19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 EKİM 2013 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI ‘AB bizi Y ıllar önce Belçika’da yüksek lisans eğitimi için adım attığım Anvers kentinde belediye yönetimine sağlanan özerkliği görünce yerinden yönetime verilen önemi bizzat gözlemlemiş ve merkezi ve hiyerarşik bir ülkeden gelen bir birey olarak bir tür şok geçirmiştim. Avrupa’nın önemli limanlarından biri olan Anvers Limanı belediyeye bağlıydı, belediyenin okulları vardı. Kısacası neredeyse kent kendi kendini yönetiyordu. Belediyeleri yönetmek için farklı partilerle koalisyon oluşturulduğunu sanki hükümet kuruluyormuş gibi pazarlıklar yapılması belediye yönetimine verilen önemi vurguluyordu. Avrupa Birliği (AB) içerisinde yerel idareler kendi aralarında yoğun bir işbirliği gerçekleştiriyor. AB kapsamı içinde gerçekleşen işbirlikleri ile yerel idarelerin ihtiyaç duyduğu çözüm ve ürünler oluşturuluyor ve AB’nin bütünleşme hedefine de katkı sağlanıyor. AB’ye katılım sürecindeki Türkiye’nin yerel idareleri de bu işbirliği süreçlerine katılma kanallarına sahip. 2011 yılında CHP’li belediyeler tarafından kurulan Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği (SODEM) bu anlamda öncü bir görev yapıyor. İstanbul’dan Kadıköy, Beşiktaş, Silivri İzmir’den Bornova, Karşıyaka, Buca, Seferihisar, Çanakkale’den Küçükkuyu belediye başkanları geçen hafta Brüksel’de işbirliği süreçlerine en etkili bir şekilde katılmak üzere Brüksel’deydiler. 710 Ekim tarihleri arasında Brüksel’de farklı mekânlarda düzenlenen 11. Avrupa Bölgeler ve kentler haftası (Open days) 7 Ekim’deki açılış toplantısı ve 810 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilen 101 farklı çalıştay ve tartışma etkinliğinden oluştu. Open days etkinliklerinde yerel yöneticiler iyi örnekleri, ürettikleri ürün ve çözümleri paylaşıyorlar. SODEM Genel Sekreteri Onur Eryüce “SODEM üyesi belediyeler konsorsiyumların 3 tanesinde yer aldı. Gıda güvenliğinden, turizme, gençlerin istihdama katılımına kadar bir dizi konuda ortaklıklar kurdu, bilgi paylaşımında bulundu. Katılımcı belediyelerimiz hem ülkemizi, insanımızı hem de kendi belediyelerini tanıtma, Avrupa ile bir araya getirme görevlerini gerçekleştirdiler” şeklinde değerlendiriyor, Brüksel’e 43 kişilik bir ekiple yaptıkları çıkarmayı. SODEM ekibi AB kurumları arasında Türkiye ile ilgilenen birçok BRÜKSEL merci ile de bir araya geldiler, bilgi ve görüş alışverişinde bulundular. Kendi aileleri merkez sol yerel idarelerin semsiyesi olan Bölgeler ERDİNÇ UTKU Komitesi Sosyalist Grup toplantısının açılışında SODEM Başkanı Selami Öztürk bir konuşma yaptı ve SODEM’in çalışmalarını ve hedeflerini anlatan konuşma AB’nin merkez sol yerel yönetimleri tarafından büyük beğeni topladı. Öztürk konuşmasında, “Türkiye’deki iktidar Türkiye’yi AB’den ve sizler ile paylaştığımız demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü, sosyal adalet değerlerinden uzaklaştırıyor. İktidar toplumu kutuplaştırırken kendisi gibi düşünmeyen ve hareket etmeyen kurum, grup ve kişileri baskı altına alıyor. Bu baskılardan biz sosyal demokrat belediyeler de önemli ölçüde etkileniyoruz” diyerek Türkiye’deki baskıların altını çizdi. Başkan konuşmasında merkeziyetçi yönetimin sıkıntılarını da dile getirdi. Heyet ikili toplantılardan birçok proje ve muhatabı olan kurumlar ile ikili çalışma planları ile Brüksel’den ayrıldı. Brüksel’den ayrılmadan önce görüştüğüm SODEM Başkanı Selami Öztürk hedeflediklerinden çok daha başarılı bir sonuç elde etmenin mutluluğunu yaşıyordu. İşbirliği süreçlerine katılım konusunda kaydedilen aşama, AB fonlarının dağıtımı ile ilgili sıkıntılarını dile getirme imkânı bulmaları, daha da önemlisi temaslar sırasında, Türkiye’deki baskıcı rejim konusunda anlattıklarının Avrupalı muhatapları tarafından anlaşılması, yorgunluklarını unutturmuştu. Öztürk görüşmemizde “34 yıl önce geldiğimiz zaman tam anlamıyla demokrasiyi uygulayan bir hükümet var. Başbakan demokrat diye bakılıyordu. 2011 yılındaki referandumdan sonra insan hakları ihlalleri basına sansür ve diğer baskılar başladı. Gezi Direnişi’nin de etkisiyle olsa gerek artık Türkiye gerçekleri AB tarafından biliniyor. AB artık Türkiye’yi daha iyi anlamaya başladı. Bizim anlattıklarımızdan daha fazlasını onlar bize anlattı” şeklinde konuştu. Evet takke düştü kel göründü. AB Türkiye’yi şimdi daha iyi anlıyor. Bakalım 16 Ekim’de açıklanacak İlerleme Raporu’na bu, ne kadar yansıyacak? Yoksa gerçekler demokratikleşme paketi gölgesinde mi kalacak? [email protected] şimdi daha G iyi anlıyor!’ Yahudi mezarlığında tarih österişsiz bir mezar taşı. Üzerinde yazanlar okunamıyor. İbranice. Az ötede taşları süslü olanlar var. Çiçeklerle, yapraklarla, değişik motiflerle bezenmişler. Dreyfuss ve Levi... Bir alt sıradakilerde süslemeler artıyor. Yazıların sağında solunda dua eden eller; kabartma kartallar. Oettinger ve Bernheim... Bir başkasında, elimizdeki kâğıtta yazdığında göre Levi kabilesinin insanlarının yeğlediği ibrik motifi. Mezar taşları gittikçe büyüyor. Rothschild ve Landauer... Süsler artıyor. Taşlardan birini nedense sünnet bıçakları süslüyor. Bu mezarlığa ilk gömü 1802 yılında yapılmış, son gömü de 1943’te. Stuttgart’ın güneyinde, Konstanz Gölü’ne uzanan yol üzerinde eski bir yerleşim merkezi olan Buttenhausen’de 18. yüzyıldan başlayarak Hıristiyanlarla Yahudiler, Hitler denen o diktatör gelip de toplumun üzerine çöreklenene kadar barış içinde, ortak bir yaşam sürdürmüş. Şirin okyanus ötesindeki ovanın iki yamacına kurulu STUTTGART çocuklarına, torunlarına mahallelerinde yaşayıp ve onların çocuklarına durmuşlar. Bir yamaçta ulaşır. Sonra kendini kilise, diğer yamaçta mezarlığın restorasyonuna sinagog. Aynı bina içinde verir. Devlet desteğinin iki sınıf. Biri Yahudilerin, yanı sıra bağışlarla 399 taş diğeri Almanların. Biri elden geçer. Heidelberg ticaretle uğraşırken, AHMET ARPAD Üniversitesi’yle diğeri tarlaya toprağa Stuttgart’taki politik vermiş kendini. Sonra eğitim merkezini de arkasına yirminci yüzyılın ülkeye getirdiği sanayileşme Yahudi gençlerini yavaş alarak Buttenhausen Yahudilerinin yavaş büyük kentlere göçe zorlamış. yaşamını anlatan küçük bir Köy yaşlılara kalmış. Buttenhausen müze oluşturur. Politik eğitim Mezarlığı’na 1943 yılından merkezinden bölüm şefi, eski tanış sonra hiç kimse gömülmemiş. Sibylle Thelen’in anlattığına göre Oralı Yahudilerin ölümleri başka BadenWürttemberg eyaletinde topraklarda olmuş! Savaştan sonra Naziler öncesinde 30 bin Yahudi yöreye yerleşen Walter Otto, yaşarken, günümüzde, savaşın Buttenhausen ve insanlarının bitiminden neredeyse 70 yıl geçmişini kendine görev edinir. geçmesine karşın, sayıları ancak O olmasaydı günümüzde yörenin 10 bin civarında. Eyalet hükümeti iki yüz yıllık Yahudi tarihi çoktan 2010 yılında Yahudi cemaati unutulur giderdi. Boş zamanlarında ile imzaladığı bir sözleşmeyle inatla araştırır, yıllarını bu göreve toplam 143 tarihi mezarlığın harcar. Büyük bir emek sonucu, bir bakımını üstlenmiş! Tarihi kayın zamanlar burada yaşamış insanların ağaçlarının gölgesinde uzanan nerelere göç etmiş olduğunu bulur, mezarlığı geride bırakıp yemyeşil Lauter Ovası’nda güneye doğru ilerliyoruz. Zwiefalten’e dek Lauter Çayı bize eşlik ediyor. Kıyısında güneşlenip piknik yapanlar, hızla akan sularında serinleyenler, kanolarında günün keyfini çıkaranlar. Az sonra vardığımız şirin kasaba Zwiefalten’de önce manastırla görkemli barok kilisesini ziyaret ediyoruz. Ardından 16. yüzyılda rahiplerin kurmuş olduğu bira fabrikasının hemen altındaki kocaman lokantada yemeğe oturuyoruz. Burası da 1521’de açılmış, yönetimi aileden aileye, nesilden nesile geçmiş. 1935’ten bu yana da Baader’ler çalıştırıyor. Genç garson kız, az sonra büyük kupa Zwiefalten Manastırı birasını önümüze bırakıyor. Ardından gelen mantarlı karaca filetosunu bitirmek çok zor... Buradan gaza basan isterse bir saatte güneye, Konstanz Gölü kıyısındaki şirin Lindau’ya varır, isterse yeşil tepeleri, yamaçları aşarak kuzeye, Stuttgart’a döner. www.ahmetarpad.de Çürüme... laiklik vurgusu ransa’da okullara girildiğinde duvarlara büyük harflerle çeşitli renkler üzerine, Charte de la Laicite a l’Ecole (Okul Laiklik Şartnamesi) yazılı afişler ilk görülen yazı olarak karşınıza çıkıyor. Okul yöneticilerinin eğitimde olmazsa olmaz laiklik kurallarına daha sıkı bir şekilde uymalarını istedikleri öğrencilerinin dışında, velilere de okul içerisinde laiklik kurallarına uyulması yönünde bilgilendirmelerde bulunuyorlar. Çocukların dersleriyle ilgili bilgi almak için Champs d’Aloup okuluna gidiyorum. İçeri girdiğinizde ilk olarak karşınıza çıkan duvarda asılı 15 maddelik “Okul Laiklik Şartnamesi”nin ilk sırasında, “Fransa’nın laik, demokratik, sosyal ve bölünmez bir cumhuriyet” olduğu vurgulanıyor. Diğer önemli bir maddesi ise “Hiçbir öğrencinin dini ve siyasi gerekçeleri öne sürerek öğretmenlerin, müfredatın, herhangi bir bölümünü öğretme hakkına karşı çıkamayacaklarını” belirtirken başka bir maddesi de “Okullara herhangi bir dini simgeyle gelinmesi kesinlikle yasaktır” diyor. Okullarda başlatılmış olan sıkı “laiklik” kuralları çerçevesi PARİS içerisinde öğretmenlere de öğrencilere laik cumhuriyet değerlerini aşılamak yükümlülüğünü beraberin de getiriyor. SÜLEYMAN Yani okullarda laiklik TOSUNOĞLU kavramı 108 yıl sonra tekrar hatırlatılıyor. Bu yıl okullarda laiklik kurallarının daha sıkı bir şekilde uygulanacağını, daha okulların ilk açıldığı gün, Milli Eğitim Bakanı Vincent Pellion, eğitim ve toplum değerlerini daha iyi anlamak için “laiklik” ağırlıklı ahlak dersi verilmesini isteyerek “Öğrencilerin iyiyi, kötüyü, haklarını ve ödevlerini öğrenmesi, insani değerler üzerine kurulu evrensel değerleri benimsemesi için laiklik ağırlıklı ahlak derslerinin kaçınılmaz olduğunu” ifade eden bir konuşma yaparak duyurmuştu. Laiklik yönetmeliği Fransa’daki Cumhuriyet ilkelerine, anayasanın temel hedeflerine, insan hakları beyannamesine, 1905 tarihli devlet ile din işlerinin ayrılmasına vurgu yapılarak yasalaştırılmış. Paris’in ünlü Bastille Meydanı’nda, metro istasyonundan başlayarak Bastille Özgürlük Anıtı’na kadar asılı olan fotoğraf ve yazılarla belirtildiği gibi, 1879’daki kanlı Fransız devriminin monarşi yönetimi zamanında okullar kiliselerin yönetiminde dini baskılar altında eğitim verirken ülkenin aydınları ise Bastille hapishanelerine atıldığı yıllarda halkın monarşiye karşı “artık dur” diyerek, Bastille’de hapishaneleri yıkarak başlatmış oldukları devrim ayaklanmasında, Bastille Meydanı’nın akan insan kanlarından yürümez bir hale gelene kadar süren ayaklanmalar sonucunda cumhuriyet yönetimini kazandıklarını görme olanağını buluyorsunuz. Fransa’nın Cumhuriyetçi değerleri özgürlük, eşitlik ve kardeşlik anlayışı, 108 yıl önce kilise ve devleti birbirinden ayırarak geliyor. Okullardaki Laiklik Şartnamesi’ni okuduğunuzda, bu sizlere Bastille ayaklanmasını hatırlatarak laiklik kavramının ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. [email protected] 108 yıllık F D oktorum rutin kontroller için kan bırakmamı istedi. Çinliye rastlasam bari diyerek indim laboratuvar katına. İki İsveçli bir Boşnak, bir de ufak tefek Çinli hemşire çalışıyor tahlil merkezinde. Sıkça geldiğimden hepsinin iğneyi batırmadaki mahareti konusunda yeterince gözleme sahibim. Çinli ile hiçbiri yarışamaz. İğneyi batırdığı hissedilmediği gibi damarı da bir kere de buluyor. Kuzey İsveçli hemşirenin kolumu değiştirdiği bile olmuştu. Sıramı beklerken bunları düşünüyordum; derken çıtı pıtı Çinli koridorun başında gözükerek sıra numaramı sesleniverdi. Yüzünde yine aynı gülümseme vardı. İğneyi yine maharetle batırıp damarı bir kerede bulursa, bu kez bravo demeye karar verdim. Ve öyle oldu. Bravo demekle kalmayıp, müthişsin dedim. Çözülmesi için bir şey söylemek gerekiyormuş meğer. “Herkes böyle söylüyor ama şefim beğenmiyor’’ diye çaresiz bir ifadeyle yakınmaya başladı. Şefi beğenmediği için toplusözleşmede belirlenen zammın yarısını vermiş. “Olmaz öyle şey” dedim. “Oluyor işte. Herkes benden memnun olduğunu söylüyor ama şefim memnun değil. Ne yapacağımı bilmiyorum’’ derken soran gözlerle baktı. Şefinin neden beğenmediğini sordum. Meğer toplantılarda çok konuşmuyor, yeni fikirler üretmiyormuş. Yani şov yapmıyormuş. Hiç yabancısı olmadığım bir sorun yüzünden, kimbilir ne umutlarla bu ülkeye gelmiş olan bir Çinlinin, üstelik işini iyi yapmasına rağmen mağdur kaldığını öğrenince içim sızladı. Aklımdan geçenleri okumuş gibi “Şefim İsveçli” dedi. Söylemesine gerek yoktu, anlamıştım. İyi şanslar demekten başka söyleyecek söz bulamadım. Görüşürüz deyip çıktım. Çinlinin mağduriyeti tekil bir örnek değil. Dışarıdan çok parlak görülen sistemin çarklarında ezilen on binlerce örnekten biri. Tam o saatlerde AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barrosso ile göç işlerinden sorumlu komisyon üyesi İsveçli Cecilia Malmström, denizde boğulan mültecilerle ilgili olarak İtalya’daydı. Çok üzüldüklerinden gözlerinden yaşlar akıyordu. Ama gözyaşlarına aldırmayan İtalyanlar onları yuhalıyordu. İtalyanlar haksız mıydı? Avrupa’ya göçmen akınını durdurmak için binbir önlem alan onlar değil miydi? Avrupa ülkelerindeki göçmenlerin durumuyla ilgilenmeyen liderlerin kameralar karşısında ağlamasını samimi bulmayıp yuhalayan İtalyanları kim ayıplayabilir. Hayat, siyaset, demokrasi falan kötü bir tiyatro oyununa döndü. STOCKHOLM OSMAN İKİZ Daha önce mükemmel çalışan, İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun başına gelenleri yazmıştım. Yeni Liberaller kurumu atıl hale getirip hizmetleri iş koçlarına (coach) devretmişlerdi. İş koçları işsizlere iş bulacaklarına, iş görüşmelerinde kendilerini nasıl satacaklarını öğrettiler. Yani şov yapmayı. Nasıl oturacağı, nasıl konuşacağı vs. Adam iş arıyor, koç ona nasıl CV yazılacağını öğretiyor. Hem de üç ayda. Ya da yoga yapmayı. Neden? İş arayacak adam öncelikle kendini iyi hissetmeliymiş. Hani, “Koyun can derdinde kasap et derdinde” derler ya onun gibi. İş koçluğunun fiyaskoyla sonuçlanacağı, tam bir palavra olduğu başından belli olmuştu. Üç yıl boyunca iş koçlarıyla ilgili saçma sapan öyküler okuduk gazetelerde. Nihayet iki hafta önce, üç yılda, üç milyar harcanmış olan iş koçluğu kaldırıldı. Yani, hükümet yandaşlarından birkaç yüz kişiyi ihya etmiş oldu. Bir hafta önce parti liderlerinin televizyondaki tartışma programı da durumun ne kadar umutsuz olduğunu gösterdi. İdeolojik tartışmayı bıraktım, konuşmalarda derinlik bile yoktu. Sosyal demokratlar da yeni liberaller de orta sınıfa göz dikmiş, kavga edermiş gibi yapıp lafı yuvarlayıp duruyorlardı. Yani hayat şov oldu, demokrasi de laf yuvarlama, demagoji filan. Oysa sosyal demokratların iki yıl önceki lideri “Özelleştirilen devlet kurumlarını geri alacağız” deyince alkış tufanı kopmuştu. Ama hemen ardından tezgâh kurulmuş altından başkanlık koltuğu çekilivermişti. Yani toplum içten içe çürüyor. Nobel haftasında da çürümeyi gözledim. Eskiden Nobel Edebiyat Ödülü’nü kimin kazanacağı konuşulurken eleştirmenlerin, akademisyenlerin makaleleri yayımlanır, televizyon, radyo programları yapılır, entelektüel bir tartışma ortamı yaratılırdı. Son yıllardaki müşterek bahis şirketlerine olan ilgi bu yıl iyice tırmanışa geçti. Şirketlerin tahmini yetmedi bir de fareye isim çektirdiler. Edebiyat da müşterek bahis şirketlerinin malzemesi haline gelmişse, millet de buna yönelmişse geleceğe umutla bakabilir misiniz? Çürüme diye buna denir herhalde. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle