12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 TEMMUZ 2012 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Farklı inançlardaki Anadoluluların tarihi ortak yaşam alanını toza dumana boğdular Kayaköyü’nde ‘ATV’ tahribatı Efsanevi dostlukların beldesi Kayaköyü yıllardır Barış Köyü olmayı bekliyor... Anadolu Rumları ile Anadolu Türklerinin tarihsel dostluklarını simgeleyen Fethiye yakınlarındaki “Kayaçukuru”, onca koruma çabalarına ve SİT kararlarına rağmen bu kez de “ATV” denen “motorlu araç”ların ve turistlerin bindikleri küçük hava araçlarının tahribatı altında. Eski bir Rum yerleşmesi olan Kayaköyü ile ona komşu Türk köylerinin yamaçlarında sıralandığı ve bu köylerin çağlar boyu ortaklaşa kullandıkları bereketli ova, sadece tarımsal ve doğal zenginliğiyle değil, “kültürel geçmiş”i nedeniyle de yıllar önce SİT alanı ilan edildi. Köylerin bulunduğu yamaçlar her tarafından sarmaladığı için “çukur” konumunda bulunan ovadaki tarlaların, bahçelerin, ağaçlıklı alanların, patika yolların ve kır evlerinin “bozulmadan yaşatılmaları” da SİT kararlarının önemli koşulları arasında… Bundan ötürü “antik ve metruk” Kayaköyü’nde restorasyonun dışında, yeni yapılar için imar yasağı getirilirken, Kayaçukuru’nda da geleneksel bağbahçe evleri dışında turizmcilerin yoğun yapılaşma istekleri reddedildi. Aynı amaçlı kimi kaçak yapılaşmalara karşı ilgili kamu kurumlarının mücadelesine, yöre insanları da destek verdiler. Kayaköyü, 19’uncu yy. sonlarında 3 bin nüfuslu ve “Levissi” adında 800 haneli bir kasabayken, 1923 mübadelesinde terk edildikten sonra, sadece taş ev kalıntıları, iki kilisesi ve taş yollarıyla bugünlere kalan, özgün ve eşsiz bir kentsel kültür mirası. Yunus Nadi, Sami Karaören gibi Cumhuriyet gazetesini simgeleyen isimlerin doğdukları ve çocukluklarını yaşadıkları bir tarih hazinesi olan Kayaköyü’nün, Mimarlar Odası’nca 80’lerde başlatılan “Barış ve Dostluk Köyü” olması kampanyası, kamuoyunda da geniş ilgi görmüştü. UNESCO’dan destek istenen bu proje gerçekleşemese bile, kimi sağlam kalmış Farklı inançlardan insanların yüzlerce yıl ortaklaşa ekip biçtikleri Kayaçukuru ovası mişe dek en değerli güzellik olan “sessizlik, sakinlik, dinginlik” artık kalmadı… Her an, her yerde karşınıza korkunç gürültüsüyle ve tozu dumana katan bu “ucube” araçlar çıkabiliyor. Belen Mahallesi Muhtarı’nın bu saygısızlığa “köye yararı var” diye destek vermesine de içerleyen Aylin Hanım diyor ki: “İki sene önce bu araçlar köye geldiğinde şikâyet ettik; hiçbir yetkili ilgilenmedi. Köyde 2530 kişi bir araya gelip protesto ettiler. Eyleme katılan otel sahibi bir bayan arkadaşımız Ölüdeniz yolunda sıkıştırılarak tehdit edildi.” Bütün bunların “turizm” adına yaşanması ise işin bir başka hüzün verici yanı… Akdeniz bölgemizde yaygınlaşan çevreye saygılı gerçek turizm sektörü bunalım içinde. Kayaköyü’nün yakınında bulunduğu Ölüdeniz’de, geçen sezon “her şey dahil” günde 5 Pound’a oda satıldığını söyleyen köylüler, ATV araçlarıyla çok daha fazla para kazanıldığı için bu cendereyi çektiklerini itiraf ediyorlar. Kayaçukuru’nda aynı anlayışla başlatılan sözde hava sporları için de iki kişilik küçük uçaklar uğruna tarlaların içinde geniş ve uzun pistler yapılıyor. Öyle ki yeterli boş alan bulunmazsa “yeşil doku tıraşlanıyor” ve tarlalar, kamyonların taşıdığı inşaat molozlarıyla doldurulup, üzerleri çakılla kaplanarak inişkalkış parkurlarına dönüştürülüyor. Aynı küçük uçaklar için yine tarım arazilerinin içine yapılan hangarlar da tahribatın bir başka nedeni... Sözün kısası, Dünya Mirası olmaya aday Kayaköyü’nün varlık nedeni olan; “Anadolu’daki farklı inançlar”dan insanların çağlar boyu “ortak yaşam alanı örneği” olarak kültür miras niteliği taşıyan Kayaçukuru, kaçak yapılaşmanın ötesinde motorlu ve pervaneli sözde turizm araçlarıyla da tahrip ediliyor. Fethiye Kaymakamlığı’nın ve Muğla Valiliği’nin bu vahşiliğe daha fazla gecikmeden engel olacaklarından eminim... Müzik Köprüleri Sizler bu yazıyı okuduğunuzda ben Fransa’da en köklü festivallerinden olan (kuruluşu 1948) Aixen Provence Opera ve Müzik Festivali’nin 75 bin izleyicisinin arasına karışmış olacağım. Dönüşte nasıl olsa izlenimlerimi paylaşacağım… Ama Fransa’ya giderken, ne zamandır sizlerle paylaşmak istediğim bir Fransız besteci ve piyanistten söz edeceğim: Adı Stephane Blet. Dünyanın her yerinde konserler resitaller veren, besteleri sık sık çalınan, sayısız ödüller kazanmış bir besteci ve piyanist. (Önüme İngilizceden Japoncaya bir basın dosyası koydu, belki bin sayfa. Oku oku bitmiyor!) Ama bizi ilgilendiren bir özelliği daha var: Türkiye âşığı, Türkçe diline âşık, Osmanlı müziğine âşık ve yanılmıyorsam Türkiye insanlarına da sık sık âşık oluyor… Stephane Blet’i geçen yıl Liszt’in doğumunun 200. yıldönümünde İdil Biret’le birlikte verdiği konserlerden ya da iki ay önce Notre Damme de Sion salonlarında verdiği resitalden tanıyabilirsiniz. Ondan bu resitalde “Rhapsodies Turques” yani “Türk Rapsodileri”ni dinlediğimde, sadece piyanistliğine değil besteciliğine de hayranlığım arttı. 1 No’lu rapsodi “İstanbul”; 4 numaralı rapsodi “Mevlana”, 6 rapsodi “Bosphorus” adını taşıyordu. Nereden, niçin nasıl doğmuştu bu ilgi, bu Türkiye tutkusu ve bu besteler? O anlattı ben dinledim: Türkiye’ye henüz turist olarak bile gelmemişti ki emprezaryosu İstanbul’da bir resital düzenlemişti. Bundan 20 yıl önceydi. Liszt ve Schumann’in eserlerinden oluşan bir program sunmuştu. Hiç unutmuyor: 1992 Mayıs ayıydı. Ülkesine dönmeden bir akşam önce balık yemeye götürüldüğü bir restoranda bir grup müzisyen, klasik Osmanlı müzik repertuvarının eserlerini çalıyordu. İlk kez ney, kanun gibi geleneksel çalgıları dinledi. “O an bir aşk ilişkisi oldu, vuruldum” diyor… “O andan sonra iki saat boyunca her şeyi unuttum, sadece o çalgıları, o tınıları, o titreşimleri, o özgün armonileri ve çeyrek ritimleri dinleyerek geçirdim.” Özetle ilk görüşte (ilk duyuşta) aşktı. O akşam belleğine ve gönlüne kaydettiği o müziği, o melodileri, temaları ertesi akşam Paris’te anımsadığı biçimde notaya geçirecekti. Sabah olur olmaz da tek başına Türkçe öğrenebileceği bir kitap bulmak için kendini Paris sokaklarına, kitapçılara atacaktı! Bütün bunlar 20 yıl önce oldu. Bugün, neredeyse sizin ve benim kadar güzel Türkçe konuşuyor. Dede Efendi ve Osmanlı sultanlarının müziklerinin piyano yazılımlarını yapıyor. İşte “Rhapsodies Turques” de o günlerde besteleniyor… Stephane Blet’in piyano için bestelediği 12 Türk rapsodisi var. Bunlar Avrupa’da yayımlandı, sık sık çalınıyor. “Benim dışımda, 400 kadar piyanist bunları Fransa, İsviçre, Almanya, Macaristan, ABD hatta Güney Kore ve Japonya’da konserlerde çaldı!” deyince küçük dilimi yutacaktım az kaldı! Tam bir dünya elçisi! Ama hayır Türkiye’de bunlar henüz tanınmıyor, bilinmiyor! Bir an içime bir kuşku düştü, başka ülkeler için de eser bestelemiş mi? Hayır bestelememiş. Tek aşkı Türkiye’ymiş! O ilk gelişten sonra 10 yıl kadar Türkiye’ye gelememiş. Ama son iki yıldır “sevgili dostum” dediği İdil Biret’le oluşturdukları ikili ve Liszt konserleri için yeniden aşkına kavuştu. Artık hem konser hem de uzmanlık dersleri için sık sık ülkemize gelir oldu. Darısı daha nice nice müzik köprülerine… Sevgili Okurlar, Yarın ve pazar günü izin istiyorum. AixenProvence’ın lavanta şarap baharat dolu yollarında daha çok müzik, daha çok opera, daha çok festival peşine düşeceğim. Söz, dönüşte hepsini anlatacağım! Tarlada ‘pist’ler Türk rapsodileri Kayaçukuru’nda bereketli tarlalar düzlenerek turistik hava araçlarının pist alanına dönüştürülüyor dalılarından Aylin Örengil, deh evlerin onarımı ve Kayaçukuru’ndaki bağ evlerinin kullanımıyla sanatçılar tarafından da adeta bir “kültür ve sanat köyü” yaratıldı... Çılgın arabalar Şimdi ise köylerin ve Kayaçukuru’nun korunması çabalarıyla adeta alay edercesine “ATV”lerle gerçekleştirilen sözde turizm faaliyeti yüzünden Anadolu’nun bu özgün ve bereketli ovası tahrip ediliyor! Sadece turistik kara araçları için değil, helikopter ve küçük uçak benzeri hava araçlarının iniş ve kalkışları için de yeşil dokunun yok edilmesine neden olan “pist”ler yapılıyor. Gelişmeleri yakından izleyen Kayaköyü sev şetle izlediği ATV tahribatı hakkındaki emektubunda özetle şunları yazıyor: “Yamaçlardaki Türk yerleşimlerinden Belen Mahallesi 2 yıl önce ATV ile turist turlarının kalkış merkezi oldu. Gemile koyuna kadar uzanan parkurda, tarihi ve doğal alan harap edilmeye başlandı.” Örengil’e göre tahribatı yapanlar, “bir yerleşim biriminde gezi düzenlediğinin sorumluluğunda olmayan, çocuklara, hayvanlara ve o alan içindeki her türlü canlı türüne karşı umarsızca araç süren ve sürdüren ‘şuurunu’ yitirmiş şahıslar...” ATV çılgınlığı Kayaçukuru’nu ve köyleri öylesine esir almış ki Kayaköyü, Belen, Keçiler gibi ovaya bakan mahalle ve köylerde yakın geç İtalyan bilim adamları iskeletin Leonardo’nun modeli Lisa Gherardini’ye ait olduğundan neredeyse emin Mona Lisa Ressam Nevin okay’ı yitirdik Ç bilmecesinde sona doğru Kültür Servisi Sanat tarihine gülüşü, barındırdığı gizemle damga vuran 1504 tarihli “Mona Lisa” tablosunun modeli, Lisa Gherardini’ye ait olduğu düşünülen iskelete ulaşılmasının ardından, sıra bilimsel araştırmalara geldi. İskelete dair söz konusu iddia doğrulanırsa, dünyanın en ünlü tablosunun ardındaki gizem de çözülmüş olacak. Bugüne kadar birçok iskelet üzerinde inceleme yapan uzmanlar, araştırmada sona yaklaşıldığını açıkladı: “Leonardo’nun ilk modeli olan Lisa Gherardini’nin 15 Temmuz 1542’de gömüldüğünü gösteren açık tarihi dokümanlara sahibiz. Şu anda bu araştırmanın kalbine ulaştık. En önemli ana geldik. Şimdi bu iskeletin yaşını öğrenebilmek için Karbon 14, DNA testi ve diğer tarihi araştırma testleriyle analiz etmemiz gerekiyor. Büyük ihtimalle de bu iskelet onun zamanına ait.” Çalışmayı yürüten arkeolog Silvano Vinceti, eğer kafatasının tahmin edildiği gibi zengin bir ipek tüccarının karısı olan ve 1542’de ölen Gherardini’ye ait olduğunu doğrulayabilirlerse, kadının yüzünün heykeltıraşlar tarafından teknolojik yöntemlerle oluşturulacağını belirtti. Leonardo da Vinci’nin resmettiği Lisa Gherardini’ye ait olduğu düşünülen kemikler, Floransa’daki Aziz Ursula Manastırı’nda geçen hafta ortaya çıkarılmıştı. Kültür Servisi Çağdaş Türk resmine toplumsal gerçekçi çizgide verdiği eserlerle katkıda bulunan, On’lar Grubu üyesi ressam Nevin Çokay (82) önceki akşam kalp yetmezliği nedeniyle Foça’da yaşamını yitirdi. Çokay’ın cenazesi, yarın Eski Foça’da kılınacak öğle namazının ardından Foça Mezarlığı’nda toprağa verilecek. İstanbul doğumlu Nevin Çokay, ilk ve orta öğrenimini Anadolu’nun çeşitli kentlerinde tamamladı. 1947 yılında girdiği Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni 1953 yılında Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi’nde bitirdi. Nedim Günsür, Leyla Gamsız, Mehmet Pesen’in de aralarında bulunduğu ressam arkadaşlarıyla “On’lar Grubu”nu kurdu. İlk kişisel sergisini 1953 yılında Maya Galeri’de açan Çokay, resim uğraşının yanında Nedim Otyam’ın İstanbul Radyosu’ndaki halk türküleri korosunda korist olarak çalıştı. Yine Nedim Otyam’ın yönetmenliğinde “Yurda Dönüş” filminde rol aldı, birçok filmde de CENAZE TÖRENİ YARIN FOÇA’DA Dünya elçisi seslendirme yaptı. 17 yıl okullarda resim ve sanat tarihi öğretmenliği de yapan Çokay, daha sonra kendini tamamen resim çalışmalarına verdi. 1961 yılında İstanbul Sanat Festivali’nde ikincilik ödülü aldı, resimleri bir yıl boyunca Deventer, Den Haag ve Rotterdam’ın çeşitli müze ve galerilerinde sergilendi. 1998 yılında Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği tarafından “onur ödülü”ne değer görüldü. Çokay’ın eserleri Türkiye ve yurtdışında pek çok müze ile özel ve resmi koleksiyonda bulunuyor. Bir çocuk daha okusun diye VEFAT Çağdaş Türk resminin ustalarından 21.YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) NE Vİ N Ç OK AY vefat etmiştir. 27 Temmuz Cuma günü Foça Fatih Camii’nde kılınacak öğle namazından sonra Foça mezarlığında toprağa verilecektir. Tel: 0212 274 15 02 0212 213 74 02 Fax: 0212 275 52 44 [email protected] Vakıflar Bankası Osmanbey Şubesi 00158007287986476 ÇO K A Y A İ L E S İ C MY B C MY B www.yekuv.org
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle