16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 ARALIK 2012 CUMARTESİ 18 Ormanları da Biz... Şeyh Yasası Mühendis ve mimarlar, odalarının neden değiştirildiğini 1 Aralık tarihli Sabah gazetesinden öğrendi: “Hükümet, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne (TMMOB) neşter vurmaya hazırlanıyor. Tüp geçit projesi, 3’üncü köprü, nükleer santral, Dubai Şeyhi ElMaktum’un Levent projesi, İzmir otoyolu, Galataport ve kentsel dönüşüm başta olmak üzere 150 milyarı geçen yatırımlara engel olmak amacıyla dava üstüne dava açan TMMOB’un yapısı değişiyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TMMOB Kanunu’nun değiştirilmesi için harekete geçti. TMMOB bugüne kadar 150 milyar lirayı geçen proje ile özelleştirme kararlarına karşı Biliyorsunuz, tren yolundan tutun eğitime kadar her alanda tarihi yeniden yazıyor AKP... Pursaklar’da “AK Kadın Ormanı” açılışında, ağaçlandırma tarihinin de onlarla birlikte başladığını Recep Tayyip Erdoğan’dan öğrenmiş olduk: “2008’de cumhuriyet tarihinin en büyük ağaçlandırma hamlesini başlattık. 20082012 yıllarını kapsayan milli ağaçlandırma seferberliği kapsamında 2 milyon 300 bin hektar alanı ağaçlandırma taahhüdünde bulunduk. Ağaçlandırmada 2 milyon 420 bin hektara ulaşılmıştır. Türkiye olarak, hükümetimizin çabalarıyla orman varlığını artıran nadir ülkelerden biri olduk.” Orman dostu Yücel Çağlar’a kulak verirseniz, bu savların doğru olmadığını duyarsınız: 20082012 dönemini kapsayan Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberliği Eylem Planı’nda yalnızca 252 bin hektar alanda ağaçlandırma yapılması öngörülmüştür. Ülkemizde 19442010 döneminde yapılan orman ekosistemi oluşturma amaçlı her türlü çalışmanın toplamı 3.6 milyon hektardır ki, bunun da yalnızca 2 milyon hektarı ağaçlandırma sayılmaktadır. AKP döneminde ise yalnızca 326.7 bin hektar alanda ağaçlandırma yapılmıştır. En son 2004 yılında sonuçlandırılan orman envanteri çalışmasına göre ülkemizde orman sayılan yerlerin genişliği, 1972 yılı verilerine göre 989 dava açmış ve birçok yatırımı engellemişti.” Halkın çıkarlarını savunan davalar açılınca da ister istemez saygın Arap şeyhlerinin, değerli peşkeş şıhlarının narin itibarları zedeleniyor... Şeyhlerin, şıhların itibarlarını geri vermek yeni moda olduğuna göre, gereği yerine getirilmeli, tüm varlıklarımız ortaçağ bezirgânlarına, yedim yuttumculara bedelsiz lu”nun adı evrim İlkoku kulu olarak “D i k a dağıtılmalıdır. ’d a ly o Anta y İlk et Akif Erso lisesine Onlara karşı önce Mehm Şimdi de imam hatip yor. . ılı ti yapılan büyük p iş a y lm ri rlık değişti esi için hazı diden saygısızlığı dönüştürülm ı büyük olasılıkla şim d a i ancak n e y Okulun bellidir: böyle Lisesi.” İmam Hatip im vr e ıd düzeltebiliriz... rş a “K Deli Petro, Ruslar ve Suriye Yıllar önce üstad bir köşe yazarımız, tüm dünyanın Büyük Petro dediği Rus çarına dünya yüzünde “Deli” lakabını takan tek millet olduğu için Osmanlı ile alay etmişti. 16721725 yılları arasında yaşamış olan I. Petro’ya neden “Deli” denirdi? Araştırınca karşıma askeri tarihle ilgili ilginç bilgiler çıkmıştı. Osmanlı “Deli” kelimesini “mecnun” ya da akli dengesi bozuk anlamında değil, cesur ve atılgan yerine kullanıyordu. 16. yüzyılda Rumeli sancak beylerine bağlı süvarilerden oluşan “Deli bölüğü” vardı. Kartal kanatları olan miğfer taşıyor, kurt ya da ayı derisinden şalvar giyiyorlardı. Böyle bakınca gerçekten de Büyük Petro’dan daha delisi o güne dek çıkmamıştı. I. Petro’nun Rusya’da başlattığı yenilikleri ve Batılılaşma hareketini dünya biliyor. Deli Petro’nun 250 yıl önceki vasiyetnamesini Putin’in Türkiye ziyareti nedeniyle yeniden anımsadık. Bu strateji metninin uydurma olduğu da ileri sürülür. Yine de o bildik “sıcak denizlere inme” lafı dahil, Rusya’yı anlamaya yardımcı olur. Bugün Rusya, Türkiye’ye baktığında sadece Türkiye’yi görmez. Rusya’nın Kırım’dan Orta Asya’ya kadar uzanan coğrafyada İslam ve Türklük tehdit algısı var. Rusların 300 yıl TürkMoğol egemenliğinde yaşamış olmaları ise az bir travma değildir. HHH Güncel konu Suriye. Çin resmi basını kestirmeden yazdı: “Ankara muhaliflere, Moskova Şam yönetimine silah veriyor!.. Ama bu anlaşmazlığa rağmen TürkRus ilişkilerinin yıldızı parlıyor!” Özetle en büyük komşunun çıkarları ile Türkiye’ninkilerin örtüşmediği noktalarda uzlaşma aranıyor. Putin, Türkiye ziyaretinde iki ülke arasındaki sorunun mevcudun teşhisinde değil, Suriye’nin gelecek tasarımıyla ilgili olduğunu söyledi. Nitekim bu ziyaretin sonucunda Türk ve Rus diplomatlarının Suriye’deki siyasal değişimi planlamak üzere bir araya gelecekleri anlaşılıyor. Rusya ile Türkiye’nin zorunlu yakınlaşması mevcut stratejik sorunları gidermiyor. Bu işbirliğini doğru zeminde irdelemek için Suriye’yi Doğu Akdeniz olarak görmek gerek. Rusya, Suriye’den dışlanırsa Doğu Akdeniz’de elinde Kıbrıs Rum Kesimi dışında üs bağlantısı kalmıyor. Yunanistan’la tamamlanan Ortodoks aksın geleceği söz konusu. İsrail ise Doğu Akdeniz’in satranç tahtasında önemli bir taş. Putin’in ziyareti iktidarın Rusya’yı Suriye’den dışlamadan hareket edeceğini gösteriyor. Bunu iyi bir gelişme olarak kabul etmekle birlikte, Rusya dahil kime hangi tavizlerin verileceğini sormak durumundayız. Türkiye dış politikada bağımsız bir ülkeymiş gibi kandırmacaya kapılamayız. Geçen temmuz ayındaki Rusya ziyaretinin ardından Başbakan Erdoğan’ın latife kapsamına soksa da Putin’e söylediğini bizzat açıkladığı “Bizi de Şanghay Beşlisi’ne alın” talebi hâlâ geçerli. Erdoğan’ın bu sözlerini izleyen cümlesinde Putin’i kastederek “Mesajı ben devamlı veriyorum ona, başka arayışlara bizi götüreceksiniz” sözlerini sarf etmesini hangi pazarlık zeminine oturtacağız? Eşit güçte iki ülkenin uzlaşmaya oturmasından çok, Ankara’nın himaye arayışı gibi algılanan bu duruşunun Türkiye’ye ne getirip ne götüreceğini göreceğiz. Elbette, Doğu Akdeniz hesaplaşmasının köklerinin Deli Petro’ya kadar gittiğini unutmadan... Delilik ise bağımsız ve güçlü isen yapılır. kulu o k l İ m i r v e D bin hektar artmıştır; ki bunun önemli bir kısmı kendiliğinden oluşmuştur. Daha açık bir söyleyişle, ülkemizde orman sayılan yerlerin genişliğinde saptanan artış son 32 yılda gerçekleşmiştir. Sonbahar Mısır’da işbirlikçi Arap Baharı tersine döndü. Müslüman Kardeşler’in bizdeki ikizlerinden ses yok. Lozan Antlaşması’nın 39. maddesinin, azınlıklar yönünden koyduğu ilkeler tartışmaya açılacak ve tek taraflı değişiklik, diğer akit üyelerin söz hakkı ve taleplerini gündeme getirebilecektir. Tasarı ile tanınan, beyana bağlı başka dilden savunma olanağının kötüye kullanılması, yargılamanın sürüncemeye bırakılması amacına bağlanmıştır. Siyasi amaçlarla yapılacak istismarlara karşı hiçbir önlem alınmamıştır. Tasarı, bu haliyle ayrıca anayasanın 3. maddesinde yer alan, devletin bölünmez bütünlüğü ve resmi dili ilkelerine aykırıdır. Soruları biz soralım, yanıtını Türk Hukuk Kurumu versin: Anadilinde veya bir başka dilde savunma, uluslararası hukukta temel hak olarak kabul edilmiş midir? Ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasında ne de Lozan Antlaşması hükümlerini göstererek çekince koyduğumuz 1966 tarihli Birleşmiş Milletler Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14 ve 26. maddelerinde hak biçiminde sayılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Lozan’ı ve Anayasayı Delen Tasarı Mahkemesi’nin (AİHM), AİHS hükümlerinin anlam ve kapsamını genişletme eğilimi dil konusunu da kapsar mı? AİHM içtihatları, mahkemenin adil yargılanma konusunda ana dilinde savunma yapılın yapılmaması sorunu ile değil “silahların eşitliği” ve “yargılamanının çekişmeli” niteliği ile ilgilendiğini göstermektedir. Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın ve BM İnsan Hakları Komitesi’nin içtihatları da aynı yöndedir. Gerek mahkeme ve gerekse divan ile komite kararları, yargılama yapan mahkemenin resmi dili dışında sanık bu dili biliyorsa başka bir dilin kullanılmasına izin verilmemesini, adil yargılanma hakkına ve ayrımcılık yasağına aykırı bulmamaktadır. Hukukumuzda yer alan düzenlemeler, uluslararası sözleşmelere uygundur ve herhangi bir eksikliği yoktur. Bir başka dilde savunma tasarısı yasalaşırsa ne olacak? 184, Şikâyetim Var! SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Sağlık sisteminin yanlış işleyişine bağlı olarak aşırı baskı altında kalan doktorların varlığının korkunç ağırlığı Melike Erdem intiharıyla bir kez daha çöktü üzerimize. Bir ülkede 5 ayda, buzdağının görünen yüzü olarak sadece resmi makamlara yansıyan rakamlara göre üç bin sağlık çalışanı şiddete maruz kalıyorsa; Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin diğer kamu çalışanlarına göre 16 kat fazla olduğu sonucuna, yine resmi makamlarca varılabiliyorsa; Sistemin gereği olarak ancak 5’er dakikalık muayene süreleri içinde baktıkları hastaların sayısı üzerinden performansları değerlendirilen doktorlardan bu şekilde, hastalara yeterli ilgi ve şefkati 5 dakikalık zaman dilimlerinde göstermeleri ve hastalıklara doğru teşhisi koymaları bekleniyorsa; Vatandaşın hastanelerde sesini ve şikâyetini duyurmak için kurulduğu iddia edilen fakat istismara son derece açık olan Sağlık Bakanlığı Bilgi İletişim Merkezi (SABİM) büyük oranda, doktorları elle tutulmaz gerekçelere dayanarak şikâyet ve rencide etme, aşağılama, onlara çamur atma amaçları için kullanılıyorsa; Hastanın “Doktor benim terliğimi giydirmedi, hasta haklarımı kullanacağım!” diyerek celallenip şikâyet etmesi üzerine bile doktordan anında savunma talep edilebiliyorsa; Doktorun hiç muayene etmediği kişilerden gelen şikâyetler bile ciddiyetle değerlendirilip doktordan yine savunma yapması istenebiliyorsa; Kimlik bildirimi bile yapmasına gerek görülmeyen şikâyetçi, herhangi bir doktor hakkında sırf kafası bozulduğu için ağzına geleni söyleyebiliyorsa; ve bu kimliği belirsiz kişilerin ağzından her dökülen yetkili merciler tarafından ciddiye alınarak doktorlar hakkında bu kadar kolaylıkla soruşturmalar açılabiliyorsa; Sonuçta doktorları ezen, üzerlerinde baskıya sebep olan bir sistem ortaya çıkıyorsa… Kısaca doktorlarla hastaları ve hasta yakınlarını karşı karşıya getiren tüm bu deforme uygulamalar, sistem bozuklukları, artan baskı ve şiddet ortamı, yakınları tarafından neşeli ve hayat dolu olarak tanımlanan, yaşamını tıp dünyasına bu ülke ve dünya üzerindeki herhangi bir ülke için kutsallığı su götürmez doktorluk mesleğini icra etmeye adamış, bu uğurda çok uzun ve meşakkatli bir yola girmiş gencecik bir insanın, çalıştığı hastanenin altıncı katından kendini boşluğa bırakarak yaşamına son vermesine sebep olur. İşte orada bir değil, birçok sorun var demektir. Her şeyden önce güvensizlik sorunu vardır. Hastaların adeta eleştirmek, açıklarını yakalamak amacıyla yaklaştıkları doktorlar ve doktorların karşılarında gardlarını almak, kendilerini savunmak zorunda kaldıkları hastalar vardır artık ortada. Doktorhasta ilişkileri yeni ve kindar bir boyuta taşınmıştır. Doktorlarla hastalar, doktorlarla hastane yönetimleri, tıp dünyasıyla ülke yönetimi arasında bir güvensizlik, şüphecilik, husumet ve korku… Öyle bir korku ki bu, bir ömür süren eğitimlerinin neticesinde aydınlanma serüvenlerinde herkesten çok yol kat etmiş olan doktorları zapturapt altına aldırıyor onlara. Bunu gerçekleştirmek için sistemler şekillendiriliyor, türlü bahane zeminleri hazır ediliyor anında. Melike Erdem’in intiharının sorumluluğunu kendisine özel psikolojik rahatsızlıklara atfetmeye çalışanlar oluyor elbette, olacaktır, mesleğini icra etmek zorunda bırakıldığı bu tüyler ürpertici ortam sütten çıkarılmak istenecektir ak kaşık olarak. “Vebal bizim değil kendisinin” denilecek. Vicdanlar sızlamayacak. Kuyruk dik tutulacaktır. Ama Melike Erdem’in bu dünyadaki yaşamının sonunu getiren gerçekler inkâr edilse de değiştirilemeyecek. Elinde fotoğraf makinesiyle resmettiği dünyası, o deklanşörün arkasından çektiği kareler, hayalini kurduğu yaşamı da geleceği de yansıtamadı işte. İçinde yaşadığı dünyadan ona kalan adaletsizlik rüzgârı hayallerini silip süpürdü bir çırpıda. Sonuçta Melike büyük bir vazgeçişte karar kıldı ve parçası olmak istemediği düzene veda etti. Hakikati arayanlar burada bulabilirler: Onun ölümü en büyük isyanlardan biriydi kurulu düzene aslında. [email protected] HARBİ SEMİH POROY BULMACA UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Issız bir 1 yerde tek ba 2 şına olmaktan korkma. 3 2/ Ağaç 4 tan yapılmış 5 top... Ateş. 3/ 6 Bütün kut sal Hint me 7 tinlerinin ba 8 şında ve so 9 nunda yinelenen mistik 1 2 3 4 5 6 7 8 9 hece... Fazladan 1 Y E T İ N G E N kılınan namaz ya 2 A S İ D E V İ P da tutulan oruç. 4/ 3 G M A S T İ K A Hava ve gaz akım 4 R A P S A Y P ları oluşturmakta 5 I R A K T E M A kullanılan aygıt... A K Neon elementinin 6 N İ N O V A F İ L A R İ Z simgesi... İki tarla 7 A L İ N D A arasındaki sınır. 8 R A 5/ Anlayışlı, ince 9 A N O N A Ç A L ruhlu... Kuran’da bir sure. 6/ Atçılık, binicilik. 7/ Küçük erkek kardeş... Edep, terbiye, iyi davranış... Boru sesi. 8/ Şaşılacak kadar büyük olan şey. 9/ Muğla’nın Milas ilçesine bağlı turistik bir belde... Okyanusya halklarının yiğitlik ve bereket tanrısı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kişinin kendinden korkması. 2/ Bir tür kalın ve ağır çizme... Bir meyve. 3/ Kemiklerin yuvarlak ucu... “Dünyada sevilmiş ve seven bekler / Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler” (Y. K. Beyatlı). 4/ Bir müzik ya da sinema sanatçısının tutkunu olan kimse... Bir soru sözü... En kısa zaman süresi. 5/ Tanrı... Müslüman ülkelerde oturan Yunan asıllı kimse. 6/ Anlayış, sezgi. 7/ Kayınbirader... Akıl... Titan elementinin simgesi. 8/ Belirti, iz. 9/ Eski yapı ya da kent kalıntısı... Argoda marka düşkünü züppe kimselere verilen ad.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle