16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 ARALIK 2012 PAZAR 16 Murat’tı. Eflak Prensi Vlad Besarab, o yıl kardeşi Prens Güzel Radul’la (Radu cel Frumos) birlikte babaları Ejderha Vlad (Drakula) tarafından Osmanlı Sultanı’na rehin olarak Edirne Sarayı’na gönderildiğinde, sadece 11 yaşındaydı. İki rehin prense Edirne’deki sarayda çok iyi davranıldı, ilerde Osmanlı’ya hizmet eğitimini de Sultan Murat’ın “içoğlanı” kadrosunda aldılar… Ama Sultan’ın gözdesi Vlad’dı. Öyle ki genç prens sakalı bıyığı çıkıp “içoğlanı” kadrosundan emekli olunca; İkinci Murat kendisine 6 yıl süreyle duyduğu şefkatin karşılığını da cömertçe ödedi. 1448’de 17 yaşına basan Vlad’ı voyvoda unvanıyla bezeyip yanına bir ordu kattı ve Eflak tahtını fethe gönderdi. HHH Ama Osmanlı sultanları, her ne kadar aşk ile iş ilişkilerini birbirine karıştırsalar da enayi sayılmazlar… İkinci Murat da pek sevdiği Prens Vlad’ın kendisine bizzat verdiği “içoğlanı” eğitimine hoşlanarak mı, yoksa dişlerini sıkarak mı katlandığından pek emin değildi. Vlad’ı Eflak’a voyvoda gönderirken, kardeşi Güzel Radul’u rehin tutarak Osmanlı’ya bağlı kalmasını sağlama aldı. Ne var ki Vlad Besarab, önce velinimetinin ordusuyla alıp iki ay sonra yitirdiği, ardından tekrar oturduğu Eflak tahtına iyice yerleşip, kaidesini artık güvencede hissettiği an… 442 yılında Osmanlı 1 payitahtı Edirne, Sultanı ise Fatih’in babası İkinci Drakula’nın Tarihi”, Droz, 1988) Çoğu Batılı tarihçinin uzun zaman anlam veremediği bu lakaplardan özellikle dördüncüsü, Almanca sanılıp yüzyıllarca “Gotveren” diye söylendi! Fatih Sultan Mehmet, babasının eski gözdesinin uçan kaçan Osmanlı’dan kazıkla çıkardığı “içoğlanlığı” hıncını öğrenince gazaba gelip, Eflak Voyvodası Vlad Tepeş’e karşı düzdüğü ordunun başına kimi geçirdi biliyor musunuz? İçoğlanıyken aldığı eğitime sadakat gösteren rehin kardeşi, Güzel Radul’u… HHH Osmanlı ordusu Eflak’ı aldı, Güzel Radul 15 Ağustos 1462’de voyvodalık tahtına oturdu ama, kazıkçı kardeşini ele geçiremedi. Vlad Tepeş, sığındığı Macarlar tarafından esir alındı. 12 yılın sonunda serbest bırakıldığında, yine Eflak’a dönüp 1476’ya kadar voyvoda olarak hüküm sürdü. Aralık ayında Osmanlı ordusuyla girdiği savaşta öldürüldü ve 300 askeri kazığa geçirilirken, Vlad’ın kesilen kafası Fatih Sultan Mehmet’e gönderildi. Ama Vlad Tepeş’in ardında bıraktığı kazıklı ve kanlı efsane, 1897 yılında Bram Stoker’a, kurgusal romanı Drakula’daki ölümsüz kont, ancak kalbine kazık çakılarak yok edilebilen vampir karakterini esinledi. Romanya’nın Transilvanya bölgesi, Francis Ford Coppola başta olmak üzere romanın sinemaya uyarlandığı pek çok filmle birlikte dünyada Kont Drakula’nın ülkesi olarak tanındı. ünyadaki hiçbir D imparatorluk tarihinde, Osmanlı Sarayı’ndaki kadar beşik cinayeti işlenmemiş, hiçbir imparator ve kral, Osmanlı sultanları kadar çok oğul katletmemiştir. Hatta Batılı saraylarda veliaht olmasın diye oğul ve kardeş katli parmakla gösterilecek kadar azdır. Çünkü hiçbirinin tekeşli evlilik dışı ilişkileri ve metres sayısı; odalık, cariye, nikâhlı nikâhsız eşle dolup taşan Osmanlı haremi kadar kalabalık olmayıp, peydahlanan çocuk sayısı da sultanlarınki kadar yüksek değildir. Biseksüel ve pedofil egemen sayısı da öyle… 2012 yılında Osmanlı tarihindeki tahta rakip oğul ve kardeş katlini vacip kılan uygulamayı “Devleti böldürmemek için akılcı bir yöntemdi” diye sunmak, gericiliğin vahşi zihniyetidir. Günümüz Türkiye’sine dayatılan genel cehalet ve özel “tarih karartması” da, zaten “Down sendromlu” olması arzulanan halkın, “Yahu İngiltere İmparatorluğu’nda tahta rakip oğul ve kardeş katli vacip değildi. Acaba Osmanlı’dan daha uzun sürmeyi, hem de bölünmeden nasıl başardı” diye sorgulamaktan bile aciz kılmaktadır. Muhteşem Yüzyıl dizisine saldırmaktan “kardeş katli” yasasının övülmesine, topluma yutturulmaya çalışılan Osmanlı güzellemesinin tamamı, çokeşliliği sorgulatmamak ve hatta yakın tarihte yeniden geçerli kılmak için yapılmaktadır. Osmanlı’nın En Ünlü İçoğlanı İsyan Ediyorum! Çok yıllar önce Düsseldorf, Mövenpick Lokantası’nda bir Alman dostumun nikâh yemeğine gitmiştim. Özenle düzenlenmiş mönüde sıra tatlıya geldiğinde lokantanın mutfak şefi yemeğin verildiği özel salona gelmiş, konuklara bir sürpriz hazırladığını söylemişti. Aynı anda salonun kapısı açılmış, aralarında bir servis arabası bulunan dört garson ellerinde meşalelerle içeri girmişti. Sürpriz, servis arabasının üzerindeki büyük gümüş kapağın altındaki tepsideydi. Şef, törensel bir edayla kapağı kaldırmış, konuklara dönerek “Bu gördüğünüz tatlının adı profiteroldür” demişti. Benim ve eşimin dışındaki konuklar yaşamlarında ilk kez profiterol yiyeceklerdi. Şef, tatlılar servis edilirken konuşmasını sürdürmüş, profiterolün bir “İstanbullu buluşu” olduğunu anlatmıştı. Şefi dinlerken heyecanlanmış, gizli bir gurur duymuş, gözlerimin önüne İstiklal Caddesi’ndeki İnci Pastanesi ve Bulgar sahibi Luka Zigoris gelmişti. Pastane 1944 yılında açılmış ve üç gün öncesine kadar tam 68 yıl boyunca müşterilerine hizmet vermiş, ünü dünyaya yayılmıştı. Benim gibi 1943 İstanbulCihangir doğumlu biri için bu pastane çocukluğundan itibaren günlük yaşamın vazgeçilmezlerindendi. İnci Pastanesi üç gün önce polis zoruyla boşaltıldı. Beyoğlu’nda bu tarihsel değer birçok benzeri gibi yok edildi. Aynen Nisuaz ve Baylan pastaneleri, Saray Sineması gibi ona da bundan böyle yalnızca anılarda, anlatılarda rastlayacağız. Karaca Tiyatrosu, Ses Tiyatrosu, Alkazar Sineması, Rüya Sineması kapatıldı. Yarın da Emek Sineması, Taksim Gezisi yıkılıp yok edilecek. İstiklal Caddesi’nin ortasındaki “Demirören ucubesi” örneği, yerlerinde bölgenin tarihsel dokusuyla uyuşmayan, her biri ayrı bir görgüsüzlük anıtı alışveriş merkezleri yükselecek. Londra’da bulunan, ekonomi ve iş alanlarında araştırmalar yapan “Economist Intelligence Unit” (EIU) adlı kuruluşun yayımladığı “Dünyanın en yaşanabilir şehirleri” arasında 2011 yılında ancak 109. sırada yer alabilen İstanbul’un en hareketli semti olan Beyoğlu, ErdoğanTopbaşDemircan üçlüsünün iktidarında tarihinin en büyük yıkımlarından birini yaşıyor. Üçü de İslami dinsel temel eğitimden geçmişler. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İmam Hatip Lisesi; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, eski Süleymaniye Camisi vaizi Ali Rıza Demircan’ın oğlu Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan da İlahiyat Fakültesi mezunu. Üçü de Arap hayranı, ortak özlemleri İstanbul’u Dubaileştirmek! Hiçbiri kozmopolit kent kültüründen nasibini almamış. Çağdaş uygarlığı, kentleri gökdelenlerle, alışveriş merkezleriyle donatmak sanıyorlar. Çamlıca Tepesi, Haydarpaşa Garı, Göztepe Parkı… Dur durak bilmiyorlar. İstanbul bunların elinde yozlaşıyor, çirkinleşiyor, devasa bir ucubeye dönüşüyor. İsyan ediyorum! Fotoğraf : ALİ ARİF ERSEN Rehin kalan kardeşi Radul’u gözden çıkararak Osmanlı’ya isyan bayrağını çekti. Artık 31 yaşındaki Eflak Voyvodası Vlad’ın başkaldırdığı payitaht İstanbul olup, sahibi de “enfiye kutusunda kurutulmuş gül yaprakları koklamayı pek seven” Fatih Sultan Mehmet’ti. HHH Prens Vlad, 1462 başından itibaren İstanbul’dan gelip de karşısında sarığını çıkarmayı reddeden tüm elçi ve ulakların sarığını kafalarına çiviyle çaktırdı. Tuna boylarına ordu kaldırıp 30 binden fazla Osmanlıyı kazığa geçirdikten sonra Eflak ve Boğdan’da Romence “Kazıklı” anlamına gelen Tepeş lakabını aldı. Osmanlıcada ise çocukluğunda maruz kaldığı tacize gönderme yapan Kalleş, İbne, Süzgeç, Götveren lakaplarıyla ya da Kazıglu Bey diye anılıyordu. (Kaynak: Matei Cazacu, “Prens “İntikam, aşağılanmış benliklerin silahıdır.” ALICE BRUNEL ROCHE KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] ‘Şiir’in Oteli Hafta sonu Denizli’deydik… Mimarlar Odası’nın Denizli ve Antalya şubelerince düzenlenen etkinlikte, Pamukkale’nin “kadim” komşusu Karahayıt’ta başlanan “kentsel dönüşüm” projesini tartıştık. Birçok yönüyle “sorunlar yumağı”na dönüşen uygulamaya gelecek yazılarımda değineceğim. Bu yazıda ise onca “gerilim”li bir konuyu, nasıl olup da en derin “sakin”likte tartıştığımızın “giz”ini paylaşmak istiyorum; “Şiir Otel”i... Denizlili mimarlar sıradan bir seçim yapmamışlar, konaklamamız için Şiir Otel’i yeğlerken. O anlatılamaz “asude” ortamın, herkesin adeta kavgadövüş beklediği bir tartışmayı en insancıl duygularla etkileyeceğini de tahmin etmiş olmalılar… Önceden gönderilen yerel basın manşetlerindeki, “Karahayıt’ta kara günler”; “Dönüşüme isyan”ı tartışmak için geldiğimiz Denizli’de bizi karşılayan “şiir”lerde ise deniyordu ki; “önce sevgi ve barış...” Lobide Ataol Behramoğlu, Nâzım Hikmet, Sunay Akın, Can Yücel, Mehmet Akif Ersoy ve nice şairimizin mask ve şiirleriyle birlikte olduğumuzda, manşetlerdeki gerilim akla gelebilir miydi? Otel, Denizlili “şiirsever” girişimciler Esat ve Mehmet Bozbıyık kardeşlerin eseri. Vaktiyle edebiyat öğretmeni olan Esat Bey, konuklarının şairlerle tanıştığı bir otel düşlemiş; mimar Cüneyt Zeytinci’nin tasarımıyla hayalini gerçekleştirmiş. O denli “şiir” dolu ki otel, duvarlarındaki panolarda, aynalarda, hatta lobideki “şiir ağaçları”nda size eşlik eden birbirinden anlamlı dizelerin yanı sıra, sehpa ve masalardaki küçük renkli kâğıtlarda dahi şairlerin deyişleriyle buluşuyorsunuz… Örneğin yorgunluğunuzu bir bardak çay ya da bir kadeh içkiyle atarken Nâzım’ı okuyorsunuz; “Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım...” Ya da gözünüz Atillâ İlhan’a takılıyor; “Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk/ Gece trenlerine binme / Kaybolursun..” Otelin kitapçığında bu eşsiz buluşma için bakın ne söyleniyor: “Aşkla başladı her şey, şiir aşkı, iş aşkı, memleket aşkı, insan aşkı ve yâr aşkıyla...” Kimisine Nâzım’ın, kimisine Mehmet Akif’in adı verilen birbirinden özenli odaları, geçen martta kültür ve yazın dergisi Sunak’la birlikte düzenlenen “Uluslararası Şiir Günleri”nin HARBİ SEMİH POROY Duygu yağmuru BULMACA SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] ‘Aşkla başlandı’ konuklarını da ağırlamış. O gün toplantıya katılmak için otelden ayrılmadan önce Orhan Veli’yi dinledim; “Öyle bir zaman gel ki vazgeçmek mümkün olmasın..” Kapıdan çıkarken de Veysel Çolak’ı okudum; “Bir sabah mutlaka / Baharı getirip kapına sereceğim...” Akşam yemekte sordular; “Paneldeki o sakinliğini neye borçlusun?” Yolunuzu mutlaka Denizli’ye düşürün, Şiir Otel’de şairlerin konuğu olun... Ataol Behramoğlu diyor ki; “Güneşle ve güvercinlerle dolu bir parkta / İzin veriyorum / Hayatın bana dokunmasına...” SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Resmi ve 1 özel kuruluş 2 larda idari, ekonomik, 3 politik oto 4 ritenin ortak 5 kullanımı. 2/ 6 “Hazanbel” de denilen ve 7 kökü hekim 8 likte kulla 9 nılan otsu bir bitki... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Küçük kulaklı 1 O T O F O B İ Ö koyun ya da keçi. 2 T O M A K N A R 3/ Trabzon yöre 3 sinde dokunan ve 4 O M N A F İ L E F A N N E A N daha çok peştamal R UM olarak kullanılan 5 O K A N F E R A S E T bir tür dokuma... 6 B 7 İ N İ U S T İ Tabaka. 4/ İhsan A L AME T K Oktay Anar ’ın 8 bir romanı... Bir 9 Ö R E N T İ K İ nota. 5/ Bol, çok... Acınma, yerinme. 6/ Bir renk... Pasaklı, kılıksız. 7/ Demiryolu... “Şebek” de denilen bir maymun. 8/ Cennet bahçesi... İnleme, inilti. 9/ “At, sahibi gibi hasta” örneğinde olduğu gibi, tersinden de aynı şekilde okunan tümceye verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tavlada “bir” sayısı... “Bir ölmüş diyeler / Üç günden sonra duyalar” (Yunus Emre). 2/ Tümceyi oluşturan birimlerden her biri... Akdeniz Bölgesi’nde bir akarsu. 3/ Belirti, iz... Romatizma ağrısı. 4/ “Dullar” anlamında eski sözcük... Bir nota. 5/ Sodyum elementinin simgesi... Kemiklerin yuvarlak ucu. 6/ Dolma yapmak için hazırlanan karışım... “Şahika ”: Oyuncumuz. 7/ Birdenbire ortaya çıkan ruhsal darbe... MuğlaMarmaris karayolunda, çok güzel bir panoramaya sahip dağ geçidi. 8/ Aruz ölçüsünde kısa okunması gereken bir heceyi kalıba uydurmak için uzatma... Telefon sözü. 9/ Keçi kılından hayvan çulu, yem torbası gibi şeyler dokuyan kimse... Kötü, fena.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle