerine güvenerek bu konuda hiç hevesli olmayarak barajı yüzde beşe bile indirmekten yana olmayabilirler. Hatta, yüzde üç oy oranına düşmüş partileri devlet yardımına bağlamak gibi bir vaatte bulunmayı demokratikleşme sayanlar da oldu bu iktidar döneminde. öyle “hayırsever adımlar”a sevinmek gerçek cumhuriyetçiliğe yakışmaz elbet. Bütün bunlar, şimdiki gidişin aslında “duruş” olduğu bilincini yaratacak bir muhalefet yaratmak artık sadece “siyasal” olmaktan çıkıp tam anlamıyla “ulusal” ödev olmuştur. Unutmayalım ki, Kemalist devrim günlerinin Cumhuriyet Türkiyesi’nde en gözde “şiar”, “durmayalım düşeriz” sloganıydı ve meydanlar onun yazıldığı beyaz bezlerin gölgesinde gururla taşınan bayraklarla kutlanırdı. Şimdiki günlerin siyasal muhalefeti, boş sözler ve nafile törenler yerine, iktidar kapılarını tekrar açacak ciddi bir toparlanmayı hedef alarak böyle bir dirilişi sağlama ödeviyle karşı karşıyadır. Bunu bilmek yavaş yavaş kök tutmaya başlayan uyuşukluğu yenmeye yetmez mi? Hukuk Penceresinden Demokratikleşme Paketi Günümüzde ceza hukukunda üzerinde durulan en hassas noktalardan biri, suç normlarının açıklık ve belirginlik taşımalarıdır. Bu sonuç sağlanırsa, bireyin özgürlükleri de güvence altına alınmış olur. Gönül isterdi ki, demokratikleşmeden söz ederken, aynı kapsamda yer alan bazı hususlar da “tamir” edilseydi. B U Prof. Dr. ERDENER YURTCAN zun süredir beklenen demokratikleşme paketi Başbakan Erdoğan tarafından açıklandı. Hukuk penceresinden paketi yerimizin el verdiği ölçüde değerlendirdiğimizde, aşağıdaki noktalara değinmek uygun olacaktır. Kamuda başörtüsü serbest: Sayın Başbakan bu konuda şunları söylüyor: “Kılık kıyafet yönetmeliğini değiştirerek kamu kurumlarında başörtüsü yasağını kaldırıyoruz. Ayrımcılık içeriyordu. Kadın çalışanların giyimleri üzerindeki ayrımcı ihlalleri kaldırıyoruz. Resmi elbise giymek zorunda olan TSK mensupları, yargıda hâkim ve savcıları bunun dışında tutuyoruz.” Bu sonuç üzerinde uzun zamandır çalışıldığı bilinmektedir. Şimdi bu sonuca ulaşılmak istenmektedir. TSK mensupları, yargıç ve savcıların bu konuda istisna edilmeleri uygun bir çözümdür, fakat eksiktir. Avukatların da bu kapsamda mütalaa edilmeleri gerekirdi, çünkü yeni Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 6’ncı maddesi avukatları da yargı mensubu saymaktadır. Bu nedenle avukatların dışta tutulmaları hatalı olur. Bu konuda Danıştay’ın kararına dayanmak da doğru olmaz, çünkü yeni bir hukuki düzenleme yapılmaktadır. Bu konuda dikkate almamız gereken nokta şudur: Avukatlar da hizmet görürken hukukun öngördüğü bir cüppe giymektedirler, aynen yargıç ve savcılar gibi. Nefret suçuna ağır ceza: Sayın Başbakan bu konuda şunları söylüyor: “Yeni süreçte nefret ayrımcılık yaşam tarzına müdahale gibi suçlarla daha etkin biçimde mücadele etmeye başlıyoruz. Belirli suçların cezalarını daha da artıyoruz. Belirli suçlar, kişinin dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, engelliliği, siyasi B düşüncesi, dini veya mezhebi nedeniyle işlenirse cezası daha da ağırlaşacak. Kişinin belli haklarını kullanmasını engelleyenleri ceza kapsamına alıyoruz. Bu sebeple işlenen suçun cezasını bir yıldan üç yıla kadar artırıyoruz.” Nefret suçunun ceza sistemimize alınması olumlu bir adımdır. Ayrımcılık TCK’nin 122’nci maddesinde düzenlenmişti. İhtiyaca göre değiştirilmesi, her ülkenin yasaları kendi sosyal ihtiyaçlarına tabidir, kuralına uygun bir çözümdür. Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken husus şu olmalıdır: Günümüzde ceza hukukunda üzerinde durulan en hassas noktalardan biri, suç normlarının açıklık ve belirginlik taşımalarıdır. Bu sonuç sağlanırsa, bireyin özgürlükleri de güvence altına alınmış olur. Kişilerin özel bilgilerine güvence: “Getireceğimiz bir başka yenilik. Kişisel verilerin korunması hakkında. Yasal güvence getiriyoruz. 12 Eylül 2010’daki anayasa değişikliğiyle güvence getirmiştik. Şimdi uygulama için taslağı hazır olan kanunu Meclisimize gönderiyoruz. Kişilerin özel bilgileri ilgisiz kişiler tarafından kullanılamayacak.” Sayın Başbakan bu konuda şunları söylüyor. Bu çözüm de TCK’de daha önce düzenlenmiş bulunan hususlara açıklık getirdiği takdirde, faydalı olacaktır. Yukarıdaki başlıklar pakette yer alan konular. Gönül isterdi ki, demokratikleşmeden söz ederken, aynı kapsamda yer alan bazı hususlar da “tamir” edilseydi. Nasıl mı? İşte ilk akla gelenler. l Aynı işlevi gören 3 ayrı ağır ceza mahkemesi yerine tek ağır ceza mahkemesi, yani kısaca özel görevli ağır ceza mahkemelerinin ve terörle mücadele mahkemelerinin kaldırılması. l Kısa süre önce Ceza Muhakemesi Kanunu’nda değişiklik yapılarak tercümandan yararlanma konusunda atılan adımda, bir yasal hatanın düzeltilmesi. Kısaca, tercüman giderinin yargılama gideri sayılarak parasının peşin olarak bu hizmetten yararlanan kişiden alınmaması. l Çok eskiye dayanmayan bir uygulamayla, asliye ceza mahkemelerindeki duruşmalarda savcıların görev yapmamalarından geri dönülmesi. Bu yolla özellikle savunmanın yargılamada kamu iddiacısı olan savcıların düşüncelerini öğrenebilmeleri ve hizmeti daha iyi görebilmelerinin sağlanması. Ele almam gereken konular elbette bu kadar değil, fakat yer sorunu yazıyı noktalamayı zorunlu kılıyor. ‘Değişim Ümidi’nden, ‘Dialog ile Uzlaşma’ya Varılır mı? Prof. Dr. SEMA KALAYCIOĞLU İ ran, 1979 devrimi ile Batı dünyasına sırt çevirdi. Bir iki kalıcı ve istikarlı ilişkisi dışında, bugüne kadar hep geçici ittifaklar ile varlığını sürdürdü. Çoğu zaman kurusıkı yaptığı tehditler düşmanca ve ürkütücüydü. Ama bunları hemen hiç hayata geçirmedi. Aracıları ve taşeronları vasıtası ile kendi hesabına dünyada epey kan dökülmesine neden olduğu muhakkak. Yine de saldırmadı, saldırıldı. Komşularını çok ama çok tedirgin etti. Korkulu bir rüya olarak dünyadaki en menfur rejimlerden biri haline geldi. Attığı her adımdan ve özellikle nükleer zenginleştirme projelerinden hep kuşku duyuldu. Oysa uzun yıllar önce geliştirdiği bu projeler ve kurduğu tesisler, Batı’nın cesaretlendirmesi ile başlayıp ilerlememiş miydi? zorlandığı petrolü içerek yaşayamayacak olan İran halkı, yine de Batı’nın baskı ve tahrikine kapılıp bir “İran Baharı” başlatmadı. Suriye’ye destek vermekten de, bir ulusal gurur projesi olarak kabul ettiği nükleer zenginleştirme projesinden de vazgeçmedi. ran’a ‘bahar’ gelmedi ama değişim rüzgârları esiyor Uzun bir süre restleşildi. Batı petrol almama kararından caymadı. Yüksek enflasyonu, iki haneli işsizliği ve daralan ekonomisi ile köşeye sıkışan Ahmedinejad Çin’e ve Japonya’ya petrol ve doğalgaz satmak hevesi ile iç piyasada bunların fahiş fiyat ile satılmasına göz yumunca, seçimi kaybetti. Batı’ya ödün vermeyen İran rejimi de demokratik bir süreç ile şimdi sanki bir değişim rüzgârı yakaladı. Hasan Ruhani’nin seçilmesi görünürde pek az şeyi değiştirmiş olabilir. Ama İran’ın yeni lideri Batı’ya göz kırpıyor. Bir değişim ümidi ile geldiği yönetimde, Batı ile dialog ve uzlaşmanın yollarını arıyor. Değişim, İran ve Batı için, ABD ve İsrail için belli vaatler taşıyor. Ama önce Ruhani’nin İran’a verdiği seçim kampanyası sözlerini ne kadar tutabileceği önemli. Ülkesinin ekonomik sorunlarını yaptırımlar kaldırılmadan çözebilir mi? “Akıllı yaptırımlar” sürerken bu hemen hemen imkânsız. Batı’nın ve özellikle ABD’nin İran’a yeni bir şans vermesi onun için çok önemli. İ aptırımlar ve ‘akıllı yaptırım’lar İran temel mal ve hizmetlerin ithalatçısı olduğu için, sıradan iktisadi ve ticari yaptırımlar, rejimden çok halka zarar verdi. 35 yıldır sıkıntı içinde kıvranan ve karaborsacıların elinde inleyen bir halktan bahsediyoruz. Tabii ayrıcalıklı insanlar bundan müstesna. İran halkı Batı yüzünden o kadar sıkıntı çekti ki, rejim bu yaptırımları uzun bir süre Batı’ya karşı bir propaganda malzemesi olarak bile kullandı.   2012 yılından beri kendi ekonomilerini de zorlaması pahasına, hem ABD, hem AB Ahmedinejad’ı dize getirmek için bir dizi yeni yaptırımı, “akıllı yaptırım” adı altında yeniden uygulamaya koydu. Amaç uluslararası kural ve teamülleri görmezden gelen mollalar rejimini dize getirmeye çalışırken İran’ın masum sivil halkını korumak, onlara doğrudan zarar verecek cezaları uygulamaktan kaçınmaktı. Mali dondurma işlemlerine ilaveten İran gemilerine seyir engelleri gibi yaptırımlar halen geçerli. Ama en fazla etkili olan yaptırım İran petrollerine karşı ithalat ambargosu uygulanması oldu. İhracat gelirlerinin yüzde 85’ini petrol ve petrol ürünlerinden oluştuğu için bu, İran için çok vurucu bir darbe olabilirdi. Neyse ki imdada biraz Çin ve Uzakdoğu yetişti. Buna rağmen “akıllı yaptırımlar” da İran’ı kuşkusuz etkiledi ve hâlâ etkilemektedir. Ama kendisi gibi doğal kaynak zengini Arap komşuları refah içinde yüzerken, satmakta Y rtık İran’a yeni bir şans verme zamanı ABD’nin en önemlisi endişesi, öncelikle tehdit söyleminin sona erip ermeyeceği ve bu söylemin arkasındaki nükleer gücün ne denli denetlenebileceği. Batı bir kapıyı açık bırakmıştı. Eğer 69 aylık süre içerisinde İran şeffaflaşırsa, iptal edilen petrol alımları yeniden başlatılabilir. Hatta ilişkiler de giderek normalleşebilir. İşte şimdi Ruhani ufak ama anlamlı jestler yapıyor. Özel günleri falan kutluyor. Masa etrafında Batı ile buluşabileceğinin sinyallerini veriyor. Netanyahu ile gün olur buluşup el sıkışırlar mı? Neden olmasın! O halde, artık İran’a bir şans verme zamanı gelmiştir. Ayrıca Batı’nın atacağı ufak bir adım, Suriye sorununun siyasi çözümüne de önemli ve olumlu katkıda bulunabilir. A
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle