15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 ARALIK 2012 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 21 Mimari ‘yoksul’ kaldı Kültür Servisi 20. yüzyılın önde ge lararası üne kavuşan Niemeyer, dünyanın len yapılarında imzası olan, Brezilyalı mi dört bir yanında inşa ettiği kıvrımlı yapımar Oscar Niemeyer önceki gün, 104 ya larla dikkat çekti. Çalışmalarında Brezilyalı kadınların kıvrımlarınşında hayatını kaybetti. dan ilham aldığını beNiemeyer, dün kendi ta? Brezilya lirten Niemeyer, sarladığı başkanlık sarayında “FethedileBrezilya Devlet Başkanı Dil Komünist Parti üyesi cek büyük ma Rousseff’in de katıldığı olan Niemeyer, uzun bir alanınız törenle uğurlandı. yıllar Fransa’da varsa kıvKariyerine Brezilya’nın hâsürgünde yaşadı. rım bunun lâ neoklasik Avrupa mimaİnşa ettiği pek çok doğal çözürisini kopyaladığı ve gösterişli müdür” disaray benzeri binalar tasarlaapartmanı ise yordu. dığı 1930’larda başlayan Nieyoksullara hediye Brezilmeyer’in, 60’lı yıllarda taetmişti. ya Kosarladığı ve uzay çağını yanmünist sıtan kamu binaları sayesinde, ülkenin başkenti Rio de Janeiro’dan Parti üyesi olan Niemeyer, 1964’teki askeri darbenin ardından uzun yıllar FranBrezilya kentine taşındı. Özellikle fütüristik tasarımlarıyla ulus sa’da sürgünde yaşadı. Sürgündeyken tasarladığı yapılarla adını uluslararası alanda daha çok duyurdu. 1985 yılında ülkesine geri dönen Niemeyer, Küba lideri Fidel Castro’nun da yakın dostuydu. Brezilya’da inşa ettiği pek çok apartmanı yoksullara hediye eden Niemeyer, öğrencisi olduğu ünlü modernist mimar Le Corbusier ile birlikte New York’taki BM merkezi ve Paris’teki Komünist Parti Merkezi’ni de tasarladı. 70 yıllık kariyerinde 600’den fazla projeye imza atan Niemeyer, 1988’de mimarinin Nobel’i olarak kabul edilen “Pritzker Ödülü”ne değer görülmüştü. Tasarım tutkusuna rağmen mimarinin dünyayı değiştireceğine inanmayan Niemeyer, güzel binaların genellikle zenginlerin tekelinde olduğunu, ama yaptıklarıyla sıradan insanlara keyif ve neşe vermek istediğini söylemişti. Modern mimarlığın önde gelen isimlerinden Oscar Niemeyer hayatını kaybetti Bir Tiyatro Anısı Hafta içinde Ferhan Şensoy’laydık. Ne konuşulur Ferhan’la? Her şey. Yine de ağırlık tiyatroydu elbette. Şu sıralarda sık sık turneye çıkıyor Ferhan. Turne anılarından söz açıldı. Onun anıları koca bir kitap oldu zaten. Ben de beş yıllık tiyatro oyunculuğu döneminde turnelerde neler neler yaşamışım, onları hatırladım. 55 yıl öncesinden bende kalan bir tiyatro anısı var ki, unutmam olanaksız. Onu anlattım Ferhan’a. ??? Robert Kolej’de sahneye koyduğumuz iki oyunu, Ahmet Vefik Paşa’nın Zor Nikâh ile Tabibi Aşk’ını yarıyıl tatilinde Bandırma, Balıkesir, Manisa, İzmir’de oynayacaktık. Daha o zaman bile usta birer tiyatrocu olan Genco Erkal ile Çiğdem Selışık, sahneyi bırakmasa Laurence Olivier’e taş çıkartacağına inandığım Berent Enç de vardı aramızda. Tiyatrodan çok edebiyatla ilgilenen Anıl Meriçelli, turnede bizimle birlikte olabilmek için bir rol üstlenmişti. Başımızda da bir İngiliz hocamız vardı: Hillary SumnerBoyd. Boyd, hocamız değil de arkadaşımız olmuştu hep. Odasında toplanır, sigaralarımızı tüttürüp tiyatrodan, edebiyattan konuşurduk. Çok şeyler öğrenmiştik ondan. En önemlisi, sanattan tat almayı öğrenmiştik. ??? Önce Bandırma’ya gittik gemiyle. Kızılay Bandırma Şubesi yararına oynayacağız. O sıralarda Anadolu’da turne yapan tiyatro pek yok. Hele Bandırma’ya neredeyse hiç tiyatro gitmemiş. Gemimiz rıhtıma yanaşırken, bir de baktık, kalabalık bir karşılayıcı topluluğu! Bizler oraya oyun sergilemeye gelmiş tiyatro heveslisi öğrenciler değil de, Olimpiyat’tan altın madalyalarla dönen güreşçilerdik sanki! Belediye başkanı orada, kaymakam orada! “Sizi hemen tiyatroya götürelim, sahneyi görün” dediler. “Sonra Sayın Kaymakam’ın sizin onurunuza vereceği yemeğe gideceğiz.” Yollandık tiyatroya. Daha doğrusu, oynayacağımız sinemaya. Güzel bir salon, güzel bir sahne. Yalnız Kızılay’cılar dikkatimizi çekti. Aralarında tartışıyorlar. Sonunda görüş birliğine vardılar. Sahnenin tam ortasını gösterdiler. “Buraya asılacak” dediler. “Ne asılacak?” “Kızılay bayrağı.” “Aman!” dedik. “Sahnenin tam ortasına, dekorun göbeğine Kızılay bayrağı asılır mı!” “Ama göze çarpması gerek.” Direndik. Sonunda sahnenin kenarında bir yer seçildi de herkes mutlu oldu. ??? Sinemadan lokantaya gittik. Gerçekten “mükellef” bir sofra. Yok yok! Birer iskemleye iliştik. Masa başına da ev sahibimiz Kaymakam Bey oturdu. Yemekler geldi. Kaymakam ayağa kalktı. “Sayın konuklarımız” dedi. Hillary SumnerBoyd’u gösterdi. “Aramızda bir İngiliz bulunduğu için hoş geldiniz konuşmamı Fransızca yapacağım.” Kadehini kaldırarak devam etti: “Je suis trés content de votre visite a Bandırma...” Nezaket Ekici ‘Imagine: Yemek Üzerine Seçilmiş İşler’ sergisiyle Pi Artworks’te Bedeniyle hayal kuruyor NAZLI PEKTAŞ Sanat dünyamızdan 25 ismin yer aldığı belgesel Van Gogh’un peşinde... Kültür Servisi Türkiye’den 25 sanatçı, sanat tarihçisi, yazar, eleştirmen ve küratörün, 916 Haziran 2008 tarihleri arasında, Vincent Van Gogh’un Fransa’da resim çalıştığı yerlere giderek yaptıkları tutku dolu çalışma izleyiciyle buluştu. Serkan Koç’un yönetmenliğindeki “Van Gogh Sarısı Vincent Van Gogh’un Peşinde Modernizmin İzinde” adlı belgesel film, Van Gögh’unsözleri ile başlıyor. Ardından, belgesel fikrinin ilk ortaya çıkışı anlatılıyor. Fransa’da yaşayan ressam Ahmet Onay Akbaş’ ın hayali, Türkiye’den bir grup sanatçının, Van Gogh’un ayak izlerini takip edip resimler yapması. Bu hayal gerçeğe dönüşüyor ve Türkiye’den Fransa’ya giden 25 kişilik grup, yolculuk boyunca, dünyada sanatın ve sanatçının durumunu tartıştışıyor. Van Gogh’un yaşamından hikâyeler, sanatından görüntüler, sözlerinden alıntılara da yer veren belgesel, izleyiciyi de işin içine katarak, tıpkı Türkiye’den yola çıkan grup gibi, sanatçıyı adım adım takip etme olanağı tanıyor. Bu sıra dışı deneyimde yer alan isimlerden bazıları ise şöyle: Ahmet Onay Akbaş, Özdemir Altan, Tomur Atagök, Mehmet Basutçu, Bedri Baykam, Kıymet Giray, Ekrem Kahraman, Nasuh Mahruki, Ali Sirmen, Utku Varlık. Performans sanatçısı Nezaket Ekici’nin Derya Yücel küratörlüğünde hazırlanan “Imagine: Yemek Üzerine Seçilmiş İşler 2002 2012” adlı sergisi Pi Artworks’te açıldı. Açılış günü, sergiyle aynı adlı performansını da gerçekleştiren Ekici, hemen tüm performanslarında bedeninin sınırlarını zorluyor. Nezaket Ekici flamenkoyu referans aldığı performansında dans etti ama izlediğimiz dans değildi. Asılı duran elmaları yemedi, sadece birini ısırdı ve fırlattı belli belirsiz. Yaptığı, sessizliği topuk sesleri ile yırtarak, elmalara ulaşmaya çalışan bir bedeni dize getirmekti adeta. Sessizliği bozan haykırışlarsa merkezdeki kadın bedeninin, yemek meselesi ile yüzyıllardır süren savaşını getirdi akla. Dudaklarına yaklaştırıp hızla yere fırlattığı elmalarla ilişkisiyse bir ritüele dönüştü sonunda. Ekici’nin “Imagine” sergisinde de yemek ile insan arasındaki evrensel hazzın yüklü olduğu anlamları, onun farklı coğrafyalarda gerçekleştirdiği performansları aracılığı ile izliyoruz. 29 Aralık’a kadar Pi Artworks Galatasaray ve Tophane’de sürecek sergiyi ve performans sanatını Ekici ile konuştuk. Törensel tavrınız ve sınırlarını zorladığınız bedeninizle dünya, ben ve başkaları arasında yeni bir alan açıyorsunuz sanki... Bu işi ne için yaptığımı “Dükkân, müze, galeri ve sokaklar... Farklı mekânlardaki izleyiciden gelen, farklı tepkilerin peşindeyim. Bedenimle başkaları arasında bir hayal alanı açıyorum” diyen Ekici, “Madonna” performansında bedenine mumlar akıtmış, “Atropos”ta ise saçlarını iplerle tavana bağlamıştı. biliyorum ama izleyicinin ne hayal ettiği çok önemli. Bedenimle başkaları arasında bir hayal alanı açıyorum diyebilirim. Bu performansta, eğitmenlerin flamenko dansçılarına söylediği, “elma ağacı varmış gibi hayal edin” öğüdünü canlandırdım. Ön planda olan ne dans ne yemek. Performans tanımınız var mı? En zor soru bu. Performans sanatının ustası, öğretmenim Marina Abramovic’in “ne iş yapıyorsunuz” türünden sorulara yanıtı: “Ben hemşireyim.” Çünkü bu, performans sanatçılığını anlatmaktan çok daha kolay. Bedenimi fırça gibi kullanarak gelen fikirleri duygumla ve bedenimle anlatmaya çalışıyorum. Bedenim benim aracım. Ama önemli bir şey daha var ki performans, izleyicinin önünde gerçekleşmelidir. Kamera karşısına geçip yapılan performans değildir, çünkü onda paylaşım yoktur. Performanslarınızla her yerde karşılaşabiliriz; kamusal alan, müze… Asla olmaz dediğiniz bir yer var mı? Dükkân, müze, galeri ve sokaklar... Her fikre açığım. Çünkü meraklıyım. Farklı mekânlardaki izleyiciden gelen, farklı tepkilerin peşindeyim. Pi Artworks’teki bu performans Türkiye’de ticari bir galerideki ilk performansım oldu. Bedeninizin sınırlarını en çok zorlayan performans hangisiydi peki? Tek bir cevabım yok aslında. Siemens Sanat’taki Fotoğraf: Nihad Nino “ Madonna” performansımda bedenime mumlar akıtmıştım, Sinop Bienali’ndeki “Atropos” performansımda ise saçlarımı iplerle tavana bağlamış ve kurtulmaya çalışıyordum. Kendimi alçı içine aldığım “Blind” işim de zor bir sınır deneyimiydi. Fakat henüz tam olarak gerçekleştirmediğim bir performansım var. İstanbul’a Ayasofya’da bir performans yapmak istemiştim. Kendimi tek bir halatla başaşağı, Ayasofya’nın tavanından asacaktım, Kültür Bakanlığı izin vermedi. Ayasofya için şimdi ‘evet’ deseler... Zaten bu performans Ayasofya’da, 50 metre yükseklikteki kubbeden aşağıya sarkmak için düşünüldü. Hemen yaparım. ‘Polifonia Project’ten tarihi önemde bir konser ‘Çoksesli’ klasik müziğimiz EGEMEN BERKÖZ Caddebostan Kültür Merkezi’nde “Eskimeyen Eskilerde Güncellemeler 2” başlıklı benzersiz bir konser izledim. Konserde klasik Türk müziğinden çokseslendirilmiş örnekler ve Bach’tan “invention”lar seslendirildi. Konserden önce ise, konseri veren Polifonia Project’in kurucusu Nail Yavuzoğlu görüntüler eşliğinde bir konuşma yaptı. Nail Yavuzoğlu, İTÜ Devlet Konservatuvarı Kompozisyon Bölümü Başkanı, hem bir müzikbilimci hem de çok yönlü bir sanatçı. Besteci ve şef; piyano, flüt ve perdesiz bas çalıyor, klasik Türk müziğinin yanında caz ve çoksesli evrensel müzikle de ilgileniyor. Yavuzoğlu, konuşmasına klasik Türk müziği ve Barok müzik üzerine bilgiler vererek başladı. Bu iki müziğin de süslemeli olduğunu, bu açıdan bir benzerlik bulunduğunu belirtti ve Batı’da müziğin Barok ? “Eskimeyen Eskilerde Güncellemeler 2” başlıklı konserde klasik Türk müziğinden çokseslendirilmiş örnekler sunuldu. dönemde çoksesliliğe dönüştüğünü vurguladıktan sonra da sözü kendi çalışmalarına getirip klasik Türk müziğinin çağdaş bir anlayışla önce anlaşılması, sonra da geliştirilmesi amacıyla yola çıktığını söyledi. Klasik müziğimizin kuşaktan kuşağa ezberleme yoluyla aktarıldığı için yok olma noktasında olduğunu söyleyen, bunu önlemek için konservatuvarda akademik toplantılarla konuyu ele alarak bir sistem, kuramsal anlayış ve nota yazısı geliştirdiklerini belirten Yavuzoğlu, kendisinin de 1989’dan beri verdiği kontrpuan derslerini klasik Türk müziği üzerine kurduğunu söyledikten sonra sözlerini şöyle tamamladı: “Kontrpuan tekniği klasik Batı müziğinin temelindeki ilk gelişmiş çokseslilik kuramı olduğu, Rönesans’ta kullanılan modların makam müziğimizle gösterdiği benzerlikler ve melodik yapının oluşmasındaki kuralların yakınlığı nedeniyle yüzyıllardır teksesli olarak süregelen müziğimizin bu teknikle çokseslendirilebileceğine inanıyordum. Bugün dinleyeceğiniz müzik bu oldukça uzun sürecin akademik sentezi sonucu oluşmuştur.” Konserde Nail Yavuzoğlu (perdesiz bas) ile iki eski öğrencisi, Güç Başar Gülle (ut) ve Hüseyin Tuncel (bendir, zil, küp ve sesiyle), Yavuzoğlu’nun çokseslendirdiği klasik Türk müziği yapıtlarının arasında Bach’tan dört “invention” seslendirdiler. Bu yapıtların Bach’ın yapıtlarıyla yan yana seslendirilmesi, amaçlandığı gibi, bu iki müziğin arasındaki yakınlığı biz dinleyicilere de gösterdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle