19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 HAZİRAN 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Devlet eliyle yaratılması amaçlanan ve birbirine yabancılaşmanın ötesinde giderek birbirini ötekileştirecek olan iki farklı yurttaş tipinin birlikte ve bir arada yaşama, kaderde, kıvançta ve tasada bir olma ihtimallerinin olmadığını ise sadece Türkiye değil, dünya tarihi de kanıtlamaktadır.” Dilekçeden anlaşıldığı kadarıyla CHP durumun ciddiyetini temelden kavramıştır. O zaman CHP’ye düşen güncel görev, AKP’nin milli eğitimdeki açılımının üzerine gitmek olmalıdır. Bu görev, Anayasa Mahkemesi’ne yazılan dilekçeyle kalmamalı hiç kuşkusuz. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalabilmesi için, CHP, öncelikle AKP’nin eğitim açılımına Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle teslim olmak değil, onu teslim almak zorundadır. Bölgesel Güç Yorumu ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş, AKP’nin bölgeye yönelik dış politikasını dört tümcede özetliyor: “AKP hükümeti bölgesel güç olma hevesi ile Suriye’yi rüştünü ispat edeceği bir alan olarak görmektedir. ABD emperyalizmi, yeni saldırı eksenini AsyaPasifik hattı olarak belirledi. Bölgeyi Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelere bıraktı. ABD emperyalizminin bölgeye dönük müdahaleleri bölgede haçlı seferi olarak algılandı ve çok büyük tepki çekti. Şimdi bu İslam coğrafyası, ılımlı İslamcı AKP hükümeti ile dönüştürülmeye çalışılıyor. Ateşten eli yanan ABD, şimdi ateşteki kestaneyi Türkiye’nin almasını istiyor.” Uzun söze gerek yok. Yorum kısa, ama doğru ve doyurucudur. CHP’nin Güncel Görevi CHP olması gerekeni yaptı, dört dörtlük medrese eğitimi yasasını iptali için “esas”tan Anayasa Mahkemesi’ne götürdü. CHP’nin başvuru dilekçesi, şimdiye değin parti üst yönetiminin sürdürdüğü suya sabuna dokunmayan muhalefetin tam tersine “laik“ ve “bilimsel“ eğitim vurgusunu taşıyor. Örneğin, medrese yasasında öngörülen eğitim sisteminin, Tanzimat döneminde olduğu gibi ikili ve iki başlı hale getirildiğine değinilmiş: “Eğitim sistemi iki başlıdır. Biri Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yönetiminde olan ve Kuran kurslarında okulöncesi de dahil tüm çocukları isteğe bağlı kapsayan nakli din eğitimi; diğeri ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın yönetiminde olan pozitif bilim eğitimi ile nakli din ilimi öğretimi. Eğitim sistemi ikilidir. Biri yaz Kuran kurslarında Kuranıkerim ve mealini öğrenme ve dini bilgileri geliştirme, ilköğretim kurumlarında ise zorunlu ‘din kültürü ve ahlak dersi’ ile ilköğretimin ikinci kademesinde seçmeli Kuranıkerim ve peygamberimizin hayatı (siyer) dersleri; diğeri ise pozitif bilim eğitimidir.” Bir devrim yasası olan Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası ile olan çelişki de dilekçede, CHP’nin tarihsel sorumluluğu çerçevesinde dile getirilmiş: “Tek bir devlet ve tek bir kültür içinde, iki ayrı kuşak yetiştirmeyi amaçlayan iki ayrı eğitim sistemi bağlamında aynı okul içinde kılık kıyafetleri farklılaşan, dilleri başkalaşan, tarihi geçmişi ve kültürel mirası farklı yorumlayarak Artık Dönmeyeceğim, Ne Kadar Söylesen Boş Ondan hep ‘o’ diye söz ediliyor, özellikle hakkında övgüler düzenler adını anmaktan kaçınıyorlar. Bu da doğal olarak gizemli bir hava yaratıyor. Bu gizemli havaya kendisinin de katkısı büyük; genellikle şifreli konuşuyor. Konuşma biçemine alışık olmayanlar için ne söylediğini anlamak çoğu zaman pek kolay olmuyor. Hemen her sözcüğü bir şifre, anlamak için çözmek, çözmek için de kafa yormak gerekiyor. Başbakan da son ‘Hizmet Olimpiyatları’nda ‘o’nu Türkiye’ye çağırırken, adını anmadı, fakat Arena’yı dolduran on binlerce insan, sözü edilenin kim olduğunu anladıklarından avuçları patlarcasına alkışladı Başbakan’ı. O ise “Hayır!” dedi Başbakan’ın çağrısına. İlk “ikindi sohbetinde” gerekçelerini açıkladı, yer yer ağlayarak. ??? “İşin rövanşı peşinde koşan birileri, bazı müesseselere zarar vermek suretiyle idareyi zor durumda bırakacaklarsa şayet, Türkiye’deki olumlu şeylerde bir duraklama olacaksa şayet, ben bir müddet daha, içtiğim kahveleri hatırlayarak ve sonra ondan kaçarak burnumun kemikleri sızladığı anda ondan uzaklaşarak burada kalacak, yaşayacağım.” Anlaşılması kolay gibi gözüken ne var ki şifreleri çözülmeden anlaşılması olanaksız olan sözlerdi bunlar. “İşin” derken hangi işten söz ediliyordu, örneğin. Çok büyük, çok önemli bir iş olmalı ki intikam peşinde koşan birtakım “rövanşistler” çıkmıştı ortaya. O, işte bu intikamcılardan korkuyordu. “Türkiye emin, böyle güvenlikli bir yer değil dolayısıyla başıma gaile açarım, dert açarım başıma,” diyordu. Çözümleme gerektirmeyen, şifresiz, ağır ama çok ağır sözlerdi bunlar. “Orada can güvenliğim yok!” demek istiyordu. Bir Başbakan’ın duyduğunda kolayca içine sindiremeyeceği sözlerdi, çünkü ülkesindeki hukuk düzeninden, düzenin işleyişinden, insanların can güvenliğinden o sorumluydu. İktidar, “sorumluluk” demekti. O, Başbakan’a “Tamam, beni çağırdın, eyvallah ama beni orada kim koruyacak; sana güvenmiyorum” mu demek istemişti? Evet, hem ağır hem de acı sözlerdi. ??? Fakat ‘o’ yine de umutlarını tümden yitirmemişti. “Bütün bu endişeler zail olduğu zaman kader birliği yaptığım arkadaşlarımla meseleyi detaylı görüşürüm.” Başbakan’ın gücünün zirveye vardığı bu dönemde “ortadan kaldırılamayan bütün bu endişeler” öyleyse ne zaman ve kimin/kimler tarafından ortadan kaldırılacaktı? Sanırım döndönmem diyaloğunun en önemli, en can alıcı yeri burasıydı. Kötü niyetli biri bu sözlerden rahatça “Ben ancak sen gidersen dönerim!” ya da “Ben dönersem sen gidersin!” anlamını da çıkarabilirdi. Yoksa o intikamcıların/rövanşistlerin varlığından kaynaklanan korkular, endişeler nasıl ortadan kaldırılabilir, nasıl yok edilebilirdi. Birinin, birilerinin ortaya çıkması o korkuların, endişelerin kaynağını kurutması gerekiyordu. O biri “o”, o birileri de “adanmış hizmetkârlar” olamaz mıydı? Merak ediyorum. ??? Bu sorulara bir yanıt bulabilirsem merakım da “zail” olacak. Sizlerde de “zail” olmasını beklediğiniz meraklar yok mu sevgili okurlarım? birbirine yabancılaşan öğrenciler temelinde iki hukuklu, iki tip nikâhlı, iki tip sosyal yaşamlı, iki tip kültürlü, iki tip ekonomili, iki tip bankalı Türkiye Cumhuriyeti yaratılması hedeflenmektedir. Eski SES yöneticisi Ergün Demir, Toplum ve Hekim dergisine yazdığı makalede, Sağlık Bakanlığı’nın 2009’da gerçekleştirdiği aşı kampanyasına değinmiş. Demir’e göre, kampanya, bir kızamıkçık salgını olmamasına karşın, 2007’de 12 milyon doz alınan ve son kullanma tarihi 31 Ağustos 2009’da biten kızamıkçık aşılarının tüketilmesi için gerçekleştirilmişti. Dahası, kızamıkçık aşı uygulamasının gebelik döneminde yapılmaması, aşılanan kadınlara ilk 4 hafta içinde gebe kalmamaları Aşı Kampanyası ve Kürtaj konusunda bilgi verilmesi ve karşılığında bir onay belgesi imzalatılması gerekirken, gebelikten korunmayla ilgili yeterli uyarı yapılmamıştı: “Kampanya sırasında bazı gebe kadınlara kızamıkçık aşısı yapıldığı ve bazı kadınların aşı yapıldıktan sonra 4 hafta içinde gebe olduğunun anlaşıldığı çok sayıda vaka olmuştur. Aile hekimleri uygulamada çıkan sorunları yetkililere bildirmelerine rağmen, performans ve sözleşme tehdidi ile bu uygulamayı yapmaya zorlanmışlardır. Hastaneler, kadın hastalıkları ve doğum uzmanları zamanında veya hiç bilgilendirilmemiştir. Bunun sonucunda gebelik sırasında aşı yapılan kadınların çoğuna kürtaj uygulanmıştır.” Ergün Demir, İzmir’de bir kadının, kızamıkçık aşısı uygulaması sonrasında gebeliği sonlandırmak zorunda kaldığı gerekçesiyle açtığı davada, Sağlık Bakanlığı’nın 5 bin lira tazminata çarptırıldığına da değinmiş makalesinde. Ortada, daha üç yıl önce kadınları uyarmadan aşı uygulayan, bu yüzden de kürtajlara neden olan bir Sağlık Bakanlığı var. Ve o Sağlık Bakanlığı, bugün Başbakan’ın peşinde, kürtaja karşı çıkıyor! “Yarım hekim candan eder, yarım hoca dinden eder” derler ya. Cuk oturuyor örneğe. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘Yaşlı Gezegen Direniyor’ 1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda, 5 Haziran “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmiş. Her geçen gün insanoğlu üzerinde yaşadığı bu “yeşil gezegeni” çöle çevirmek için elinden geleni yapmakta. Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı (WWF) Yaşayan Gezegen 2010 Yılı Raporu’nda dünyayı yakın gelecekte bekleyen tehlikelere karşı uyarmakta. “(…) Giderek artan dünya nüfusunun gereksinimlerini karşılamak üzere, önümüzde pek çok zorluk bulunmaktadır. Bu zorluklar; kalkınma ile doğal kaynaklara yönelik sürekli talep artışı arasındaki bağlantının koparılmasının önemini vurgular. En basit ifadeyle, daha az kaynaktan şimdiki kadar, hatta daha fazlasını elde etmek için yeni yollar bulmak zorundayız. Dünyanın kaynaklarını, kendilerini yenileme hızından daha hızlı tüketmeyi sürdürmek, bağlı olduğumuz sistemleri yok etmektir. Artık kaynakları, doğanın koşullarına ve sınırlarına göre yönetmek zorundayız. (…)” 1927’de 2 milyar olan dünya nüfusu günümüzde 5 milyar artarak 7 milyara ulaşmış. 1927 yılında 14 milyon olan Türkiye nüfusu günümüze kadar geçen 85 yıllık süre içinde ise, 60 milyon kişi artarak 74 milyona gelmiş durumda. Cumhuriyet gazetesi 5 Haziran 2012 günü verdiği Çevre Eki’nde arkadaşımız Özlem Güvemli konuyu, çarpıcı bir başlıkla vermiş: “Nüfus Baskısı Arttıkça Dünya Felakete Sürükleniyor Yaşlı Gezegen Direniyor.” 5 Haziran Dünya Çevre Günü artık bir kutlama değil mücadele günü. Sayısız felaket, afet ve krizle karşı karşıya olan yaşlı gezegenin insan eliyle yok edilen havası, suyu, toprağı uzun süredir her şeye karşın direniyor. Artık gezegenin geleceğini tehdit edecek boyutlara ulaşan doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltmak için dünyayı yönetenlerin somut adımlar atması, bireylerin de yaşam biçimini değiştirmesi gerekiyor. Mevcut yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıklarının bu şekilde devam etmesi halinde insanlığın 1.5 gezegene daha ihtiyacı olacak. Yaşayan Gezegen Endeksi, son 40 yılda biyolojik çeşitliliğin küresel ölçekte yüzde 30 azaldığını gözler önüne seriyor. Artan nüfus, daha fazla kaynak ihtiyacının ortaya çıkması ve kaynakların fütursuzca sömürülmesi anlamına geliyor. Sömürülen kaynakların başında da su ve ormanlar geliyor. Dünyada bulunan tüm suyun sadece yüzde 2.5’i tatlı su. Bunun yüzde 70’i buz ve kar halinde. İnsanoğlu sadece 200 bin kilometreküp tatlı suya erişebiliyor. Yani tatlı su talebi, arzdan çok daha fazla. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2025 yılına kadar 1.8 milyar insanın sudan tamamen yoksun bölgelerde yaşayacağını öngörüyor. Türkiye de artık su zengini bir ülke değil. Coğrafyamıza düşen yağışın üçte biri akışa geçmekte, akışa geçenin ise ancak yarısı kullanılabiliyor. Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı yaklaşık 3 bin 500 metreküp/yıl ile dünya ortalamasının yarısı düzeyinde. Şu an yılda 1500 metreküp düzeyinde olan kişi başına kullanılabilir su miktarı, 100 milyonluk bir Türkiye’de 100 metreküpe düşecek. Daha kötüsü, dünyada su kıtlığıyla yüz yüze olan insan sayısı bu dönemde 3 milyarı geçecek. HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] Türkiye’nin su yasası yok TEMA Vakfı da Dünya Çevre Günü’nde, uzmanlarla birlikte bir Su Kanunu Tasarı Taslağı da hazırladı. Taslakta şu maddeler öne çıkıyor: “Suya erişim hakkı temel ve yaşamsal bir haktır, ayrıcalık veya öncelik tanınamaz. Su, doğal varlıktır, ticari bir mal olarak görülemez. Sularımız üstün ekosistem yararı gözetilerek tek bir yasa ile ama katılımcı bir yaklaşımla yönetilmelidir. Su aynı toprak gibi yaşamın kaynağı ve temelidir. Bu nedenle yerüstü ve yeraltı suyumuz korunmalı, verimli ekonomik kullanımı sağlanmalı ve geliştirilmelidir. Yönetilmesi zor bir varlık olan suya hayathakvarlık üçgeninde odaklanılmalıdır.” UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Kadınların ayak 1 bileklerine taktıkları bilezik... De 2 mir elementinin 3 simgesi. 2/ İskam 4 bilde koz... Lit5 vanya’nın para birimi. 3/ Tanrı ile 6 şakalı, takılmalı bir 7 söyleyişle ve ko 8 nuşur gibi yazılan tekke edebiyatı şi 9 ir türü. 4/ Güzel, hoş, la 1 2 3 4 5 6 7 8 9 tif... Bir renk. 5/ Ye 1 V A L E N T İ N E mek... Orta Karadeniz 2 A L İ L E T E R yöresinde, sürülerin kışı 3 N İ ME T A D İ geçirdikleri kuytu ve sı4 O N A T E K cak yerlere verilen ad. 6/ 5MO N T E T N A Kaliteli bir kırmızı şarap 6 O K İ L K E veren üzüm cinsi... Pokerde her oyuncu tara 7 Ş A M A S A B İ İ L E K fından ortaya konan pa 8 A P İ A 9 V İ T R İ F İ Y E ra. 7/ II. Dünya Savaşı sonlarında Japonlar tarafından kullanılan intihar uçaklarına ve bunların pilotlarına verilen ad. 8/ Bir hekimin ustalığı. 9/ Abide... Pokerde, birbirini izleyen değişik renkteki beşli diziye verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kapsüllerinden afyon, tohumlarından yağ elde edilen bitki... Alan ölçüsü birimi hektarın kısa yazılışı. 2/ Soyundan gelinen kimse... Briçte, oyunculardan birinin elinde bir renkten hiçbir kâğıt olmaması. 3/ Susamurundan elde edilen post... Uygun bulan, benimseyen. 4/ Vücudun herhangi bir yerini hafifçe çizip, üzerine boynuz, bardak ya da şişe oturtarak kan alma. 5/ Közlenmiş patlıcan, kıyma ve yoğurtla yapılan bir tür meze. 6/ Sıcak bölge ormanlarında yetişen bir tür sarmaşık... Elma, armut, kayısı gibi meyvelerin kurutulmuşu. 7/ Bir cetvel türü... Barındırma. 8/ Bir nota... Saban, pulluk ya da traktörün toprakta açtığı iz. 9/ Çukur yer... Sigortacılıkta, hurdaya çıkmış taşıt araçları için kullanılan sözcük. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle