23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 NİSAN 2012 PAZAR leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr 10 PAZAR KONUĞU İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek: Sivilleşiyoruz söylemi bir yanılsama Hesaplaşma gerçek değil SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU İstanbul Barosu Genel Sekreteri avukat Hüseyin Özbek bugün Türkiye’de yaşananların ciddi bir hesaplaşma olduğunu söylüyor. Hükümetin “sivilleşiyoruz” söylemlerine inanmadığına dikkat çeken Özbek, 12 Eylül ve 28 Şubat’la ilgili birkaç emekli ya da muvazzaf askerin tutuklandığının ancak gerek 12 Eylül gerekse de 28 Şubat’ın perde arkasında hangi güçler ve hangi sermayelerin kesinlikle sorgulanmadığının altını çiziyor. 28 Şubat süreciyle hesaplaşma adı altında pek çok emekli ve muvazzaf asker tutuklandı. Sizce Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) üzerine adalet ya da kanun yoluyla neden gidiliyor? Bu yapılanlar hukuka uygun mudur? H.Ö. TSK’nin toplumsal ve siyasal yaşamımız üzerindeki etkisi Cumhuriyet’ten önce başlar. Ordunun toplum içindeki saygınlığı ve etkisi Cumhuriyet döneminde de devam etti. İttihat ve Terakki’nin hayalci, aşırı unsurları süreç içinde ayıklandı; tasfiye oldu. Daha gerçekçi bir kadro Türkiye’nin siyasi kaderine Kurtuluş Savaşı’yla birlikte hâkim oldu. 23 Ekim 1923’ten sonra da ülkeyi işgalcilerden kurtaran ordunun prestijinin tavan yaptığı hepimizin malumu. TSK, Cumhuriyet’i savunma misyonunu hep üstlendi. Türkiye’nin NATO üyeliğinden sonra NATO kültürü de TSK içine yerleşti. Ama TSK, hep Atatürk ilke ve devrimlerini, ülkenin üniter, laik yapısını korumakla sorumlu hissetti. Bu süreç içinde bunun yasal dayanakları da oluştu: Buna en önemli örneklerden birisi TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesidir. Bu madde kamuoyuna TSK’ye darbe yapma olanağı sağladığı biçiminde yansıtılıyor ama bu madde ülkenin dış saldırılara karşı korunması misyonunu da TSK’ye veriyor. Hatta ağırlıklı olarak da böyledir. Bugün Türkiye’nin geldiği siyasal denklemde TSK’nin geleneksel ağırlığına, rejim içindeki belirleyiciliğine, devlet içinde güç odağı olmasına ihtiyaç kalmadı. Örneğin ABD, TSK’nin artık geleneksel ideolojik yapısı içinde olmasını istemiyor. TSK’nin Ortadoğu’da anayasayla uyumlu bir güç olarak kalması arzu ediliyor. ABD Merkezi Haberalma Örgütü’nün (CIA) burada istasyon şefliği yapmış ajanları da çıkıp, “Artık Kemalizm devri geçti” diyorlar. Öte yandan AB de zaman zaman Atatürk’ün referans alınmasının artık günümüz Türkiye’sinde anlamsız olduğunu beyan etti. Böylece TSK’nin bu süreç içinde postmodern bir saldırıyla karargâhta yenilgiye uğradığına tanık oluyoruz. Artık TSK’ye, “Kışlandan çıkmayacaksın. Rejimi, cumhuriyeti koruma ve kollama misyonun yoktur” deniyor. Darbenin mağduru halk ve soldur Hitler ve Nazi Partisi örneklerinden mi söz ediyorsunuz? H.Ö. Tabii. Onlar da seçimle iktidara geldiler. Orada, bizim şu anda yaşadığımız süreçle kısmen benzeşen tuhaf bir durum var. Hitler kendi iktidarını sağlamlaştırmak için Alman parlamento binası Reichstag’ı kendi adamlarına yaktırdı. Sonra da “Bunu muhalefet yaptı” dedi. Muhalifler, sosyalistler, komünistler, Yahudiler düzmece yargıda yargılanıp tasfiye edildiler. O tasfiyenin bir enstrümanı olarak yargı kullanıldı. Türkiye’de yargıya müdahale edilmesinin uzun dönemde sancılı sonuçları olacaktır. Toplumsal travmalara yol açılacaktır. Türkiye’nin devlet olarak saygınlığına gölge düşürülecektir. Zaten özel mahkemelerde yapılan yargılamalar ve uygulamaların tereddüt uyandırmaya başladığı anlaşılıyor. Başlangıçta, “Darbeciler tasfiye ediliyor. Sivilleşiyoruz” deniyor. Bunun böyle olmadığını, siyasi iktidarla ters düşen her türlü muhalefetin sindirilmesine, korkutulmasına ve tasfiyesine çok önemli bir kaldıraç olduğu, bu süreci kolaylaştırdığı, toplumu da bu şekilde etkilediği anlaşılıyor. Gelecekte bunun sıkıntıları, olumsuz sonuçları mutlaka görülecektir. Ben bir hukukçu olarak toplumun bu konulara dikkatini çekmek istiyorum. Bu hükümet 12 Eylül ve 28 Şubat’la hesaplaştığını söylüyor. H.Ö. 12 Mart’ta solcular ve sol örgütler yargı önüne çıkarıldı. 12 Mart’ın bir mağduru varsa esas olarak halk ve solculardır. 12 Eylül’ün mağduru yine benzer siyasal eğilimlere sahip olan insanlardır. 12 Eylül döneminde palazlanan bir grup oluştu. ABD’yle çıkarlarını uyumlulaştıran, dini referans alanlara 12 Eylül dokunmamıştır. Kaldı ki eğer 12 Eylül’le ve 28 Şubat’la hesaplaşılacaksa 12 Eylül’ün arkasındaki sermaye, finans, ekonomik güçler de sorgulanmalıdır. 12 Eylül’ün arkasındaki dış güçlerdir. Bunlar Türkiye’yi mezhep, etnik kavgaya sürüklemek için provokasyonlar yapmışlardır. Bu provokasyonları yapanlar da sorgulanmalıdır. Bunlar yapılmıyor da yaşları neredeyse 100’e yaklaşmış iki emekli general hakkında 12 Eylül davası açılıyorsa bunu samimi bulmuyorum. Ama bunun siyasi iktidara çok büyük bir avantaj sağladığı kesin. AKP hükümetinin sivillik söylemini ve onun sivilleşmeyi istediği algısını güçlendirecektir. 12 Eylül mağduru, o dönem işkence görmüş, tutuklanmış insanlar bu davaya müdahil oldular. CHP ve MHP’nin de bu davaya müdahil olma girişiminde bulunduğunu görüyoruz. Her iki muhalefet partisinin AKP’ye siyasi getiri sağlayacak bu davaya müdahil olmasının nedenlerini anlamakta zorlanıyorum. P O HÜSEYİN ÖZBEK R Kastamonu, 1951 doğumlu. Çorum Öğretmen T Okulu sonrası Erzurum Kâzım Karabekir Eğitim R Enstitüsü Türkçe bölümünde öğrenim gördü. Edebiyat öğretmenliği yaptı. Daha sonra İÜ Hukuk E Fakültesi’ni bitirdi. 20022004 arası İstanbul Barosu Baro Meclisi ve İnsan Hakları Merkezi yürütme kurullarında bulundu. 20042006, 20062008, 20102012 dönemlerinde baro yönetim kurulu üyeliği ve genel sekreterlik görevini yürüttü. Roman, öykü çalışmaları var. Kimi sivil toplum kuruluşlarının yüksek danışma kurulu ve danışma kurulu üyeliği sürüyor. Yargı bağımsızlığı kalmadı Yargıtay’a yeni atanan üyeler için 160 kişi blok oy kullanıyor. Bunlar aşiret, klan, akraba değil ama yeni atanan 160 yargı mensubu aynı doğrultuda oy kullanıyor Aslında bu ülkeye demokratik diyorsak olması gereken bu değil mi? Orduya siyasetin bulaşması çok ciddi bir hata olmuyor mu? H.Ö. Bakın, 12 Mart ve 12 Eylül’de yapılan tutuklamalar, işkenceler, çok sayıda insanın mağdur edilmesi bir antipati yarattı. Ama şunu da görmeliyiz: 12 Eylül’ün öncülü, hazırlayıcısı esas olarak 24 Ocak kararlarıdır. 24 Ocak kararlarının alınmasından sonra bir işveren sendikası başkanının “Daha önce sendikalardaydı. Şimdi gülme sırası bize geldi” sözleri hatırlardadır. Uluslararası sistem, uluslararası sermaye 12 Eylül’ü onayladı. 12 Mart’ta, 12 Eylül’de darbe yapan asker imajından bugün yararlanılarak bir sivil darbe dönemine girdik. İleri demokrasi söylemiyle ortaya çıkıp demokratik alanı daraltan bir süreç yaşıyorsak orduya neden kırmızı kart gösterildiği anlaşılmaktadır. Yani bu süreci siz sivilleşme, demokratikleşme olarak görmüyor musunuz? H.Ö. Bu içtenlikle sivilleşme, demokratikleşme midir? Yoksa önemli ve caydırıcı bir gücü tasfiye ederek bir sivil darbenin dokunulmazlığını mı sağlamaktır? Buna bakmak lazım. Bu konuda bizi endişeye sevk eden birçok unsur, yapılan uygulamalar var. Kuvvetler ayrılığı esastır. Demokrasinin olmazsa olmazı yasamanın, yürütmenin ve yargının ayrı olmalarıdır. Birbirlerine müdahale etmemeleridir. Bugün bir milli irade fetişizmi var. “TBB’deki vekiller halkın özgür iradesiyle seçilmiştir. Milli irade TBMM’de tecelli eder. O halde TBMM’nin bu iradeye saygı duymak gerekir. Onun her yaptığı doğrudur” deniyor. Siz yargıyı istediğiniz gibi şekillendiriyorsunuz. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay üyelerini istediğiniz gibi şekillendiriyorsunuz. Yargıtay’a yeni atanan üyeler için 160 kişi blok oy kullanıyor. Bu son derece tuhaf. Yargı tarihimizde böyle dikkati çekecek bir olgu düşünebilir misiniz? Bunlar aşiret, klan, akraba değil ama yeni atanan 160 yargı mensubu aynı doğrultuda oy kullanıyor. Bu tuhaf ve düşündürücü bir durum. Yargı bağımsız olmazsa kişilerin hukuk güvenliği ortadan kalkar. Milli irade söylemiyle siyasi iktidara bağımlı, siyasi iktidarın şemsiyesi altında olduğu ya da en azından böyle algılanan yargıya karşı halkın adalete olan güven duygusu kaybolur. Türkiye tam da bu süreci yaşıyor. Örneğin, geçenlerde Danıştay Başkanı Sayın Karakullukçu bir açıklama yaptı. “Biz farklı bir Danıştay olacağız. Biz idareye zorluk çıkarmayacağız” dedi. Bu, hukuk tabiriyle ihsası reydir. Yani niyetini, oyunu belli etmektir. söylemle Sivil diktatörlük de yapabilirsiniz Kuvvetler ayrılığı olduğu iddia edilen bir devlette bir yargıç hükümetin elini rahatlatacaklarını söyleyebilir mi? H.Ö. Böyle bir şeyi nasıl söyler? HSYK oluşturuldu. Tayinlere, görevlendirmelere bakıyoruz. Balyoz, Ergenekon gibi davalarda tahliye kararı veren ya da sanıklar lehine oy kullanan yargıçlar ya da mahkeme başkanlarının değiştirildiğini görüyoruz. Bunlar tasfiye ediliyorlar, başka yerlere atanıyorlar. Böyle bir yapılanma içinde insan ister istemez endişeye kapılıyor. Yargı, yasama ve yürütmenin bu şekilde iç içe geçtiği bir yerde kuvvetler ayrılığı belki söylem olarak var olur ama esasta var olmaz. Bir de bunun beni şahsen endişelendiren, halkın da kafasını bulunduran sivillik söylemiyle yapılmasıdır. Anlaşılan bu söylem makyaj terim olarak kullanılıyor. Sivil dediniz mi akan sular duruyor. Bazı dönemlerde bazı sözcüklerin büyüleyici, illüzyon özelliği vardır. Siz sivil söylemle diktatörlük de yapabilirsiniz. Dikta rejimi de uygulayabilirsiniz. TBMM Başkanı Çiçek: Siyasi partiler yurttaşa borçlu Eski TBMM Başkanı Cindoruk’tan sert eleştiri ‘Alacağınızı iyi takip edin’ HÜLYA KESKİN ‘Teröristle anayasa yapıyoruz’ Öğrenciler valilerle buluştu İstanbul Valiliği ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından düzenlenen “İstanbul Valileri Öğrencilerle Buluşuyor” programı kapsamında, eski valiler Nevzat Ayaz, Hayri Kozakçıoğlu, Kutlu Aktaş ve şimdiki İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu öğrencilerle buluştu. Bağcılar Halk Sarayı’nda düzenlenen etkinlikte konuşan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, “Valilerimle buluşmak, görüşmek her zaman farklı bir heyecan vermiştir” diyerek, “Onları yanımızda görmek, onların tecrübelerinden istifade etmek bizim için her zaman kazançtır” dedi. Nevzat Ayaz da İstanbul’da vali olmanın, İstanbul’da yönetici olmanın her yöneticinin hayali olduğunu söyledi. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, parlamentonun tüm yurttaşları kapsayacak, çağdaş, özgürlükçü bir anayasa yapma konusunda borçlu olduğunu belirterek “Bizler borçluyuz, sizler de alacaklısınız. Alacağınızı iyi takip edin” dedi. CHP Milletvekili Atilla Kart anayasanın hazırlanması sürecinde bile insanların düşüncelerini açıklayamadığını vurguladı. “Anayasa Platformu” tarafından anayasa yapım sürecine katkıda bulunmak amacıyla “Türkiye Konuşuyor Vatandaş Toplantıları”nın sonuncusu, 22 sivil toplum örgütünden bini aşkın kişinin katılımıyla Ataköy’deki Sinan Erdem Spor Salo nu’nda düzenlendi. Toplantıda konuşan TBMM Başkanı Cemil Çiçek, “Tüm yurttaşlarımızın kimliğini, kültürünü karşılayacak, çağdaş bir anayasa bu dört siyasi partinin size borcudur. Bu, parlamento olarak size borcumuzdur. Bizler borçluyuz, sizler de alacaklısınız. Alacağınızı iyi takip edin. Söz verip ortada bırakmak yok, söz verip bahane üretmek yok” dedi. CHP’li Atilla Kart ise anayasa yapım sürecinde dahi toplumda baskı ve korkunun egemen olduğunu vurguladı. Kart, “Parti olarak Cumhuriyetin değer ve kazanımlarına sahip çıkacağız, bu değerleri demokrasi ile taçlandıracağız” diye konuştu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Milli Anayasa Kurultayı, “AKP’nin hazırladığı bölücü anayasaya hayır” sloganıyla toplandı. Milli Anayasa Kurultayı’ eski ve yeni milletvekilleri, meslek odaları, demokratik kitle örgütleri, sendika yöneticileri, basın ve üniversite temsilcilerinin katılımı ile dün Yenimahalle Belediyesi Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde toplandı. Kurultayda “AKP iktidarı 1982 Anayasası’nı bahane ederk bölünme anayasası dayatmaktadır” görüşü iletildi. Kurultayda konuşan eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, “Türkiye coğrafyasıyla, halkıyla bölünme tehlikesi ile karşı karşıya. Terörle mücadelede başarı kazanmamıza karşın, teröristlerle ana yasa yapıyoruz” derken İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, “Anayasalar darbelerden sonra, karşıdevrimlerden sonra yapılır. Bir karşıdevrim var” ifadelerini kullandı. Eski CHP Milletvekili Şahin Mengü de “Yeni anayasa sürecinde Sevr Antlaşması’nı yaşıyoruz. Sevr’le Lozan Antlaşması’nın öcü alınmaktadır. Hiç kimse sorunu siyasi iktidara bağlamasın” dedi. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden ise “Kürtçülerin ve yabancıların istekleriyle yapılacak bir anayasa, ülkeye aydınlık getirmez” ifadesini kullanarak “Bizim batmayan güneşimiz Mustafa Kemal’dir. Bu Meclis’in anayasa yapmaya hakkı yoktur. Çünkü bu Meclis, kurucu meclis değildir” dedi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle