14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 EYLÜL 2012 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 amatör tarikatçılık konusunda da fena değiller. Ryuho Okowa bir mağazada tezgâhtardı. 1986’da “mutluluk bilimi” anlamına gelen “KofukonoKagaku” adı ile bir “girişim” başlattı. Refahın doruğundaki Japonya’da arada bir ortaya çıkan çok sayıdaki inanç akımından birisiydi “mutluluk bilimi”. Okawa’nın Atatürk’ten ve “en hakiki mürşitin bilim olduğu” sözünden etkilendiğine ilişkin bir emare yok. Ama Japonların “bilim” sözcüğünden de “mutluluk” kavramından da etkilendikleri anlaşılıyordu. Başkan Okawa, Müslümanlık dışında her dinden inançtan esinlenmiş. “10 milyondan fazla müridim ve izleyicim” var diyor. Japonya dışına da el atmış durumda. ABD’de Hawaii’den New York’a, Avrupa’da Londra’dan Asya’da Seul’e dek etkinlik merkezleri var. Ankara’da ayrı bir Japon Kültür Merkezi var. Ama henüz “mutluluk bilimi” buraya adım atmış değil. Ryuho Okawa’nın birçok dile çevrilen eserlerinin en ünlüsü “Aşk, Bilgelik ve İnanç Üzerine Pratik Rehber”. Bu rehberinde “inanç sahiplerinin” politikaya da ağırlık koyması gerektiğini savunuyor. aponya dünyada ticaretin dumanını attıran JDin, bir ülke. inanç ve siyaset ilişkileri ve özellikle de türünden makaleler yazmak ve konuşmalar yapmakla yetiniyorlar. Çağ Açar Gibi Açılış Japonya geleneksel ile modernliği demokrasi potasında eritip yepyeni bir sentez yaratmış, belki de dünyadaki en örnek ülke. “Mutluluk bilimi” türünden maceracı inanç felsefecilerine, sportif amaçlı dinsel tarikatlara Mutluluğu Gerçekleştirme Partisi türünden avantür partilere olanak tanımayı ileri demokrasilerinin gereği sayıyorlar. Çok şükür Türkiye’nin böyle bir sıkıntısı yok. Bizde tarikatler de partiler de işlerini çok ciddiye alıyorlar. Adalet mekanizmasından, güvenlik kadrolarına kadar her yana nüfuz etmiş durumdalar. Ülkemizde çok şükür, din siyaset ilişkisi dünyaya örnek oluşturacak bir şeffaflıkta cereyan ediyor. Başbakan Erdoğan dün yeni eğitim yılını Denizli’de bir imam hatip lisesinde yeni bir çağın kapısını açar gibi kendi deyimiyle “Bahtiyarlık ve tarifsiz bir heyecan” içinde açtı. İmam hatipli öğrenci sayısının ilk haftada 100 bini geçtiğini ilan etti. Ve kendisi gibi birçok bakan arkadışının imam hatipli olduğunu da sözlerine ekledi. Bu ise Türkiye’de siyasetin geleceğinin ilelebet güvende ve güvencede olduğunun dünya âleme ilanı demekti. Bir de buna ticareti ekleyebilsek, Japonya’yı yakaladık demektir! Themis’in Gözleri... Adalet arayışlarının yakarışa döndüğü bir dönemdeyiz. ‘Silivri zulümhanesi’nden yükselen yakarışlar, çığlığa dönüşüyor kimi zaman, duyuyor muyuz? İktidarı eleştiren, yeren, karşı çıkanların ve muhaliflerin yanlarına bazı ucubeleri de katarak aynı çuvala konduğu, derdest edildiği davalarda tutukluluk süreleri beş yıla dayanmış. Geciken adalet, zulümdür oysa. Ergenekon, Balyoz, Odatv davalarında ayyuka çıkan sahte deliller, virüslü dosyalarla kurulan bir tezgâhın, yargı paketleriyle paketlenmiş hukuk düzeninin cenderesinde insanlar. Baskı, korku ve dayatmayla bir hukuk düzeni sürdürülüyor. Ne var ki, insanlığın tarih bilincinde, hukuk düzenlerinin her zaman adil olmadığını gösteren sayısız dava, sayısız yargılama var... Dün gazetemizde yayımlanmaya başlayan İlhan Taşcı ve Alican Uludağ’ın yazı dizisinde Sami Selçuk, “Yargının yürütmenin buyruğunda olduğunu” söylüyor. Çıkarılan ve çıkarılacağı söylenen yargı paketleri bu yüzdendir. Zaten Başbakan Erdoğan, geçenlerde milletvekili dokunulmazlığıyla ilgili “Yargıya gerekeni söyledik” diyebilmişti. Ancak farklı gerçekler de söz konusu. Aynı Erdoğan, özel yetkili savcılığın MİT Başkanı’yla ilgili girişimi üzerine “O zaman gelin beni alın... Devlet içinde devlet olmaz” da demişti. O zaman yargı üstünde, yürütmenin dışında da etkili olan güçler akla geliyor. Ardından cemaat yanlısı gazete ve köşelerde Erdoğan’a yönelik eleştiriler sürdürülmüştü, anımsayın... Bir ülkede hukuk ve adalet ne ölçüde sık konuşuluyorsa, o derecede sorun var demektir. Türkiye’de bu konudaki sorunların yarattığı sıkıntı, artık iktidar yanlısı bazı yazarlar tarafından da açıkça kabullenilmektedir. Adil yargılama konusunda şüpheler gün geçtikçe artmaktadır. Nedir olan biten? Bir yanından bakarsanız tecritte yalnızlaştırılan, ceza içinde ceza alan Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın aylardır haykırdıkları gibi “Bize suçumuzu söyleyin” tablosu. Diğer yandan bazı davalarda Başbuğ gibi savunma yapmayı bile gerek görmeyenler ve Soner Yalçın gibi “Neden tutuklandığımızı biliyoruz” değerlendirmesi... Temel gerçektir; savunma engellenir ya da kaldırılırsa arkasından engizisyon gelir... ??? İddianameye bakılırsa gazetecilikten başka bir faaliyetin görülmediği Odatv davasında yaşananlar ibretlik doğrusu. TÜBİTAK’ın raporunu muğlak bulan mahkeme başkanı, yenisini isterken “Bu ne biçim rapor! Virüs var mı, yok mu açık söyleyin” diyor. Bunun üzerine Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan tahliye ediliyor. Ancak aynı rapora dayanılarak Soner Yalçın, Yalçın Küçük ve Hanefi Avcı için “tutukluluklarına devam” kararı çıkıyor. Oysa evrensel hukukta yargıçların muğlak bulduğu rapor ve bundan kaynaklanan şüphe, sanıklar lehine bir durum değil mi? “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi, masumiyet karinesinin doğal sonucudur. Haksız yere tutuklu kalınan bir anın bile bedelini kim ödeyebilir? ??? Adaleti temsil eden Themis heykelindeki terazi dengeyi, kılıç adaletin keskinliğini; gözü bağlı kadın tarafsızlığı, yansızlığı anlatıyor. Peki ya yaşadıklarımız? Söz konusu davaların geliştirildiği bir dönemde 2009 Nisan ayında Anayasa Mahkemesi’nin yeni hizmet binasıyla ilgili töreni anımsatayım. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç binanın önüne dikilen yeni adalet heykelinin üstündeki örtüyü kaldırdıklarında Themis’in gözleri açıktı... Siz bunu bir de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “19. yüzyıl ideolojisi olan ulusçuluk, Avrupa’da feodalite ile bölünmüş yapıları bütünleştirdi. Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici, suni karşıtlıklar ve kimlikler ortaya çıkardı. Hepimizin bu ayrıştırıcı kültürle hesaplaşma zamanı geldi” sözleriyle birlikte değerlendirin. Yaşananların resmidir.. Ticaretin Dumanı, Siyasetin İmanı... Bu nedenle “KofukuJitsugenTo” (KJT) adlı “Mutluluğu Gerçekleştirme Partisi”ni kuruyor. 2009’daki son seçimlere de çok sayıda adayla katılıyor. Ancak parlamentoya temsilci seçtirmeyi başaramadı. Japonya’daki “tek turlu, dar bölgeli çoğunluk sistemi” küçük partilere pek şans tanımıyor. KJT gerçek gücünün, topladığı 1 milyon 70 bin oyun çok üstünde olduğunu savunuyor. Gidişattan mutlu olmayan seçmenin mutlaka KJT’ye yöneleceğine inanıyor. Çünkü, ona göre, siyasette halk fikirlerden çok inançlardan etkileniyor. Bizim Gazete dış politika yazarı Necat Aşkın, Japonya’nın dev gazetesi Asahi Shimbun yazarı Kentaro Isomura’dan aktarıyor: “1970’li yıllardan beri dünyada dinin düzen kurma misyonu yaygınlaşmakta!” Bu yüzden de Mutluluğu Gerçekleştirme Partisi KJT tüzüğünde en temel madde gayet açık: “Din ve politika arasında birbirlerini tamamlayan bağlar vardır.” Japonlar, 2. Dünya Savaşı’nı devlet dini olan Şıntoizm adına yürüttüler. Buda’cı kesimler de bu inançları gereği savaşa katılmıştı. Günümüzde ise Buda’cılar gibi yeni tarikatlar, özellikle ülkenin en temel iki siyasal partisi Demokrat Parti ile LiberalDemokrat Parti, en büyük desteği bu çevrelerden alıyor. Japon aydınları ise inanç ve tarikat temelli siyaset yapma eğilimlerini yorumlamak konusunda büyük bir performans sergilemeye fazla teşne değiller. “Dinsiyaset ilişkisi şeffaflık gerektirir” Aşk, Bilgelik ve İnanç “Polis otobüsü mayınla havaya uçuruldu. 8 şehit!” Artık, 8 sütun yok! Tek sütun... Trafikteki terörün başına gelen PKK terörünün de başına geliyor. Alber Camus, “Veba” adlı eserinde, salgının yayılması ve ölümlerin kanıksanması üzerine şöyle diyor: “Kanıksamak, vebadan da tehlikeli ve lanet bir hastalık!” Türkiye böyle bir hastalığın pençesine düştü düşücek... Bu “hastalık” yüzünden değil eleştirmek, soru bile soramaz hale geliyoruz. Zorumuz Sorununuz Sorular Çünkü Başbakan kızıyor. “Herkesin kendi işine baksın!” diyor. Oysa bu olup bitenler, çekilen acılar kendisinin ve bakanlarının işine iyi bakamaması yüzünden. TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner Afyon’u, Uludere’yi, düşürülen jeti sordu. Başbakan’ı öfkelendirdi. Dün de sıra, Emniyet Teşkilatı Vazife Malulü ve Şehit Aileleri Vakfı sözcüsü Abdurahman Yılmaz’daydı. O da terör bölgesine karpuz nakleder gibi polis taşınmasını sordu. Konvoyda neden “sinyal kesici” yok? Polis konvoyu geçmeden önce yol kontrolü yapıldı mı? Zırhlı taşıma aracı bin beş yüz lira yüzünden neden hâlâ tamir edilmedi? “O yolda güvenlik zafiyeti var, şikâyeti” neden dikkate alınmadı? Şehit polis Samet Kırcalı’nın hastalık raporuna neden itibar edilmedi? O polisimiz raporlu halde neden göreve gönderildi? Şehitlere son 3 günde toplam kaç saat istirahat verilebildi? Polisler ölmeseydi 25 saatlik mesaiden sonra Bingöl’deki Elazığ Keçiören maçında nöbet tutacaklar mıydı? ??? Başbakan soru soranlara, “İşine bak!” diyor. Keşke kendisi işine iyi baksa da... Kimse soru sormak zorunda kalmasa!.. itikatten çok daha iyidir. İtikat düşünme işini başkasının ır. yapmasıd Tarikat da öyle. İnanç ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] Silivri Zindanı, İnsanlık Adına Tarihe Gömülecek! Hafta sonum, Silivri zindanına atılmış aydınların durumuna tepki vermekle geçti. Cuma günü, CHP vekilleri ve aydınlarla beraber Çağlayan’a gittik ve tutsak gazetecilerin resimleri önünde Ayşenur Arslan’ın yaptığı konuşmadan sonra kalemlerimizi bıraktık. Bunun ardından Odatv davasını izledik. Soner Yalçın 14 kilo vermiş, ama kararlı ve umut doluydu. Hasretle sarıldık. Ertesi gün, CKM’de “Tuncay Özkan’ın 5. Tutsaklık Yılı” ile ilgili düzenlenen toplantıda konuşmalar yaptık, ardından Özkan’ın kitaplarını imzaladık. Günün hediyesi, bir gün önce davalarını izlediğimiz Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun serbest kalarak etkinliğe katılmalarıydı. Onlarla kucaklaşırken pek yakında bir gün “özgür”(?) dünyada, abileriyle de bunu yaşayabilecek miyiz sorusu geldi aklıma... Doğu Perinçek: 5 yıl. Tuncay Özkan: 5 yıl. Ergün Poyraz: 5 yıl. Mustafa Balbay: 4 yıl. Mehmet Haberal: 4 yıl. Fatih Hilmioğlu: 4 yıl. Hikmet Çiçek: 4 yıl. Soner Yalçın: 20 ay. Yalçın Küçük: 20 ay. Silivri’den cenaze olarak veya “ağır hasta” haliyle çıkan tutuklu sayısı ayrı bir acı konusu. Empati kurun; sizi 5 gün odaya hapsedip sevdiklerinizden ayırsam ne derdiniz? Silivri’de yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, televizyon sahipleri dışında, onca asker, subay ve yüksek rütbeli general, hatta Genelkurmay Başkanı var. Açık konuşmak gerekirse, onlara karşı daha da büyük bir haksızlık yapılıyor. Gazetecilere, yazarlara, kolayca sahip çıkılırken TSK ile ilgili davalarda, tutarsızlık ve mantıksızlık ne kadar ortalıkta gezerse gezsin, sanki “askere sahip çıkmak riskli alan” olarak değerlendiriliyor ve insanlar bu konuya bulaşıcı hastalık varmış gibi mesafeli durmayı tercih ediyorlar. Bu sendrom “yalnız Nedim Şener ile Ahmet Şık’a sahip çıkalım” şeklinde ortada dolanmış yüzergezer medyacı tavrından çok da farklı değil! Bunun dışında konuşmamda yaptığım diğer bir hatırlatma şuydu: “Normal” bir hukuk devletinde, şayet “sanıklar” hakkında ortaya atılan delillerin uydurma olduğu ortaya çıkarsa, mahkeme iki şey yapar: Önce sanıkları serbest bırakır ve aklar, ardından “bu komployu tezgâhlayan çete hangisi” sorusunu gündemine alır, üstüne gider! Ülkemizde böyle bir gözleminiz olursa, lütfen bana da bildirin! Ülkede medyanın yandaşlarını, hükümeti dinleseniz, ülkede “dindarlara” karşı büyük baskı var. Gerçeklere bakarsak, Atatürkçü kesim son çeyrek asırda öldürüldü, hapislere atıldı, çalıştığı kuruluşlardan kovuldu, saldırılara uğradı, demokratik haklarını hiçbir şekilde kullanamasın diye kıskaca alındı! Yani bedel ödeyen bir kesim var iken ortada, sürekli gözyaşları eşliğinde durumunu şikâyet edense bambaşka birileri! Merdan Yanardağ, yine Goebbels’in ünlü taktiğini hatırlattı: “Bir yalan ne kadar büyük olursa, o kadar çok inanan olur.” Odatv davasında, Yalçın Küçük o kendine has teatral sunumuyla yine 23 saat boyunca konuştu: “Burası suçsuzlar mahkemesi. Bize suçumuzu bulun. Cezamızı verin. Burada dezenformasyon var. Artık ortada ‘suç lokantalarısuç otelleri’ var. Engizisyonda da suç yoktu. Sizleri tenzih ediyorum: Kimin ne zaman tutuklanacağına veya serbest bırakılacağına, bir merkezi planlama ile karar veriliyor. Siz kendiniz karar verdiğinizi düşünüyorsunuz. Bizi affedin. Hukuk mantıktır, vicdandır. Benim Öcalan’ı yönettiğim söyleniyor. Bunu ciddiye alamazsınız. Bizler burada ‘Ancien Regime’, yani Atatürk döneminin eski Cumhuriyeti’nin rejimini savunmaktan yargılanıyoruz. Bu nedenle suç gerekli değil. Çünkü artık onlar benden sonra ‘Yeni Türkiye’ dediler. Biz Kemalist Cumhuriyetin sahipleriyiz, onu kimseye vermeyeceğiz. TÜBİTAK artık bir yobaz yatağıdır. Raporunda teknik olarak her şey görülmüş ama dil, bürokratik olarak yazılmış. İhbarlar yapılıyor. Ardından ‘bu adama suç bulun’ diye emir geliyor. O da bulunuyor: ‘İzinsiz toplantı yapmak’ (!). Sayenizde Ertuğrul Özkök bile ‘seviyorum o çılgını’ diyor hakkımda! Artık erkeklerin bile ilanı aşk ettiği adam olmuşum!” Sonunda “tadımlık” bir Özkök esprisi verdiğim Yalçın Küçük savunması, aslında Cem Yılmaz’a taş çıkaracak müthiş incelikli, nüktedan öğelerle dolup taşıyor. Eminim ileride, onları yalnız mizah adına analiz eden kitaplar bile çıkacak. Oradan okursunuz, ama tabii Küçük’e has ses vurgularını da ihmal etmemeli! Mesela “L’Etat, c’est moi” (Devlet benim) diye haykırdığında! Tabii o acı gülümsemeli günlere varabilmemiz için, önce her açıdan her gün yeni insani dramlar yaşadığımız bu çirkin tabloyu geride bırakmamız gerek. HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Halk dilinde eylül ayına ve 2 rilen ad... Ja 3 pon lirik dra 4 mı. 2/ Süryanilerde aziz sayı 5 lan kimselere 6 verilen san... 7 Durgun, dingin. 3/ Temel ağır 8 lık birimi... De 9 mir elementi1 2 3 4 5 6 7 8 9 nin simgesi. 4/ Bir1 T İ R O K S İ N birini karşılıklı olarak 2 Ü Ş Ü K A R İ N etkileme işi. 5/ Bir Ş A T H İ Y E nota... Yat limanı. 6/ 3 R S E TrabzonErzurum 4 K İ T R E S A T E karayolunda bir dağ 5 E T İ ve geçit... Sığ sular 6 L A Y E M U T V da ağır yükleri taşı 7 İ L E T İ O B İ mak için kullanılan 8 İ E Y A L E T altı düz tekne. 7/ Ku 9 E K E N E K L A zu sesi... Vurmalı bir çalgı... Molibden elementinin simgesi. 8/ Hava akımlarından yararlanarak uçan, motorsuz hava taşıtı. 9/ “Ey benim memesinde cüceler emziren acayip memleketim” (B. R. Eyüboğlu)... Sarp geçit. YUKARIDAN AŞAĞIYA: l/ Bir nesneyi, o nesne olmadan tasarımlama yetisi. 2/ Ayakkabı kalıbının çapı... Eskrimde kullanılan üç silahtan biri. 3/ Bir işletmenin ani batışı... Letonya’nın plaka imi. 4/ Güzel çiçekli bir süs bitkisi. 5/ Aritmetikte bir kuvvetin derecesini veren sayı... “Çilbalığı” da denilen bir balık. 6/ “ ırak mı dedim / Aha diyordu” (F. H. Dağlarca)... Bir tür erkek deve. 7/ Hıristiyanlarda manastırda yaşayan, hiç evlenmemiş papaz... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 8/ Nikel elementinin simgesi... Yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam. 9/ “Horultu, patırtı” örneklerinde olduğu gibi, bir şeyin çıkardığı sese benzer seslerle yapılan ve “yansıma” da denilen sözcük. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle