11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 TEMMUZ 2012 CUMARTESİ [email protected] 12 DIŞ HABERLER Cinayette Küçük Adolf izi OSMAN ÇUTSAY FRANKFURT Almanya’da 2000 ile 2006 arasında 8 Türk’ün can verdiği seri cinayetlere Alman gizli servisi çalışanlarının da bulaşmış, hatta teşvik etmiş olabileceği yolundaki kuşkular giderek yoğunluk kazanıyor. Neonazi çete Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü (NSU) ve işlediği suçlarla ilgili kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’nda çalışmalar ilerledikçe, yeni bilgi, bulgu ve kuşkulara ulaşılması dikkat çekti. Bu arada özellikle Kassel’da 6 Nisan 2006’da kendi işlettiği internet kafede öldürülen Halit Yozgat’la ilgili yeni bilgiler, bu infazda bir istihbarat ajanının doğrudan rol almış olabileceğini gösterdi. Almanya’nın en etkili haftalık gazetesi Die Zeit’ın son sayısında, Der Spiegel’in eski genel yayın yönetmelerinden ve yazararaştırmacı Stefan Aust imzalı bir haberde de, halen Hessen eyaletinde devlet memuru olarak görev yapan ve kendisinden Hitler’in ön adıyla “Klein Adolf” (Küçük Adolf) olarak söz edilen Andreas Temme adlı eski bir gizli servis ajanının tuhaf konumuna işaret edildi. Polis Müdürü Gerald Hoffmann’ın Hessen Anayasayı Koruma Örgütü mensuplarından Andreas Temme’nin cinayet sırasın 2006’da öldürüldüğü sırada, eski gizli servis ajanı ‘Küçük Adolf’ lakaplı Andreas Temme’ın kafede ne işi olduğu sorusuna yanıt aranıyor da o kafede ne aradığını bir türlü açıklayamaması, ancak üstleri tarafından korunması olayın sanıldığından çok daha derin boyutları olabileceğini gösterdi. Bir süre önce Meclis Araştırma Komisyonu’nda da üyeleri şaşkına çeviren “engelleme” çabalarını anlatan Hoffmann, Temme’nin çok önemli bir ipucu oluşturduğunun altını çizdi ve kendisine Hessen Eyaleti Anayasayı Koruma Dairesi yöneticilerince “Bu işin peşini bırakması için” yapılan telkini de anlattı. Stefan Aust, özel yaşamı da tuhaflıklar içeren ve ısrarla korunan bu ajanın, ordudan istihbarat örgütüne geçiş yaptığını ve daha sonra Neonazi örgütlerdeki muhbirlerle bağlantıyı kuran bir görevli olduğunu kaydetti. Bu bağlar nedeniyle olayın çok daha geniş boyutları olacağının ortaya çıktığı da belirtilen Die Zeit’taki haberde, Temme’nin Yozgat cinayetinden kısa bir süre önce gerçek kimliği bir türlü açıklanmayan ve kayıtlara “GP 389” olarak geçen bir muhbirle üst üste telefonlaştığı belirtildi. Bu ipuçlarının hem Kassel cinayetini hem de diğerlerini çözebilecek bir nitelik içerdiği de savunuldu. Fromm, “Bu seri cinayetler güvenlik birimleri için ağır bir yenilgi olmuştur” derken, Thüringen’deki NSU ve bağlantılı muhbirlere dair belgelerin imhasını da “büyük bir darbe” olarak niteledi. Komisyon üyelerinden Yeşiller Partisi milletvekili HansChristian Ströbele, Alman televizyonuna verdiği bir demeçte, Neonazi çevrelerden yararlanılanlar ve muhbir olarak görevlendirilenler olduğunu, ama bunların adlarının belgelere hiç geçmediğinin de bilindiğini hatırlattı. Ströbele, “Anayasayı Koruma Dairesi’nin bu konuda olağanüstü iyi bilgilendirildiği izlenimi edindim” dedi. Türk toplumu temsilcileri ise bu cinayetlerin ve ardındaki güçlerin derhal açıklığa kavuşturulması için çağrıda bulundular. Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF), “bugüne kadar yapılan çalışmalarda cinayetlerin üstünün örtülmesi yönünde yoğun bir çaba harcandığı kanısının ağır bastığına” dikkat çekti. Almanya’da, Halit Yozgat’ın kendi işlettiği internet kafede Yurtta ve Suriye’de Demokrasi! İroniye bakın! “Demokratik açılım” özürlü olduğu için Suriye ile nerdeyse savaşın eşiğine gelen Türkiye’nin demokrasi karnesi “Le Monde” gazetesinde günlerdir tefrika ediliyor. Gazete hafta başında önce Erasmus öğrencisi “Sevil Sevimli vakasını” sütunlarına taşıdı... Sütunlarına taşımak ne kelime? “Sevil Sevimli’nin Suçu Ne Mösyö Erdoğan?” başlıklı bir koskoca başyazı yazdı. Bununla kalmadı... Davutoğlu’nun Fransa ziyaretine isabet eden bir zamanlamayla altına 50 akademisyenin altına imza koyduğu “Türkiye’de özgürlükler daralıyor!” bildirisini yayımladı… Bildirinin içeriğine girdiğinizde “özgürlükler daralıyor” ifadesinin, ziyadesiyle “inceltilmiş bir başlık/euphemism” olduğunu görüyorsunuz. Zehir zemberek içeriği okuduğunuzda, gerçekte acımasız ve ürkütücü bir dikta rejimini andıran sistem tarifinin yapıldığının ayırdına varıyorsunuz: “Egemen bir güç; üniversiteler, araştırmacılar, yayıncılar, öğrenciler ve gazeteciler üzerinde artan bir yargısal baskı yapıyor. Kitlesel tutuklama dalgaları, demokrat çevrelere korku salıyor. Sanıklar, aylar ya da yıllarca aslı astarı olmayan suçlamalar temelinde tutuklu kalıyor. Onlarca gazeteci ve yayıncı yalnız işlerini yaptıkları için içeriye atıldı. Sosyal bilimler konusunda eser sahibi olmak; yöneltilen suçların başlıbaşına kanıtı (suç unsuru!) sayılıyor. Zira antiterör yasası kapsamınca, bu konuların hepsi terörizmle ilintilendirilebiliyor. Ceza yasasındaki suç tanımlarının yarısı ‘terör kapsamına’ alınmış durumda. Yeryüzündeki terör tutukluların üçte biri bu nedenlerden ötürü, Türk cezaevlerinde!” Bildiri bu minvalde devam ediyor. Ben sadece kısa bir bölümünden yaptığım bu özetle yetineyim… Bu özete göz atan herhangi bir Batılı, tarif edilen ülkeyi asla ve kata “demokrasi” deyimi ile yan yana getirmez… “Le Monde” bildirisinde tanımlanan “aydın ve demokrat çevrelere korku salan kitlesel tutuklamalar”, “terör suçuna dönüşebilen sosyal bilim eserleri/gazetecilik faaliyetleri”, “asılsız suçlamalar temelinde insanların özgürlüklerinden alıkonması” gibi haller Batı’da damardan“faşizmin anısıyla” özdeşleştirilen uygulamalar. Batı Avrupa’da Mussolini İtalyası gibi ülkelerin yaşamış olduğu çok ağır pratikler bunlar... Hal böyleyken Türkiye’nin kalkıp da Suriye’ye “demokrasi” ve “insan hakları” gibi değerler üzerinden hem de en ön safta! “keskin tavırlar alması”; hafsalaya sığan bir şey değil. Böyle hafsala almaz bir durum ortadayken; Dışişleri Bakanı Davutoğlu, yukardaki bildirinin yayımlandığı Fransa’ya yaptığı seyahatte beraberindeki gazetecilere “İnsanlık onuru ve özgürlük gibi evrensel ilkeleri savunmaktan imtina eden aydınların Suriye duyarsızlığını” şikâyet edebiliyor. Şikâyet etmek bir yana hatta esip gürlüyor: “Bu nasıl liberallik? Nasıl solculuk?” diye çatıyor Sn. Bakan ve “Ben gece rahat uyuyorum. Siz rahat uyuyor musunuz?” diye bizden hesap soruyor. Dışişleri Bakanı’nın mantığı uyarınca, Esad’ın insan hakları ihlalleri yüzünden, bizim burada uykularımızın kaçması gerekiyor… Suriye’nin yüce demokrasi davasını, ilkesel bazda kendisine mesele ederek vicdanını huzura erdirdiğinden bakanın kendisi gece uyuyormuş… Suriye halkı sorunlarına duyarsız kalan bizler, nasıl göz kırpabiliyor muşuz? anlış zamanda yanlış yerdeydim’ Halen Kassel il yönetiminde memur olarak görev yaptığı belirlenen Temme ise Alman Birinci Kanalı ARD’deki bir haber programında hakkındaki suçlamaları reddederek “Ben sadece yanlış zamanda yanlış yerde bulundum, benim bu işlerle bir ilgim yok” diye konuştu. Ancak pazar günü Federal Anayasayı Koruma Dairesi Başkanı Heinz Fromm’un, ardından da Thüringen Dairesi Başkanı’nın görevden ayrılması, gizli servislerle Neonazi örgütler arasındaki ilişkilerin boyutlarına yönelik bir gösterge olarak yorumlandı. Meclis Araştırma Komisyonu’nda perşembe günü ifade veren ‘Y Sanal ortamdan mesaj iletti Ege’de Twitter’lı uçuş MURAT İLEM C MY B C MY B ATİNA Yunanistan’la Türkiye arasında son yıllarda giderek ivme kazanan iyi ilişkiler, Ege Denizi’nde bir ilk yaşanmasına neden oldu. Yunanistan’da yayımlanan Ethnos gazetesinin haberine göre 4 Temmuz Salı günü Meis Adası üzerinde yapılacak sanal bombalama tatbikatını izlemek üzere Ege’ye çıkan Yunanistan Genelkurmay Başkanı uçuşunu önce Twitter’da paylaştı. Salı sabahı “Bugün benim için önemli bir gün çünkü Mirage 20005 savaş uçağımız ile Doğu Ege adaları üzerinden Meis Adası’na kadar uçacağım. Bu uçuş için sabırsızlanıyorum” mesajı atan Orgeneral Mihalis Kostarakos, öğlen saatlerinde Ege’ye çıktı. Yunanistan hava kuvvetlerine ait iki Mirage uçağının da eşlik ettiği Kostarakos, bir süre Yunan adaları üzerinde uçtu. Ardından Kaş karşısındaki Meis Adası üzerine yönelen Yunanlı komutanın uçağını Ege üzerinde Dalaman’dan kalkan Türk F16 ? Yunanistan uçakları karşıladı. Genelkurmay Gazete haberine göre Yunanlı Başkanı (üstte), komutanın uçuşunu Twitterda uçacağını Twitter’dan paylaştı, Mirage öğrenen Türk uçağına binip pilotları hiçbir engelleme Ege’ye çıktı, tweet yapmadığı gibi mesajını alan Türk gerginliğe yol açmayacak şekilde F16 uçakları da eskortluk generale eşlik etti. görevlerini yerine getirdiler. Yunanlı komutanın önce tweet atıp, ardından Ege Denizi üzerinde uçuş yapması, iki ülke ilişkileri dikkate alındığında ilk kez yaşanıyor. Bugüne kadar Yunanistan silahlı kuvvetlerinde görev yapan komutanlar uçuşlarını NATO çerçevesinde paylaşıp, Türkiye’nin dolaylı yoldan bilgi edinmesini sağlıyorlardı. Ege’de gerilimden uzak uçuşlar yapmayı amaçlayan bu gibi paylaşımlar askeri bilgiler ışığında değerlendirilip, karşılama yapacak Türk pilotlar uyarılıyordu. Yunanlı komutanın Türk uçakları eşliğinde Meis Adası üzerinde bir süre dolaşıp iki Yunan Mirage uçağının yaptığı sanal bombalama tatbikatını izlediği öğrenildi. Haberde Türk uçaklarının NATO ve 6. Filo’nun radarları tarafından dikkatle izlendiği de belirtildi. oluşturdukları gruplar, cunta yönetiminin en barbarca suçu olarak gördükleri bebek kaçırmalardan dolayı verilen cezaları memnuniyetle karşılarken çalınan bebeklerin yakınları kararı sevinçle karşıladı. (Fotoğraf: REUTERS) Kurbanların Faşizmi hatırlatan uygulamalar Arjantin’in iki eski diktatörü, Jorge Rafel Videla ve Reynaldo Bignone, askeri yönetim döneminde bebekleri ailelerinden zorla almaktan suçlu bulundu Cuntacı bebek hırsızları Dış Haberler Servisi Arjantin’de cunta yönetiminin iki eski lideri, siyasi mahkumların bebeklerinin sistematik olarak çalınmasını yönetmekten suçlu bulundu. Buenos Aires’deki mahkeme, eski diktatör Jorge Rafel Videla’yı 50, ülkenin son diktatörü Reynaldo Bignone’yi de 15 yıl hapse mahkum etti. İki eski cunta lideri halihazırda 1976 1983 yılları arasındaki askeri yönetim sırasında işlenen suçlardan dolayı cezaevinde bulunuyor. Bebeklerin kaçırılması, Arjantin’deki cuntanın, Latin Amerika’da o dönemdeki bütün diğer diktatörlüklerden farkını oluşturuyor. Arjantin’de en az 400 bebeğin, anne babaları gözaltı merkezlerindeyken ailelerinden alındığı sanılıyor. İnsan hakları örgütlerine göre cunta döneminde 30 bin solcu ve muhalif öldürüldü ya da “kayboldu”. Çok sayıda hamile kadın da geçici kurulan doğumevlerinde doğum yaptıktan sonra “kaybolmuştu”. 2011 Şubat ayında başlayan duruşmalar çerçevesinde bugüne kadar çoğu asker ve polis yetkilisi 11 kişiye suçlama getirildi. Sistematik bir kaçırma planı olduğunu reddeden ve siyasi mahkumların çocuklarını “canlı kalkan” olarak kullanmakla suçlayan Videla ve Bignone dahil 9 sanık, toplam 34 bebeğin çalınmasından suçlu bulunurken iki sanık beraat etti. Arjantinli anne babası 1976’da cunta tarafından götürüldükten sonra Uruguaylı bir polis tarafından büyütülen Macarena Gelman, kararı “tarihi” olarak niteledi. Gelman’ın annesi Uruguay’da bir hapishanede “kaybolurken”, babasının cesedi nehre atılan çimento doldurmuş bir varilin içinde bulunmuş. German, şair dedesi Juan Gelman’la yeniden bir araya gelmiş. Ordu ve polise evlatlık Videla verilen 100’den fazla çocuk Bignone bugüne kadar gerçek aileleriyle tanıştırıldı. Çalınan ço6 yaşındaki cukların kimliklerini ortaya Videla, 20 çıkarmak için çalışan Plaza olayda doğrudan de Mayo’nun büyükannelesorumlu bulunduğundan maksimum cezayı aldı. Mahkeme, ri, yüzlerce bebeğin kaçırılVidela’yı “10 yaşının altındaki çocukların sistematik bir dığına inanıyor. Bazı çobiçimde kaçırılması, alıkonması ve saklanmasından” suçlu cuklar ise, kendilerini evlat buldu. Videla kararı dinlerken, hiçbir duygusal tepki edinen ailelerin yasadışı faavermedi.Videla, ülkenin lideri olduğu dönemde 31 muhalife liyetlere bulaşmasının ortaişkence yapılması ve öldürülmesinden dolayı 2010 yılında ya çıkmasındansa, gerçek ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Bignone de 2011 nisan ayında işkence ve muhaliflerin öldürülmesinden köklerini bilmemeyi tercih dolayı ömür boyu hapse mahkum edilmişti. ettiklerini söylüyor. Tanıklar arasında bulunan ABD’li eski diplomat Elliot Abrams, Washington’ın Bignone’yi gizlice çalınan bebeklerin isimlerinin açıklanması için iknaya çalıştığını, bunun demokrasiye geçişi kolaylaştıracağı mesajını verdiğini anlattı. Kurbanların oluşturdukları gruplar, askeri cunta yönetiminin en barbarca suçu olarak gördükleri bebek kaçırmalardan ötürü verilen cezaları memnuniyetle karşıladı. Çalınan bebeklerin yakınları kararı sevinçle karşıladı. ‘Tarihi’ karar Ve tramvay demokrasisi… TEPKİ VERMEDİLER 8 181 çocuk kurtarıldı Çin’de çocuk ticareti yapan 2 çete çökertildi Dış Haberler Servisi Çin polisinin çocuk ticareti yapan 2 büyük çeteye baskın düzenlediği ve 181 çocuğu kurtardığı bildirildi. Kamu Güvenliği Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, ülke çapında düzenlenen operasyon sonucu hafta başında 802 zanlının gözaltına alındığı belirtildi. Çin’de kaçırılan çocuklar, genellikle evlat edinmek isteyen ailelere satılıyor veya işçi ya da evlerde hizmetçi olarak kullanılıyor. Ülkede uygulanan tek çocuk politikasıyla sıkı olmayan evlat edinme yasalarının Çin’de çocuk ticaretinin bu denli ciddi bir sorun haline gelmesinde etkili olduğu düşünülüyor. Özellikle de erkek çocuk talebi yüzünden, bir “erkek çocuk pazarı” oluştuğu vurgulanıyor. “En çok aranan zanlılar” listesinde bulunan Şao Zongyuan’ın, Şandong eyaletinde ele geçirildiği bildirildi. Hayretler içinde okudum… Bakan bizimle acaba alay mı ediyor diye düşündüm? Uykularımızın Suriye için kaçmadığı evet tabii doğrudur. Uykumuzu, çünkü öncelikle “terör yaftasıyla” zindanlarda çürüyen kendi aydınlarımız kaçırıyor… Zeynep Oral bakın dün “Cumhuriyet”te ayrıntılı bir liste çıkarttı: Eser üzerine eser veren… Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Büşra Ersanlı, Ayşe Berktay, Mahmut Alınak, Yalçın Küçük… nasıl vakit bulup da “terörist” oldu sorusunu yöneltti? Bitmedi! Pankart açmaktan… yumurta atmaya uzanan suçlardan içerde tutuklu bulunan 700 öğrenci... Yüzü aşan hapisteki basın mensupları için kaçıyor öncelikle bizim uykumuz. Suriye halkının dertlerine, kendi insanlarımız maruz kaldığı bu açık zulümler yüzünden derinlemesine konsantre olamıyoruz. İçerde böyle bir tablo ile karşı karşıya olan bir ülkede sizin de bir bakan olarak “Ben rahat uyuyorum!” demenize; böyle bir konu üzerinden bize ahlak dersi vermenize, meslektaşlarımızın bu yaman çelişkiye hiç dikkat çekmemesine de çok ama çok şaşıyoruz… O kadar ki kendi adıma ben artık, Türkiye’de “çelişki” kavramının hiçbir mana taşımadığı kanısına vardım… “Tutarlılık” kıstasının bir değer ifade etmediği toplumda, çelişkiye düşmek de önemsenmiyor. Bu nedenle sözcüklere isteyen istediği zaman... istediği anlamı yakıştırabiliyor. “Le Monde”un mim koyduğu gidişatın geçerli olduğu ülkedeki yöneticiler, başka bir ülkeye hiç engel tanımadan bu durumda “demokrasi” üzerinden rahatça ahkâm kesebiliyor. Suriye bir diktatörlük… Türkiye demokrasidir… He ya. Bunun adı tramvay demokrasisi!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle