25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 EKİM 2013 PAZAR 2 Sait Faik’in başına gelen bu ikinci olaydır. İlki daha acayipti. Sait’in zaten iki üç romanı vardır. Uzun uzun yazmaktan hoşlanmayanlardandır. O da benim gibi. “Medarı Maişet Motoru” adlı bir romanı vardı. Yedigün dergisinde tefrika olarak çıkmıştı. Sonra kitap oldu. Yazar “Medarı Maişet Motoru”nu bir de baktık “Birtakım İnsanlar” yapmış. Demokrasi yıllardır var. Bu düzene uygun yasalar da az çok var. Kitapların kapaklarındaki adlara bakıp, zorla suç arayanlar ve bulduklarını sananlar az değildir. Sait de bunu bilerek iki kez kitaplarının adını değiştirdi. Edebiyat kitaplarında hem Medarı Maişet romanının adı geçer, hem de Kestaneci Dostum’un adı... Siyaset bugün de edebiyata karışmıyor mu? Öyle olmasa pek çok yazar, gazeteci neden yıllardır cezaevlerinde acı çekiyor. O eski günlerde de edebiyata musallat olan sinsi düşmanlar vardı. Elbet günümüzde de. Ama “Medarı Maişet” de “Kestaneci Dostum” da benim kitaplığımın ön yerlerinde. Ben bilerek yazdım bu adları kitapların üstüne. İsterdim ki Sait Faik sevenler kitaplarını da onun istediği koşullarda okusun, sevsin. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Demokratikleşmeme Paketi ve Ötesi Aslında bu yasa Başbakan’ın söylediği üzere halkın ihtiyaçları doğrultusunda değil, AKP iktidarının yaşam felsefesi doğrultusunda ve kendisinin seçim şansını artıracağı inancıyla çıkarılmış bir yönetmeliktir. Prof. Dr. A. ÜLKÜ AZRAK mıştır. Bu yasanın gerekçesi de çok ilginçtir: Gerekçede denmektedir ki, “Başörtüsü ve benzeri semboller, kültürel açıdan çevreden soyutlanmanın çarpıcı ve gösterişçi (ostentatoir) bir ifadesi olarak sadece dinsel değil, aynı zamanda siyasal sembollerdir ve bunlar eğitim kurumlarında eşitliği bozma tehlikesini yaratırlar.” Devlet memurlarına gelince; onların görev yaptıkları sırada bu gibi dinsel semboller taşımaları esasen kamu hizmetine ilişkin kurallar nedeniyle hiç söz konusu değildir. İsviçre’de, federal mahkeme söz konusu yasağın hukuka uygunluğunu onaylamıştır. Avusturya’da devlet memurları dinsel semboller taşıyamazlar. Kanada’da ve ABD’nin birçok eyaletinde devlet memurlarının görev başında dini semboller taşıması yasaktır. Demokrasi paketinde yer alan, memurların kıyafet serbestisi, sadece kadınların başörtüsünü kapsadığı ileri sürülmekteyse de hal böyle değildir. Gerçekten 16/7/1982 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik’in” 5. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde “Kadınlar; elbise, pantolon, etek temiz düzgün, ütülü ve sade, ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı, görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış, tırnaklar normal kesilmiş olur” şeklinde bir ibare yer almaktayken, demokratikleşme paketindeki 4/10/2013 tarihli yönetmeliğin 1. maddesi, eski yönetmeliğin yukarıda aktarılan 5. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendindeki “Kadınlar” ibaresinden sonra gelen birinci cümlesini yürürlükten kaldırmıştır. Böylece kadın memurlar sadece başörtüsü bakımından değil, tüm giyim kuşam bakımından da tamamen serbest bırakılmıştır. Bunun anlamı şudur: Kadın memurlar bundan sonra görev başında sadece başörtüsü takmakla yetinmeyebilecekler, İslami uygulamada “tesettür” adı verilen kara çarşaf, burka ve benzeri kılıklarla resmi dairelerde, kamu kurumlarında, üniversitelerde ve hatta hijyen kurallarının mutlak olarak geçerli olduğu devlet hastanelerinde görev yapabileceklerdir. Bundan böyle üniversite kürsülerinde başörtülü, kara çarşaflı öğretim görevlilerini görürsek hiç şaşmayalım. İşin bir de şu yanı var: 3/12/1934 tarihli “Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun”un 5. maddesi şöyledir: “Türkiye Devleti nezdinde (yanında) memur bulunanların kıyafetleri beynelmilel (uluslararası) mer’i (yürürlükteki) âdetlere tabidir.” Yukarıda belirtildiği gibi başörtülü, kara çarşaflı memur kılığının adı geçen yasanın hâlâ yürürlükte olan 5. maddesindeki tanıma hiç uygun olmayacağı ortadır. Aslında bu yasa Türk devletinin çağdaş bir kimliğe kavuşturulması amacıyla çıkarılmış bulunmaktadır. Ama Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş seviyeye ulaştıran tüm yasal düzenlemelerin yok edilmesi hareketinin bir parçası olan bu demokratikleşme (!) yönetmeliği Başbakan’ın söylediği üzere halkın ihtiyaçları doğrultusunda değil, AKP iktidarının yaşam felsefesi doğrultusunda ve kendisinin seçim şansını artıracağı inancıyla çıkarılmış bir yönetmeliktir. Bu yönetmelik devletin tüm dinsel inançlar dışında ve üstünde bir konuma sahip olması, kamu hizmetlerinin de tarafsız ve eşit biçimde örgütlenmesi ve görülmesi demek olan anayasanın en temel ilkelerinden olan laiklik ilkesine aykırıdır. Laik olmayan bir devletin demokratik olması da beklenemez. ‘Kestaneci Dostum’ Topaldı, bir gözü de kördü galiba. Bakışı bu yüzden biraz tuhaftı. Babıâli’nin yokuşunda kestanecilik yapardı. Yokuşun orta yerine geldiğimizde karşınıza çıkar, biz istemesek de o geçerken elimizi tutar, beş liralık kızartılmış kestane tutuştururdu. Sait Faik bir öykü yazmıştı; “Kestaneci Dostum”. Hepimizin aşinasıydı Mehmet Ali Canefe... Sabahtan akşama kadar köşesinde kestanelerini pişirir, satar, kimileriyle sohbetler eder vakit geçirirdi. Ben de yıllardır alışmıştım ona. Babıâli yokuşunun vazgeçilmezi sayılırdı. Öteki köşedeki şerbetçiye gelip gidenler onunla biraz gevezelik etmeden geçemezlerdi. “Kestaneci Dostum” Sait Faik’in başına iş açmaz mı? Savcılık o öyküde ne suçu bulmuş anlamadım. Yazar soruşturmaya çağrıldı. Sait Faik gitti hesap verdi. Korktu mu ne oldu, bir de baktık Sait’in yeni kitabı çıkmış; adı “Mahalle Kahvesi”. Hani Kestaneci Dostum olacaktı. Polis korkusu, savcılık, mahkeme, sorulara, suçlamalara yanıt aramak, vermek, sonra da sinmek... Gizli Tanık Adaleti! Ne yazık ki, evrensel hukuk ilkeleri açısından, Yargıtay kararları da kamuoyunu tatminden uzak kaldı. Başka yorumlara gerek yok, Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk’un ortaçağ hukukunu akla getiren sözlerine bakın yeter. HHH Tam bu arada değerli gazeteciyazar İlhan Taşcı, Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan müthiş bir kitap yazdı: “GİZLİ TANIDIK”, “Kim bu gizli tanıklar, ne anlatıyorlar?” Silivri davalarının artık Yargıtay aşamasına geldiği bu günlerde dikkatle değerlendirilmesi gereken bir araştırma. “Gizli tanıklara” tanınan haklarla başlayalım işe: 1) Kimlik ve adres bilgileri kayda alınarak gizli tutulacak ve kendisine yapılacak tebligatlara ilişkin ayrı bir adres belirlenecek. 2) Duruşmada hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan dinlenebilecek ya da ses veya görüntüsü değiştirilerek özel ortamda dinlenebilecek. 3) Tutuklu veya hükümlü olanlar durumlarına uygun ceza infaz kurumu ve tutukevlerine yerleştirilebilecek. 4) Fiziki koruma sağlanacak. 5) Adli sicil, askerlik, vergi, nüfus, sosyal güvenlik ve benzeri bilgi ve kayıtları değiştirilip düzenlenebilecek. 6) Nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, pasaport, evlilik cüzdanı, diploma ve her türlü ruhsat gibi resmi belgeler değiştirilip düzenlenebilecek. 7) Taşınır ve taşınmaz mal varlığıyla ilgili haklarını kullanmasına yönelik işlemler yapılacak. 8) Geçici olarak geçimini sağlama amacıyla maddi yardımda bulunulabilecek. 9) Yurtiçinde başka bir yerleşim biriminde yaşaması sağlanabilecek. 10) Uluslararası anlaşmalara ve karşılıklılık ilkesine uygun şekilde, geçici olarak başka bir ülkeye yerleştirilmesi sağlanabilecek. 11) Fizyolojik görünümü estetik cerrahi yoluyla veya estetik cerrahi gerektirmeksizin değiştirilebilecek. Buna uygun kimlik bilgileri düzenlenecek. (ss.2829). Ve bu haklardan yakınları da yararlanacak! Hani insanın neredeyse, yaşamak için, meslek olarak gizli tanıklığı seçeceği geliyor! HHH Taşcı, yasanın çıkmasıyla Silivri davaları arasındaki sıkı ilişkiyi de tarihler ve olaylarla açıklıyor. Bir “adalet ağının” nasıl örüldüğünü açıkça görüyorsunuz. (ss.3035). HHH Öz ablasını öldürmekten ve başka cinayetlerden, ablasının kızını fuhşa teşvikten, sahtecilikten hükümlü, hem sanık, hem tanık, hem gizli tanık Osman Yıldırım’ın dehşet veren öyküsünü mutlaka Taşcı’nın soğukkanlı bir belgesel niteliği taşıyan kitabından okuyun… (ss. 112130). Ergenekon denilen dava ile Danıştay cinayeti arasındaki ilişkinin bu kişi üzerinden kurulduğunu bilin… Ve Türkiye’de adaletin nasıl işlediğini öğrenin! B aşbakan’ın 30 Eylül’de açıkladığı sözde de mokratikleşme paketi, Türkiye’de devlet yönetiminin, tüm savların aksine, bugüne kadar demokratik olmadığının itirafı niteliği taşıdığı gibi, demokratik rejim anlayışından hâlâ ne denli uzak olduğunun en açık kanıtıdır! Bu pakette yer alan düzenlemelerin halkın özlemlerini yansıttığı iddiası ise AKP iktidarının ve onun başının, çoğulculuğu benimsememiş olmasından öte, hiç anlamamış olduğunu, anlamak da istemediğini ortaya koymaktadır. Bu paketin en çarpıcı öğelerinden biri olan, devlet memurlarının kılık kıyafet düzenlemesi yakından incelenirse Türk devletinin laik ve demokratik kimliğinin nasıl ortadan kaldırıldığı açıkça görülür. Daha önce yükseköğretim kurumlarında tartışma konusu haline getirilmiş olan başörtüsü sorunu, önce YÖK tarafından Anayasa Mahkemesi’nin ve Danıştay’ın kararlarına aykırı olarak, yani hukuk dinlemez bir davranışla yayımlanan genelgeye dayanılarak üniversitelerde, sonra da Danıştay’ın 8. Dairesi’nin açıkgörüşlülüğü (!) ve himmetiyle avukatların başörtülü olarak duruşmalara girebilmelerini sağlayan kararı sayesinde yargıda, sürekli inkâr edilse de, cumhuriyet devrimlerinin öncesini yansıtan belli bir siyasal anlayışa uygun bir biçimde çözümlenmiştir. Bu arada Batı ülkelerindeki uy gulamalar yanıltıcı biçimde yapılan aktarmalarla örnek gösterilerek sözde özgürlük bahanesiyle bu yola gidilmiştir. Batı ülkelerinin hukuk düzenlerine yapılan bu atıfların (göndermeler) yanlış ve yanıltıcı olduğu bir yana, sanki ülkemizde bütün alanlarda anayasanın garantisi altındaki özgürlüklerin gerçekleştirilmesi gibi bir çaba varmışçasına, demagojik savların desteğinde bu noktaya varılmıştır. Batı ülkelerinin hukuk düzenlerinin örnek gösterilmesinin ne denli gerçeğe uymadığını da kısaca belirtmek için bu konuya ilişkin bazı açıklamalarda bulunmak isterim. Örneklerin başında Almanya geliyor. Orada durum şudur: Alman Federal Anayasa Mahkemesi, başörtülü bir öğretmenin, görevini yapmasına okul yönetimince izin verilmemesine karşı din ve inanç özgürlüğünün ve çalışma hakkının çiğnendiği iddiasıyla yaptığı bir kişisel şikâyet üzerine anayasa mahkemesinin, eyalet yönetimlerinin bu konuyu yasayla düzenleyebileceğine karar vermesinden sonra eyalet yönetimleri, öğretmenlerin başörtüsüyle görev yapmasını yasaklamışlardır. Fransa’da 10 Şubat 2003 tarihli bir yasayla, sadece öğretmenlerin ve üniversite öğretim üyelerinin değil, ortaöğrenim öğrencilerinin ve hatta üniversite öğrencilerinin derslere, başörtüsü de dahil, dinsel sembollerle girmesi yasaklan Almanya örneği
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle