25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 EKİM 2013 PAZAR kultur@cumhuriyet.com.tr 16 KÜLTÜR Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu seçilen Zeynep Çamcı: ‘Hayaller insanıyım...’ ‘Yeni Türkan Şoray’ olduğu söylenen Çamcı’nın böyle bir iddiası yok. Şoray’ın küçüklüğünden beri izlediği büyük bir oyuncu olduğunu söyleyen Çamcı, ‘Herkes farklıdır’ diyor, ‘ben hayaller insanıyım.’ CEREN ÇIPLAK ‘7 Yaşındayım, Namaza Başlıyorum’ Kampanyanın adı buydu: “7 Yaşındayım, namaza başlıyorum.” Başlıkta 7 yaş vurgusu yapılmıştı ama hedef kitle 3 ile 10 yaş arası çocuklardı. Haberi Cumhuriyet’te okuduysanız, minicik kız çocuklarının örtülü fotoğrafını da görmüşsünüzdür. Tüm Din Hizmetleri Derneği (Tüm DinDer) tarafından, çocuklara namaz kılmayı teşvik amacıyla başlatılan kampanyaya 310 yaş arasında 78 bin çocuk katılmıştı. (Açıklama dernek başkanından) Çocukların imam ve müezzinlik yaptığı etkinlikte, çekiliş yapılmış 10 çocuğa cumhuriyet altını verilmişti. Bütün katılımcı çocuklara da seccade, tespih, takke ve başörtüsü içeren paket, yemek ve tatlı dağıtılmıştı. Açıklanan “demokratikleşme paketi”nden sonra, her ne kadar liberal yazarlarımız, yaşasın örtülü kadınlara özgürlük geldi diye bayram etseler de yukarıdaki gibi kampanyalar karşısında ne düşündüklerini merak ediyorum. Üç ya da dört yaşından başlayarak kız çocuklarını örtmek, kafalarını sarmak, saçlarını saklamak mı onlara özgürlük sunmak? Efendim zorlama yok! Peki 4 yaşından başlayarak kapatılan çocukların günün birinde özgür seçim yapabileceğine inanan gerçekten var mı? “Biz kimsenin kılığına karışmayız, toplum böyle istiyor...” Bu savın hele hele ilk bölümünün geçerli olmadığını artık hepimiz biliyoruz. Erdoğan başta olmak üzere hükümeti bal gibi herkesin kılık kıyafetine karışıyor. Kadınların kaç çocuk doğurması gerektiğine bile karıştıktan sonra! Toplum böyle istiyor savına gelince... Evet, muhafazakâr bir toplum yapımız var. Ama bu hükümet toplumu bunca ayrıştırmadan önce “muhafazakârlık” bireysel seçimdi, devlet politikası değildi. Bugün “Kız çocuklarına ve kadınlara yönelik her tür ayrımcılık, kesin bir dille cahiliye âdetidir, insanlık dışıdır, vicdan dışıdır” diye kükreyen Başbakan, örneğin yeni 4+4+4 eğitim sistemiyle, çocuk gelinlere adeta teşvik çıkarıldığının farkında mı? Okul öncesi kız çocukları, kendi özgür seçimleriyle kapanamayacağına göre, onların kapatılmaları, vicdan dışı değil midir? Kadına ilişkin özgürlük denince neden ilk akla gelen örtünme kapanma özgürlüğüdür de, örneğin, emeklerinin sömürülmesi, cinsel istismar, tecavüz ve tacizcisiyle evlendirilme, tecavüzcüsünün çocuğunu doğurma, kürtaj hakkının yasaklanması, “namus” cinayetleri, berdel olayı, kadının poliste karşılaştığı şiddet, yaşamın her alanında özellikle aile içindeki şiddet akla gelmez... Ne Başbakan, ne de hükümet bunları değil, varsa yoksa başörtüsünü ya da dekolteyi dillerine dolarlar. Nedenini ben söyleyeyim: Çünkü onların dertleri kadınların hak ve özgürlükleri değildir. (Söylemlerine bakın, o bile yeter!) Onların dertleri sadece dini kuralları yerine getirmek, yaşamın her alanına tartışılamaz, sorgulanmaz dini referansları egemen kılmaktır. Ne yazık ve ne acı ki, birçok kadın bu alanda sadece kullanıldığının farkında bile değil... Hepinize iyi bayramlar... ANTALYA 50. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, En İyi Kadın Oyuncu ödülünün “Meryem”de Meryem’i oynayan Zeynep Çamcı’ya gideceği daha ödüller açıklanmadan konuşulmaya başlanmıştı. “Anadolu’nun çilekeş kadınlarına” adanan “Meryem”in başrolünü üstlenen Çamcı pek çoklarının gözdesiydi. Çamcı’yla filmin gösteriminden hemen sonra buluştuğumuzda, biz de festivalin En İyi Kadın Oyuncusu seçileceği kanısına varmış bulunuyorduk. Çamcı’yı sinema dünyasında parlak bir geleceğin beklediği, Türkan Şoray ekolünden bir oyuncu olacağı konuşuluyordu. “Recep İvedik” filmi ile “Leyla ile Mecnun” dizisinde komedi rolleriyle tanınmaya başladınız. Birden de drama geçtiniz. Bu hızlı geçiş oyunculuk anlamında zorladı mı sizi? Dramın, hüzünlü rollerin aslında içimde olan bir yanı var. Meryem’in masumluğu, çocuksu ruha sahip tarafı bana yakın ama rollerde ayrım yapmıyorum. Hatta rol yapmıyorum! O anki duygu neyse o oluyorum. Kulislerde sizin yeni Türkan Şoray adaylarından olduğunuz söyleniyor. Yeni Türkan Şoray’ım diyebilir misiniz? Benim böyle bir iddiam yok. Herkes farklıdır. O Türkan Şoray. Küçüklüğümden beri izlediğim bir büyük oyuncu. O bir sultan... Oyunculuğunuzu güçlü bulurken normal hayatta naif, utangaç buldum sizi... Naif, içli bir tarafim var. Hayaller insanıyım. Her şeyi düşünürüm. Karışık düşünceler içinde olurum hep. Bıkmam. Farklı projeler için oyuncu seçmelerine 3040 kez katılıp şansımı denemişimdir. Jenerikte vokalde de isminiz yazıyordu. Müzikle aranız nasıl? Kendi kendime melodiler yaratırım. Evde mutfakta herhangi bir işle meşgulken mesela. Müzikle aram çok iyidir. Filmde kilisede çekimlerdeyken kilisenin içine çok güzel bir ışık yansıdı. İlahi bir ortam oldu o sahneyle birlikte... O an doğaçlama söyledim, kaydettiler. Sonra da aynısını stüdyoda kaydettik. Filmde gözleriniz ön plandaydı. Yönetmen de zaten hüzünlü gözleriniz nedeniyle bu rolü size verdiğini söyledi. Sinemada gözle rin çok güçlü bir yeri var. Evet, gözler anlatır. Gözlere bakmayı da severim... Kısa filmlerde oynadığım dönemde çevremdekiler “Zeynep sende göz var, sen bu işi yaparsın” diyerek beni yüreklendirmişti. Ondan sonra da Recep İvedik’in seçmelerine gitmiştim. 3 yaşındayım, örtünüyorum russell Crowe, bakan öMer çelik ile bir araya geldi Munro’dan yeni bir öykü kitabı kasıM’da türkçede ‘Türkiye’ye Kültür Servisi Dünyaca ünlü Oscar ödüllü Avustralyalı oyuncu Russell Crowe Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ile Topkapı Sarayı’nda bir araya geldi. Türkiye’ye film çekmek için gelen dünyaca ünlü aktör Russell Crowe, Türkiye’de birtakım mekânları gezdikten sonra Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik tarafından Topkapı Sarayı’ndaki Mecidiye Köşkü’nde kabul etti. Russell Crowe, Anzak askerlerinin hikâyelerini konu alan bir film için Türkiye’de araştırmalar yaptı. Ülkenin belli köy ve kasabalarını gezdiğini söyleyen Crowe, Edirne, Kapadokya, Fethiye ve İstanbul’u ziyaret etti. Türkiye’nin kendisini büyülediğini söyleyen Crowe, “Türkiye’yi 3. kez ziyaret ediyorum. Bu ülkeye gerçekten bayılıyorum. Beni her zaman büyülemiştir. Türkiye’de Edirne, Fethiye, Kapadokya’yı ziyaret ettim. Mekânlar bayılıyorum’ gezdim. Sayın Bakan’la da bir araya geldik. Kendisinden Türkiye’de oyunculuk yapan bazı aktörler için bana yardımcı olmasını isteyeceğim” diye konuştu. Bakan Çelik de “Ulusların ortak hikâyelerinin anlatılması bakımında önemli bir proje olarak görüyoruz bu filmi. Daha sonra Russell Crowe ile beraber bu filmden bahsedeceğiz. Çanakkale savaşından bahsedeceğiz. Türk sinemasından söz edeceğiz” dedi. Aşk mı, nefret mi? Kültür Servisi 2013 Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Kanadalı yazar Alice Munro’yu, 2011’de “Bazı Kadınlar”, 2012’de de “Çocuklar Kalıyor” adlı yapıtlarıyla Türk okuruyla tanıştıran Can Yayınları, yazarın 2001’de basılmış olan “Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik” adlı öykü kitabını kasım ayı içinde yayımlayacak. Adını kâğıt tuzluk falına benzeyen bir oyundan alan öyküde, bu oyunu oynayanlar, beğendikleri kişiyle gelecekteki ilişkilerini bu sözcükleri sayarak tahmin ediyorlar. Liza Johnson tarafından yapılan film uyarlaması 2013 Toronto Film Festivali’nde ilk kez izleyiciyle buluşan öyküdeki kişilerin yazgısı da bir bakıma benzer bir oyunla Referansınız din olunca 2013 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Munro’nun “Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik” adlı yapıtı, yazarın Türkiye’de yayımlanan üçüncü kitabı olacak. belirleniyor. 9 öykünün yer aldığı kitaptaki kadınlar kendilerini hep iki kutup arasında, hep bir ikilem içinde buluyorlar; evcillik ile bağımsızlık, aile bağları ile özgürlük, beraberlik içinde yürütülen bir ilişki ile yabancılaşmış bir yalnızlık arasında gidip gelen kadınların bazen hüzünlü bazen mizah yüklü yaşam kesitleri sürükleyici bir dille aktarılıyor. Kitaptaki son öykü “Ayı, Dağı Aştı Geldi” yine bir halk şarkısına gönderme yapıyor. Şarkıda dağın öte tarafında ne olduğunu merak eden ayı, iki taraf arasında aslında hiç fark olmadığını görüyor. Öyküde de yaşamın bir evresinden bambaşka bir evresine geçen kişinin aslında birbirinden farksız ortamlarda olduğunu görüyoruz. Efsane kadroyu dağıtmış Elton John, emektarlardan hiçbiri kalmamış; ne Davey Johnstone, ne de Nigel Olsson… Nispeten gençlerden oluşan bir ekip kurmuş, Bernie Taupin ile yeniden piyano günlerine dönmüş, kadim dostunun sözlerine piyano odaklı şarkılar yazmış. Yaşına göre korkusuz bir müzisyen. TBone Burnett yapımcılığında 31. stüdyo albümü, bu 66 yaşındaki hit makinesinin ozansı tarafını daha bir öne çıkarmış. Hikâye odaklı bir albüm “The Diving Board” ve ustanın son 15 yıl içinde yaptığı en kasvetli ve ilgi göstermeye değer iş. Dinlemesi kolay, ancak sözleri biraz zaman istiyor. Duygusal açıdan ihtişamlı ve kendini kolay ele veren şarkılar değiller. Çünkü eski alaycı mizahın yerini derin yaşam sorguları ve çaresiz aşklar almış. Bu albüm müzikte yeni şeyler arayanlar ya da modayı takip edenler için değil. Edebi şarkılara meraklılara hitap ediyor, daha ziyade. Albümün en rafine ve kilit parçası “Oscar Wilde Gets Out.” Arada klişeleşmiş bölümler geçse de John bunu ustalığı ile ilginç bir hale getirmeyi başarıyor. Yıllara meydan okuyor, bir rock yıldızına layık şekilde yaşlanıyor John. Onun köklerini yeniden keşfetmek istiyorsanız, sondan başlayın, önce “The Diving Board”u dinleyin. Elton John “The Diving Board” (Mercury) Manic Street Preachers “Rewind The Film” (Sony Music) Yeni MSP albümü “Rewind The Film”, mottosunu Albert Camus’dan almış: “Geleceğe yönelik gerçek cömertlik, şu an mevcut olan her şeyden vazgeçmeyi içerir.” Filmi ileri geri saran bir libretto anlayışına sahip sözler açısından, en iyi fikir verebilecek satır ise “Çocuklarımın benim gibi büyümelerini istemiyorum.” Gördüğünüz üzere inançlarından ödün vermiş değiller; sadece topluluğun eski gençlik öfkesi, yaşlılığa giden yolda bir ara döneme giriyor. Akustik düzenlemeler, basit melodiler, nefesliler eşliğinde çınlayan bir elektrik gitar ve arada bir saman altından yürüyen elektronika; sürprizlerle dolu bir albüm değil, ama tutarlı bir retoriği var. James Dean Bradfield hoşnutsuz bir ruh haliyle söylüyor. Çünkü temalar ölüm, sonsuzluk ve (topluluğun sırra kadem basan şizofren gitarcısı Richey James’e istinaden) kaybolma duygusu. Albüme adını veren şarkıya mükemmel sesiyle eski Pulp gitarcısı Richard Hawley eşlik ediyor. Kanınızı kaynatacak ritimlerle ve soundlarla da yüklü değil, hatta topluluğun alıştığımız albümlerine göre oldukça temposuz. İhtimalen ilk dinleyişte hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Ertesi gün CD çalarınızın başına dönün, ona zaman ve bir şans daha verin. Pişman olmayacaksınız.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle