26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 MART 2012 CUMARTESİ [email protected] 16 KÜLTÜR Bir Sinema Tutkunuydu Antep’e ne zaman gitsem ilk uğradığım yer Bakırcılar Çarşısı... Sonra Nakıp Ali’nin sinemasının sokağı... Sinemanın yerinde yeller esiyor şimdi, ama anılar sapasağlam duruyor. O sokağa girince önce Nakıp Ali’yi düşünüyorum elbette. Sonra anneannemi. Sinema tutkunu ninemi. “Oscar haftası” boyunca onunla yaşadım hep. İzninizle, kişisel de olsa, benden başkasını pek ilgilendirmese de, bazı anılarımı sizlerle paylaşmak istedim. ??? Gülerek, “Büyüyünce sana Paşa’nın kızını alacağım,” derdi. Kızardım nineme. Paşa’nın kızını pek beğenmişti. Ona kalırsa, Leyla Murat’tan da güzeldi Paşa’nın kızı. Daha etli butluydu. Her çarşamba, her cumartesi ninemle sinemaya giderdik. En çok da Arap filmlerine. Hurmalar Altında Cemile’yi, Leyla ile Mecnun’u, Aşkın Gözyaşları’nı, Paşa’nın Kızı’nı, Harun Reşid’in Gözdesi’ni, hele sadece Antep’i değil, bütün Türkiye’yi kırıp geçiren Fakir Çocukları’nı az mı izlemiştik! Büyüyüp de kitaplarım yayımlanmaya başladıktan sonra Mısırlı bir yazarla, Yusuf İdris’le tanıştım. Bana, “Yusuf sözcüğünü ne kadar doğru söylüyorsunuz,” dedi. “Bildiğim Mısırlı ilk Yusuf siz değilsiniz ki,” dedim. “Öteki kim?” diye sordu. “Yusuf Vehbi,” dedim. Şaşırdı. “Ne? Siz Yusuf Vehbi’yi biliyor musunuz?” Saymaya başladım: “Enver Vecdi, Emine Rızık, Leyla Murat, Ferid El Atraş, Samiye Cemal, Abdülvahap, Ümmü Gülsüm, Tahiyye Karyoka, Beşare Vakim...” “Beşare Vakim’i Mısır’da bile hatırlayan pek az,” dedi. Boynuma sarıldı, yanaklarımdan uzun uzun öptü beni. Neredeyse bütün Arap filmleri “Türkçe Sözlü, Şarkılı”ydı. “Enginde Yavaş Yavaş”ı, “Üzgünüm Leyla”yı, “Otomobil Uçar Gider”i ilk o filmlerde dinlemiştik. ??? Ben Enver Vecdi’yle Leyla Murat’ı severdim. Enver Vecdi gibi yakışıklısı Amerikan filmlerinde vardı gerçi, ama Leyla Murat’tan güzeli yoktu. Bir filmde kör oluyordu Leyla Murat. Bakarkör. Enver Vecdi’ye âşıktı. Ama kör olduğunu öğrenirse kendisine acır diye korkuyordu. Böyle bir sevgiyi, böyle bir bağlanmayı istemiyordu. Bir arkadaşıyla Enver Vecdi’yi çağırtıyordu evine. Zavallı Enver Vecdi... Kör olduğunu bilmiyordu Leyla Murat’ın. Leyla Murat ona demediğini bırakmıyordu. “Seni sevmiyorum. Defol!” diye bağırıyordu. O sırada Leyla Murat’ın arkadaşı odanın kapısını açıp kapatıyor, kapı sesini duyan Leyla Murat da, Enver Vecdi’nin gittiğini sanarak, “Seni seviyorum. Bu halimi görür de bana acırsın diye böyle yaptım,” diyordu. Enver Vecdi o anda Leyla Murat’ın kör olduğunu anlıyor, “Sevgilim, sevgilim,” diye ona sarılıyordu. Haydiii... Bütün sinema gözyaşlarına boğuluyordu. Ninem hüngür hüngür! Bud Abbott Lou Costello çiftiyle, “İki Açıkgöz”le pek ilgilenmezdi. Ama LaurelHardy filmlerine bayılırdı. “LolerHardi” derdi onlara. Eve döndüğümüzde Ferdi Tayfur’un sesiyle, “Yine başımı belaya soktun,” diye Hardy’nin taklidini yapardı. Maria Montez, Jon Hall, Turhan Bey üçlüsünden hoşlanırdı. Ama filmde üçü birden olacaktı. Birinden biri yoksa, keyfi kaçardı. Bela Lugosi’den ürkerdi. Ama saygıyla karışık bir ürkeklikti bu. Drakula’yı anlatırken bile ona “Şandu” derdi. Bela Lugosi ninemin gözünde hiç Drakula olamamış, hep Şandu olarak kalmıştı. Bağdat Hırsızı’ndan sonra aylarca Conrad Veidt’ın sözünü etmişti. “Gözü körolasıca! Nasıl bağırıyor, ‘Esin rüzgârlar, esin!’ diye...” Ama bir Hint filmi, Bin İkinci Gece, gündemine oradaki büyücüyü yerleştirdi. Nabonga’daki gorilden korktu. Edward G. Robinson’la George Raft’a kanı ısınmadı. Geronimo’yu gördü. Bütün Kızılderililerden nefret etti. Sinemadan çıkınca sokakta bir Kızılderili görse, eminim canına okurdu. Neyse ki Kızılderili yoktu Antep’te. Matthie Paley ‘Uzaklara’ yolculuk etmeyi seven Matthie Paley göçebe Afgan Kırgızlarını fotoğrafladığı sergisiyle Fransız Kültür Merkezi’nde ? Sergide, bugüne kadar nadir görüntülenen olağanüstü manzaraları keşfetmek mümkün. Paley’in fotoğrafları, göçebelerin sınırlardaki hikâyesini, güçlü ve köklü bir halkın hayata karşı direncini hâkim bir “yalnızlık” duygusuyla aktarıyor. MELTEM YILMAZ Fransız fotoğraf sanatçısı Matthieu Paley, coğrafi konumu nedeniyle “Dünyanın Çatısı” olarak adlandırılan Afganistan’daki Wakhan geçidinden edindiği deneyim ve tanıklığı, çektiği fotoğraflar aracılığıyla İstanbul’a taşıyor. Paley, Fransız Kültür Merkezi’ndeki “Dünyanın Çatısında Unutulanlar” adlı sergisinde, çok fazla bilinmeyen ve Türkçe konuşan bir göçebe topluluğunun, Afgan Kırgızlarının sınırlardaki hikâyesi ve günlük hayatını anlatıyor. Aynı zamanda Géo ve National Geographic dergileri için de fotoğraf çeken Paley, New York’ta bir buçuk yıl kadar fotoğrafçılık eğitimi aldıktan sonra, 1998’de bu alanda çalışmaya başlamış. Bir karavan kiralayıp uzun yollar katetmiş ve bu şekilde yaşamaktan da çok hoşlanmış. “Yol boyunca karşılaştığım insanlar sanatımın konusu oldu” diyor. Yaşadığı yerlerden edindiği izlenimlerin sanatına nasıl yansıdığını ise şu sözlerle anlatıyor: “Benim temalarım her zaman jeopolitik uzaklık olmuştur, bu nedenle 12 yıl boyunca Asya’da yaşadım. Pakistan sınırları, Afganistan, Tacikistan ve Çin’in batısında yaşayan insanların fotoğraflarını çektim, buraların ‘tehlikeli’ yer ler olarak anılmasından önce, 1999’da çekmeye başladım. Çünkü benim için ‘tehlikeli bölge’ diye bir şey yok.” Fransız Kültür Merkezi’ndeki sergide, bugüne kadar nadir görüntülenen olağanüstü manzaraları keşfetmek mümkün. Fotoğraflar, göçebelerin sınırlardaki hikâyesini, zorlu günlük hayatlarını ve geleneklerini, güçlü ve köklü bir halkın hayata karşı direncini; hâkim bir “yalnızlık” duygusuyla aktarıyor. “Dünyanın en yüksek dağ zincirinin kenarında Ay’ı andıran bir manzaraya sahip, kurak ve yabani bir platonun yer aldığı bölge, yerden 4 bin 200 metre yükseklikte, bin kişinin mutlak mahrumiyet içinde hayat mücadelesi verdiği topraklar. Bir zamanlar İpek Yolu’nun güzergâhında olan bu bölgeden 2000 yılında geçerken, Afgan Kırgızları ile ilk kez karşılaşmıştım. ” Paley, bu ilk karşılaşmanın ardından Afgan Kırgızlarını görmek için 2008 ve 2011’de kışın tam ortasında tekrar yola koyulmuş ve donmuş Wakhan nehrinden yukarıya çıkarak kamplara ulaşmış. “Çin sınırına kadar yürüdüm ve oradaki insanları dinledim” diyor kendi uzun ve yalnız yolculuğunu anlatırken. Tüm bu deneyimlerinin ardından ise çalışmalarına İstanbul’da devam etmeye karar vermiş Paley. İstanbul’a yerleşmesinin nedenini ise şöyle açıklıyor: “İstanbul, merkez Asya’ya ilişkin çalışmalarımı sürdürebilmem için mükemmel bir yer. Avrupa’ya da oldukça yakın. Bu kent dünyada en sevdiğim yer haline geldi, ancak yine de yaşaması zor bir yer.” “Dünyanın Çatısında Unutulanlar” sergisi, 31 Mart’a kadar görülebilir. NURİ BİLGE CEYLAN’LA THE GUARDIAN’DA RÖPORTAJ Ceylan’la ‘Yoğurt ve Cinayet’ üzerine Kültür Servisi Daha önce “Uzak” filmini “Ölmeden Önce İzlenmesi Gereken 1000 Film” listesine alan The Guardian gazetesi, bu kez Nuri Bilge Ceylan’la “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi üzerine bir söyleşi yaptı. Söyleşiyi yapan Stuart Jeffries, başlığın “Yoğurt ve Cinayet” olarak seçilmesini “Film boyunca polislerin ne tür yoğurt sevdiğini, kasaba doktorunun Rus şiirinden hoşlandığını falan öğreniyoruz ama kimin, kime, neyi, neden yaptığını öğrenemiyoruz” şeklinde açıklıyor. Ceylan da bu yoruma, “Filmin öfkelendirici olabileceğini biliyorum. Hollywood’un sorunu, seyircinin cevapları bir hap gibi almayı beklemesi. Gerçek hayat böyle değil. Filmlerde gerçek hayattan da fazla her şeyin açık olmasını istiyoruz. Ama bu, sinemanın yalan olduğu anlamına gelir. Ben bu şekilde sinema yapamam” sözleriyle yanıt veriyor. Ceylan, filmde geçen “misafirlere çay veren köy muhtarının kızının” anlamını ise şöyle açıklıyor: “Londra’da böyle kızlar gördüğünüzde etkilenmezsiniz. Ama bir bozkırda, uzun geçen bir gecenin sonunda böyle bir kız sıradan dünyanızda ilahi bir mucize gibi görünür. ” İzmir Karşıyaka Belediye Tiyatrosu ile Opera ve Tiyatro Sahnesi’nde uygarca işlere imza atılıyor Karşıyaka’da anlamlı bir model ÜLKÜ AYVAZ İzmir Karşıyaka Belediye Tiyatrosu 16. yılında, Özen Yula’nın “Aşk Evlerden Uzak”ı ile bir çocuk oyununu, D. RadoviçM. Beloviç’in “Kaptan John Peoplefox”u Leyla Karan Hocalar’ın çevirisiyle sahneliyor. Her iki oyun da 16 yılın yönetmeni Zekeriya Hocalar’ın rejisiyle sezon sonuna dek seyirci karşısına çıkacak. Doğru seçim, doğru yorum, titiz çalışma ve ortaklaşmacı anlayışın sonuçlarına tanık olmak başlı başına bir sevinç! Karşıyaka Belediye Tiyatrosu deyim yerindeyse 7’den 70’e bir tiyatro. Oyunların çarpıcı yanı yorum ve oyuncu yönetiminde öncelikle kendini açığa vuruyor. Eğitimli oyuncular oyunun ruhunu, arka planını kavramış; bu sonuç biz seyircilere geçiyor. Sahne etmenleri bu başarıyı destekliyor. İki oyunun dekorkostüm tasarımlarını gerçekleştiren Günnur Orhon’un çalışması örnek nitelikte. Çocuk oyununun müziklerini yapan Ata Akdağ, koreograf Melodi Sıcakyüz, ışık tasarımlarında Birol Yılmaz, efektte Erdal Aygün çok başarılı. Kolaycı eğilimlerin, gelişigüzel tasarımların, TV dizilerinin egemenliğinin yaşandığı karmaşada bu üretimler geleceğe ilişkin umutlarımızı yeşertiyor. Gönüllü oyuncuların yer aldığı tiyatrolarda, kanımca en önemli sorun sürekliliğin sağlanmasıdır. Bu durum, bir bakıma, gelgeç heveslerin, şimdiye odaklanmış devinimlerin egemenliği değil, sanatın/tiyatronun ‘uygarlaştırıcı’ özünün kavranmasıyla ileri taşınabilir. Düzenli periyotlarla seyirciyle buluşmanın önkoşulu bu olsa gerek. Söz konusu iki oyun, dünyanın her yerinde yankı bulabilecek nitelikte. ? Belediye Tiyatrosu, Özen Karşıyaka Belediyesi, öte yandan, ülkemize değerli, anlamlı bir mekân kazandırdı: Karşıyaka Opera ve Ti Yula’nın ‘Aşk Evlerden Uzak’ yatro Sahnesi. 517 kişilik bu sanat yapısı olağanüsoyunu ile bir çocuk oyunu tü bir mimari tasarıma ve teknik donanıma sahip. Opesahneliyor. Opera ve Tiyatro ra, bale, dans, tiyatro... Çok sayıda topluluğun yanı Sahnesi, olağanüstü bir sıra Genel Müzik Direktörlüğü’nü devlet sanatçısı Gürer Aykal’ın üstlenmiş bulunduğu İzmir Karşıyaka mimari tasarım ve teknik Belediyesi Filarmoni Orkestrası konserlerini bu sadonatıma sahip. Gürer londa gerçekleştiriyor artık. Çoksesli müzik adına onur Aykal’ın müzik verici bir sonuç bu. Dahası var: Karşıyaka Belediyesi, Osmanlı’dan güdirektörlüğündeki Filarmoni nümüze fotoğraf arşivinin, makine ve ekipmanının, Orkestrası konserlerini bu araştırma ve arşiv bölümlerinin yer aldığı büyülü bir salonda veriyor. evi de İzmir’e, ülkemize armağan etmiştir: Hamza Rüstem Fotoğraf Evi. Ve Latife Hanım KöşküAnı Evi. Ziya Gökalp Kültür Merkezi ise yıllardır izleyicinin hizmetinde. Sanata, insana yatırımla; tiyatrosuyla, müziğiyle… İzmir Karşıyaka Belediyesi bir örnek olma konumuna yükselmiş, bir model yaratmıştır. BaşAşk kan Cevat DuEvlerden rak ve coşku Uzak yüklü ekibini alkışlamak bir borçtur. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle