19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 NİSAN 2012 PAZAR 14 Mayıs’ta Fatih’ten Taksim’e 1 yürümek üzere örgütlenen Antikapitalist Müslüman Gençler topluluğu, medyanın ilgi odağı. İslamiyetin nihayet(!) sol ile buluşması, sosyalizm hakkında fikirden çok zikir sahibi bir kesimi hem heyecanlandırdı hem de umutlandırdı. Aynı kesim, 1970’lerde “bacı kültürü”nü de sosyalizm gereği kucaklamış, günümüzde bile rağbet gören “ulusal sosyalizm” diye uyduruk bir kavramı, uluslararası demek olan “Enternasyonal” marşına uydurmakta bir çelişki görmemişti! Zaten fikri yok, zikri çok olmak böyle bir şeydir. Ulusalcı sosyalistim dersiniz, ama “nasyonal sosyalizm” ifadesinin, faşizmin tarifi olduğunu ya bilmezsiniz ya da düpedüz faşistsinizdir, dolayısıyla ifadesinden de rahatsız değilsinizdir. Olabilir. Sosyalizmin, yıkılan komünist blok ülkelerindeki uygulamasına bakılırsa, solcu faşizm olduğu da söylenebilir. Ama insan, bu anlamda bir “ulusal sosyalizm” söylemine arka çıkarken, hiç olmazsa kavramın, soldaki değil, sağın hası faşizm demek olduğunu bilir! Neyse. Demek istediğim şu ki, “milli sol” nasıl bir abukluksa, “dini sol” da öyle bir abestir. Çünkü sol dediğimiz sosyalist düşünce, insanlığı uluslararası bir bütünde kavrar ve insana ilişkin mücadelesi, dil, ırk, ulus ya da ümmet ayrımını reddeden, emeği ölçü alan sınıflandırmaya dayanır. Bu yüzden “halklar”dan söz eder, milletlerden değil. Oysa ulusal (milli) ya da demokrasi tanımı din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımsız eşitlik ile ifade özgürlüğünden ibarettir. Din baskısının her geçen gün arttığı ve ifade özgürlüğünün kalmadığı Türkiye’de elbette demokrasi yok, artık. Hatta, din baskısıyla doğru orantılı artan kadın cinayetleri ve Fazıl Say’ın ateist olup din dogmalarını eleştirdiği için ölüm tehditleri aldığına ve manen linç edildiğine bakılırsa, faşizan bir düzen kurulduğu söylenebilir. ??? İşte böyle bir ortamda sosyalist düşüncenin önüne Müslüman tanımını koymak, İslami radikalizasyonun doruğa sol cenahtan tırmanışı olup, alan yayılmasından ibarettir. Üstelik, fikir yeni değil. 1970’li yılların başında İÜ’de sosyoloji okurken, bilgin hocamız, Prof. Dr. Cahit Tanyol’un saplantısıydı. Döner döner, gerçek sosyalist devrimin, Müslümanlar tarafından ve İslam dünyasında yapılacağını söylerdi. İnanmazdık. Oysa yıllar öncesinden İran devrimini öngörmüştü. 1979’da İran’da devrim yapanlar, antikapitalist ve antiemperyalist Müslüman solculardı. Laik demokratların ve komünistlerin desteğini aldılar. Sonra Humeyni geldi, önce komünistler asılıp kesildi. Ardından laik demokratlar. Şah’ınki kadar baskıcı ve kapitalist bir İslam cumhuriyeti kuruldu. Bugün, İran’ın ulusal gelirinin yüzde 80’ini, nüfusun yüzde 20’si paylaşıyor. Solun, İran’dan 40 yıl sonra “antikapitalist Müslüman”lara umut bağladığına bakılırsa, Türkiye’nin de nereye gittiği daha iyi anlaşılıyor. “İnsanlar, anlamadıklarına daha kolay inanır.” TACİTİUS İslamın Sağı Solu Müslüman sol tanımında bile, sosyalizmin bu temel ilkesine ters düşen, çünkü insanları daha baştan milliyetine ve dinine göre sınıflandıran ayrımcılık vardır. ??? İslami bir sosyalizm hayalleri kuranlar, Hıristiyan sosyalistlere özeniyorlar. Ama görmezden geldikleri çok önemli bir eksik var: Hıristiyanlık, ortaçağdaki azgın baskıcılığının sonunu getiren Rönesans (ki, yeniden doğuş anlamına gelir) ayarı geçirdi ve aydınlanma dediğimiz bu çağı, bir yüzyıl içinde aralıklarla süren din savaşları ve mezhep bölünmeleriyle sonuçlanan devasa reformlar izledi. Dinin devlet üzerindeki yetkisi yitti, toplumdaki etkisi bitti. Başka bir deyişle Hıristiyanlık, gölgesi devletin Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN ransa halkı, bugün F cumhurbaşkanını seçiyor. İkinci tura üzerinden kalktıktan, insanların Ali kıran baş kesen kâbusu olmaktan çıktıktan ve en önemlisi; imanlı imansız, ateist, hatta din düşmanı “öteki”nin yaşam, ifade ve irade hakkını tanıdıktan sonra, varmıştır sola. Hıristiyan sosyalistler, demokrasiyi üreten böyle bir sürecin vârisleridir. Oysa Hıristiyanlıktan 650700 yıl sonra doğan İslamiyet, böyle bir reform sürecine hiç girmediği gibi ‘ortaçağı’nı yaşamaktadır ve radikalizasyon doruğuna henüz tırmanıştadır, daha ulaşmamıştır. Hitler’in seçimle işbaşına geldiğini düşünürsek, gerçek kalan Nicolas Sarkozy ile François Hollande arasında karar kılacak bu seçimler, cumhurbaşkanının kimliğinden öte, ülkenin geleceği için gerçek bir dönüm noktası. Çünkü sorumlusu olmadığı ekonomik krizin faturasını ödemeye zorlanan halk tabanının canı burnunda. Ama kapitalist düzenin krizi, kapitalist düzen içinde nasıl çözülür, kimse bilmiyor. Sosyalist François Hollande’ın seçilme şansı daha yüksek görünüyor. Umarım öyle olur. Çünkü bir sosyal patlamayı, ancak kriz yükünün daha hakça dağılması ve zenginlerin pamuk ellerini cebe atması önleyebilir. Oysa Sarkozy, büyük sermayenin adamı. Eğer tekrar seçilirse, hem patlama garanti hem de aşırı sağın ve yabancı düşmanlığının kanı iyice bitlenir Fransa’da. Ağaçlar, Çiçekler, Kuzular, Civcivler Bir haftadır Gökçeada’da, köyümdeyim. Bizim Eski Bademli, hayvanların serbest dolaşım özgürlüğüne sahip olduğu ender köylerden biri. Bu yazıyı evimizin balkonunda yazıyorum. Civcivlerini peşine takmış irice bir tavuk geçiyor kapımızın önünden, muhtarımız Todori’nin tavuklarından biri; yavrularına yaklaşan yaşlı Taki’nin oyuncu bir kuzusuna gaga atıp uzaklaştırıyor yanlarından. Tüm analar gibi o da yavrularını koruma kaygısında. Karşıda uzanıp giden ovaya bakıyorum. Bahar patlamış, toprağın boz rengi yeniden yeşile dönüşmüş. Ağaçlar hızla yapraklanıyor. Doğa kıpır kıpır, minik bahçemize ektiğimiz akşamsefaları uç verdiler. Güllerimiz tomurcuklandı. Karşı komşumuz Zahora’ların bahçesinde bir yılan görülmüş, herkeste bir heyecan! Stelyo, bahçelerde biçilen otları el arabasına doldurmuş, oğlaklarına götürüyor. Eşi Marika ile köyümüzün demirbaşlarındandır o, doğma büyüme buralı. Birçok Rum gibi o da 1974 yılında Yunanistan’a gitmek zorunda kalmış, otuz uzun yıldan sonra yeniden dönmüş adasına, köyüne. İyi, sözüne güvenilir, mert bir adam. Yukarıdan sesleniyorum: “Aslan gibisin Stelyo!” Başını kaldırıp bir kahkaha patlatıyor, “Sabah kahvesine gelmiyor musun?” diye soruyor. “Sonra,” diyorum, “şimdi işim var”. Marika güzel kahve yapar, yanında da mutlaka gül reçeli sunar. Acaba yazıya ara mı versem? Sade Türk kahvesi, yanında bir kaşık gül reçeli, belki bir de tarçınlı kurabiye? ??? Köyümüzde her şey basit, her şey olağan, her şey doğal; kargaşa, karmaşa yok! İnsanlar yalın, saydam, dayanışmacı; köy yaşamı gösteriş, eşitsizlik, üstünlük tanımıyor. Köyde, kentli alışkanlıklarını sürdüren kim olursa olsun hemen dışlanıyor. Kışlık nüfus hepi topu 15 kişi olunca başka türlü bir yaşam seçimi olası değil zaten. Böyle bir yerde insan beynini dolduran çöp düşüncelerden arınıyor. Arınan beyin dinginleşiyor, canlanıyor, yeni düşüncelere, özlemlere, düşlere açılıyor. Doğa, başöğretmen! İnsan, doğanın sunduklarından, ağaçlardan, çiçeklerden, hayvanlardan yaşama ilişkin çok şey öğreniyor. İnsan, ne yaparsa yapsın, doğanın işleyişini, o mutlak süreci değiştiremiyor. Gün geliyor, doğa kendine karşı yapılan kötülüklerden, o kötülüklerin kaynağı olan insandan öcünü alıyor. ??? Adamızın da, köyümüzün de düşmanları var! Daha fazla kazanma, daha fazlasına sahip olma hırsları akıllarının, vicdanlarının önüne geçmiş insanlar, burasını da bir “kâr pazarına” dönüştürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Örneğin, birinci derece sit alanı olan köyümüzün girişine ne doğasıyla ne de mimari ve tarihsel dokusuyla uyuşan, beş katlı dev bir beton otel dikebiliyorlar. Bu aykırı yapılaşmanın eninde sonunda insanlarının özgün, yalın, dayanışmacı bir yaşam sürdürdükleri köyümüzün toplumsalkültürel yapısını da olumsuz etkileyeceğini biliyorlar. Kötülüklerini bilerek, isteyerek yapıyorlar. ??? Bazen ağaçlara, çiçeklere, köyümüzün arnavutkaldırımlı sokaklarında özgürce dolaşan hayvanlara imreniyorum. Onlar, çevrelerini saran kötülüklerin ve kötülerin ayırdında olmaksızın doğal yaşamlarını sürdürüyorlar. Evet, insan olmak zor, ama “insan gibi insan” olmak çok daha zor! Bugün buraya kadar; şimdi Stelyo’lara gidiyorum; acı bir kahve içmek, yanında bir kaşık gül reçeli ile bir de tarçınlı kurabiyeye “hayır” dememek üzere. Güzel bir pazar dileklerimle… KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] 2B İçin ‘Ortak Feryat’ İşgal altındaki orman arazilerinin işgalcilere satışını düzenleyen yasanın adı şöyle: “Orman Köylülerinin Kalkındırılmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun.” Bu laf kalabalığı altında Cumhuriyet tarihinin en büyük yağmasını düzenleyen yasa, 18 Nisan’da “iktidar ve muhalefetin birlikteliği” ile TBMM’den geçti… Bu uyumun ne anlama geldiği ise uzman meslek odalarının 19 Nisan tarihli basın açıklamasında özetle şöyle açıklandı: “Ormanlar kesilerek yerine villa, konut, ticarethane dikilen alanların işgalcilerine satılması kamuoyunun gündemindeydi. 2002’den bu yana “yeni işgalci”lerin de yasa kapsamına alınması ile orman yağması meşrulaştırılmıştır; Orman alanlarında yüzde 6 olan yapılaşma oranı yüzde 15’e çıkarken, ormanlarda üniversite kurulabilmesi için bu alanların YÖK’e satılabilmesi de kabul edilmiştir; ‘Orman Köylülerinin Kalkındırılmalarının Desteklenmesi’ kılıfı altında 410 bin hektar orman, köylüyle ilgisi olmayanlara satılmakta; ayrıca Hazine’ye ait 927 bin hektar pazarlanmaktadır. Bu, ülkemizin 8’inci büyük ili olan Eskişehir ile eşit yüzölçüme sahip bir alanın satışı demektir. İşte bu vb. saptamalarla “satılan sadece ormanlarımız değil, ulusal ve ortak geleceğimizdir” diyen ilgili ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Sözde orman köylülerinin 2B’lerdeki trilyonluk villaları! Başlangıçta ormanların korunmasını savunan muhalif partiler, kamu mallarının talana açılmasında iktidarla ittifak içine girdiler.” Peki neden? Muhalefetin iktidarla böylesi bir işbirliği içinde olması acaba hangi ortak beklentilerin ürünüdür? Farklı görüşteki siyasal örgütlenmenin arasında ülkenin doğasına ve ormanlarına bakışta neden artık fark gözlenmiyor? Şu her şeyi bilen siyasal yorumcularımızın nedense oralı bile olmadıkları bu çarpıcı gerçeğe dikkat çeken Şehir Plancıları Odası; Çevre Mühendisleri Odası; Peyzaj Mimarları Odası ve Ziraat Mühendisleri Odası’nın ortak açıklamaları “Orman Alanlarımız Değil, Aslında Geleceğimiz Satışta” başlığı ile tarihsel uyarıları içeriyor. İşte bu “ortak feryat”tan bazı vurgulamalar: Elde edilecek gelirlerin yüzde 90’ı kentsel dönüşüme kaynak olarak genel bütçeye aktarılmakta; ‘Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi’ ise ‘laf’ta kalmaktadır. 2B’nin gündeme getirildiği meslek odalarının “ortak feryat”ları ise şu anlamlı çağrıyla noktalanıyor: “Bizler aşağıda imzası bulunan TMMOB’ye bağlı meslek odaları olarak, toplumsal sorumluluklarımızın gereği bu kanun ile birlikte ülkemiz açısından yaratılacak felaketlere dikkat çekerek, gerekli toplumsal direnç ve mücadele alanında bizlerle birlikte olmaya tüm halkımızı ve duyarlı tüm kurum ve kuruluşlarımızı davet ediyoruz. Saygılarımızla. TMMOB Şehir Plancıları Odası Çevre Mühendisleri Odası Peyzaj Mimarları Odası Ziraat Mühendisleri Odası” Doğrusu insan düşünmeden edemiyor… Bu tarihsel “ortak” duyarlığın altında acaba öncelikli sorumluk sahibi olan “Orman Mühendisleri Odamız”ın neden imzası bulunmuyor? Bir odanın yöneticileri iktidar yanlısı olabilirler; ancak meslek odası olabilmenin bilimsel ön koşulu, kurumsal özerkliği ve kamusal etiği doğrultusunda, “ormanları savunmayan bir orman mühendisleri odası” mümkün olabilir mi? HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ “Satlıcan, za 1 tülcenp” gibi adlar da verilen bir has 2 talık. 2/ Kimi has 3 talıklarda yüzde, 4 ellerde ve ayaklar5 da görülen şiş... Gurbetteki bir 6 kimsenin doğup 7 büyüdüğü ve öz 8 lediği yer. 3/ Pamuk ipliğinden ya 9 pılan kalınca kilim... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Uluslararası alanda ka 1 B O L ON E Z B rayoluyla yapılan mal 2 E P İ K K EME taşımacılığında kullanı 3 Ş A V A K V A N lan büyük kamyon. 4/ 4A K A L İ D A L Argoda çok çalışan öğrenciye verilen ad... Bir 5 M N İ T E L İ K R İ Y A nota. 5/ Tropikal bölge 6 E D E P T E Z E L lerde yetişen ve yumru 7 L İ 8 K L Ü Z M T A ları besin olarak kulla9 B E R S A N İ K nılan bir bitki... Dünya. 6/ Kemiklerin yuvarlak ucu... Açık duran başparmak ile işaretparmağının ucuna kadar olan uzaklık. 7/ Macun... Dünyamızın damı. 8/ Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine geçirdikleri kalın çember bağ... Kitap getirmemiş peygamber. 9/ Samsun yöresinde yemeği yapılan bir ot. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Büyük savaş davulu... Macaristan’da üretilen ünlü bir şarap. 2/ Her yanı suyla çevrili kara parçası... Spor karşılaşmalarında seyircileri coşturan kimse. 3/ Okul, kışla gibi yerlerde hastalar için ayrılmış bölüm... “Şahinim var bazlarım var / alışkın sazlarım var” (Karacaoğlan). 4/ Güney Anadolu’da bir dağ... Bir nota. 5/ Bir soru sözü... Bir gıda maddesi. 6/ Sahip... Bir durumun anlaşılmasına yardım eden şey, ipucu. 7/ Gereksinmeye yetmeyecek kadar az olan... Sahipsiz, boş toprak. 8/ Batman’ın Hasankeyf ilçesini sular altında bırakacak olan baraj... Nine. 9/ İnce yapılı... Ruh. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle