25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 HAZİRAN 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 YİMPAŞ’a 2001’de verdiği parayı alabilmek için 7 yıldır hukuk mücadelesi veren mağdur H.Ö. bir ilke imza attı 11 yıl sonra gelen zafer Türkiye’deki tüm yargı aşamalarını geçerek YİMPAŞ’a karşı açtığı davayı kazanan mağdur H.Ö. “12 Haziran 2012” tarihinde YİMPAŞ’ın patronu Dursun Uyar’dan 196 bin TL’yi icra yoluyla aldı. AYKUT KÜÇÜKKAYA ‘MİLYONLARCA TL İCRAYA KONULACAK’ Yeşil sermaye mağdurunun avukatı Acun Papakçı YİMPAŞ’tan yapılan bu ilk tahsilatla ilgili şunları söyledi: “Yozgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde E. 2005/504 ile 68 bin TL’nin ödenmesi talebiyle açılan davada müvekkilimiz adına YİMPAŞ ve Dursun Uyar’a karşı dava kazanılmış ve 196 bin TL tahsil edilmiştir. Dava ve sonrasında başlayan icra ve iflas sürecinde YİMPAŞ’ın merkezi ile Yönetim Kurulu Başkanı Dursun Uyar’ın evine hacze gidilmiş ve YİMPAŞ’ın iflası talep edilmiştir. Davanın kazanılması ve icra takibi ile iflas davası açılması üzerine YİMPAŞ ve Dursun Uyar 196 bin TL’yi icra dairesine depo etmişler, ancak süresinde icranın durdurulmasına dair karar almaları mümkün olmamıştır. Bu nedenle 83 bin DM (42.559 Avro) tahsil eden YİMPAŞ ve Dursun Uyar 68 bin TL yerine 196 bin TL ödemek zorunda kaldılar. Açılan binlerce dava sürmekte olup, son dönemde onlarca dava aynı şekilde kazanılmıştr. YİMPAŞ ve Dursun Uyar tarafından yapılan milyonlarca Avro tahsilatın konu olduğu bu davalarda gerekçeli kararların elimize ulaşmasını takiben aynı şekilde milyonlarca TL icraya konulacak. Ve 1 hafta içinde ödenmemesi durumunda YİMPAŞ ve Dursun Uyar’ın tüm malları haciz edilecek. Şirketin iflası talep edilecektir. YİMPAŞ milyonlarca TL’yi icra dairesine depo edememesi durumunda iflas edecek ve Dursun Uyar’ın tüm malları haczedilmesinin dışında aciz vesikası alınması söz konusu olacaktır. Bu somut bir gerçektir.” Kapitalizmin Sonu Kentsel mi? Yapıtları geç de olsa dilimize çevrilen ünlü Marksist düşünür David Harvey, İstanbul’dan sonra Ankara’ya da geldi. ODTÜ’de yaptığı konuşmada, kapitalist sistemin krizleri ile buna koşut yaşanan hızlı kentleşme ilişkisini anlattı. Yorumlarını Marx’ın “Das Kapital”inin II. cildindeki çözümlemelerine dayandıran Harvey, kapitalist sistemin, hemen her dönemde, ürettiklerini satamama ya da tüketim yetersizliği sorunuyla karşı karşıya kaldığını ve bu sorunu aşmak amacıyla tarih boyunca ve özellikle de küreselleşme döneminde yani günümüzde hızlı kentleşmeyi kullandığını vurguladı. Kapitalist üretim sürecinde, sermayenin katkısı, işgücü ödemeleri ve ürün fazlası üçlüsünün oluşturduğu toplam üretim değerinin toplam tüketim ile eşitlenmesi gerekir ki üretimtüketim dengesi sağlansın ve sistem krize sürüklenmesin. İşgücü, ürettiği değerin tamamını ücret olarak alamadığı, yani, sömürüldüğü için, üretilenin tümünü satın alma gücüne sahip değildir. Burada kredi sistemi imdada yetişir. Bankalar verdikleri kredilerle, işçi kesiminin, aldığı ücretin çok üzerinde bir tüketim düzeyi yakalamasını sağlar. Kapitalist de varlığını sürdürmek için, işçiyi sömürerek elde ettiği fazla sermayeyi yeniden kâra dönüştürmek zorundadır. Hemen her dönemde, kentleşme, konut, işyeri ve başta ulaştırma, iletişim olmak üzere altyapı yatırımı, geçici bir süre için de olsa, kapitalist sistemi batmaktan kurtarıcı bir etki yapar. Hızlı kentleşme, üretilenin tüketilmesini sağlayarak, kapitalist sistemin krize sürüklenmemesini, sürüklenmişse de buradan çıkışını sağlar. Çözümlemelerini geçmişte Paris’ten şimdilerde Çin’e uzanan bir coğrafyada yayan ve oradan İstanbul’a getiren Harvey, hızlı kentleşmenin kapitalizmin sonunu getirecek tohumları da içinde taşıdığının altını çiziyor. Hızla büyüyen kentlerde kapitalizmin sonunu getirecek olan, kentleşme sürecinin yarattığı ortamdan zarar gören, durumları sarsılan, yaşam tarzları bozulan, büyüyen kent ortamı nedeniyle ezilen ve yalnızlaşan toplum kesimleridir. Harvey’e göre bu kesimin hızlı kentleşmenin yarattığı olumsuzluk ve yıkımlardan kurtulma amacıyla bir araya gelmesi ve daha eşitlikçi, daha dayanışmacı ve daha toplumsallaşmış bir yaşam için uğraş vermeleri olanaklıdır. Kapitalizmin sonunu getirecek olan da çok büyük kitlelerin katılımıyla bu yaşanabilir kent istemi ve bunun eyleme dönüşmesidir. Ek olarak, Harvey, konut üretiminin şöyle ya da böyle sonuna gelineceğini, ABD 20082009 krizi örneğinde olduğu gibi üretilenin tamamının tüketilemeyeceğini ve bunun da kapitalizmin sonunu hazırlayan bir etken olacağını öngörüyor. Konuşmacının kentleşmenin yarattığı memnun olmayanlara dayalı kapitalizmi yıkacak toplumsal sınıf çözümlemesini satın alıp almamak bileceğiniz bir konu. Daha özelde, ülkemizde, gecekondudan apartmana yeni yükselen toplum kesimlerden, hele de yakın bir gelecekte, böyle bir gayri memnunlar hareketi çıkar mı sorusu da ayrı. Ancak, Ankara’nın aşırı sıcak bir gününde tamamına yakını gençlerden oluşan yaklaşık bin kişinin büyük bir ilgiyle izlediği konuşmanın her tümcesi, daha özgürlükçü, eşitlikçi, çağdaş ve aydınlık bir geleceği kurmanın ışıklı umutlarıyla yüklüydü. ??? Can dost Ataol Behramoğlu’na tüm kalbimle geçmiş olsun diyor, bir an önce sağlığına kavuşmasını diliyorum... 2005 yılından bu yana hukuk mücadelesi sürdüren yeşil sermaye şirketi YİMPAŞ mağduru H.Ö. 7 yıl sonra bir ilke imza attı. Türkiye’deki tüm yargı aşamalarını geçerek YİMPAŞ’a karşı açtığı davayı kazanan mağdur H.Ö. “12 Haziran 2012” tarihinde YİMPAŞ’ın patronu Dursun Uyar’dan 196 bin TL’yi icra yoluyla aldı. Mağdur H.Ö. 1 Ocak 2001’de YİMPAŞ’a ortak olurken verdiği dönemin “83 bin 180 DM”ı tam 11 yıl sonra YİMPAŞ’ın sahibi Uyar’dan geri almış oldu. Yıl yıl hukuk mücadelesi YİMPAŞ mağduru H.Ö.’nün yargıdaki mücadelesi 2005 yılında başladı ve “6 gün önce” zaferle sonuçlandı. H.Ö’nün binlerce yeşil sermaye mağduruna örnek olacak yargı mücadelesi özetle şöyle: 2005: YİMPAŞ’ın tahsil ettiği paranın iadesi talepli ihtarname çekildi. Yozgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldı. 2007: Yozgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi mağdurun davasını reddetti. Ge rekçe, “ortakların yatırdıkları paraları geri isteyemeyeceği”ydi. Yargıtay’a temyiz başvurusu yapıldı. 2009: Yargıtay, Yozgat’taki yerel mahkemenin kararını onadı. Mağdurun avukatları pes etmedi. Bu kez de Yargıtay’a karar düzeltme talebiyle başvuru yapıldı. 2010: Yargıtay karar düzeltme talebini kabul etti, bu kararı ilk derece mahkemesine yeniden yargılama yapılması için gönderdi. 2011: Yozgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından dava kabul edildi. Mahkeme mağdur lehine 10 Şubat 2010 ve 26 Mayıs 2011 tarihli bilirkişi raporlarını dikkate aldı. 2012: YİMPAŞ ve Dursun Uyar’a karşı icra takibi başlatıldı. İcra Dairesi’ne icra takibinin durdurulabilmesi için 196 bin TL depo edildi. Uyar için bu parayı Aytaç Gıda Yatırım San ve Tic. A.Ş. gönderdi. 12 Haziran 2012: YİMPAŞ Yargıtay’dan icranın durdurulması kararı alamadığı için harçlar düşüldükten sonra geri kalan 179 bin 144.30 TL İstanbul 6. İcra Dairesi’nce mağdur H.Ö.’ye verildi. Yediğimiz gıdada bir arsenik eksikti Ekonomi Servisi Türkiye son 3 aydır gıda alanında ortaya çıkan sahteciliklerle sarsılırken, Kalibrasyon ve Deney Laboratuvarları Derneği’nin (TURKLAB) analizleri yediğimiz yiyeceklerle ilgili çarpıcı gerçeği ortaya çıkardı. Analiz sonuçlarını değerlendiren TURKLAB Başkanı Can Demir, gıda analizlerinde ağır metallerin yanı sıra arseniğe bile rastlandığını açıkladı. TURKLAB’a getirilen 297 bin 18 gıda numunesinden 16 bin 411’inin sakıncalı olduğu tespit edildi. Sakıncalı bulunan gıda ürünlerinden 648’si ithal edilen ürünlerde, 14 bin 429’u da özel istek üzerine alınan numunelerde çıktı. Demir, “Özel istek üzerine verilen numunelerde, hastalık yapan bakteriler tespit edildi. Zehirlenme veya hastalıklara hatta ölüme bile neden olan bakteriler ile kirlilik de tespitlerde yer aldı. İthal ürünlerde ise ağır metaller bulundu. Kurşun, krom, kadmiyum gibi ağır metaller. Arseni k ve küf bile tespit edildi” dedi. ‘Yunanistan’a rehin olmayın’ Ekonomi Servisi Dünya Bankası Eski Başkanı Robert Zoellick, Avrupa’nın borç kriziyle gerektiği gibi ilgilenmemesi durumunda, Lehman Krizi’ne benzer bir sorunla karşı karşıya kalacağını söyledi. Zoellick ek olarak Avrupalı yöneticilerin kendilerini Yunanistan’ın eline rehin etmemeleri gerektiğini de belirtti. İngiliz Observer gazetesine konuşan Zoellick, gelişmekte olan ülkelerin Avro bölgesi ve diğer daha büyük ekonomilerden kaynaklanan belirsizliklere karşı kendilerini hazırlaması gerektiğini ifade etti. Zoellick, “Piyasalardaki belirsizliğin maliyetinin şimdilerde gelişmekte olan ülkelere kesildiğini görüyoruz. Borç krizinin yarattığı dalgalanma etkisi herkesin hayatını zorlaştırıyor” dedi. Bu hafta hem İngiliz hem de Alman basınına konuşan Zoellick, Alman Der Spiegel dergisine verdiği demeçteyse, Avrupalı liderleri borç krizine yönelik yeteri kadar hareket etmemek ve çözüm bulmakta geç kalmakla itham etti. AKP memura kaşıkla verdiğini kepçeyle geri aldı Ekonomi Servisi Türkiye KamuSen, 15 Haziran itibarıyla maaşları yüzde 4 oranında artan memurların çoğunluğunun, maaş bordrolarına baktıklarında kötü bir sürprizle karşılaştığını belirterek “Yıllık geliri 10 bin TL’nin üzerine çıkan memurlardan kesilen gelir vergisinin oranı da yüzde 15’ten yüzde 20’ye çıktı. Böylece Hükümet, memurlara yüzde 4 zam verirken vergiler yoluyla yüzde 5 kesinti yapıp verdiğini fazlasıyla geri aldı” dedi. Türkiye KamuSen ArGe Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre; mayıs ayında ek ders ücretleri de dahil 223.5 TL’den gelir vergisi ödeyen bu öğretmen; yüzde 20’lik vergi dilimine girdiği haziran ayı sonrasında 298 TL gelir vergisi ödeyecek. Buna göre 89 TL zam alan öğretmenin ödediği vergi 74.5 TL artacak. Böylece yüzde 4’lük zam bir öğretmenin maaşına 14.5 TL olarak yansıyacak. İkincisi, bu kaynakları partilere ve adaylara sağlayabilecek en güçlü ve zengin kişiler, örgütler, kime destek olurlarsa karşılığında ne alacaklarını, medya ortamının dışında (kulüp, toplantı vb, alanlarda, tartışarak) etraflıca, düşünmek durumunda olduklarından, kararlarını, gerçekten bilgilenmiş olarak verebiliyorlar. Bu tür seçim koşulları da, bu ideal demokrasinin aslında en büyük finansal kaynakları harekete geçirebilen çok az sayıda insan için işleyen bir demokrasi olduğunu söylüyor. Platon’un ideal devlet tartışmalarında “demokrasiyi yoksulların”, “oligarşiyi zenginlerin” yönetimi olarak tanımladığını anımsarsak, karşımızdaki devlet biçiminin demokrasi olduğunu kabul etmek olanaksızlaşıyor. Eğer bize söylendiği gibi demokrasinin ilk kuralı halkın kendi temsilcilerini özgürce seçmesiyse, hızlanmaya başlayan ABD Başkanlık seçimleri yarışına bakarak kimin kimi seçtiği, kimin kimi temsil etti, ABD yönetiminin de demokrasiden ne anladığı konusunda iyi bir fikir edinebiliriz. Aslında, ABD Başkanlık seçimlerinde, seçmenin oy isteyen politikacıları tanımak için birçok olanağa sahip olduğu söylenebilir. Birincisi, başkanlık seçimlerinde partilerini temsil etmek isteyen adaylar, her eyalette partilerinin üyelerinin oylarını alarak, o eyaletin delegelerini kazanmak için yarışıyor. Bu aşamanın sonunda en fazla delegeyi kazanan, partinin adayı olmaya hak kazanıyor. İkinci aşamada başkan adayları, başkanlık seçimleri kampanyasında tüm ülke çapında yarışıyorlar. İkincisi gerek aday adayları, gerekse de son aşamada adaylar, kampanyalarını TV programlarından, gazete ilanlarından duvar panolarına, el ilanlarına ve doğrudan telefon konuşmalarına, internet, SMS mesajlarına kadar tüm medya alanını kapsayan, kapı kapı dolaşmayı da içeren bir iletişim ağı ortamında sürdürüyorlar. Böylece, seçmenin kendi çıkarına en uygun adayı seçmeden önce gerekli bilgilere ulaşmak için yeterince zamanı, şansı oluyor. Bu seçmenin oylarıyla yapılacak bir seçim de “ideal demokrasinin” koşullarına uyuyor. Ancak iki güçlü etken bu “ideal” koşulları olumsuz yönde etkiliyor. Birincisi, TV programlarından, gazete ilanlarından duvar panolarına, el ilanlarına, doğrudan telefon konuşmalarına, internet, SMS mesajlarına kadar tüm medya alanını kapsayan, kapı kapı dolaşmayı da içeren çok yay Yarışın kuralları gın bir iletişim ağı ortamında etkin bir kampanya yürütebilmek için çok büyük finansal kaynaklara sahip olmak gerekiyor. Bu nedenle ABD seçimlerinde her zaman çok büyük paralar harcanıyor. Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerin dışındaki adayların, eğer her iki partinin toplam kampanyasıyla rekabet edecek kaynaklara sahip değillerse, seçilme şansı olmuyor, bu güne kadar da hiç olmadı. İkincisi TV programlarından, gazete ilanlarından duvar panolarına, el ilanlarına ve doğrudan telefon konuşmalarına, internet, SMS mesajlarına kadar tüm medya alanını kapsayan bir iletişim ağı üzerinde kampanya yürütmek, Marshal McLuhan’ın daha 1964 yılında, “Medium is the message” (Mesajı taşıyan aracın kendisi de mesajdır) saptamasıyla işaret ettiği gibi medya ortamının maddi koşullarına uymak anlamına geliyor. Bu beraberinde, bu medyayı kullanan insanın geliştirdiği algılama alışkanlıklarına, dikkatlerini toplama sürelerinin sınırlarına bağımlı olmayı getiriyor. Bu koşulları burada etraflıca tartışmak için yeterli yerimiz yok. Ama kısaca, reklam endüstrisinin mesajını tüketiciye ulaştırmak için geliştirdiği en son yöntemleri düşünmek, izleyicinin, mesajı alacak olanın da artık, giderek artan bir yoğunlukta, okumaya değil, hızı giderek artan bir odyovizüel (sesligörüntülü) mesajlar, imajlar, “mem” ler (başka mesajlara eklenerek yayılanparazitsimge ve fikir, slogan parçaları), ünlülerin görüntü, yaşam pratiklerine dayalı “özdeşleşme süreçleri” ortamında yaşadığını anımsamak gerekiyor. Kısacası, adayların siyasi kampanyaları piyasada meta satma pra Demokrasi mi Dediniz? Amerika’da mı? arayı veren düdüğü çalıyorsa... Ama internet, elektronik para, yaygın, hızlı transfer olanakları ortamında yaşıyoruz. ABD seçim yönetmeliğinin bir kişinin, bir adayın kampanyasına yapacağı bağışı 2500 dolarla sınırladığını biliyoruz. Bu yüzden halk isterse kendi adayına yaygın mali yardım yaparak kampanya kasasını doldurabilir; “Obama birinci dönem kampanyasında bu olanaklardan yararlanmadı mı” diyerek benim çok kuşkucu biri olduğumu düşünebilirsiniz. Ancak, geçmişte bu kuralların getirdiği kısıtlamalar yasadışı yollardan, hatta kimi zaman valizle taşınan kayıt dışı fonlarla aşılıyordu. Şimdi finansal denetim çok yoğun ve derin. Bu da doğru. Ama şimdi de “Super Political Action Committees” denen bir araç var. 2010’a kadar par P tiklerine, sermaye birikim rejimlerinin öznellik üretme süreçlerine giderek daha çok benziyor. Oy verme pratiğini demokratik kılan bilgilenme süreci de hızla yüzeyselleşiyor, bilgiler bir iki slogana, adayın kişiliğini “betimleyen” “mem”lere indirgenerek anlamsızlaşıyor. Bu iki etkeni birlikte değerlendirdiğimizde de, karşımıza şöyle bir sonuç çıkıyor: En büyük finansal kaynaklara ulaşabilen aday, seçimleri kazanma şansı en yüksek adaydır. tileri ve adayları desteklemek için 1947’de yasallaşmış PAC’ler vardı. Bunlara bir yılda yapılacak yardımlar sınırlıydı, bu kaynakların kullanımı federal denetim altındaydı. 2010 yılında, adaya veya partiye doğrudan bağış yapmayan PAC’lere konan sınırlamalar kaldırıldı, böylece Süper PAC’ler oluştu. Süper PAC’ler ABD’nin en büyük zenginlerine, istedikleri adayları, adayların kampanyalarına doğrudan katkı yapmadan, kendi yürüttükleri kampanyalar aracılığıyla sınırsız para harcama olanağı getirdi, seçim sürecini, etkileyen çevreyi iyice daralttı. Süper PAC’lerin 2012 seçimlerine damgasını vuracağı da daha şimdiden belli oldu. Geçen hafta, haber sitesi POLITICO, Wall Street mali sermaye çevrelerininn, kitle halinde Obama’yı terk ettiğini aktarıyordu. Obama’nın bu çevrelerden 19 eski destekçisi, halen kasasında 56 milyon dolar toplanan Restore Our Future (Mitt Romney’i destekleyen en büyük Süper PAC) kuruluşuna toplam 37.1 milyon dolar bağış yapmış. POLITICO, bu kuruluşa her biri 500 bin dolardan fazla yardım yapan 49 bağışçının da Obama kampından bu kampa geçtiğini saptamış. Dünyanın en zengin 19 kişisinden biri Las Vegas inşaat sektörü devi Adelson (aşırı sağcı, fanatik İsrail destekçisi) ve karısının Restore Our Future fonuna şimdilik 10 milyon dolar yardım yapmaları, bağışlarının 100 milyona çıkabileceğini, aslında bir sınırının olmadığını, söylemeleri de (New York Times , 13/06/2012) Süper PAC’lere, özellikle Romney’i desteklemek üzere yapılan bağışların ne düzeye ulaşabileceğini, demokrasinin sınırlarının nereye kadar daralmakta olduğunu gösteriyor. Ürdün IMF kapısında Ekonomi Servisi Borç krizindeki Ürdün, 21 milyar dolara ulaşan bütçe açığını kapatmak için Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) 1.4 milyar dolarlık kredi talep etti. Ürdün Maliye Bakanı Süleyman Hafız, hükümetin milli ekonomiyi yoluna koymak için IMF ile müzakerelere başladığını belirterek alınacak kredinin 2012’nin son çeyreğinde devlet hazinesine girmesini beklediklerini söyledi. Bakan Hafız “Resmi kurumların harcamalarında kesintiye gidilecek. Özellikle petrol ve elektrik harcamalarıyla ilgili tasarruf önlemleri alınacak” dedi. Ülkede yolsuzluğu protesto etmek ve ekonomik, siyasi reform talebiyle Ocak 2011’den bu yana gösteriler düzenleniyor. Avrupa yine sokakta Ekonomi Servisi Borç kriziyle boğuşan Avro bölgesinde, faturayı ödemek istemeyen halk protesto gösterilerini sürdürüyor. Portekiz’de işçiler, ülkenin en büyük sendikası CGTP’nin çağrısıyla sokaklara döküldü. Lizbon’da düzenlenen eylemlere katılan binlerce işçi, hükümetin kemer sıkma politikalarını protesto etti. CGTP, işten çıkarmaları kolaylaştıran ve pazarın daha çok liberalleştirilmesini öngören yeni iş yasasına karşı çıkıyor. Diğer yandan İtalya’da Başbakan Monti’yi protesto eden göstericiler güvenlik güçleri ile çatıştı. Başkent Roma’daki gösterilere 200 bin kişi katıldı. Caborana’daki İspanyol madenciler ise Başbakan Mariano Rajoy’a tepkilerini temsili bir kuklasını Pozo Santiago Madeni’nin girişine asarak gösterdi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle